Mümin dünyada dini oranınca (veya “dini hasebiyle diye buyurmuştur) belaya duçar olur. el-Bihar, 236/54 İmam Muhammed Bâkır (a.s)

Ehl-i Beyt İmamları (a.s) ve İslami Vahdet

Ehl-i Beyt İmamları (a.s) ve İslami Vahdet

Allame M. Hüseyin FAZLULLAH

 

Geçen sayımızda ilk bölümünü yayınladığımız "Ehl-i Beyt (a.s) İmamları ve İslami Vahdet" konulu makalede genel bir girişten sonra Hz. Ali'nin (a.s), kendisinin mihver olduğu ihtilaflarda kendi hak-kından geçici olarak vazgeçerek İslam'ın ve müs-lümanların yüce maslahatını ön plana aldığını, bu hususta pratik tavırlar ortaya koydu-ğunu, ona göre; İslam'ın bekası, varlığını sürdürmesi, maslahatı ve gücünü korumasının başka her maslahatın üzerinde olduğunu kaydettik. Bu sayımızda aynı makalenin ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

 

İmam Ali (a.s) bazı hutbe ve konuşmalarında, dini ve siyasal mücadele meydanlarında kişisel kin ve gizli komplekslerin tahrik olmasıyla meydana gelen öfkelen-me durumlarında aşırı yöntemlere başvurmaktan kaçınmayı öğütle-mektedir. Küfretmek, lanetlemek ve avam edebiyatında sıkça rast-lanan nefret duygularını açığa vurma yolları bu aşırı yöntemden olup İmam halkı küfrertmekten şiddetle menetmekte, ihtiram ve muhabbete dayalı olmayan olum-suz sıfatların savaş ve mücadele meydanlarında etkili unsur olama-yacağını, zafer ve galibiyetle bite-cek bir sonuca götüremeyeceğini, tam aksine atmosferi daha da kar-maşık bir duruma sokarak, rakibin mücadele azmini artıracağını, da-vaya siyasal boyut kazandıracağı yerde kişisel bir konuya dönüş-türeceğini vurgulamaktadır. Çoğu defa bu yöntem karşılıklı küfürleş-melere, lanetleşmeye ve yüce he-deflere ulaşmaya herhangi bir yardımı dokunmayacak kelam ce-delleşmelerini beraberinde getire-cektir. Kur'an-ı Kerim, En'am su-resinin 18. ayetinde şöyle buyu-ruyor:

"Onların Allah'tan başka ça-ğırıp dua ettikleri şeylere sövme-yin ki, sonra bilgisizlikle onlar da Allah'a söverler. İşte biz böy-

lece her topluluğa, yaptıklarını süsleyip güzel gösterdik.."

Mü'minlerin, kafirlere sövme-lerinin bu kadar önem kazandığı, kafirlerin kutsal saydıkları değer-lere sövmekten şiddetle menedil-diği dikkate alınırsa, başkalarının mukaddesatını hafife almanın on-ları ilahi değerlere dil uzatma cü-retinde bulunmaya sevkettiği du-rumuyla karşılaşılır. Kafirler ko-nusunda meselenin ehemmiyeti ortadayken müslümanların kendi aralarındaki meseleleri ilgilendiren hususlarda hangi boyutlarda dik-kat etmeleri gerektiğini kavramak güç değildir. Müslülanlar kendi aralarında böyle davaranırlarsa açıktır ki kutsal değerleri, sembol-leri saygısızlığa uğrayacaktır. Bu ise İslam'ın maslahatı ve Allah'ın (c.c), ilişkilerimizi kardeşlik ve yakınlık esasına göre sürdürme-miz gereken mukaddes atmosferi oluşturmamıza dair emrine aykırı-lık teşkil eder.

İmam Ali (a.s) Sıffin savaşında ordusundaki bir grubun Şamlılara kötü sözler sarfettiklerini duyunca şöyle buyurdu: "Sizin sövgücüler olmanızdan hoşlanmam. Onla-ra, yaptıklarını anlatıp davranış-larını dile getirmeniz sövmeniz-den daha hayırlı ve yaptıkları günahtan pişman olup özür dilemeleri için daha etkili olur. Bu sözler yerine şöyle demeniz daha iyidir: "Allah'ım! Bizim ve onların kanının dökülmesini ön-le, bizimle onlar arasında barış ve dostluğun yerleşmesini sağla, onları bulundukları sapıklıktan kurtar, hak ve doğru yolu tanı-mayan onlara hakkı tanıt, düş-manlık ve sapıklıkta direnen on-ları bundan alıkoy."

