“Hayrın afeti, kötü arkadaştır.” Gurer’ul-Hikem, 3971 İmam Ali (a.s)

İmam Hasan Askeri (as.)’ın Şialarla İrtibatı

İmam Hasan Askeri (as.)’ın Şialarla İrtibatı

İmam Rıza (a.s.) Horasan'a geldikten sonra âl-i Ebu Talib seyyidleri çeşitli nedenlerden dolayı İslam ülkesinin muhtelif bölgelerine hicret ettiler. Irak'taki şialar ve aleviler üzerindeki baskı arttıkça hicret edenlerin sayısı da arttı. Şialar yaşamlarını sürdürmek için daha emniyetli yerlere hicret etmeye mecbur oldular. Arap topraklan Emevi düşünce tarzı ve ruhiyelerinin sultasında olduğundan, şialar için emniyetli olamazdı. Doğu, özellikle de İran daha emniyetli idi. Bu yüzden şiaların büyük bir grubu bu topraklara akın ederek bir‌birlerinden uzak bir şekilde yaşamaya başladılar. Bunların ilk derecede ihtiyaç duydukları en önemli şey, kendi aralarında irtibat kurmak idi. Çünkü hem hazır imamları vardı ve hem de dini sorularını ve ayrıca içinde bulunduktan siyasi ve içtimai sorularını halletmeye, çözüm yolu bulmaya ihtiyaçları vardı. Bu esas doğrultusunda belirli şahısları İmam'ın yanına göndermek ve hac mevsiminde İmam'la irtibat kurmak gibi muhtelif irtibat sistemlerinden yararlandılar. Bu yolla İmam'ın rivayetlerini ve ameli tavsiyelerini ele getirmede başarı sağladılar.

Altmış yıllık huzur (İmamların hazır bulundukları) dönemine ve Gaybet-i Suğra'nın başlangıcına kadar şiaların dağınık bir halde yasamaları, tarihdeki sahid ve karinelerden kolaylıkla anlaşılmaktadır ve hatta fıkhi hadislerde bile bununla sık sık karşılaşmaktayız. Burada önce şiaların o mezkur dönemdeki dağınık bir halde yaşamaları ve daha sonra onların İmam'la irtibat şekli hakkında bahsedeceğiz, tabii ki Resulullah (s.a.a.)'den sonra oniki İmam'ın imametine itikad etme düzeyinde olan şiaların fikri ve dini irtibatı hususunda bahsedeceğiz, sadece. Sadece Ehl-i beyti genel anlamında seven kişiler hakkında bahsetmeyeceğiz. Bu iki grup arasındaki fark İmam Askeri (a.s.)'dan nakledilen bir rivayette da‌kik olarak belirtilmiştir.[1]

Şialardan bir çoğunun yaşadığı ve İmam'la irtibat hususunda da en önemli yerlerden biri Nişabur'dur. Genelde İran'ın doğusu, İmamların ashabından bazısının ve de üçüncü ve dördüncü yüzyılda yaşayan meşhur şia alimlerinin adının, o yerin tarihinde görülen bölgelerdendir. Bunun en bariz örneklerinden biri, İmamların ashabları ve şia alimleri arasında büyük bir yer ve değeri olan Fazl b. Şazan'dır. Nişabur'un yanı sıra Semerkand, Beyhak ve Tuş da şiaların yerleştikleri yerlerden sayılmaktadır. Beyhak halkının çoğunluğunu şialar oluşturmaktaydı. Bu şekil bir dağınıklık -ki onun benzeri diğer bölgelerde de mevcuttu şiiliği yaymak veya en azından mevcud bulundukları durumu korumak için düzenli ve çok hassas' bir irtibat sistemi gerektirmekteydi. Bu sistem, İmamlar tarafından vekillerin tayin edilmesiyle şekilleniyordu.

