Affın ve Mağfiretin Kuran’daki Anlamı
Ragıp el-İsfahanî'ye göre af, bir şeyi almaya kasdetmektir. Bu anlam, kelimenin çeşitli kullanım yerlerinden elde edilmiştir. Afahu ve i'tefahu yani yanındakini almak üzere onu kasdetti. Afet'ir-rih'ud-dare yani, rüzgar evin eserlerini almak üzere onu kasdetti. Araplar eskiyen ev için afet'id-daru derler. Bu ifade ince bir nükte içerir. Şöyle ki, eskiyen ev sanki kendi eserlerini ve güzellik görüntülerini kasdederek almış ve bunlar gözlerden kaybolmuştur. Affın yüce Allah'a isnat edilmesi de bu nükteden dolayıdır. Sanki yüce Allah kulu ile ilgilenerek onun yanındaki günahları alıyor ve onu günahsız bırakıyor.
Bundan anlaşılıyor ki örtmek anlamına gelen mağfiret içerik açısından affın uzantısı ve sonucudur. Çünkü herhangi bir şey, mesela günah, önce alınır, kaldırılır, sonra da üzeri örtülür. Böylece günahkarın günahı ne kendisi ve ne başkaları tarafından görülmez. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
Bizi affet, bize mağfiret eyle. (Bakara, 286) Allah affedendir, mağfirette bulunandır. (Nisa, 99)
Bundan ortaya çıkıyor ki, af ve mağfiret her ne kadar zihni değerlendirme bakımından birbirinden farklı iseler ve biri diğerinin uzantısı ise de, sonuçta ifade ettikleri anlam bakımından birdirler. Aynı şekilde bu iki kelimenin anlamı yüce Allah'a mahsus olan anlamlardan da değildir. Tersine, içerdikleri anlamlarıyla yüce Allah'tan başkası için de kullanılabilirler. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: Kendileri affederlerse, veya nikahlarını akdetmeye yetkili erkek affederse, o başka. (Bakara, 237) Müminlere de ki: Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar (onlara mağfiret etsinler). (Casiye, 14) Onları affeyle, onlara Allah'tan mağfiret dile ve yapacağın iş hakkında onların görüşlerini al. (Al-i İmran, 159) Yüce Allah bu ayette savaştan kaçan müminleri affetmesini; günahlarına azar, serzeniş, yüz çevirme gibi bir karşılık vermemesini ve Allah'tan, günahın Allah hakkıyla ilgili izlerini bağışlamasını dilemesini Peygamber'ine emrediyor.
Ortaya çıkan bir başka gerçek de şudur: Af ve mağfiretin anlamının hem tekvinî, hem teşriî, hem dünyevî, hem de uhrevî sonuçlarla bağlantılı olması mümkündür. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: Başınıza gelen her musibet, mutlaka kendi elleriniz ile yaptıklarınızdandır. Üstelik Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor. (Şûra, 30) Bu ayetin dünyevî sonuçlar ve kalıntılara da şamil olduğu kesindir. Şu ayet de zahirî anlamı ile aynı niteliktedir: Melekler de Rablerine hamdederek O'nu noksanlıklardan tenzih ediyorlar ve yeryüzündekiler için mağfiret diliyorlar. (Şûra, 5) Hz. Adem ile eşinin yüce Allah tarafından nakledilen şu sözleri de aynı mahiyettedir. Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer sen bize mağfiret ve merhamet etmezsen, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz. (A'raf, 23) Burada Hz. Adem ile eşinin zulümlerinden maksadın, mevlevî-teşri nitelikli bir yasağı çiğneme günahı değil; irşadî-öğüt nitelikli bir yasağı çiğneme günahı olduğunu kabul ediyoruz.
Kur'an'ın çok sayıdaki ayeti şunu gösteriyor: Allah'a yakın olmak ve cennet nimetine ermek, daha önce Allah'ın mağfiretine nail olmaya, tövbe ve benzeri yollarla şirkin ve günahların pasından arınmaya bağlıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: Hayır; onların işledikleri günahlar kalpleri üzerinde pas bağlamıştır. (Mutaffifîn, 14) Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya hidayet eder. (Teğabun, 11)
Kısacası af ve mağfiret, engeli giderme ve karşıt olan bağdaşmazı kaldırma kabilindendir. Yüce Allah imanı ve ahiret yurdunu hayat, buna karşılık imanın eserlerini, ahiret ehlinin işlerini ve onların canlı hayatlarını nur saymıştır. Nitekim şöyle buyuruyor:
Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürürken yararlandığı bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde bocalayıp oradan bir türlü çıkamayan kimse gibi midir? (En'am, 122) Asıl hayat, ahiret yurdundaki hayattır. (Ankebut, 64)
Buna mukabil şirk ölümdür, günahlar da karanlıklardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri, engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki, insan elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olmaz. (Nûr, 40) O halde mağfiret, ölümü ve karanlığı gidermektir. Bu da ancak hayat ve nur ile olur. Söz konusu bu hayat imandan, bu nur da ilahî rahmetten ibarettir.
Buna göre kafirin ne hayatı ve ne nuru vardır. Mağfirete ermiş müminin ise hem hayatı, hem de nuru vardır. Günahları olan müminin ise hayatı vardır, fakat nuru eksiktir. Bu eksiklik mağfiret sayesinde tamamlanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
Onların nurları önlerinden ve yanlarından koşar da; 'Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et.' derler. (Tahrîm, 8)
Yaptığımız bu açıklamaların tümünden şu ortaya çıkıyor: Af ve mağfiret kavramları tekvinî meselelerde yüce Allah'a isnat edildiğinde, engeli gidermek demektir ki, bu da o engeli ortadan kaldıracak sebebi devreye koyarak gerçekleşir. Bu iki kavram teşrii meselelerde yüce Allah'a isnat edildiğinde, yumuşak davranmayı ve benzerini engelleyen sebebi ortadan kaldırmaktır. Mutluluk ve bedbahtlık konusunda ise, mutluluğun önündeki engeli kaldırmaktır.