“Akıl yokluğu gibi bir musibet yoktur.” a.g.e, 286 İmam Bakır (a.s)

Kur’an’ın Tahrif Meselesi

Kur’an’ın Tahrif Meselesi

 

Kur'an'ın tahrif olduğu görüşü, ister Şia, ister Ehl-i Sünnet hiç bir müslümanın kabul edemeyeceği bir görüştür. Çünkü izzet ve azamet sahibi olan Allah Teala'nın kendisi Kur'an'ı koruduğunu belirtmiştir:

إنّا نحن نزّلنا الذِکر وإنّا له لحافظون.

 "Zikr'i /Kur'an'ı/ biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."[1]

O halde hiç kimsenin ondan bir harf eksiltip veya ona bir harf eklemesi mümkün değildir. Kur'an Hz. Resulullah /s.a.a/'in ebedi mucizesidir. O, hikmet sahibi ve övgüye la-yık olan Allah'tan inen kitaptır; ona ne önünden, ne de ar-kasından hiçbir batıl yaklaşamaz.

Buna ilaveten, İslam tarihi ve müslümanların asırlar boyunca süregelen yaşayış tarzı da Kur'a'n'ın tahrif olduğunu reddeder. Zira ashabın birçoğu Kur'an'ı ezber bilmekteydi, o-nu ezberlemek ve kendi çocuklarına ezberlettirmek için de a-deta birbirleriyle yarışıyorlardı. O halde hiç bir şahıs, grup veya devletin onu tahrif edip değiştirmesi mümkün değildir.

Bu gün de doğudan batıya, güneyden kuzeye bütün İslam ülkelerini gezdiğimizde, bütün dünyada Kur'an'ın aynı olduğunu ve hiç bir artırma veya eksiltmenin söz konusu olmadığını görürüz. Her ne kadar müslümanlar çeşitli grup ve mezheplere bölünmüşlerse de Kur'an-ı Kerim onların hepsini bir araya toplayan sağlam bir dayanaktır. Kur'an-ı Kerim hususunda İslam ümmeti arasında herhangi bir ihtilaf yoktur; ihtilaflar ancak Kur'an'ın açıklaması ve anlamı üzerindedir. Her bir grup kendi anladığı ve yorumuyla hoşnuttur.

Şia'nın Kur'an'ın tahrif edildiğine inandığını söylemek, asılsız bir suçlamadan ibarettir. Şia inancı içinde böyle bir şey yoktur. Şia'nın Kur'an-ı Kerim'le ilgili inançlarını okuduğumuzda, Kur'an-ı Kerim'in her türlü tahriften uzak olduğuna dair, Şia ulemasının görüş birliği içinde olduklarını görürüz. Akaid'ul İmamiyye kitabının yazarı şeyh Muzaf-fer, bu konuda şöyle diyor:

"Biz Kur'an-ı Kerim'in Allah Teala'nın, Hz. Resulullah /s.a.a/'in diline indirdiği vahyi olduğuna, onda her şeyin açıklamasının bulunduğuna inanıyoruz. O, belagat, fesahat ve içerdiği yüce marifet ve hakikatleriyle Resulullah /s.a-a/'in bütün insanları aciz bırakan ebedi mucizesidir. Onda değiştirme ve tahrif söz konusu edilemez. Bu gün elimizde bulunup tilavet ettiğimiz Kur'an, Resulullah /s.a.a/'e inen Kur'an'ın bizzat kendisidir. Bunun aksini iddia eden kişi aklını yitirmiştir veya hile ve oyun peşindedir. Çünkü bu iddia, hakikat ve hidayetten uzaktır. Kur'an, ne önünden, ne de arkasından batılın sızma imkânı olmayan Allah'ın Kitabı'dır."

Ayrıca Şia'ların yaşadığı bütün bölgeler de herkesçe bilinmekte ve fıkhi hükümleri de gözler önündedir. Eğer onların bu elimizde olan Kur'an'dan gayri Kur'an'ları olsaydı, bundan halkın haberi olurdu. Hiç unutmam, ben ilk olarak Şia bölgelerini ziyaret ettiğimde, bu söylentilerin etkisinde kaldığımdan dolayı bu hayali Kur'an'ı bulmak amacıyla nerede büyük ciltli bir kitap görürsem alıp bakıyordum.