İmam ve vekilleri arasında olan irtibatta -bizzat yazışma şeklinde- dini ve siyasi açıdan gerekli olan tavsiyelerin bildirilmesine çalışılıyordu. İmam Askeri (a.s.) da bu metodla faaliyetini sürdürmüş ve bunu daha bir genişletmeye çalışmıştı. Parlak bir ilmî geçmişe sahip olan, önceki İmamlarla veya O hazretin kendisiyle sağlam bir irtibatı olan ve de hadisi açıdan şialar arasında muteber ve saygın olan kimseler vekil olarak seçiliyorlardı.

İlmi, kültürel ve de iktisadi açıdan merkeziyeti diğer bölgelerden çok daha güçlü olan Nişabur, Horasan için büyük bir önem taşımaktaydı. İmam'ın bu şehirdeki vekili, aşağıdaki rivayette de belirtildiği gibi İbrahim b. Abduh idi. Burada bu sistemin önemini ve bu sistemle gerçekleştirilen işlerin ehemmiyetini belirtmek için bu vekaletle ilgili İmam'ın mektuplarını kısaca gözden geçireceğiz.

İmam Askeri (a.s.), Abdullah b. Hamdveyh'e yazdığı mektupta şöyle buyurmuştur:

"Ben, İbrahim b. Abduh'u sizler için vekil nasbettim, o şehrin ve etraf bölgelerin ahalisi bizim farz olan haklarımızı ona versinler. Ben onu oradaki dostlarıma emin tayin ettim. Takvalı olun, haklarımızı ona vermekte dikkatli olun. Hakları vermemede veya geciktirmede hiçbir mazeret kabul edilmez."[2]Bu mektuptan anlaşılıyor ki İbrahim'in vekalet ve faaliyet alanı o bölgenin tümünü ve hatta Abdullah b. Hamdveyh-i Beyhaki'nin bölgesini -ihtimalen Abdullah'ın bölgesi Beyhak idi- kapsamaktaydı. Zahiren bazı şialar İbrahim hakkında yazılan o mektuptaki yazının İmam'ın yazısı olduğu hu‌susunda şüpheye düştüler. Bu yüzden İmam aşağıdaki mektubu yazdı:

"İbrahim'in benim tarafımdan tayin edilen vekil olduğunu ve oradaki dostlarımdan benim haklarımı almakla görevlendirildiğini belirten mektubu ben kendim, kendi yazımla yazdım. Ben onu kendi şehrinde hak üzere nasbetmiş bulunuyorum. Allah'tan sakının ve benim haklarımı ona ödeyin. Bu hususta tam ve kamil olarak benim tarafımdan izinlidir [3]

İmam'ın İbrahim b. Abduh hakkındaki mektubu, O hazretin yazmış olduğu en uzun mektuplardan biridir. İmam o mektubu İshak b. İsmail-i Nişaburi'ye göndermiştir. Bu mektup ahlaki nasihatlarla ve çok değerli tavsiyelerle doludur. İmam (a.s.) mektubuna başlarken vasiyler yoluyla ilahi hidayetin önemi hususunda ve hidayet imamlarının ilahi ilim kapıları olduğu hakkında uzun bir mukaddime işledikten sonra "Bu gün dininizi tamamladım, ikmal ettim." ayetine değiniyor ve halkı hidayete kavuşturmak için Allah'ın- Onları seçmekle halka minnet koyduğuna istidlal ediyor.

İmam (a.s.) halkın Masum İmamlar (as)’a ödemesi gereken hakları da şöyle belirtiyor: "İbrahim b. Abduh benim tarafımdan tayin edilmiştir. Ey İshak, sen de benim İbrahim b. Abduh'a gönderdiğim elçimsin, ki benim Muhammed b. Musa'ya yazmış olduğum mektuptaki şeylere amel etsin. Aynı şekilde senin kendin ve senin şehrinde yaşayan kimseler o mektubun içeriğine uymakla görevlisiniz.

