İmam Câfer Sadık’ın (a.s) Hayatından Dersler – 1
İsmail Bendiderya/Erenler 4-5
Birinci Bölüm
İmam Câfer Sadık (a.s), Hicrî 83 yılının Rebiyülevvel ayının 17. günü dünyaya gözlerini açmış, 65 yıl yaşamış, Hicrî 114’de başlayan imameti, Hicrî 148’de noktalanan ömrüyle 34 yıl sürmüştür. Bu müddet zarfında Hişam bin Abdulmelik, Velid bin Yezid, Yezid bin Velid, İbrahim bin Velid ve Mervan-ı Himar gibi zalim Emevî halifelerinin, yine; Seffah ve Mansur Devanikî gibi Abbasî halifelerinin zulüm ve gaspla dolu iktidarlarına şahit olmuştur.
Kendisinden sonra imamet meşalesini, oğlu İmam Musa Kâzım (a.s) hazretleri taşımıştır.
İmam Sadık’ın (as) yedi oğlu, üç kızı olmuştur.
İmam Sadık (a.s), sevgili dedesi İmam Zeynelabidin (a.s) hayatta bulunduğu dönemlerde dünyaya geldi ve geceleri aziz dedesi ve sevgili ninesinin Kur’an tilâveti, duaları ve münacatlarına şahit olarak yetişti. Babası İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) türlü hadiseler ve zorluklarla geçen hayatında, ona daima destek verip yardımcı oldu. Babasıyla birlikte defalarca hacca gitti. Şam yolculuğu sırasında ve gaddar Emevî halifesi Hişam’ın zulüm sarayında da babasını yalnız bırakmadı.
İmam Sadık (a.s) çok oruç tutar, çok namaz kılar, sürekli Allah’ı anar, zikrederdi. Malik bin Enes, bu gerçeği belgeleyen insanlardan biridir; “Onu ne zaman gördüysem ya oruçluydu, ya namazdaydı, ya da zikirle meşguldü.” der ve şöyle ekler: “İmam Sadık (a.s), çağının en çok ibadet eden abid ve zahitlerindendi. Pek çok hadis naklederdi; çok güzel konuşurdu; konuşmaları pek faydalıydı. ‘Resulullah buyurur ki……’ derken, hâli değişiverirdi. Bir hac yolculuğunda onunla birlikteydim, ihrama bürünürken hâli değişiverdi, öyle ki, artık ‘lebbeyk’ diyemiyordu. Hâlsizlik ve heyecandan, neredeyse bineğinden düşecek gibi oldu; ‘Ey Resulullah’ın oğlu! Lebbeyk deyiniz, demezseniz olmaz ki…’ dedim. İçinde bulunduğu o ulvî fevkalâde manevî hâliyle; ‘Nasıl lebbeyk diyeyim?! Ya karşılık olarak, ‘La lebbeyk! La sa’deyk!’ derse ne yaparım?!’ dedi.”
İmam Sadık’ın (a.s) Ahlâkı
Ehl-i Beyt İmamları, babaları Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yüce ve mübarek ahlâkına sahiplerdi. Etraflarını saran müminlere daima; “İslâm’ı dilinizle değil, amelinizle tebliğ edin.” buyurur ve herkesten önce bizzat kendileri bilfiil bu prensibi uygularlardı.
İslâm’ın emrettiği her konuda herkesten öndeydiler onlar; amel etmedikleri hiçbir mâruf, uzak durmadıkları hiçbir münker yoktu. İnsanları davet ettikleri her iyiliği, önce kendileri yapar, uygular, insanları men ettikleri hiçbir işi, kendileri yapmazlardı.
Bu ilâhî insanlar, taşıdıkları ihlâs, iman, ilim ve diğer insanî erdemlerden dolayı müminlerin gönlüne taht kurmuş, aradan geçen asırlara rağmen onlara duyulan ilgi ve sevgide zerre kadar azalma olmamış, hatta zaman geçtikçe kişilikleri ve takva boyutları daha iyi anlaşıldığından sevgileri gönüllerde daha bir yer etmiştir.
Bu yazımızda, imamet semasının altıncı güneşi olan İmam Cafer Sadık’ın (a.s) insanî erdemler yönünden ne denli yüce bir makama sahip olduğunu açıklamak gayesiyle, bu imamın nurlu hayatından tarih kitaplarında yer alan bazı kıssa ve öyküleri aktaracağız.
