Vahdet ve Önemi
Türkiye cumhuriyetinde yaşayan Ehlibeyt mensupları olarak her hafta, her ay yeni bir gündem ile karşı karşıya kalmaktayız. Gündemler o kadar çabuk değişmektedir ki, insan bazen zamanında takip edemiyor.
Bu gündemlerden bazıları mektep mensupları, bazıları ise mektep ehli olmayan insanlar tarafından oluşturulmaktadır. Mektep mensupları tarafından oluşturulan gündemler genelde mektebin lehi ve mektep ehli olmayanlar tarafından oluşturulan gündemler ise genelde mektebin aleyhi doğrultusunda olmuştur. Bugüne kadar mektebin aleyhinde oluşturulan gündemleri, düşünce ve eylemleri etkisiz kılmak için bu mektebin güzide alimleri, kanaat önderleri, aydın simaları ve şuurlu gençliği hem seda olmayı başarabilmişlerdir. Mektep mensubu insanlar tarafından oluşturulan gündemler mektep insanlarının bilinçlenmesi, ilerlemeleri, koşulların güzelleşmesi ve hizmetlerin çoğalması etrafında olmuştur.
Dünya hayatında rıza-ı ilahi için hizmet bir maraton koşusuna benzer, bu koşuda tüm katılımcıların gerçeklerle hareket etmeleri ve üsluplarına çok dikkat etmeleri gerekir. Aksi taktirde katılımcıların tansiyon yüksekliği mektep mensuplarının kahır çoğunluğuna da taşabilir. Bazıları mektep adına yaptıkları eylemler sonucundaki başarısızlıkları veya mektep adına başkaları tarafından yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan olumsuzlukları bir diğerine fatura etmeye çalışırlar. Bunu hemen hemen bütün kesimler bir biri aleyhine yapmaya çalışır. Biri kendisini savunup başarısızlığın faturasını başkasına, o başkası da faturayı kendisinden bir başkasına keser. Başarının ve başarısızlığın ardında birçok neden olacak. İhlas, iş bilirlilik, çalışkanlık, hizmet aşkı, sabır, dikkat, azim, taktik, strateji, kalite, performans, diyalog, birlik, beraberlik, hemseda ve hemrenk olmak vb. etkenler başarıyı getiren sebepler olacak. Yerinde sayanlar veya ilerlemeyenler de bu etkenleri yerine getiremedikleri için olumsuz sonuçlarla baş başa kalacaklardır.
Ancak bu güne kadar ne olduysa, mektep uğruna canlarını feda eden Ehlibeyt imamları ve onların davaları uğrunda canlarından olan milyonlarca insan hatırına oldu bitti artık demek gerekir ve geçmişteki bir takım tatsızlıkları geçmişte bırakmak gerekir. Şuurlu, bilinçli, mektebini, toplumunu ve ideal değerlerini düşünen insanlar geriye bakmak ve geçmişi kaşımak ve tartışmak yerine geleceğin hesabını yapmak zorundadırlar. Aksine bu mektebin seçkin ve güzide insanları içinde bulunduğu kısır döngüden asla kurtulamayacaktır.
Dünyada ve İslam dünyasında olaylar hızla değişmekte ve gelişmektedir. Bu değişim Türkiye Cumhuriyetinde Ehli sünnet ve Şia içerisinde de yaşanmaktadır… Ehlibeyt mektebi mensupları olarak bizlerin bu gündem değişimlerine seyirci kalmamız saflığın veya içine kapanıklığın bir tezahürü olur. İslam tarihinin her evresinde genelde İslami camia ve özelde EHLİBEYT mektebi mensupları için vahdet, birlik ve beraberlik önem taşıdığı gibi, bu gün hızla gelişen olaylar karşısında da birlik ve beraberlik kat kat fazla önem arzetmektedir.