Selam olsun İbrahim'e, sana ve bütün dostlarımıza. Bu mektubu okuyanlar ve senin şehrinde durup inhirafa düşmeyen kimseler bizim haklarımızı İbrahim'e ödemelidirler ki, o da onları Razi'ye iletsin; budur benim emrim. Ey İshak, güvendiğim Bilali'ye, Mahmudi'ye ve Bağdat'a gittiğinde benim itimad ettiğim ve benim vekilim olup o şehirde bizim dostlarımızdan para toplayan Dehkan'a [4] ve de gördüğün dostlarımıza benim bu mektubumu oku ve eğer onun nüshasını almak isterlerse hiçbir mahzuru yoktur. Bu mektubu, sizin muhalifiniz olan şeytandan başka kimseden gizleme, ûmeri'yi görmedikçe şehirden ayrılma, çünkü dostlarımızdan bize gelen her şey birkaç vasıtadan sonra onun eline geçiyor ve o da bize ulaştırıyor."[5]

Vekalet sistemi hakkında bu mektuptan, çok önemli noktalar anlaşılmaktadır. Onun mevzusu bizzat şiaları, mali farzları ödeme hususunda yönlendirmektir ve bu" da onların korunmasında esasi bir zarurettir. Ayrıca bu mektupta göze çarpan başka bir husus da vekillerin konumunu sağlamlaştırmak için onların tanıtılmasının ve tam güvenilir, itimad edilir şahıslar olduğunun mektup da belirtilmesidir. Ayrıca şu da anlaşılıyor ki, bölgelerdeki vekiller arasında bir zincirleme vardı, yani İmam'ın mali hukuku önce o vekil yoluyla asıl vekile ve asıl vekil yoluyla da İmam'a ulaştırılıyordu. Başka bir nokta da şu ki, bazen şialar bazı şahısların vekaletleri hakkında şüpheye düşüyorlardı ve böyle durumlarda İmam (a.s.) bu şüpheleri gidermek için başka mektuplar göndermek mecburiyetindeydi.

İşte bu bağları oluşturmak ve onları korumak, şianın kültürel ve sosyal alandaki hayatını ihya etti ve teşkilatlarında zaaf çıkmasına ve neticede de ehl-i sünnet toplumunda eriyip yok olmasına engel oldu. Zaaf neticesinde toplumda eriyip yok olmak, her azınlığın yüz yüze olduğu bir tehlikedir.

Bir zamanlar Abbasiler ve uzun bir süre de İsmaililer buna benzer bir sistem uygulamışlardı. Şia, bu sistemi hayata geçirmek ve uygulamakla kendisine yönelen ye mevcudiyetini tehdit eden tehlikeleri kendinden uzaklaştırarak varlığını korudu. Ayrıca böyle bir dakik irtibat sistemini uygulamak sayesinde gerekli bilgi ve görüş bütün toplumlardaki şiilere kolayca iletiliyor vs onların bekasını garantiye alıyordu. Keşş ve Samerkant gibi yerler İmamların yaşadığı merkezlerden çok uzak olmalarına rağmen, şia alimlerinin büyük bir bölümü oradan yetişmiş ve faaliyete başlamışlardır. Belirtildiği gibi şiaların bu dağınıklığından kaynaklanan bazı sorunlar hidayetİmamlarının elçilerinin taşıdıkları çok faydalı mektupları ve zamanında müdahaleleri neticesinde çok iyi bir şekilde çözümleniyordu.

 Bu dönemde mektup yoluyla irtibat çok yaygın olup haberleşmenin en gelişmiş şekli olarak nitelendiriliyordu. Gerçi emniyeti vb. açıdan bu mektuplardan bir eser kalmıyordu, ancak yine de elimizde bulunan bunca mektup, yazışma yoluyla irtibatın çok yaygın olduğunu göstermektedir.   

