Hikmet sahipleriyle otur ki aklın kemale ersin, nefsin şereflensin ve cehaletin ortadan kalksın. Gurer’ul Hikem, 4787 İmam Ali (a.s)

Hz. Ali’ye Göre İmam ve Halkın Karşılıklı Hak ve Vazifeleri

Hz. Ali’ye Göre İmam ve Halkın Karşılıklı Hak ve Vazifeleri

Serkan ÖZTÜRK/Erenler 4-5

 

Müminlerin Emîri Ali (a.s), ilk olarak hak ve hukuk konusunun sözde en kolay ve tatlı bir şey olduğu halde amelde en ağır ve zor bir mevzu olduğunu vurgulamıştır. Hazret şöyle buyurmuştur:

“Hak, kavram olarak açıklama ve nitelendirme açısından en geniş, ama amel açısından en dar olanıdır.” [1]

Evet, hak ve hukuktan söz etmek hem çok kolay, hem de çok hoşa giden şeydir, ama hak ve hukuka uygun amel etmek çok zordur.

Muttakilerin Mevlâsı Ali (a.s), ikinci olarak hak ve hukuk konusunda hak ve görev birlikteliğini vurgulamıştır. Hz. Ali’ye göre hakkın olduğu yerde vazife, vazifenin olduğu yerde de hak vardır. Başka bir tabirle; Hz. Ali’ye göre, her nerede insan bir hak alacaklıysa, bir hak da borçludur. Yani hak her zaman iki yönlüdür. Hiçbir yerde tek yönlü hak mevcut değildir. Hatta en yüce haklara sahip olan Allah Teala’nın bile insanlar üzerindeki haklarına karşın, insanların da Allah üzerinde hidayet hakkı, eğitim hakkı, peygamberleri gönderme hakkı, semavî kitapları indirme hakkı gibi birtakım hakları vardır. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir kimsenin birinin üzerinde bir hakkı olmaz ki, onun da üzerinde karşı tarafın bir hakkı olmasın; ve hiçbir kimsenin üzerinde karşı tarafın bir hakkı olmaz ki, onun da tarafının  üzerinde bir hakkı olmasın.” [2]

Bu, yukarıda sözünü ettiğimiz hak ve görev birlikteliğinin ve ayrılmazlığının bir başka tabiridir. Buna göre örneğin, babanın çocuğunun üzerinde birtakım hakları varsa, buna karşın çocuğuna nispetle birtakım sorumlulukları da vardır. Keza çocuğun da babanın üzerinde birtakım hakları varsa, buna karşılık babaya nispetle birtakım görevleri de vardır. Aynı şekilde, imamın da toplum üzerinde birtakım hakları varsa, sahip olduğu bu haklara karşılık toplum karşısında birtakım görevleri de vardır. Toplumun da imam üzerinde birtakım hakları varsa, bu haklarına karşılık birtakım görevleri de vardır.

Hz. Ali’ye göre toplum öndersiz olamaz, her toplumun mutlaka bir önderi olmalıdır. Hz. Ali önderin varlığını şu beş esasa dayandırıyor:

1- Her toplum için bir dayanağın gerekliliği ve bu dayanağın önder olmaksızın mümkün olmaması.

2- Her toplumun sadece programları uyumlu ve safları bir olduğu takdirde muzaffer olabileceği ve bunun bir önderin varlığına bağlı olması.

3- Önderin toplumun hareket, çaba ve uğraşılarına yön vermesi.

Bu üç hususu, Hz. Ali’nin Şıkşıkıye hutbesindeki kısa bir cümlesinden istifade ederek açıklamak mümkündür. Hz. Ali bu hutbede şöyle buyurmuştur:

“Hilâfet hususundaki yerim değirmen taşının mili gibidir.”

Bu tabir, oldukça güzel bir tabirdir. Zira değirmen taşının bin bir kusuru olabilir; ama bu kusurlar onun dönmesine ve çalışmasına engel olmaz. Ancak ortasındaki mil olmadığı takdirde değirmen taşı bir an bile dönemez.

Bir toplumda önderin yeri, taşın dönmesini sağlayan o sabit ve muhkem mil gibidir. Mil, değirmen taşına yön verdiği, uyumlu bir dönüş kazandırdığı gibi, önder de bir topluma hareketlilik kazandıran, yön veren, hedef belirleyen, birlik ve beraberliğini koruyan en büyük etkendir.