Fakat bu hayal çok geçmeden sönüp gitti ve bunun, halkı Şia'dan nefret ettirmek için yapılan bir iftiradan başka bir şey olmadığını anladım. Fakat yine de Şia'yı suçlama vesilesi olarak 1320 yılında vefat eden Muhammed Taki Nuri'nin yazdığı ve Kur'an'da tahrifin olduğunu iddia eden "Fasl'ul-Hitab Fi İsbat-i Tahrif-i Kitab-i Rabb'il Erbab" kitabı söz konusu ediliyor. Çünkü mezkûr şahıs Şii'dir. Bir takım insanlar ise bu kitabın sorumluluğunu Şia'nın boynuna yüklemek istiyorlar. Oysa bu insafa aykırıdır. Çünkü hak ve batıl, doğru ve yanlışın birlikte yer aldığı nice kitaplar yazılmıştır ki bunlar, sadece yazarının kendi şahsi görüşünü açıklamaktadır. Buna benzer kitaplar yalnızca Şia içinde değil, bütün İslami fırkaların içinde bulunmaktadır. Acaba Mısır kültür bakanı ve Arap edebiyatı müdürü Doktor Taha Hüseyin'in yazdığı, "Kur'an ve cahiliyet şiiri" adlı kitabının sorumluluğunu Ehl-i Sünnet'in boynuna atabilir miyiz? Veya Ehl-i Sünnet'in nezdinde sahih olan Sahih-i Buhari'nin veya Sahih-i Müslim ve diğerlerinin naklettiği, Kur'an'da tahrifin olduğuna dair hadislerin Ehl-i Sünnet'in inancı olduğunu söylemek mümkün müdür?[2]

Fakat yine de biz kötülüğe iyilikle karşılık vererek bu gibi suçlamalardan geçiyoruz. Gerçekten de bu konuda El-Ezher Üniversitesinde İslami fıkıh bölümünün müdürü olan Üstat Muhammed El Medini ne de güzel söylemiştir:

"Şia'nın Kur'an'ın eksiltildiğine inandığı görüşüne gelince, hâşâ böyle bir şey yoktur. Bu iddia, bizim kitaplarda bir nakil olarak geçtiği gibi, onların da kitaplarında nakle-dilmiştir. Her iki fırkanın da araştırmacı âlimleri, bu rivayetleri zayıf bilip batıl olduklarını açıklamıştırlar. Dolayısıyla ne Ehl-i Sünnet'in ve ne İmamiyye Şia'sının ve ne de Zeydiyye'nin içinde Kur'an'ın tahrif olduğu inancı yoktur. Bizim burada getirmediğimiz bu hadislerden bazı örnekler görmek isteyenler Suyuti'nin yazdığı "El İtkan Fi Ulum'il Kur'an" gibi kitaplara başvurmaları yeterlidir. Mısır'lı birisi 1498 miladi yılında buna benzer uydurma ve reddedilen yalan hadisleri Ehl-i Sünnet kaynaklarından toplayarak, "El-Furkan" adlı bir kitap yazıp yayınlayınca, El-Ezher Üniversitesi, onda olan fesat yönlerini ilmi delillerle açıklayarak, devletten o kitabın toplatılmasını istedi. Devlet de bunu kabul ederek adı geçen kitabı toplattı. Kitabın yazarı da bazı makamlara şikâyette bulunduysa da bir sonuç alamadı. Acaba burada, filanın yazdığı bir kitap veya naklettiği bir hadisten dolayı Ehl-i Sünnet'in Kur'an'ın kutsallığını inkâr ettiği veya onun tahrif edildiğine inandıkları söylenebilir mi? Şia için de aynı şey söz konusudur. Yani onlarda da bizde olduğu gibi Kur'an'ın tahrif edildiğine dair bazı rivayetler nakledilmiştir. Bu konuda altıncı asırda yaşayan büyük Şia âlimlerinden birisi olan Allame Ebulfazl İbn-i Hasan et Tabersi'nin yazdığı "Mecmau'l Beyan Fi, Ulum'il Kur'an" adlı tefsirinde şöyle diyor:

"Kur'an'da eklemeler olduğu iddiasına gelince, bunun batıl bir iddia olduğu hususunda, İslam ümmeti görüş birliği içindedir. Kur'an'da bazı eksiltmeler olduğu konusuna gelince, her ne kadar bizden ve Ehl-i Sünnet'ten bazı bilgisiz insanlar buna dair rivayetler nakletmişlerse de, Şia'nın doğruladığı görüş, Kur'an'da her hangi bir eksiltmenin olmadığıdır. Bu görüşü Şia'nın 4. asır ulemasından olan Seyyit Mürtaza'da /r.a/ teyit edip "Tarablisiyyat Sorularının Cevabı" adlı kitabında bu konuda yeterince açıklamada bulunmuştur. Seyyit Mürtaza /r.a/ birçok yerde Kur'an-ı Kerim'in sıhhati hususundaki bilgimizin, aynen şehirlere, tarihte vuku bulan büyük olaylara, ünlü kitap ve Arap şiirlerine olan bilgimiz gibi olduğunu söylemektedir. Yani doğruluğunda hiçbir şüphe söz konusu değildir. Özellikle de, Kur'an'ın muhafaza edilip okunması hususundaki ilgi ve teveccüh bu zikrettiğimiz şeylerin korunmasına olan ilgiyle karşılaştırılamayacak derecede fazladır. Çünkü Kur-'an Peygamber'imizin mucizesi ve dini ilim ve hükümlerin kaynağını teşkil etmektedir. İslam bilginleri onun hıfz ve korunmasına son derece önem ve gayret göstermişlerdir. Hatta i'rab, kıraat, harf ve ayetler hususundaki görüşlerin hepsini kaydetmişlerdir. Buna göre bütün bu gerçek ilgi neticesindeki korumadan sonra kim onda herhangi bir değiştirme veya eksiltilmenin olduğunu iddia edebilir."[3]

Aziz okuyucular için Kur'an'ın eksiltilip artırılmasına dair suçlamanın Şia'ya nispetle Ehl-i Sünnet'e daha yakın olduğunun açıklığa kavuşması için bu konuyla ilgili Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan rivayetlerin bir kaçına değinmek istiyorum.

Zaten bu konu beni, bütün inançlarımı incelemeğe iten sebeplerden biri idi. Çünkü ben Şia'ya itiraz edip tenkit etmeğe çalıştığım, buna benzer suçlamalarda, onlar; kendile-rinin bunlardan beri olduklarını ve aslında bu itiraz ve tenkitlerin benim hakkımda daha çok geçerli olduğunu söylüyorlardı. Bilahare Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan Kur'an'da eksiltmenin olduğuna dair rivayetlerin bir kısmı şöyledir:

Ehl-i Sünnet âlimlerinden olan Taberani ve Beyhaki'nin naklettikleri bir rivayette şöyle kaydedilmiştir. "Kur'an'ın iki suresi daha vardı ki Onlardan biri şöyle idi:

 "Bismillahirrahmanırrahim.
 Gerçekten biz senden yardım diliyoruz. Sana istiğfar ediyoruz. Bütün hayırlarda seni hamd ediyoruz. Seni inkâr etmiyoruz. Sana isyan eden kimseden kopup ayrılıyoruz."

İkinci sure ise şöyledir:

"Bismillahirrahmanırrahim.

Ey Allah'ımız, yalnızca sana ibadet ediyoruz. Sana namaz kılıyoruz. Sana secde ediyoruz. Sana ulaşmak için çaba harcıyor, sana itaat ediyor, senin rahmetine ümit ediyor, senin hakiki azabından korkuyoruz. Gerçekten de senin azabın kâfirlere erişecektir."