Helâl Kazancın Önemi
Abdula’lâ şöyle anlatır: “Çok sıcak bir gündü, İmam Sadık’ı bir işin peşine giderken gördüm; ‘Efendim!’ dedim, ‘Allah’a ve Resulü’ne sizin kadar yakın birinin bu sıcakta bunca zahmete katlanması neden?!’ diye sordum. İmam; ‘Sen ve diğerlerine muhtaç olmamak ve kendi alnımın teriyle helâl rızk edinmek için!’ diye cevap verdi.”
Ebu Amr Şeybanî de, İmam’la ilgili bir hatırasını anlatırken şöyle naklediyor: “Hava pek sıcaktı, İmam Sadık (a.s) hiç de yumuşak olmayan bir elbise giymiş, elindeki kürekle bahçede çalışıyordu. Tepeden tırnağa ter içinde olduğunu görünce; ‘Canım efendim!’ dedim, ‘Küreği bana verin de ben çalışayım, siz dinlenin biraz.’ İşini hiçbir zaman başkalarına yaptırmaktan hoşlanmayan İmam (a.s); ‘Rızk kazanmak için güneşin kavurucu sıcağına bizzat kendim tahammül etmek isterim.’ diyerek çalışmaya devam etti.”
İmam Sadık (a.s), yakın adamlarından olan Musadıf’ı ticaret maksadıyla Mısır’a göndermiş, sermaye olarak da kendisine bin dinar para vermişti.
Musadıf, bu parayla mal alıp develere yükledi ve Mısır’a giden bir kervana katıldı. Yolda, Mısır’dan dönen bir kervanla karşılaştılar. Mısır’da piyasanın durumunu sorduklarında; “Sizin götürmekte olduğunuz bu mallar, Mısır piyasasında az bulunduğu için çok değerlidir, çok şanslısınız!” dediler. Bunun üzerine, Musadıf ile diğer tüccarlar kendi aralarında anlaşarak, Mısır’a vardıklarında mallarını % 100 kârdan daha aşağı fiyata satmamaya karar verdiler ve bu kararlarını uyguladılar. Satış tamamlanınca, Musadıf tam bin dinar kâr etmişti.
Medine’ye varır varmaz, her birinde bin dinar bulunan iki keseyle İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna varıp; “Biri sizin verdiğiniz sermaye, diğeri de kârı!” dedi.
Keseyi eline alan İmam (a.s); “Bu kâr çok fazla olmuş!” dedi. “Nasıl kazandın bunca parayı?!” dedi.
Musadıf, olayı baştan sona olduğu gibi anlattı.
İmam (a.s); “Suphanallah! Suphanallah!” buyurdu. “Malınızı bir katından az kâr etmeyecek şekilde satabilmek için aranızda anlaştınız öyle mi?!” Sonra da önündeki keselerden birini alıp; “Bu, benim verdiğim sermayeydi.” buyurdu, “Ötekini al, benim öyle insafsızca elde edilen kâra ihtiyacım yok!. Ey Musadıf! Şunu bil ki, helâl yoldan rızk kazanmak, kılıç kuşanıp savaşmaktan daha zordur!”
Toplumsal Meselelere Önem vermek
Ehl-i Beyt dostlarından olan bir Müslümanla akrabaları arasında, miras konusunda bir anlaşmazlık çıkmıştı. Derken, iş kavgaya vardı. Bu sırada İmam’ın yakın adamlarından olan Mufazzal da oradan geçmekteydi. Hadiseyi görünce kavga eden tarafları ayırdı, ikisini de yanına alıp evine götürdü ve 400 dirhemle anlaşmalarını sağlayıp parayı da kendisi ödeyerek onları barıştırdı. Taraflar barıştıktan sonra Mufazzal; “Bu para benim değil, İmam Sadık’ındı; İmam (a.s), Ehl-i Beyt dostları arasında ihtilâf olduğunu görürsem, onların arasını bulabilmek için bu paradan harcamamı emretmiştir bana!” dedi.
Zalimlere Karşı Tepki Göstermek
Harun bin Cehm şöyle anlatır: “Gaddar ve gasıp Abbasî halifesi Mansur Devanikî’nin Kûfe yakınlarında askerî amaçlarla yaptırdığı Hîre şehrindeydik. Zalim Mansur, İmam Cafer’i (a.s) zorla buraya getirmiş ve gözaltına almıştı. Burası, şehirden ziyade büyük bir askerî kışla idi aslında. Halifenin bu şehirdeki komutanlarından biri, bir gün verdiği bir ziyafete İmam’ı da çağırdı. Şehrin bütün ileri gelenleri ve üst düzey yetkililer de oradaydı. Yemek sırasında misafirlerden biri su istedi, su yerine, bir kadeh şarap koydular önüne. İmam (a.s), bu sahneyi görür görmez yerinden doğruldu ve; “Hz. Resulullah (s.a.a), şarap içilen sofrada oturan kimsenin Allah’ın rahmetinden uzak ve mel’un olduğunu buyurmuşlardır.” diyerek orayı terk etti.”