İnsanın hayat mayası yemek, su, hava… olduğu gibi her hangi bir coğrafyada yaşayan inanç mensuplarının da en önemli hayat ve beka sebeplerinden bir tanesi birlik ve beraberlik olgusudur. Vahdet, birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma noktasında insanın ilahi mesajlara göre hareket etmesi ve bu konuda doğa kanunları ile iç içe olması gerekir. Yaratanın varlık içerisinde dizayn ettiği vahdet+yardımlaşma ve dayanışma tüm doğaya ve varlığa hakimdir. Varlık varlığını vahdet ve dayanışma olgusu ile devam ettirmektedir. Toprağın verimli olması için suya, güneş enerjisine; suyun oluşması için buluta, bulutun bir araya gelerek molekülleşmesi için rüzgara… ihtiyaç vardır. Bunlar bir araya gelerek, dayanışma içerisinde oldukları zaman verimli olurlar. Bu kavram tabiat alemindeki hayvanlar için de söz konusudur. Hayvanlar bile kendi hemcinsleri arasında birlik ve dayanışma ile varlıklarını sürdürmektedirler. Bu olguyu varlık içerisine yerleştiren bu varlıkları yaratandır. Varlığın künhünde olan bu kavram tekvini bir kavramdır. Ancak Allah-u Teala tabiat için kararlaştırdığı bu tekvini hakikati insan için teşrii olarak kararlaştırmıştır. Toplumlar kendi iradeleri ile bu teşrii kavrama riayet ederlerse, bu onların ilerlemelerine ve güçlenmelerine sebep olacaktır, aksine hüsran getirecektir. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde şöyle söylüyor:
Girmeden Tefrika bir millete, düşman giremez.
Toplu attıkça sineler, onu top sindiremez.
Fikri, şahsi, menfaate dayalı düşünce ve eylemler, nefsi hesaplar ihtilaftan başka bir sonuç vermeyecektir. Teşkilâtlarını, sivil toplum kuruluşlarını, ibadethanelerini, toplumunu, gençliğini bir arada tutmayı başarıp, sineleri toplu atanlar başarıya elbette ki ulaşacaktır. Davasına inanları tribünde oturtup küstürenler, küçük pazarlıklar içerisine girenler, basit hesaplar yapanlar, hizipleşenler, didişenler ve dava arkadaşlarını yok sayanlar kaybedecektir elbet.
İslam Dininin özünü tevhid inancı oluşturur. Tevhid, her şeyden önce Allah Teâlâ‘yı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir kabul edip, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde O‘na bir başkasını denk, emsal ve ortak tutmamak anlamına gelir. Ferdin hem inanç hayatında ve hem de düşünce dünyasında istenen alt yapıyı oluşturan tevhid, sağlıklı ve itikadi alanda dengeli toplumların varlığının da ilk şartıdır. Hayatın her alanında tevhide dayalı bir bakış açısının net olarak belirmediği zihni yapıda ikilem ve parçalanma oluşur. İslami literatürde şirk adı verilen parçalanmanın tarifi insanın Allah a, kendisine ve kader birliği ettiği toplumunun değerlerine yabancılaşmasını beraberinde getirir. Zihni ve ruhi hayatta meydana gelen bu parçalanma fert bazında tek bir insanla da sınırlı kalmaz, sosyal hayatta insanın kan dökücü, ayrılıkçı, fitneci ve çıkarıcı özelliğini de ön plana çıkarır. Görüldüğü gibi parçalanmış bir düşünce yapısının faturası, kişinin kendi özel hayatıyla sınırlı kalmayıp, cemiyeti ve hatta kişinin statüsüne bağlı olarak dünyayı bile sarsacak bir sonuca gidebilir. İşte bu yüzden genelde İslam ve özelde mektep mensuplarının hangi dile, hangi renge ve hangi bölgeye ait olurlarsa olsunlar -ki ırklar ve renkler mozaiği Allah‘ın bir kanunudur- birlik ve beraberlik ruhu içerisinde olmalarını tevhidin bir gereği olarak görür. Gerçek ve hakiki bir Müslüman tevhidi bozucu tüm davranış ve hareketlerden kaçınması gerektiğini her halükarda bilir. Müslümanlar arasında çeşitli ırklar ve mezheplerin, farklı düşüncelerin varlığı bir hakikattır. Ama önemli olan saygı, sevgi, dayanışma ilkelerini ihlal etmemek, makul çerçevelerde kırıcı olmadan, inatlaşmadan, kinleşmeden farklılıkları müzakere etmek ve tarafların birbirlerinden saygı ve hoşgörüyü esirgememesidir. Ancak komşuya dair vahdetten, birlik ve beraberlikten söz edip de kardeşler arasında tefrika çıkarmak samimiyetsizliğin, çıkar ve menfaatçiliğin ve nefse itaatin bir kanıtı olacaktır.