Bu iki sureyi Rağib, "El Muhazarat" adlı kitabında: "İki kunut suresi" adını vermiştir. Ömer İbn-i Hattab kunutta bu iki süreyi okurdu. Bu süreler İbn-i Abbas ve Zeyd İbn-i Sabit'in mushaflarında mevcut idi."[4]

Ahmed İbn-i Hanbel'in Ubeyy İbn-i Ka'b'dan naklettiği bir hadis de şöyledir:

"Ubeyy İbn-i Ka'b, "Siz Ahzap Süresi'ni ne kadar okuyorsunuz?" diye sordu. /Sorulan kişi/ yetmiş ayet civarında" diye cevap verdi. Ubeyy İbn-i Ka'b dedi ki: "Ben onu Resulullah /s.a.a/ ile birlikte Bakara Süresi kadar veya daha fazla okurdum. Recm ayeti de onda var idi."[5]

Görüldüğü gibi Suyuti'nin El İtkan ve Durr'ul Mensur kitaplarında yer alıp Taberani ve Beyhaki'nin naklettiği kunut süreleri diye adlandırılan mezkûr iki süre Kur'an-ı Ke-rim'de mevcut değildir. Bu ise şimdi elimizde bulunan Kur'an-ı Kerim'den İbn-i Abbas ile Zeyd İbn-i Sabit'in mushaflarında yer alan mezkûr iki sürenin eksiltildiği anlamına geldiği gibi, elimizdeki Mushaf'tan başka Mushafların olduğunu da gösteriyor.

Bu iki süreyi bugün de Sünniler bazı namazların kunutunda okuyorlar. Şahsen ben de bunları ezberlemiştim bazı namazlarda kunutta okuyordum.

Ama Ahmed'in naklettiği ikinci hadise gelince Ahzap Süresi'nin dörtte üçünün eksiltildiğini söylemektedir. Çünkü Bakara Süresi 286 ayettir, oysa Ahzap Süresi 73 ayettir ve eğer Kur'an'ı hiziplere bölersek, Bakara Süresi'nin beşten fazla hizbe bölündüğünü görüyoruz, oysa Ahzap Süresi sadece bir hizip sayılıyor. Öte yandan da Ubeyy İbn-i Ka'b'ın "Ahzap Süresi'ni Hz. Resulullah ile birlikte Bakara Süresi kadar veya daha fazla okuyordum." dediğini görüyoruz. Onun ise Hz. Resulullah'ın /s.a.a/ döneminde Kur'an'ı hıfzeden hafızların en meşhurlarından birisi olduğu ve Ömer'in onu halka teravih namazını kıldırmak için seçtiği[6] dikkate alınırsa, bu sözü şüphe ve hayret uyandırmaktadır.

Yine, Ahmed İbn-i Hanbel'in Müsnedi'nde Ubeyy İbn-i Ka'b'dan[7] naklettiği başka bir rivayette şöyle yer almıştır.

"Resulullah /s.a.a/ buyurdu ki: "Allah Teala senin için Kur'an okumamı emretmiştir." Daha sonrada şöyle okudu:

لم يکن الذين کفروا من اهل الکتاب …..

 /Ehl-i Kitap'tan kâfir olanlar…/ ve bu sürenin içerisinde şunları söyledi:

"Eğer insanoğlu bir ova dolusu mal ister ve ona verilirse, ikincisini de ister. Eğer kendisine ikincisi de verilirse, üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Allah tövbe edip, dönenlerin tövbesini kabul eder. Allah'ın nezdinde sağlam ve doğru din hanif /İslam/ dinidir, müşriklik, Yahudilik ve Hıristiyanlık değil. Kim hayırlı bir amel yaparsa o mükâfatsız bırakılmaz."

Yine, Hafız İbn-i Asakir Tarih'inde Ubeyy İbn-i Ka'b ile ilgili bölümde şöyle yazıyor:

"Ebu Derda, Şam halkından oluşan bir grupla birlikte Medine'ye giderek Ömer'in huzurunda şu ayeti okudular: "Kâfirler kalplerinden cahiliyet taassubunu yerleştirdikle-rinde, siz de eğer onlar gibi taassuba kapılsanız Mescid'ul Haram fesada duçar olur." O zaman Ömer "Size bu ayeti kim böyle okudu?" dedi. Onlar "Ubeyy İbn-i Ka'b" diye cevap verdiler. Ömer onu çağırttı ve onlara: "O ayeti okuyunuz" dedi. Onlar da yine: "Eğer siz de onlar gibi taassuba kapılsanız Mescid'ul Haram fesada duçar olur." şeklinde okudular. O zaman Ubeyy İbn-i Ka'b Ömer'e: "Evet ben onlara böyle okumuşum." dedi. Bunun üzerine Ömer Zeyd İbn-i Sâbit'e: "Sen oku." dedi. Zeyd aynen halkın okuduğu gibi okudu. /yani onların okuduğunun Kur'an'da olmadığını açıkladı./ O zaman Ömer: "Allah'ım, ben bu kıraatten /Zeyd'in kıraatinden/ gayrisini tanımıyorum." dedi. Ubeyy İbn-i Ka'b ise şöyle cevap verdi: "And olsun Allah'a ki ey Ömer, sen biliyorsun ki, ben Resulullah'ın huzurunda bulunuyordum, fakat onlar bulunmazlardı. Ben Resulullah'ı görürken onlar görmezlerdi. And olsun Allah'a, eğer sen istersen, ben kendi evime saklanırım ve ölünceye dek kimseyle konuşmaz ve kimseyi de okutmam." O zaman Ömer: "Allah'ım, bizi affet. Bildiğin gibi Allah sana ilim vermiştir. O halde bildiğini halka da öğret." dedi."