Eb'ul Edyan şöyle diyor: Ben İmam Askeri (a.s.)'ın hizmetçisiydim. Benim işim İmam'ın mektuplarını birçok şehirlere götürmek idi. Son defasında İmam'ın bir mektubunu götürdüğümde İmam hasta idi. O hazret mektubu bana verip buyurdu: "Bunu Medain'e götür. On beş gün sonra döndüğünde beni gusül edilirken ve kefen giydirilirken göreceksin." Ben mektubu götürdüm, döndüğümde İmam'ın bana buyurmuş olduğu söz gerçekleşmişti.[6]

İmam'ın, mektupları götürüp getirmek için özel bir elçisi olduğu bu rivayetten anlaşılmaktadır.

Muhammed b. Hüseyn b. İbad şöyle diyor: Ebu Muhammed Hasan b. Ali Askeri (a.s.) 260 hicri yılının Rabiül evvel ayının sekizinde cuma gün tam 29 yaşında sabah namazı kılarken dünyadan göçtü. İmâm (a.s.) o gece Medine'ye gönderilecek birçok mektup yazmıştı.[7] İmam Askeri (a.s.)'ın Kum ve Abeh (Aveh) halkına yazmış olduğu mektup elimizde mevcuttur.[8] İbn-i Şehr Aşub'un yazdığına göre İmam Askerî (a.s.), Ali b. Hüseyin b. Babeveyh'e bir mektup yazmıştır. İbn-i Babeveyh'in 329 yılında öldüğünü nazara aldığımızda, bunun, çok zayıf bir ihtimal olduğu ortaya çıkar. "Ancak İbn-i Babeveyh, Hüseyn b. Revh vasıtasıyla İmam Zaman (a.s.)'la yazışma yoluyla irtibat kurmuştu.[9]

İmam ile dostları arasındaki irtibatın bir başka şekli de, şiaların bazı şahısları İmam'ın huzuruna göndermekle O hazretle direkt irtibatlarıydı. Cafer b. Şerif-i Cürcani'den şöyle nakledilmiştir:

Ben, bir yıl Allah'ın evini ziyarete müşerref oldum. Dostların benimle gönderdikleri malları İmam'a vermek için samirra'ya gidip O hazretin huzuruna vardım. Onları kime vermem gerektiğini sormadan İmam şöyle buyurdu: "Beraberinde getirdiklerini hadimim Mübarek'e teslim et."[10]

Başka bir rivayet de şöyledir: Âl-i Ebu Talib'den biri para kazanmak için Cebel bölgesine gitti. Halevan'da onu biri gördü ve ona sordu: "Nereden geliyorsun?". "Samirra'dân geliyorum." dedi. "Samirra'da filaninin evini tanıyor musun?" diye sordu. "Evet tanıyorum." dedi. "Hasan b. Ali'den bir haberin var mı?" diye sordu, ona. "Hayır, haberim yok." dedi. "Ne için gelmişsin?" dedi. "Para kazanmak için." cevabını verdi. "Beni Samirra'ya, Hasan b. Ali (a.s.)'ın yanına götürürsen, sana elli dinar veririm." dedi. O da parayı alıp onunla birlikte İmam Askeri (a.s.)'ın yanına geldi. O şahıs dört bin dinar İmam'a takdim etti.[11]

İmam'ın vekillerinden biri de -Ahvaz'da yasayan- İbrahim b. Mehziyar-i Ahvazi idi.[12]

Kum, şiaların büyük bir bölümünün yaşadığı en asil bir şehir idi. İmam Sadık (a.s.)'ın zamanından beri devamlı ve düzenli olarak masum İmamlarla irtibatta idi, oranın şiaları. İmam Askeri (a.s.)'la irtibatta olan Kum'daki şahsiyetler‌den biri Ahmed b. İshak b. Abdullah Eş'ari idi. Necaşi onun, Kumlular ile İmam arasında vasıta olduğunu ve Ebu Muhammed Askeri (a.s.)'ın en yakın ashabından biri olduğunu söyle‌miştir'.[13] İmam (a.s.), Ahmed b. İshak b. Abdullah Eş'ari'ye plan itimadını açıkça dile getirmiştir'.[3] Başkaları onun İmam'ın vekili olduğuna tasrih etmişlerdir.[14]

