İbadet yetmiş cüzdür. En üstünü ise helalinden kazanç sağlamaktır. et-Tehzib, c. 6, s. 324 Hz. Muhammed (s.a.a)

Evlilikten Peygamberliğe Kadar Allah Resulü (s.a.a)

Evlilikten Peygamberliğe Kadar Allah Resulü (s.a.a)

Hz. Hatice'ye Kureyş kabilesinin önde gelen erkekleri talip oldu. Tekliflerini kabul etmesi için ona maddî vaatler sundular. Fakat o bu tekliflerin hepsini reddetti. 

1- Kutsal Evlilik

Hz. Peygamber (s.a.a) gibi kişiliği ile herkesten e karşı üstünlük kuran olan bir kişinin kendisine münasip, büyük amaçları ve değerleri ile uyum sağlayacak olan, kendisi ile beraber cihat yolculuğunu ve sıkıntılarla dolu çabasını sürdürecek, zorluklarına ve meşakkatlerine sabredecek bir kadın ile evlenmesi gerekirdi. O günlerde Hz. Peygamber'e (s.a.a) ve sözünü ettiğimiz göreve uygun düşecek Hatice'den başka bir kadın yoktu. Bu birlikteliği yüce Allah'ın dilemesi sonucunda, Hz. Hatice'nin kalbi bütün duyguları ile Hz. Peygamber'e yöneldi ve onun yüce şahsına bağlandı. Hz. Hatice (r.a) Kureyş kabilesinin en şerefli, en zengin ve en güzel kadınlarından biri idi. Cahiliye döneminde "temiz hanım" ve "Kureyş'in hanımefendisi" gibi nitelemeler ile anılırdı. Kabilesinin bütün erkekleri onunla evlenmek için güçlü bir arzu içinde idiler.

Hz. Hatice'ye Kureyş kabilesinin önde gelen erkekleri talip oldu. Tekliflerini kabul etmesi için ona maddî vaatler sundular. Fakat o bu tekliflerin hepsini reddetti.[1] Çünkü meseleleri ölçüp tartan üstün bir akla sahipti. Fakat Hz. Peygamber'i (s.a.a) seçti. Çünkü onda asalet, üstün bir seçkinlik ve yüce ahlâk, erdemli meziyetler ve yüce değerlerin toplu olduğunu gördü. Bu yüzden onun yücelik alanına girmeyi isteyerek kendini ona eş olmak istediğini arz etti.

Tarihî kaynakların ağırlıkla verdikleri bilgiye göre evlenme arzusunu ilk ortaya koyan taraf Hz. Hatice oldu. Bu arzu üzerine Ebu Talip, ailesini ve birkaç Kureyşliyi yanına alarak Hz. Hatice'yi o sırada velisi olan büyüğünden istemeye gitti. Bu veli, Hatice'nin amcası Amr b. Esed idi.[2] Ağırlıkla kabul edilen görüşe göre bu olay Resulullah'ın (s.a.a) peygamber olmasından on beş yıl önce gerçekleşti.

Ebu Talip bu evlenme teklifi dolayısıyla yaptığı konuşmanın bir bölümünde şöyle dedi: "Şu Beytullah'ın Rabbine hamdolsun. O Rab ki, bizi İbrahim'in çocuklarından kıldı ve İsmail'in soyundan türetti ve bizi güvenli bir hareme yerleştirdi. Bizi insanlar üzerine hükümdar kıldı. Bize içinde yaşadığımız bu beldeyi bereketli ve kutsal yaptı… Görmüş olduğun bu kardeşimin oğlu, kendisi ile ölçüleceği her Kureyşli erkekten mutlaka daha değerli baskın, karşılaştırılacağı başka her erkekten mutlaka üstündür. Her ne kadar malı-mülkü az ise de ahlâk yönünden hiç kimse ona denk gelemez. Mal-mülk gelip geçici bir nasip, kaybolmaya mahkum bir gölgedir. Bu yeğenimde Hatice'ye karşı bir arzu olduğu gibi, Hatice'nin de ona karşı bir arzusu vardır. Hatice'nin rızası ve emri ile onu senden istemeye geldik. Mihir malı, hemen verilecek olanı ile sonraya kalacak olanı dahil olmak üzere benim yükümlülüğümdedir… Şu Beytullah'a yemin ederim ki, bu yeğenimde büyük bir nasip, yaygın bir inanç ve olgun bir görüş vardır."[3]

Fakat Hatice daha sonra belirlenen mihri kendi malından tazmin etti. Bazı kimselerin: "Ne acayip şey! Mihir erkeklerin kadınlara karşı bir yükümlülüğüdür." demeleri üzerine kızan Ebu Talip şöyle dedi: "Benim bu yeğenim gibi oldukları takdirde erkekler en yüklü paralar ve en büyük mihirlerle talip olunurlar. Ama eğer evlenecek erkekler sizin gibi olurlarsa ancak pahalı mihirlerle evlenebilirler."