Yine, şöyle diyor: "Bir gün Ömer, bir gencin "Peygamber müminlere, onların kendilerinden daha evladır. Hanımları ise onların anneleridir. O da onların babasıdır." şeklinde okuduğunu görünce ona itiraz etti. Mezkûr genç: "Ubeyy İbn-i Ka'b'ın Mushafında böyle yazıyor." dedi.

Ömer gidip Ubeyy İbn-i Ka'b'dan konuyu sordu. Ubeyy İbn-i Ka'b ona: "Ben Kur'an'la meşgul olurken, sen çarşılarda alışverişle meşguldün." cevabını verdi"[8] Bunun benzerini, İbn-i Esir "Camiu'l-Usul" adlı kitabında, Ebu Davut Süneni'nde ve Hâkim Müstedrek adlı kitabında nakletmiştir.

Aziz okuyucu, görüldüğü gibi buna benzer rivayetler Ehl-i Sünnet'in kitaplarını doldurduğu halde onları görmezlikten gelip, Şia'ya itirazda bulunuyorlar. Oysa Şia ki-taplarındaki benzeri rivayetler bu rivayetlerin onda biri kadar bile değildir.

Bazı inatçı kişiler, bu rivayetleri reddederken, onların senetlerinin zayıf olduğunu ileri sürerek, Ahmed İbn-i Hanbel'e bu gibi hurafe ve zayıf hadisleri tahric ettiğinden dolayı itirazda bulunup, Ahmed'in Müsned'i ve Ebu Davut'un Süneni'nin, Ehl-i Sünnet'in nezdinde Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim gibi değer taşımadığını söyleyebilirler.

Fakat buna benzer rivayetler Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de de mevcuttur. Buhari'nin, Sahih'inde[9] Ammar /r./ ve Huzeyfe'nin /r./ menakıbı bölümünde naklettiği, bir hadiste Alkame şöyle diyor:

"Şam şehrine gelmiştim. İki rekât namaz kıldıktan sonra "Allah'ım, benim için salih bir arkadaş takdir eyle." diye dua ettim. Daha sonra toplu halde bulunan bir grubun nezdine gelip oturdum. Bu arada ihtiyar bir adam gelip benim yanımda oturdu. Ben: "Bu şahıs kimdir?" diye sorduğumda, Ebu Derdâ olduğunu söylediler. Ben ona: "Allah'tan bana salih bir arkadaş göndermesini istemiştim, Allah seni gönderdi." dedim. O benim hangi yöreden olduğumu sordu. Ben Kufe ahalisinden olduğumu söyledim. O, "Resulullah'ın ibrik, yastık ve ayakkabılarının sahibi aranızda değil midir? Allah'ın Peygamberi'nin diliyle şeytandan koruduğu kişi aranızda değil midir? Peygamberin hiç kimsenin bilmediği sırlarının arkadaşı aranızda değil midir? dedi. Daha sonra:

والليل اذا يغشی

 

Süresi'ni Abdullah nasıl okuyor'!' dedi. Ben:

 

والليل اذا يغشی والنّهار اذا تجلّی والذّکر والأنثی.

 

diye okudum. O: "And olsun Allah'a ki, Hz. Resulullah da kendi ağzıyla bana böylece okumuştur." dedi.