Tevhid inancı insana gönülde, dilde ve davranışlarda istikamet alışkanlığı kazandırır. Bu sebeple namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha suresinde: "Bizi doğru yola ilet" şeklinde geçen âyet insanın hakka, iyiye, birlik ve beraberliğe, güzele yönelmesinin ve her türlü sapıklıktan ve ayrışmadan uzak kalmayı isteme arzusunun bir yansımasıdır.
Kur‘an-ı Kerim‘de "Allah ın yoluna uymayı, topluca O nun ipine sarılmayı, çözülüp parçalanmamayı, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı" korumamız gerektiği dile getirilir. Bu ayetlerden birkaçı şöyledir:
"Hepiniz Allah ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın."(Al-i İmran/103)
"Allah’ a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi taktirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız"(Enfal/46)
Allah Teala, birinci ayette geçen ilahi uyarıya kulak vermemenin neticesini, açıkça ikinci ayette beyan eder. Gökten yere uzatılmış olan kurtuluş ipinin iki tarafı vardır. Bir tarafı gökten yere uzanan Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim diğer tarafı ise insanların hidayeti için seçilen EHLİBEYT imamlarıdır. Yukarıdaki ayetler ve sahih hadisi şerifler bu ikisine beraberce sarılıp tutunmadığımız zaman İslam milletinin çözülüp dağılacağını, kuvvet ve iktidardan olacağını vurgulamaktadır. Bu ikisine tutunulduğu halde tefrika varsa, orada nefsi çıkarlar vardır demektir.
Tefrika bir milletin ecelinin gelişini gösterir. Ecelden maksat fiziki yokluk değil, aksine değerlerden ödün vererek kimliklerin değişmesidir. Demek ki bir toplumun birliğini, bütünlüğünü bozucu, toplumun sosyal dokusunu parçalayıcı en büyük unsur tefrikadır. Sosyoloji manada tefrika iki varlığı, bir toplumu birbirinden ayırmak ve parçalamaktır. Bu doğrultudaki tefrikanın sonu rahmet değil, azap getirir. İnsanlar arasında fikri ihtilaf bazı sınırlar içinde doğal karşılanırsa da sosyal ayrılıklar toplumsal hayatın yapısını sarsacağı, Müslüman topluluğu parçalara ayırıp onların şevket ve kudretini zaafa uğratacağı için haramdır.
Tefrikanın temelinde yatan nedenlerden birisi, zihin tekelciliğidir. Halbuki Kur‘ân caddesinde olmak şartıyla; yürüyüşü, metodu ve anlayışı ne olursa olsun, bütün müminler birbirinin kardeşidir (Hucurat/10). Dolayısıyla aynı caddede her mümin yürüme hakkına sahiptir.
Tefrikaya düşmenin bir diğer sebebi de bazılarının, kabul ettikleri kişileri hatasız görmeleridir. Böyle bir inanç beraberinde tefrika ve hizipleşmeyi meydana getirir.
Elbette her hastalığın bir tedavi yöntemi ve bir ilacı vardır. Müslümanları zillete düşüren, birlik ruhunu zaafa uğratan ve sosyal bünyemizde derin yaraların açılmasına kaynaklık edecek olan tefrika hastalığından kurtulmanın yegane yolu, Müslümanların dinin asıllarında aynı inanç esaslarını paylaştıklarını unutmamaları, toplumun aynı fertleri olduklarını unutmamaları, birbirlerini iman kardeşliğinin verdiği cesaretle içten sevmeleri ve aralarında hoşgörü erdemini birbirlerine karşı asla esirgememeleridir. Bu güzide ve yegane hak olan mektebin duyarlı insanları, alimleri, kanaat önderleri, aydınları ve şuurlu gençliği geleceğin hesaplarını yapmalı ve Allah ın şu ayetini "İyilikte ve güzellikte birbirinize yardımcı ve destek olun ama günah ve düşmanlıkta birbirinize yardımcı olmayın" ayetini kendilerine ilke ve prensip edinmelidirler. Bir araya gelip nelerde ve nerelerde yanlışlıklar yapıldığını konuşabilmeli ve geçmişi artık tarihin tozlu sayfalarında unutmalıdırlar.
