Günahkar insanlar arasında, azabı en şiddetli olan kimse, ilminden en küçük bir fayda görülmeyen alimdir. el-Bihar, 2/37/53 İmam Cafer-i Sadık (a.s)

Son Peygamberin Mirası

Son Peygamberin Mirası

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Ümmîler arasından kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen Allah'tır. Kuşkusuz onlar, daha önceleri apaçık bir sapıklık içinde idiler."[1]

İslâm tarihi ile ilgili incelemeler, bize son peygamber Hz. Muhammed'in gönderilişinin getirdiği önemli sonuçları açıkça gösteriyor. Bu ilâhî görevlendirmenin başta gelen kazanımlarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Hz. Peygamber'in bütün insanlığa tebliğ etmeye çalıştığı kapsamlı bir ilâhî risalet.

2- Bu risaletin meşalesini taşıyan ve ilâhî mesajı diğer milletlere aktaran Müslüman bir ümmet.

3- Bağımsız bir siyasî yapının ve benzersiz bir ilâhî düzenin sahibi olan bir İslâm devleti.

4- Önder Peygamber'in halifeliğini üstlenen ve onu en iyi şekilde temsil eden masum bir önderlik.

Eğer bakışlarımızı kulaktan kulağa geçen veya yazıya geçirilen ve derlenip toparlanan İslâm’ın kültürel mirası üzerinde yoğunlaştırırsak ve son Peygamber'den (s.a.a) kalan mirası "onun okuduğu vahiy veya ondan duyulan söz olmak üzere insanlığa ve İslâm ümmetine sunduğu kazanımların tümü" şeklinde tarif edersek, onun insanlığa ve İslâm ümmetine sunduğu mirası şu şekilde tasnif etmemiz gerekir:

 

1- Kur'ân-ı Kerim

2- Sünnet-i Nebevî

 

Bu iki miras kaynağının ortak özelliği, göğün bu yüce peygamber aracılığı ile insana sunduğu bağışlar olmalarıdır. Çünkü bu iki kaynak da yüce Allah'ın hevâdan konuşmayan Hz. Muhammed'in kalbine indirdiği vahyin ürünüdür.

Kur'ân-ı Kerim'in ilk karakteristik özelliği şeklinin ve muhtevasının, bir başka deyişle sözünün ve özünün bir arada Allah'tan gelmesidir. Onun ifade tarzı ilâhî ve mucizevî olduğu gibi, içeriği de öyledir.

Bunun yanı sıra sahih rivayetler ile tarihî kaynakların kanıtladıklarına göre Kur'ân-ı Kerim'in toplanması ve bir kitap hâlinde derlenmesi işlemleri bizzat Resulullah'ın (s.a.a) döneminde tamamlandı ve Kur'ân, orijinal şekli ile hiçbir değişikliğe uğratılmadan bize kadar geldi.

Kur'ân'ın, Resulullah'ın (s.a.a) zamanında bir kitap hâlinde derlendiğini kanıtlayan tarihî belgeler az değildir. Biz burada biri Kur'ân'dan ve öbürü Kur'ân dışından alınan iki belge ile yetiniyoruz.

Kur'ân'dan alınan belge yüce Allah'ın şu buyruğudur:

"Yine onlar: 'Bu Kur'ân, onun başkasından yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır.' dediler."[2]

Kur'ân dışından alınan belge ise, Emirü'l-Müminin Ebu Talip oğlu Ali'den (a.s) gelen bir rivayettir ki, o rivayete göre Hz. Ali şöyle diyor:

"…Resulullah'a (s.a.a) inen hiçbir ayet yoktur ki, bana okutmuş olmasın ve bana yazdırmış olmasın. Böylece ben o ayeti kendi yazımla yazardım. Yine ona inen hiçbir ayet yoktur ki, bana onun tevilini, tefsirini,neshedenini, neshedilenini, muhkemini, müteşâbihini, özel nitelikli olanını, genel nitelikli olanını öğretmiş olmasın. Arkasından Allah'ın bana onları kavramayı ve aklımda tutmayı nasip etmesi için dua etti.