En Güzel Üslûpla İnsanları Uyarmak
Halife Mansur’un emriyle, bir bayram günü, herkese bir şeyler verilmedeydi. Şagranî de bir şeyler alabilmek umuduyla koşup gelmiş, ama kendisini tanıyan birini bulamadığından, hiçbir şey alamamıştı. Dedelerinden biri Hz. Resulullah’ın (s.a.a) azat ettiği bir köle olduğundan, Şagranî de, “Resulullah’ın azatlı kölesi” anlamına gelen “Mevlâ Resulullah” lakabıyla tanınmadaydı. Bu nedenle Şagranî kendisini Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yakınlarından sayar ve bu lakapla iftihar ederdi.
Kalabalık arasında kendisini tanıyan birini bulmaya çalışırken, İmam Sadık’ı (a.s) gördü. Hemen İmam’a yaklaşıp, beytülmalden kendisine bir pay verilmesine yardımcı olmasını rica etti. İmam (a.s), onun bu ricasını hemen yerine getirerek yetkililerin bulunduğu odaya girdi ve çok geçmeden Şagranî için aldığı payla geri döndü. Beytülmalden aldığı payı Şagranî’ye verirken; “İyi işi kim yaparsa iyidir; ama sen kendini, bize, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) ailesine mensup bildiğin için, senin yapman daha iyi ve etkisi çok daha fazladır. Yine, kötü işi de kim yaparsa kötüdür; ama yine bize olan yakınlığın nedeniyle, senin kötü bir şey yapman çok daha kötüdür.” buyurdu ve tebessüm ederek Şagranî’den ayrıldı.
Şagranî neye uğradığını şaşırmış, söyleyecek bir söz bulamamıştı. Demek ki, İmam (a.s) onun herkesten gizlediği sırrını biliyor ve Şagranî’nin içki içtiğinden haberi olduğunu yüzüne vurmuyordu. Tenha bir yerde bu hatırlatmayı ona yapmış, üstelik onun bu ayıbını bildiği hâlde, kendisine yardımcı olmuştu.
İmam’ın bu bilgece mertliği ve sevecenliği karşısında bir an kendisine gelen Şagranî, pişmanlık duygusu içerisinde, neye uğradığını şaşırmış, başı öne eğik bir hâlde sessizce ağlamaya başlamıştı.
Bir An Bile Allah’tan Gafil Olmamak
Mesmaa bin Abdulmelik şöyle anlatır: “Mina’da İmam Sadık’la (a.s) birlikte oturmuş, üzüm yiyorduk. Bu sırada bir fakir gelip yardım istedi. İmam, ona bir salkım üzüm ikram etti, ama adam bu ikramı kabul etmeyip para istedi. Bunun üzerine İmam; ‘Allah versin.’ diyerek onu saldı.…”
“Çok geçmeden başka bir fakir gelip yardım istedi. İmam ona üç üzüm tanesi verdi. Adam üzümleri alıp; ‘Âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamdolsun, bana rızkımı ulaştırdı.’ diye şükredip dua etti. Bunun üzerine İmam fazlaca üzüm verdi. Adam tekrar Allah’a şükredip; ‘Âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamd ederim.’ dedi ve gitmek üzere kalktı. İmam, ona biraz beklemesini söyleyip yanındaki hizmetkârına döndü: ‘Ne kadar paramız var?’ diye sordu. O da; ‘Yanılmıyorsam, yirmi dirheme yakın bir para.’ dedi. İmam paranın hepsini alıp o fakire verdi. Adamcağız yine şükredip; ‘Allah’a hamdolsun. Elhamdulillah!’ dedi, ‘Allah’ım! Şükürler olsun sana! Bu nimetler, hep sendendir elbet; sen birsin ve teksin, ne eşin vardır, ne ortağın!’ Bunun duası üzerine İmam, tekrar onu durdurarak üzerindeki yeni bir elbiseyi çıkarıp ona giydirdi. Fakir adam; ‘Beni giydirip doyuran Rabb’ime şükürler olsun!’ dedi ve İmam’a dönerek; ‘Allah senden razı olsun!’ diye ekledi.”
Mesmaa diyor ki: “Yanılmıyorsam, o bu son kez de İmam’a teşekkür etmeyip de yine sadece Allah’a şükretseydi, İmam ona yine başka ikramlarda bulunacak ve bu hâl böylece sürüp gidecekti.”