Bazı kaynaklarda, Hz. Hatice'nin mihrinin Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisi tarafından karşılandığı kaydedilir. Bu görüşü kabul etmenin bir sakıncası yoktur.

Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hatice'ye verilen mihri Ebu Talip aracılığı ile karşılaması mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.a) insanların kalplerinde ne kadar yüksek bir konumu olduğunu ve Haşimoğulları'nın ne kadar şerefli ve üstün bir derecenin sahibi olduklarını Ebu Talib'in evlenme teklifi sırasındaki konuşmasından anlamamız mümkündür.

Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber'le (s.a.a) Evlenmeden Önceki Hayatı

Hz. Hatice, şeceresi çok eski tarihlere varan, güzel anıya, üstün ahlâka sahip ve Halil İbrahim'in (a.s) dini olan Hanif dine eğilimli bir aile ortamında doğdu. Babası Huveylid, Hacerü'l-Esved'i Yemen'e taşımak isteyen Yemen hükümdarına karşı çıktı.

 İnancını ve dinî sembolleri savunmakta kararlı bir kimse olduğu için hükümdarın çok sayıda destekleyicisinin olması onu yıldırmadı. Hz. Hatice'nin dedesi Esed b. Abduluzza, haksızlığa uğrayanları destekleme temeline dayanan Hılfu'l-Fudul Antlaşması'nın önde gelen katılımcılarındandı.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a) bu antlaşmanın önemini vurgulamış ve dayanağını oluşturan değerleri desteklemişti.[4] Hz. Hatice'nin amcasının oğlu Vereka b. Nevfel ise, Hıristiyanlar ve Yahudilerle yakın ilişkiler kurmuş, onların kutsal kitaplarını incelemişti.

Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber (s.a.a) ile evlenmeden önceki hayatı hakkında tarihî kaynaklar bize güvenilir ve ayrıntılı bilgiler vermiyor.

Bir rivayete göre Hz. Hatice Hz. Peygamber'den (s.a.a) önce iki evlilik yapmış Önceki eşleri Atik b. Âid el-Mahzumî ve Ebu Hale et-Temimî’dir. ve bu evliliklerden Atik b. Âid el-Mahzumî ve Ebu Hale et-Temimî adlarında iki birkaç çocuğu olmuştu.[5]

Oysa başka kaynaklara göre o, Hz. Peygamber'le (s.a.a) evlendiğinde bakire idi. Bu duruma göre Zeynep ve Rukiye Hz. Hatice'nin Hale adındaki kız kardeşinin kızları idi ve annelerinin ölümü üzerine teyzeleri Hz. Hatice tarafından evlât edinilmişlerdi.[6]

Hz. Peygamber (s.a.a) ile evlendiğinde Hz. Hatice'nin (r.a) kaç yaşında olduğu konusunda da tarihçiler arasında ihtilâf vardır. Bu rivayetlerin kimine göre Hz. Hatice o sırada yirmi beş, kimine göre yirmi sekiz, kimine göre otuz, kimine göre otuz beş ve kimine göre kırk yaşında idi.[7]

2- Hacerü'l-Esved'in Yerine Konması

Kâbe'nin Araplar arasında saygın bir konumu vardı. Çünkü cahiliye döneminde ona özen gösteriyorlar, orayı düzenli bir şekilde ziyaret ediyorlardı. Hz. Peygamber'in peygamber olmasından beş yıl önce meydana gelen bir sel Kâbe'yi yıkmıştı. Bunun üzerine toplanan Kureyşliler Kâbe'yi genişleterek yeniden inşa etmeyi kararlaştırdılar ve bu karar üzerine Kureyş ve Mekke ileri gelenleri hemen işe başladılar.

Fakat bina yükselip de Hacerü'l-Esved'in konulacağı yere sıra gelince, bu taşı kimin yerine koyacağı üzerinde anlaşmazlığa düştüler. Her kabile bu şerefin sırf kendisinin olmasını istiyordu. Anlaşma olmayınca savaş hazırlığına giriştiler. Her kabile, yandaşı ve müttefiki olan kabile ile bir araya gelerek gruplaştılar.