Bir kaç zaman önce kaleme aldığım BARDAĞA DOLU TARAFINDAN BAKMAK isimli makalede şöyle bir konuya dikkat çekmiştim:
Caferi-Şia mektebi bir tarikatlar, hizipler mektebi değildir. Günümüz dünyasında aynı mezhepten olan toplumların içerisinde tarikat olgularına baktığımızda, aynı mezhebin mensubu olan tarikatlar ve mensupları bir diğerini kabul etmez ve bir diğerinin yaptıklarına uygulamalarına hak gözü ile bakmazlar. Tarikatlar da genelde hakim olan durum şudur: Benim tarikatım yapmışsa doğruyu hakkı yapmıştır, benim şeyhim söylemişse doğruyu hakkı söylemiştir. Ne yazık ki ülkemizde Caferi-Şialar son yıllarda bu noktalara çekilmek istenmektedir. Bunu ise farkında olmadan bazı alimler ve mektep mensupları yapmaktadırlar. Özellikle bu mektebin yetiştirdiği alimler bu konuda feraset ve basiretlerini ortaya koyarak bu konuda etraflarındaki cemaatlerine ve özellikle de gençlere doğru cihetlenmeği ve olması gerekenleri anlatmalı, birlik ve beraberliğin bozulmasının sakıncalarını anlatmalıdırlar. Aksi taktirde maazallah beş- on yıl sonra Türkiye Caferilerinin içine de tarikat ruhu hakim olabilir. Tarikat ruhunun mektep mensuplarının bir bölümüne hakim olmasının en büyük vebali de bu minvalde çanak tutan alimlere,aydınlara,akademisyenlere ve bu zihniyete sahip olanlara yazılır.
İslam bütünleştirici, birleştirici ve kardeşliği hâkim kılıcı yüce bir dindir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'inde bütün müminleri kardeş ilan etmiştir. Bundan dolayı İman kardeşliği anlayışının hâkim olduğu ortamlarda hiçbir zaman farklılıklar fitne ve tefrika vesilesi olmamıştır. İslam dinine göre insanın üstünlük ölçüsü takvadır ve Müslümanlar da bu ölçüye göre bir birlerine bakmalıdırlar. İnsana değer kazandıran en önemli üstünlük onun kendi tercihiyle kazanılabilen üstünlüktür ve o da ALLAH korkusudur, ihlas, samimiyet, hizmet aşkı ve bir takım şeylere ehil olmaktır.
Müslümanların 1400 yıllık tarihine baktığımız zaman, hangi coğrafyada veya hangi şehir ve bölgede başarı, ilerleme, sükunet, emniyet olmuşsa bu vahdet, birlik, beraberlik ve kardeşlik neticesinde gerçekleşmiştir. Nerde ve ne zaman kavga, düşmanlık, zaaf olmuşsa bu da tefrika ve ihtilaftan dolayı kaynaklanmıştır.
Vahdet Kuran’ın emrettiği bir olgudur. Kurana inanan insanlar bu kavramdan gaflet etmemelidirler. EHLİBEYT mektebi mensuplarının vahdeti, birlik ve beraberliği mektebe mensup olan insanlar için sağlam bir kaledir. Bu vahdet eğer ciddi ve sağlam bir şekilde oluşturulursa kurt zihniyetli insanlar ümitsiz olur ve yarasalarda artık kol gezemezler.
Makalemizin son bölümünde yüce İslam dininin vahdet hakkındaki ameli desturlarını maddeler halinde sizlerle paylaşıyoruz.
1- Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyorlar; İnsanların arasını bulanın ve iki kişiyi barıştıranın mükâfatı, Allah yolunda cihat eden mücahidin sevabı kadardır.
2- Alaycı olmamak: Müslümanların bir birlerine karşı alaycı olması veya bir birlerinin mezhep büyüklerine karşı alay etmeleri nefret ve düşmanlığa sebep olur.
3- Dil yarası ve hakaretlerden kaçınmak: Dil yarası kılıçtan daha keskindir. Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyorlar; “Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emanda olduğu kimsedir”.
4- Suizandan kaçınmak: Zira suizan Kur’an‘a göre büyük günahlardandır.
5- Kavim, soy ve ırk üstünlüğü gözetmekten sakınmak.
6- Müslümanların sorunlarına yoğunlaşmak ve bu uğurda çalışmalar yapmak. Bunlarla birlikte samimi ve ihlaslı olmak, çıkarcı olmamak.
7- Fasıkların, fitnecilerin, tefrikacıların şayialarına ve yalan haberlerine inanmamak ve haberleri araştırmak.
8- Tefrika çıkaracak sözlerden uzak durmak.
9- Kendin için sevdiğini kardeşin için de sevmek.
"Kendisini mazluma benzeten zalimden daha zalimini görmedim" (Hz. İmam Ali a.s)
GÜZEL BİR GELECEK DİLEĞİ İLE…