4- İmamın topluma bilinç ve bakış açısı kazandırması.

5. İmamın insanlara örnek oluşu.

Ali (a.s), Osman b. Huneyf’e yazdığı meşhur mektubunda bu iki felsefeye işaret ederek şöyle buyurmaktadır:

“Her tebaanın kendisine uyduğu ve ilminin nuruyla nurlandığı bir imamı vardır.”

Yani, ey Basra valisi Osman b. Huneyf! Bil ki her tebaanın bir önderi vardır. Tebaa ilk etapta o önderin ilminden faydalanmakta, onun aydınlığıyla aydınlanmaktadır. Önder, kendisine uyan tebaasına bir bakış açısı ve bilinç aşılamaktadır. Ayrıca da tüm hususlarda kendisine uyan tebaası için bir örnek oluşturmaktadır.

Bakınız, cahiliye döneminde Araplar, görünürde her şeyden yoksun bir topluluğu oluşturuyorlardı. Ama gerçekte ve potansiyel olarak her şeye sahiptiler. Sadece lâyık bir önderleri yoktu. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) kıyam ederek, Allah’ın emriyle önderlik makamını üstlendi. Değirmen taşının ortasındaki mili gibi onlara eksen ve dayanak oldu. Halkı harekete geçirdi, aralarında uyum sağladı, örnek oldu ve bilinç kazandırdı. Her şeyden mahrum olan cahiliye Arapları, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) sayesinde her şeye sahip oldular ve bütün dünyaya örnek oldular.

Şimdi isterseniz, önderin hak ve görevleri ile toplumun hak ve görevleri hususunu ele alalım. Bu hususta Hz. Ali’nin görüşüne baş vurduğumuzda Hazretin önder için on önemli görev tayin ederken, takipçileri için beş görev tayin ettiğini görmekteyiz. Hz. Ali (a.s) önderin görevleri hususunda önce şöyle buyurmaktadır:

“Makam ve mevki önderi sarsmamalı, değiştirmemeli, gururlandırmamalı ve şahsiyetini değişime uğratmamalıdır.”

Bakınız, Hz. Ali ordu komutanına yazdığı bir mektupta şöyle buyurmuştur:

“Bu mektup, Allah’ın kulu, Müminlerin Emîri Ali b. Ebu Talib’den sınırdaki komutanlara gönderdiği mektuptur.”

Görüldüğü üzere Hz. Ali, mektubunda kendisini “Allah’ın kulu” diye adlandırmıştır. Mevki ve makam onda bir gurur icat etmemiş ve kendisini Allah’ın kulu olarak adlandırmakla övünmüştür. Ardından da resmî bir lakap olarak “Müminlerin Emîri” lakabını kullanmıştır. İmam, sınırlardaki askerlerine ve komutanlarına göndermiş olduğu bu mektubunun devamında şöyle buyurmaktadır:

“Valinin üzerindeki ilk hak, elde ettiği makamla değişmemesidir. Aksine, kudret ve gücü arttıkça, Allah’ın kullarına daha da yakınlaşmalı ve kardeşlerine sevgisi artmalıdır.”

Yani, ilâhî bir önderde kudret ile Allah’ın kullarına karşı muhabbet doğrudan birbiriyle orantılıdır. Biri artınca diğeri de artmalıdır. Ama öyle insanlar var ki, bir tek yeni elbise giyince, yeni bir ayakkabı alınca veya en küçük bir makama ulaşınca, yolda yürüyüş, konuşma ve bakışları dahi değişmektedir. Ancak imam ve önder olan kimseye bütün kudretler verilse dahi değişmemelidir. Bu, insanlara önder olmanın ilk şartıdır.

İmam Ali (a.s)’ın önder için tayin ettiği ikinci görev ise, insanların görüşüne saygı göstermek ve istisnasız her hususta halkla meşveret etmektir. İnsanlar, sürekli siyaset sahnelerinde olmalı ve her şeye müdahale edebilmelidir.

Üçüncü görev ise, toplumda olup bitenleri halktan gizlememektir. Önder olan kimse, insanlardan çok özel sırlar dışında hiçbir şeyi gizlememelidir. Ali (a.s) gizlenilecek sırların da savaş sırları olduğunu beyan etmektedir.

Dördüncü görev ise, toplumun haklarını yerine getirme konusunda ihmalkârlık etmemektir.