Bu arada Kâbe'nin inşası işini bir yana bıraktılar. Sonra mescide toplanarak meseleyi müzakere ettiler. Uzun müzakereler sonunda, o andan itibaren o toplantıya ilk gelen kimsenin aralarında hakem olmasına ortak karar verdiler ve o hakemin göstereceği çözüme uyacakları yolunda birbirlerine söz verdiler.

Tam bu sırada Abdullah oğlu Muhammed'in (s.a.a) yanlarına ilk gelen olduğunu gördüklerinde: "Bu, (Muhammed) Emin'dir; onun vereceği karara razıyız." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) anlaşmazlığı çözmeye koyuldu. Bunun için Hacerü'l-Esved'i yere serdiği bir elbise üzerine koydu ve her kabilenin elbisenin bir ucundan tutmasını söyledi. Arkasından: "Şimdi hep birlikte taşı kaldırın." dedi. Kabile temsilcileri onun dediğini yapıp da taşı konacağı yerin hizasına kadar kaldırdıklarında, Hz. Peygamber kendi mübarek elleri ile taşı alıp onu konması gereken yere yerleştirdi. Arkasından kabileler çalışmaya devam ederek Kâbe'nin inşası işini tamamladılar.[8]

Bazı tarihçilerin verdiği bilgiye göre Araplar cahiliye döneminde Hz. Peygamber'in (s.a.a) hakemliğine başvururlardı. Çünkü o karar verirken aldatmacadan ve karşısındakilerle tartışmaktan kesinlikle uzak dururdu.[9]

Onun gösterdiği bu ciddî tutum, o kabilelerin vicdanlarında büyük bir etki bırakmış, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sosyal konumunu pekiştirmede büyük bir gözetleyici ve yeni bir boyut oluşturmuş, dikkatleri onun liderlik yeteneğine ve idarecilik maharetine çevirmişti. Böylece onun yüce bilgeliğine, üstün zekâsına ve benzersiz güvenirliğine duyulan güven yoğunluk kazanmıştı.

3- Hz. Ali'nin (a.s) Doğumu ve Hz. Peygamber (s.a.a) Tarafından Eğitilmesi

Hz. Peygamber (s.a.a) ile Ebu Talip oğlu Hz. Ali (a.s) arasındaki ilişki yakın akrabalık bağı ile sınırlı değildir. Bu ilişki son derece derin fikrî ve duygusal bir ilişki olarak kendisini gösterir.

Hz. Ali'nin annesi Fatıma bint-i Esed, Kâbe'nin içinde doğurduğu oğlunu kucağına alarak Kâbe'den çıktığında karşılaştığı ilk kişi Hz. Peygamber (s.a.a) oldu.[10] Hz. Peygamber bu karşılama sırasında Hz. Ali'yi annesinin kucağından alarak bağrına bastı.[11] Bu olay Peygamber'in ona yönelik ilgisinin ve ona dönük özel yetiştirme sürecinin başlangıcı idi.

Bu yeni doğan bebek, anne-babası ile amcasının oğlu olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) kucaklarında büyüdü. Hz. Peygamber O sık sık amcasının evine giderdi. Hz. Hatice (r.a) ile evlendikten sonra bile bu gidip gelmeler aynı sıklıkta devam etti. Hz. Peygamber ona, başka hiç kimseye göstermediği üstün bir duygu ve özen seli ile yaklaşıyordu. Uyanıkken ona okşayıcı sözler söyler, onu göğsünde taşır ve uyutmak için beşiğini sallardı. Uzun yıllar boyunca devam eden bu ilgi, herkesin dikkatini çeken bu büyük şefkat Hz. Ali'nin davranışlarında ve zihnî yapısında etkilerini göstermekten geri kalmadı. Hatta onun diline ve sözlerine bariz belirtilerle yansıdı. Nitekim Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a) ile arasındaki sıkı yakınlığı şöyle ifade ediyor:

"Resulullah'a (s.a.a) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı. Yatağına alırdı. Vücudunu bana sürer, beni koklardı. Lokmayı çiğner, ağzıma verir, yedirirdi. Ne bir yalan söylediğimi duymuştur, ne bir kötülük ettiğimi görmüştür… Ben her an deve yavrusu nasıl annesinin ardından giderse onun ardından öyle giderdim. O her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu."[12]