Başka bir rivayette de, daha sonra şunları ekledi, diye yazıyor: "Bunlar durmadan bana ısrar ediyorlardı. Hatta nerdeyse beni Hz. Resulullah'ın kendisinden duyduğum şeyden alıkoyacaklardı."[10]

Başka bir rivayette de şöyle yazıyor:

 

والليل اذا يغشی والنّهار اذا تجلّی والذّکر والأنثی.

 

"Resulullah bunu kendisi bana böyle okudu; fakat bunlar durmadan bana ısrar ediyorlardı. Hatta nerdeyse beni geri çevireceklerdi."[11]

Bu rivayetler, bu gün elimizde bulunan Kur'an'daki

 والذّکروالأنثی ayetinden önce وماخَلَقَ kelimelerinin artırılmış olduğunu ifade etmektedirler.

Yine, Buhari'nin, Sahih'inde kendi senediyle İbn-i Abbas'tan naklettiği bir rivayette şöyle yer almıştır:

Ömer İbn-i Hattab şöyle diyordu:

"Allah, hak olarak Muhammed'i /s.a.a/ Peygamber olarak göndermiş ve ona kitap indirmiştir. İndirdiği ayetler arasında recm ayeti de vardı. Biz onu okuduk anlayıp ezberle-dik ve bu ayete dayanarak Resulullah da recmi uyguladı. Biz de ondan sonra recmettik. Fakat ben uzun bir zaman geçtikten sonra halkın: "Biz recm ayetini Allah'ın Kitab'ında görmüyoruz." diyerek, Allah'ın indirdiği bir farizayı terk edip dalalete düşmesinden korkuyorum. Oysa recm, Allah'ın Kitab'ında beyyine veya itiraf ile zina ettiği sabit olan evli kadın veya erkek için farz kıldığı bir hükümdür. Bir de biz Allah'ın kitabında şu ayeti de okuyorduk: "Babalarınızı bırakmayın /başka bir baba edinmeyin/, zira babanızdan dönmeniz sizin için küfran sayılmaktadır."[12]

Yine, Müslim'in, Sahih'inde: "İnsanoğlunun iki ovası olsa bile üçüncü bir ovayı ister." bölümünde naklettiği bir rivayette şöyle yer almıştır:

"Ebu Musa Eş'ari Basra Karilerini davet etti. Onun yanında üç yüz Kur'an karisi toplandı. Ebu Musa onlara hitap ederek şunları dedi:

"Siz Basra halkının önde gelenleri ve karilerisiniz. Kur'an'ı tilavet edin, dünya hayatı ise size değerli gözükmesin. Zira sizden öncekilerin kalbi katılaştığı gibi sizin de kalbiniz katılaşır. Biz önceleri uzunluk ve şiddet bakımından Beraat Süresi'ne, /Tevbe Suresi/ benzettiğimiz bir süreyi okuyorduk. Ben onun bir miktarını hatırlıyorum. O miktar şöyledir: "İnsanoğlunun iki ova dolusu malı olsa bile üçüncü bir ovayı da ister, İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz.

Ve yine Müsebbihat surelerinden birine benzettiğimiz bir süreyi de okuyorduk ama şu anda unutmuş durumdayım. Ama ondan şunu hatırlıyorum: "Ey iman edenler, neden yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz ki aleyhinize şahadet edilir ve kıyamet günü ondan dolayı sorguya çekilirsiniz."[13]

Ebu Musa Eş'ari'nin biri, 129 ayet olan Beraat /Tevbe/ Süresi'ne, diğerini ise yaklaşık 20 ayetten oluşan Müsebbihat surelerine benzettiği bu iki sure elimizdeki Kur'an-ı Kerim'de mevcut değildir. Evet, bunları şaşkınlıkla okumaktan başka insanın elinden ne gelebilir sizce?

Ehl-i Sünnet'in kitap, Müsned ve Sihahları Kur'an-ı Kerim'in azaltılıp çoğaltıldığını gösteren buna benzer rivayetlerle dolu olduğuna göre bu iddianın geçersiz ve batıl olduğu hususunda görüş birliğinde olan Şia'ya neden bu kadar suçlama ve saldırıda bulunmaktadırlar?