Bu yüzden onun benim için yaptığı bu duadan sonra, ne Allah'ın kitabından olan bir ayeti ve ne bana yazdırdığı bir bilgiyi hiç unutmuş değilim."[3]

Hz. Peygamber"in (s.a.a) Kur"ân"ı eksiksiz olarak tebliğ ettiği, günümüzde Müslümanlar arasında elden ele dolaşan Kur"ân"ın Hz. Peygamber (s.a.a) zamanında elden ele dolaşan Kur"ân"ın aynısı olduğu, o Kur"ân"a bir şey eklenmediği gibi hiçbir eksilmeye de uğratılmadığı konusunda bütün Müslümanlar hemfikirdirler.

Sünnete ve nebevî hadise gelince; bu kaynağın sözü beşerî, fakat içeriği ilâhîdir. Temel karakteristiği, tam bir fesahat örneği olmasıdır. Bu metinler Resulullah"ın büyüklüğünü, kemalini, masumluğunu ve ilâhî desteğe mahzar oluşunu somut bir şekilde yansıtmaktadır.

Bundan dolayı Kur"ân-ı Kerim, yasal düzenlemelerin ilk kaynağı ve insanlığın hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı bilginin esas pınarıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:

"De ki, doğru yol sadece Allah"ın yoludur. Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, Allah tarafından ne bir dost ve ne bir yardım edici bulamazsın."[1]

Kur"ân-ı Kerim, sünneti ilâhî yasa koyma işleminin ikinci kaynağı saymıştır. Çünkü Hz. Peygamber Kur"ân"ın yorumlayıcısı ve kendisine uyulacak bir örnek olması itibarı ile, onun sünneti Kur"ân"ın ardından ikinci derecede yasa koyma kaynağı kabul edildi ve insanlara onun emirlerine uyup yasakladıklarından kaçınmaları talimatı verildi.[2]

 

Fakat üzülerek belirtelim ki, Resulullah"ın (s.a.a) sünneti ondan sonra, özellikle ilk halifeler döneminde kötü bir durumla karşı karşıya bırakıldı. Çünkü Ebu Bekir ile Ömer,Resulullah"ın (s.a.a) hadislerinin derlenmesini yasakladılar; hatta bazı sahabîlerin yaptıkları derlemeleri yaktılar. Bu olumsuz tutumun özellikle Ömer tarafından ısrarla savunulan gerekçesi,Kur"ân-ı Kerim"e yönelik titizlikti. Onlara göre hadisleri derlemek ve bunlara önem atfetmek, yavaş yavaş Kur"ân"ı ihmal etmeye veya hadis metinleri ile ayet metinlerinin birbirine karışması ile Kur"ân"ın kaybedilmesine yol açacaktı.

Fakat Ehl-i Beyt, onların bağlıları ve birçok Müslüman Resulullah"ın (s.a.a) sünnetine lâyık olduğu saygı ve kutsallaştırma yaklaşımını sergilediler. Bu yaklaşımı gösterirken ilhamlarını Kur"ân"dan aldılar.

Bunun sonucu olarak bu konuda aralarında hadis ezberleme, birbirine aktarma, derleme ve metinleri karşılaştırma faaliyetlerini yürüttüler. Bütün bu faaliyetleri, derlemeye yönelik resmî yasaklamaya rağmen gerçekleştirdiler.

Öyle anlaşılıyor ki, bu derleme yasağının arkasında söylenenin dışında başka bir gerekçe vardı. Çünkü ileri sürülen gerekçelerin asılsızlığı ortaya çıkmıştı. Nitekim bu yasaklayıcı dönemden sonra bilginler ve halifeler bu yasağa karşı çıkarak hadis derlemeyi teşvik etmeye yöneldiler.

 


 

[1]- Bakara, 120

[2]- Nahl, 44; Ahzâb, 21; Haşr, 7