Kesinleşen İlâhî Takdire Rıza Göstermek
İmam Sadık’ın (a.s) yakın ashabından Kutaybe, İmam’la ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: “İmam’ın çocuklarından biri hastalanmıştı, ziyaret amacıyla evine gittiğimde İmam’ın kapı önünde durmuş olduğunu gördüm, pek mahzun ve üzgündü. Çocuğun durumunu sordum; ‘Vallahi gidici.’ dedi ve içeriye girdi. Bir süre sonra dışarıya çıktığında epey rahatlamış gibiydi; ben, çocuğun iyileştiğini düşünerek sevinçle; ‘İnşaallah iyileşiyor.’ dediğimde; ‘Rabb’ine kavuştu.’ buyurdu. Çok şaşırmıştım; ‘Canım sana feda olsun!’ dedim, ‘Çocuk hastayken çok daha üzgündünüz.’ İmam gözlerini ufka dikerek; ‘Biz Resulullah ailesi bir acıya uğramadan önce tedirgin ve mahzun oluruz, ama ilâhî takdir vuku bulup da kaçınılmaz kader tecelli ediverince, yüceler yücesi Rabb’imizin rızasına razı olur, O’nun takdirine canı gönülden teslimiyet gösteririz.!”
Hizmetçiye Karşı Şefkati
İmam Sadık (a.s), hizmetçilere ve kölelere karşı çok şefkatliydi. Hafs bin Ebu Aişe şöyle anlatır:
“İmam Sadık (a.s), hizmetçisini bir iş için göndermiş, hizmetçi epey gecikmişti. İmam bizzat ardından gidip onu bir köşede uyurken buldu. Hemen yanı başına çöküp sabır ve şefkatle onu yelpazelemeye başladı. Hizmetçi uyandığında da; ‘Vallahi, hem gece, hem gündüz uyuman doğru değil, gecen senin olsun, ama gündüzleri vaktini bize ayırman gerekmez mi?!’ dedi.”
Yoksullara Yardım
Muallâ bin Huneys der ki: “Karanlık bir gecede İmam Sadık’ın, (a.s) Benî Saide Gölgeliği denilen yere doğru gittiğini gördüm. Orada büyükçe bir çardak vardı, şehrin yoksul ve dilencileri bu çardağın altında uyurlardı.”
“İmamın peşine takıldım. Yolda, abasının altından bir şey düştü. İmam bir besmele çekerek; ‘Ya Rabb’i! Yere düşen o şeyi, şu kuluna ulaştırıver!’ dedi.”
“Yaklaşıp selâm verdim. ‘Muallâ, sen misin?’ diye buyurdu. ‘Evet efendim.’ dedim. ‘Şuralara bir şey düştü, bak bakalım bulabilecek misin?’ dedi. Aradım, birkaç ekmek buldum; getirip kendisine verdim. Abasının altında ekmek dolu büyükçe bir torba vardı, pek ağır olduğu belliydi; ‘Efendim! Şu torbayı benim taşımamama müsaade etseniz!’ diye rica ettim, razı olmadı. ‘Bu benim işim.’ dedi ve ekledi: ‘Ama dilersen, benimle gelebilirsin.’ ”
“İmam’la birlikte Benî Saide Gölgeliği’ne gittik. Şehrin yoksulları birbirine sokulmuş, derin bir uykuya dalmışlardı. İmam onları uyandırmamaya özen göstererek her birinin abasının altına bir iki ekmek koydu, hiçbirini ihmal etmiyordu. Ekmekler bitince geri döndük. Yolda, dayanamayıp; ‘Efendim’ dedim, ‘Onlar Ehl-i Beyt dostlarından mıydı?’ İmam; ‘Hayır.’ buyurdu, ‘Öyle olsaydı, çok daha fazla yardımımız olurdu onlara.’ ”
Hişam bin Salim de şöyle nakleder: “İmam Sadık’ın (a.s) hiç terk etmediği bir âdeti vardı; gece yarısına doğru yanına para, yiyecek maddeleri, ekmek, et, vb. şeyler alır, bir torbaya doldurur, bizzat kendisi sırtlar ve Medine’nin yoksullarını dolaşarak onlara dağıtırdı. Onlar kendilerine bunca yardım eden o insanın kim olduğunu bilmezlerdi bile. Ancak İmam şehit olup da beka âlemine göçtüğünde, bu yardımların kesilmesi üzerine olayın farkına varıp kendilerine yıllardır yardım eden o esrarengiz iyilik meleğinin İmam Sadık (a.s) olduğunu anladılar.”