Eğer Şia içerisinde, Kur'an'ın tahrif edildiğini iddia eden 1320 hicri yılında vefat eden "Fasl'ul Hitab fi İsbat-ı Tarif-i Kitab-ı Rabb'il Erbab" kitabının yazarı varsa ki, o bu kitabı yaklaşık bundan yüz yıl önce yazmıştır.

El Ezher Üniversitesi'nde İslami fıkıh müdürü olan Şeyh Muhammed El Medini'nin söylediği gibi, Ehl-i Sünnet'ten olan "El Furkan" kitabının yazarı, ondan dört yüz yıla yakın bir sure önce bu iddiayı öne sürmüştür.[14]

Önemli olan şudur ki, hem Ehl-i Sünnet'in, hem de Şia'nın muhakkik ve araştırmacı âlimleri, buna benzer rivayetlerin batıl ve nadir olduğunu açıklayarak, elimizde bulunan şu Kur'an'ın, Hz. Muhammed'e /s.a.a/ inen Kur'an'ın aynısı olduğunu ve onda hiç bir artırma, eksiltme ve tahrifin söz konusu olmadığını ispatlamışlardır.

O halde Ehl-i Sünnet, nasıl bu konuda Şia'ya, Şia nezdinde itibarı olmayan bazı rivayetlerden dolayı itiraz edebilir Ve kendilerini ise bu ithamdan nasıl tamamen beri sayabilir? Oysa kendi Sihahları, bu gibi rivayetlerin, zahiren sahih olduğunu bile ispatlamaktadır.

Ben buna benzer hadislere büyük bir acı ve üzüntüyle değinmek zorunda kaldım. Eğer arkalarında bilinen komploların yer aldığı, özellikle de İran İslam Devrimi'nin başa-rıya ulaşmasından sonra yoğunlaşan, Şia'ya karşı suçlama ve tekfir kampanyası olmasaydı, üstelik bütün bunlar da bazı sözde Sünnet-i Nebeviyye'ye uyduklarını iddia edenler vasıtasıyla gerçekleşmeseydi, biz burada tamamen itibarsız olan bu rivayetleri gündeme getirmezdik.

Ben, hangi fırkadan olursa olsun, bütün müslüman kardeşlerime hitab ederek diyorum ki:

Kardeşleriniz hususunda Allah'tan korkun. Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın, bölünmeyin. Hatırlayın Allah'ın size olan nimetini ki, birbirinize düşmandınız; o sizin kalplerinizin arasını yaklaştırdı ve siz onun nimeti sayesinde birbirinizle kardeş oldunuz.

 

 

 


[1]– Hicr/9.

[2]– Halbuki "Fasl'ul Hitab" kitabı Şia'nın nezdinde herhangi bir değer taşımıyor. Oysa Kur'an'ın eksiltilip arttırılması Ehl-i Sünnet'in sahih kabul ettiği Sahih-i Buhari, Müslim ve Müsned-i Ahmet'te yer almıştır.

[3]– El-Ezher Üniversitesinin İslami fıkıh müdürü Üstat Muhammed El-Medini'nin "Risalet'ul İslam dergisinin 11. yılın 4. sayısının 382 ve 383. sayfasında yer alan makalesi.

[4]– Suyuti'nin yazdığı "El-İtkan" ve "Ed-Durr'ul Mensur,"

[5]– Müsned-, Ahmed İbn-i Hanbel, c. 5, s. 132

[6]– Sahih-i Buhari, c. 2, s. 252

[7]– Musned-i Ahmed, c. 5, s. 131

[8]– İbn-i Asâkir'in yazdığı Tarih-i Dimeşk, c. 2, s. 228.

[9]– Sahih-i Buhari, c. 4, s. 215.

[10]– Sahih-i Buhari, c. 4, s. 216.

[11]– Sahih-i Buhari, c. 4, s. 218, "Menakib-u Abdullah İbn-i Mes'ud'.

[12]– Sahih-i Buhari, c. 8, s. 26, "Evli kadının zina yaptığı takdirde recmedilmesi gerektiği" bölüm

[13]– Sahih-i Müslim, c. 3, s. 100, "İnsanın iki ova dolusu malı olsa üçüncüsünü ister" bölümü.

[14]– Risalet'ul İslam Dergisi, 11. yıl, 4. sayı, s. 382 ve 383.