Beşinci görev ise, insanlar arasında ayrıcalık gözetmemek ve insanları kanun karşısında eşit görmektir. Bu son dört görevin delili ise, Hz. Ali’nin şu sözüdür:

"Sizden savaş hâli dışında hiçbir işi gizlemediğimi, hüküm konusu dışında hiçbir işi sizlerle paylaşmaktan kaçınmadığımı bilesiniz. Doğru görüp uyguladığım, hak bilip eda ettiğim şeyden başka, hak konusunda benim yanımda eşitsiniz."

Hak üzere olan ilâhî bir önder, insanlara tüm konuları açıkça söylemelidir. Kendisini halkın efendisi görmemelidir. Her konuda onlarla meşveret etmeli, onların görüşüne baş vurmalıdır.

Hz. Ali mektubunun devamında şöyle buyurmaktadır:

“Ben yargı hükümleri dışında her konuda sizinle meşveret edeceğim.”

Zira yargıda hâkim hüküm vereceğine göre, artık bunu meşveret etmenin bir anlamı yoktur. Hâkim kendi teşhisini kesin bir hüküm olarak ortaya koymalıdır. Ama memleketin idaresi konusunda her şeyi meşveretle yürütmesi ve herkesin eşit haklara sahip olduğuna inanması gerekir.

Hz. Ali (a.s) bu sözü söylemiş ve pratikte de bizlere göstermiştir. Kardeşi Akil’in adalet sınırları dışında kalan dinar ve dirhem isteğine karşılık ateşte kızdırdığı demiri onun eline yakınlaştırmakla, kardeş ile yabancılar arasında hak, adalet ve beytülmal hususunda hiçbir farkın olmadığını ispat etmiştir.

Önderin altıncı görevi ise, halkın en zayıflarıyla eşit düzeyde yaşam sürmesidir. Hz. Ali (a.s) bunu da önder için zorunlu bir görev olarak hatırlatmaktadır.

“Şüphesiz ki Allah-u Teala, hak imamlara kendilerini halkın en zayıfları gibi tutmalarını farz kılmıştır ki fakirler fakirliklerinden rahatsız olmasınlar.”

Allah-u Teala, adil ve gerçek önderlere halkın en zayıfları gibi yaşamalarını ve maddî açıdan onlar gibi olmalarını farz kılmıştır. En sade elbiseleri giymeli, en sade sofralar sermeli, en sade evlerde oturmalıdırlar. Bunun nedeni şu şekilde açıklanabilir: Zira fakirlik, kısa bir müddet zarfında toplumdan yok edilmeyebilir. Gerçi gerçek İslâm toplumunda uzun bir süre fakirlik söz konusu olamaz. Bir an önce fakirlik yok edilmeli, insanların yaşam sıkıntısına son verilmelidir. Ancak bu sağlanıncaya kadar önder toplumunun en zayıfı gibi yaşamak zorundadır. Eğer imam giyimi, kuşamı ve yaşam tarzı açısından insanların en zayıflarıyla aynı düzeyde olursa, maddî açıdan fakir olanlar, aşağılık kompleksine kapılmaz ve rahatsız olmazlar.

Yine hazretleri valisi Osman b. Huneyf’e yazdığı mektubunda şöyle buyurmaktadır:

"Bana, Müminlerin Emîri denilmesine iktifa edip zamanın zorluklarını ve yaşamın sıkıntılılarını onlarla paylaşmayayım mı?"

Yani “müminlerin emîri” olan kimse, müminlerin dertlerine de ortak olmalı, maddî hayatında onlar ile uyum içinde olmalıdır. Bu da Ali (a.s)’ın mektebinde hak önderlerin halk karşısında taşıdığı sorumluluklardan biridir.

Önderin yedinci görevi ise, insanlarla direkt ilişkisini kesmemesidir. Önder ve imamın bilgi kaynakları sınırlı olmamalıdır. İnsanlar ile sürekli bir ilişkide bulunmanın yanı sıra halkın, hiçbir teşrifat söz konusu olmaksızın, şikâyette bulunma özgürlüğü de olmalıdır. Hz. Ali (a.s)’ın Malik-i Eşter’e yazdığı meşhur mektubunda şöyle buyurmaktadır:

“Ey Malik! Sana tavsiyelerimden biri de şudur ki; Mısır’a gidince yapacağın ilk iş, günde veya haftada belli saatler tayin etmen, bu saatlerde kapını herkese açman ve başka hiçbir işle uğraşmamandır. (Bugünkü tabirle, yanında seni meşgul eden bir telefon veya eline verilen ve seni meşgul eden bir mektup olmasın.) Bütün dikkatini halka ver. Kapını aç ve görevlileri kenara it, halkla bir işleri olmasın. Hiçbir teşrifat ve çekinme söz konusu olmasın. İnsanlar özgürce gelerek sana bildiklerini söylesinler ve böylece bilgi kaynakların sınırlı olmasın. Şikâyetlerini özgürce ifade etsinler. Zira ben Peygamber’den şöyle buyurduğunu duydum:

“Zayıflarının kendisine yapılan zulümleri ifade etme hakkı olmayan bir millet asla saadete erişemez.”

Önderin sekizinci görevi ise, bazı işleri kimseye havale etmeden bizzat kendisinin yapmasıdır. Gerçi önder tüm işleri bizzat yapma imkânına sahip değildir. Bazı güvendiği kimseler onun adına birtakım şeyleri yapmaktadır. Ama kendisi de bunu kontrol etmelidir. Hz. Ali şöyle buyurmuştur:

“Ey Malik! Bazı işleri bizzat kendin yap. Hiçbir vasıta olmaksızın bizzat yapman gereken işlerden biri de güçsüz ve zayıf insanların işlerine bakmaktır. Bu İslâm ülkesinin köşe bucaklarında, babaları cephede ölmüş yetimler, sahipsiz kalmış dullar, işten güçten düşmüş zayıflar ve malul kimseler vardır. Bunların sorunlarıyla bizzat ilgilenmeli ve durumlarını göz önünde bulundurmalısın. Bu, imamın ümmet karşısındaki görevlerinden biridir.”

Önderin dokuzuncu görevi ise dost ve yakınlarını temiz kalpli kimselerden seçmesidir. Bu da önderin programlarından biri olmalıdır. Nitekim Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Ey Malik! Mısır’a girince insanların iki grup olduğunu görürsün, halkın çoğu zahmet çeken ve temiz kalpli kimselerdir. Azınlık ise müreffeh, kendini beğenmiş ve refah içinde yaşamaktadır. Sen ve dostların işte bu zahmet çeken ve temiz kalpli kimselere dayanmalısınız. Zira bunların masrafı ve beytülmalden beklentileri herkesten azdır. O refah içinde yaşayan azınlık ise, kendini beğendiğinden ne savaş meydanına asker gönderir, ne zorluklarda seni savunur; üstelik herkesten de çok beklentileri olur.”

"Dinin direği olan, İslâm cemaatini oluşturan, düşmanlara karşı duran, ümmetin çoğunluğu olan halkı sevmeli ve onlara meyletmelisin."

Önderin onuncu görevi ise, programlarında örnek olmasıdır. Yani emrettiği her şeyle önce kendisi amel etmelidir. Nehyettiği her şeyden de önce kendisi sakınmalıdır. Sadece sözle değil ameliyle konuşmalıdır. Hz. Ali şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Ben sizleri davet ettiğim her itaate önce kendim icabet ettim. Ve sizi sakındırdığım her kötülükten önce kendim sakındım.”

Yani ben sizler için iyi bir örneğim. Amel diliyle konuşuyorum. Sözlerim amelimle çelişmemektedir.

Eğer bir önder bu sıfatlara sahip olursa, toplumda yaratacağı etkiler de açıktır.

Halkın önderleri karşısındaki görevleri de, Hz. Ali (a.s)’ın sözlerinden kısaca anlaşıldığı üzere şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Öndere kesin ve tam itaat.

2- Sorumluluklarını yerine getirmede gevşek davranmamaları.

3- Hadiselerde önderlerini yalnız bırakmamaları.

4- Önderlerinin hayrını istemeleri, güçleri, fikirleri ve düşünceleri ölçüsünde hatırlatmada bulunmaları.

5- İşleri önderin hizmetinde işbirliği ve yardımlaşma şeklinde yerine getirmeleri.

Hz. Ali (a.s)’ın bu beş şeyi ifade eden sözü ise şudur:

“Üzerinizde olan hakkım ise biatinize vefa göstermeniz, huzurumda ve gıyabımda hayrımı dilemeniz, çağırınca icabet etmeniz ve emrettiğimde itaat etmenizdir.”

 

 


[1]– Nehc’ül-Belâga, 216. hutbe.

[2]–  a.g.e.