Kureyş kabilesi bir dönem şiddetli bir ekonomik sıkıntıya düşmüştü. Bu bunalım sırasında Hz. Peygamber (s.a.a) hemen amcaları Abbas'a ve Hamza'ya Ebu Talib'e bu sıkıntılı döneminde yardım ve destek olmalarını önerdi. Bu öneri üzerine Abbas Talib'i, Hamza Cafer'i yanına alırken, Ebu Talip Akil'in kendi yanında kalmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a.a) de yanına Ali'yi (a.s) aldı ve onlara şöyle dedi: "Ben yüce Allah'ın size vermeyip benim için sizin üzerinize seçtiği kişiyi, yani Ali'yi seçtim."[13]

Böylece Hz. Ali (a.s), amcasının oğlu Muhammed'in (s.a.a) evine taşınarak onun gözetimine girdi. Kişiliği bu evde keskin hatlarıyla belirmeye başladı. Ömrünün son anlarına kadar da Peygamber'den hiç ayrılmadı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) verdiği önem ekonomik bunalım dönemi ile sınırlı kalmadı. Bu da bize Hz. Peygamber'in başka bir şeyi amaçladığını gösterir. Hz. Peygamber (s.a.a) onu kendi gözetiminde ü önünde eğiterek özel yükümlülükleri için bir şekilde hazırlamak istiyordu. Bu yetişmişlik sayesinde Hz. Ali (a.s) Son Peygamber'in şeriatını korumaya ilişkin büyük bir ilâhî fonksiyonu gerçekleştirme imkânını elde edecekti. O ilâhî fonksiyon ki, yüce Allah onun için yaratıklarının en hayırlısı ve kullarının en seçkinini görevlendirmişti.

İşte böylece yüce Allah, Hz. Ali'nin (a.s) çocukluğunun ilk döneminden itibaren Hz. Peygamber'in (s.a.a) kanatları altında yaşamasının ortamını hazırladı. Bu ortamda, o Hz. Peygamber'in sevgisinden, şefkatinden nasiplenecek, güzel ahlâkının ve yüksek meziyetlerinin örneklerini kişiliğine aktaracaktı. Hz. Peygamber (s.a.a) de ona sevdiği bir oğluymuş gibi davrandı… O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) etrafında cereyan eden bütün gaybî gelişmeleri onunla birlikte yaşadı. Çünkü gün boyu tüm hallerinde ondan hiç ayrılmıyordu.[14]

Hz. Ali'nin (a.s) hayatı ile ilgili olarak tarihin önümüze koyduğu bilgiler, gerek peygamberlik öncesinde, gerek peygamberlik döneminde Hz. Peygamber'in elinden gerek peygamberliği öncesinde, gerek peygamberliği döneminde aldığı ilâhî misyona hazırlık eğitiminin, sırf ona yönelik olan psikolojik ve duygusal olgunlaştırma temrininin çapını derinliğine ve güçlü bir şekilde gözümüz önünde canlandırmaktadır. O hazırlayıcı eğitim ki, onun Hz. Ali'yi (a.s) Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra siyasî merciiyete lâyık olmanın ötesinde fikrî ve ilmî merciiyete lâyık konumda olduğunu ispatlamaktadır.

4- Peygamberlikten Önceki Kişilik Özellikleri

Arap Yarımadası toplumunun bütün kesimlerinde toplumsal bağlara ilişkin gevşeme ve kopma belirtilerinin açıkça ortaya çıktığı bir dönemde Hz. Peygamber'in (s.a.a) adı bir yıldız gibi parladı. Bu toplumsal çöküşün tersine Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.a) kişiliği günden güne parlaklığını ve yüceliğini arttırıyordu.

Onun tutarlı ve sapmaz kişiliği, davranışlarının ve ahlâkî mükemmelliğinin bütün yönlerinde görülmeye başladı. Bunun yanı sıra bariz cömertliğinde ve soy temizliğinde somutlaşan ailevî asaletin şerefi ile donanmıştı. Bütün bunların üzerinde gaybî yardımın, onu her türlü günahtan ve kötülükten koruyan ilâhî doğrultma gücünün avantajını, desteğini de hesaba katmalıyız.