İmam (a.s.)'ın en önemli vekillerinden biri olup daha sonraları Hz. Bakiyyetullah (a.f.)'ın özel naip ve vekilliğine nasbedilen vekillerden biri Samman diye meşhur olan Os‌man b. Said'dir. O, İmam Hadi (a.s.) ve İmam Askeri (a.s.) tarafından vekil seçilmişti. Şeyh Tusi buna değinerek "Sam‌man" diye adlandırılması hususunda şöyle yazıyor:

"O yağ ticaretiyle uğraşıyordu ve böylece de asıl işini (vekalet) kamufle ediyordu. Şialar ona para verdiklerinde, paraları yağ kutusuna yerleştirerek gizlice Ebu Muhammed Askeri (a.s.)'a gönderiyordu.[15]

Önceden de naklettiğimiz bir rivayette belirtildiği gibi Os‌man b. Said, vekillerin zincirleme sırasının başında bulu‌nuyordu. İmam'a iletilmesi gereken konular ve mallar onun vasıtasıyla İmam'a iletiliyordu.[16] İmam Hadi (a.s.) ve İmam Askeri (a.s.), ona itimad ettiklerini defalarca dile getirmişler‌dir.[17] Yemen şialarından bir grubu O hazreti ziyaret etmek ve de beraberinde getirdikleri malları ödemek için Samirra'ya gelmişlerdi. İmam (a.s.), onların getirdikleri malları teslim al‌mak için Osman b. Said'i onların yanına gönderdi.[18]

İmamların vekillerinden bazıları, şiaların, İmam'a iletil‌mesi için onlara verdikleri mallar hakkında vesveseye kapıla‌rak hiyanet ediyorlardı ye bundan dolayı da İmam tarafından lanetleniyor ve görevden alınıyordu. Bu mesele de çok üzü‌cüydü. Bazı vekiller, bir İmam dünyadan göçtükten sonra O'nun öldüğünü inkar ediyorlardı ve bunu da bahane ederek yanlarında toplanan malları sonraki İmam'a vermekten kaçı‌nıyorlardı. İşte şialar arasında ortaya çıkan "Vakf" bir İrham'da durarak bir sonraki İmam'ın imametini kabul etme‌mek) meselesinin en önemli kökenlerinden birini teşkil et‌mekteydi, söylenebilir.

Dehkan diye meşhur olan Ürvet İbn-i Yahya -ki İmam'ın İshak b. ismail-i Nişaburi'ye yazmış olduğu mek‌tupta Yahya'nın itimad edilir biri olduğu belirtilmiştir,'o İmam'ın Bağdat'taki vekillerinden idi.- İmam Hadi (a.s.) ve İmam Askeri (a.s.)'a isnad ettiği yalanlardan dolayı İmam Askeri (a.s.) tarafından telin edildi ve görevinden uzaklaştırıl‌dı.

O hazret, bütün şiaların ona lanet ve beddua etmelerini ve ondan uzak durmalarını emretti. Çünkü o, İmam'ın hazi‌nedarı olarak görevini kötüye kullanmış ve kendisi için hazi‌neden mal çalmıştı.[19]

 Bu gibi hususlar hakkında İmam'ın yazmış olduğu mek‌tuplar şaşılacak bir hızla şiaların arasında yayılıyordu ve böy‌lece onların hepsi mektubun içeriğinden haberdar oluyorlardı ve bunun ardından da İmam'ın nazarında olan şahıs şia top‌lumundan uzaklaştırılıyordu.