Hz. Ali (a.s), insanlar içinde Hz. Peygamber'e (s.a.a) en yakın, onu en iyi tanıyan kişi idi. Buna göre onun Peygamber hakkındaki sözü bu konudaki en doğru sözdür. O şöyle diyor: "O sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti. O melek gece-gündüz ona yücelikler yolunu gösterir, âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi."[15]

Rivayetlerde onun çocukluğundan beri putlardan ne kadar nefret ettiği vurgulanır. Nitekim amcası Ebu Talip ile birlikte yaptığı Şam yolculuğunun hikâyesinde onun putlara değer vermeyi reddettiğini görüyoruz.[16]

Hz. Peygamber kendisi ve kişiliğinin inşası için maneviyat ve yüksek değerler açısından zengin ve kendine özgü bir hayat yöntemi seçti. Bunun sonucu olarak hayatının hiçbir döneminde ne bir kimseye yük oldu ve ne çalışmaktan uzak durdu. Henüz taze bir delikanlı iken ailesinin koyunlarına çobanlık yaptı[17] ve gençliğinin baharında ticaret maksadı ile Şam'a yolculuk yaptı.[18] Benzersiz kişiliğinin başka bir yanında mükemmel merhametinde, zayıflara ve fakirlere yönelik titiz ilgisinde somutlaşan insanî güzelliğini görürüz. Bu tarafının en çarpıcı örneği, Zeyd b. Harise’ye karşı tutumudur. Zeyd babasının yanına dönmeyi reddederek Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında yaşayacağı onurlu hayatı tercih etmişti [19]

Böylece öğreniyoruz ki Hz. Peygamber (s.a.a), peygamberliğinden önce zekî, erdemli, olgun bir kişi idi. Arap Yarımadası'nın cahiliye toplumunda insanî ve toplumsal ilişkilerin gerektirdiği en yüce dayanaklara sahip olarak Arap Yarımadası'nın cahiliye toplumunda gençlik yıllarını geçirdi. Örnek kişiliği ile o günün toplumlarında yaşayan kendisi dışındaki herkese karşı üstünlük sağladı. Bu konuda Kur'ân-ı Kerim onun için şöyle tanıklık ediyor: "Hiç şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin."[20]


 

[1] -Biharu'l-Envar, c.16, s.22

[2] -es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.137

[3] -el-Kâfi, c.5, s.374; el-Keşşaf ve Rabiu'l-Ebrar'dan naklen Biharu'l-Envar, c.16, s.5, ; es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.139; Tarih-i Yakubî, c.2, s.20; el-Evail, Ebu Hilal, c.1, s.162

[4] -es-Siretu'n-Nebeviyye, c.1, s.141

[5] – Rivayetlerin farklılığı ile ilgili olarak bkz: el-İsabe, c.3, s.611; es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.140; Usdu'l-Gabe, c.5, s.71 ve 121

[6] -Menakıb-ı Âl-i Ebi Talip, c.1, s.159; A'lamu'l-Hidaye, Cüz: 3; es-Sahih Min Sireti'n-Nebiyyi'l-Âzam, c.1, s.121-126

[7] -es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.140; el-Bidaye Ve'n-Nihaye, c.2, s.295; Biharu'l-Envar, c.16, s.12; Siret-u Moğoltay, s.12; es-Sahih Min Sireti'n-Nebiyyi'l-Âzam, c.1, s.126

[8] -Tarih-i Yakubî, c.2, s.19; Siret-u İbn-i Hişam, c.1, s.204; el-Bidaye Ve'n-Nihaye, c.2, s.300; Tarih-i Taberî, c.2, s.37, el-İstikame basımı.

[9] -es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.145

[10] -Hâkim Nişaburî şöyle der: "Fatıma bint-i Esed'in Emirü'l-Müminin Ali b. Ebu Talib'i Kâbe'nin içinde doğurdunu ifade eden rivayetlerin sayısı oldukça fazladır." el-Müstedrek Ala's-Sahihayn, c.3, s.483

[11] -el-Fusulu'l-Muhimme, İbn-i Sabbağ, s.13

[12] – Nehcü'l-Belâğa, 192. hutbe, Kasıa hutbesi.

[13] -Mekatilu't-Talibiyyin, s.36; el-Kâmil Fi't-Tarih, c.1, s.37

[14] -Nehcü'l-Belâğa, 192. hutbe; Şerh-u Nehci'l-Belâga, İbn-i Ebi'l-Hadid, c.4, s.315

[15] -Nehcü'l-Belâğa, hutbe: 192

[16] -es-Siretu'n-Nebeviyye, c.1, s.182; et-Tabakatu'l-Kübra, c.1, s.154

[17] -es-Siretu'l-Halebiyye, c.1, s.125; Sefinetu'l-Bihar, "Nebee" maddesi; es-Siretu'n-Nebeviyye, İbn-i Hişam, c.1, s.166

[18] -Biharu'l-Envar, c.16, s.22; Keşfu'l-Gumme, c.2, s.13; el-Kâmil Fi't-Tarih, c.2, s.24

[19] -el-İsabe, c.1, s.545; Usdu'l-Gabe, c.2, s.225

[20] – Kalem, 4

Alulbeyt