Ömrünü İmamların huzurunda geçiren ancak sonraları İmam Askeri (a.s.)'la olan irtibatında bazı sorunlar çıkan- Ahmed b. Hilal aleyhinde de İmam As‌keri (a.s.) tarafından bazı mektuplar yazıldı. İmam (a.s.) Irak'daki vekillerine şöyle yazdı: "Kendisini beğenen sufiden kaçının".[20] Bazıları, Ahmed hususundaki derin itimadlarından dolayı mektup hakkında şüpheye düştüler. İmam bunun ardından, şialarına daha mufassal bir mektup yazarak O'nun emirlere itaat etmediğini ve İmam'ın görüşü karşısında kendi görüşüne amel ettiğini mektupta belirtti ve mektubunu, ömrü‌nü İmam'ın huzurunda ve hizmetinde geçiren Dehkan'ı göre‌vinden almak ve reddetmekle noktaladı.[21]

Aynı şekilde İmam (a,s.), sebepsiz yere vekillerin işine müdahale eden -mesela- onların malı ödemelerini eleştiren kimseleri serzeniş ediyor ve onları, kendilerini ilgilendirmeyen konulara müdahele etmekten sakındırıyordu.[22]

Böylece vekalet sistemi, İmam ile şiiler arasında irtibat kurma ve bilhassa şer'i vücuhatıh alınma hususunda -ki o vücuhatın büyük bir bölümü, bakıma muhtaç şiiler için mas‌raf ediliyordu- beklenen semereyi verdi. İmam'ın yaşam tarihiyle ilgili olan kitaplarda bu gibi yardımlara defalarca değinil‌miştir.[23]

Vakifiye, Gulat ve diğer inhirafi düşüncelerin, özellikle de İmam'ın yaşadığı yerden uzak şehirlerde yaşayan şiaları etki‌si altına alması, vekalet yoluyla kontrol altına alınıyor ve defe‌diliyordu. İşte bu da şianın kültürel asaletinin korunmasında ve şiaların, onların inhirafi düşüncelerine bulaşmalarının ön‌lenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

———————————————————————————————-

[1] el-Haraîc vel-Cerayih, c: 2, s: 684.

[2] Rical-i Keşşi, s: 580.

[3] Rical-i Keşşi, s: 580.

[4] Bu şahıs daha sonraları hırs ve tamahından ve diğer inhiraflar‌ dan dolayı İmam tarafından azledilerek reddedildi.

[5] Rical-i Keşşi, s: 575, hadis: 1088. A'yan'uş Şia, c: 4, s: 188, cüz:2, Tuhaf'ul Ukul'dan naklen. Maadin-ül"Hikme, e: 2, s: 262-266. Bihar'ul Envar, c: 50, s: 319-323.

[6] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 332, Kemal'üd-Din, c: 2, s: 149 dan'nak‌len.

[7] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 332, Kemal'üd-Din, c: 2, s: 149 – 150 dan'nak‌len.

[8] Menakib, c: 4, s: 425. Bihar'ul Envar, c: 50, s: 317.

[9] Rical-i Necaşi, s: 184.

[10] Keşf'ul Gumime, c: 2, s: 427.

[11] Keşf'ul Gumime, c: 2, s: 426.

[12] Kamus'ur Rical, "Kum baskısı", Yayınlayan: intişarat-i islami, c:1, s: 316.

[13] Rical-i Necaşi, s: 66. Fihrist (Tusi), s: 26.

[14] Rical-i Keşşi, s: 557, Hadis: 1053.

[15] Tankih'ül Makal, c: 1, s: 50, Rabi'üş Şia'dan naklen

[16] Gaybet (Tusi), s: 214-215.

[17] Rical-i Keşşî, s: 575, Hadis: 1088.

[18] Gaybet (Tusi), s: 215.

[19] Gaybet (Tusi), s: 216.

[20] Rical-i Keşşi, s: 573,'Hadis: 1086.

[21] Rical-i Keşşi, s: 535-536, Hadis: 1020. Tankih'ül Makal, c: 1, s:99-100. Rioal-i Necaşî, s: 60. Gaybet (Tusi), s: 214.

[22] Rical-i Keşşi, s: 535-536.

[23] Gaybet (Tusi), s: 213. Bihar'ul Envar, c: 50, s: 306.

[24] Usul-u Kafî, c: 1, s: 507-508. A'yan-üş Şia, c: 4, cüz: 2, s: 186.