İmamın (a.s) sövüşle karışık yöntemleri reddeden sözlerinden çıkarılabilecek sonuclardan biri şu ki: Beyanda başkalarına karşı say-gısızlık, halk arasında olumsuz sonuçlar bırakır, hiçbir şekilde beklenilen sonuca varılmaz ve özellikle müslümanların arasında-ki ihtilafların çözümüne yardım etmez, hatta dostluk ve kardeşliğe ortam hazırlayacak uygun bir ma-nevi atmosferin oluşturulmasına engel olur.

İmam bu tavrıyla kendi yaran-ları ve genelde bütün müslüman-lara olumsuz davranışlarında ısrar etmekten kaçınmalarını öğütle-mektedir. Çünkü savaş meydanı-ndaki bu davranış biçimi gerçekçi olmayabilir ve bazen düşman hak-kındaki görüşünü beyan etmek suretiyle kendi davranışını başka-ları arasında tevil edebilir. Nite-kim İmam Ali (a.s) halk karşısın-da kendi karşıt yaklaşımını anlat-mada farklı bir yönteme başvu-rarak onların iç duygularına hitap etmeyi, Allah'a olan ilişkilerini sözkonusu etmeyi öğütlemektedir.

Müslümanlar eğer bazı konula-rda ihtilafa düşmüşse ve her grup bu durumu, öteki grubun inhirafı olarak algılıyorsa gruplardan her biri görüşünü kendi inançları çer-çevesinde, doğru çizgiden sapmış gördüğü grubun davranış ve amellerini ilgili mevzuda ilmi de-lilleriyle beyan etmek, açıklamak, müslüman insanın durumuna ay-kırı, uygunsuz gördüğü hususu  sözkonusu etmek hakkına sahip-tir. Böylece halk, tarafların görüş-lerini duyarak, irdeliyerek doğru olanı idrak etsin, tarafların savaş ve barış anındaki tavırları halka aydınlanmış olsun. Bu yöntem halkı kendi hür iradesiyle tavrını belirlemeye, şu veya bu mevzuda davranış ve yaklaşım biçimini  seçmeye sevkeder. Bu yolla olu-şacak atmosferde başkaları da  ay-nı metodla  bahislere teşebbüs e-der ve gerekliğine inandığını sa-vunmaya koyulur.

İnsan mücadele alanlarında ö-zellikle de kin, kızgınlık ve düş-manlığın artmaya yüz tuttuğu an-larda durumu şiddetlendirmekten kaçınmalı, İslam'ın ruhuna, özüne dönmeli, Allah'tan birbirine muha-lif müslüman grupların birbirine rahmet, merhamet ve barışçı duy-gularla yaklaşmalarını sağlaması-nı, ihtilafları en aza indirgemek ve ortadan kaldırmak için gerekli görüşme ve bahisleri başlatmaları-na yardım etmesini istemelidir. Umut edilir böylece Allah Teba-rek ve Teala, müslümanlar arasın-da barışı yerleştirir, küfür dünya-sının amansız saldırıları karşısında İslam ve müslümanların genel maslahatı doğrultusunda onların ortak inançlarını güçlendirir, yol-dan sapanları hidayet eder, hakka ulaşmaları için hidayet yollarını gösterir ve böylece akıl ve mantı-ğın hakim olduğu ortamda hakk tanınır, insanlar gerçekleri göre-rek başkalarının inançlarına yöne-lik haksızca saldırılardan, düş-manlıklardan vazgeçerler. Nite-kim İmam Ali (a.s) kinin muhab-bete, düşmanlığın kardeşliğe dö-nüşmesine ortam hazırlayacak konuşmalarının birinde şöyle bu-yuruyor:

"Şerr ve kötülüğü kendinden söküp atmak suretiyle onu baş-kalarından da uzaklaştır."

Kalbini pâk olmayan duygu ve düşüncelerden temizleyerek kendi iş ve teşebbüslerini hayır doğrul-tusunda düzenlemesini başaran ki-şi, karşı tarafta da etki-tepki yön-temiyle temiz duygu ve düşünce-lerin yerleşmesine ortam hazırla-yabilir.

Mü'min müslümanın kişiliğinde açık ruhun oluşturulmasını vurgu-layan ve kini kendinden uzaklaş-tırmayı öğütleyen İmam Ali (a.s) aynı zamanda müslümanlar ara-sındaki ihtilafların unutulması, ih-tilaflar konusunda gaflete düşül-mesi taraftarı da değildir. Fitneye sebep olur, cedelleşmeyi körükler ve duyguları tahrik eder bahane-siyle ihtilafların görmezlikten ge-linmesi doğru olmayıp müslüman-ların kendi aralarındaki ihtilafa rağmen düşünceleri ve iç duygu-ları gizleyerek birbirlerine karşı görünüşte güzel geçinme yöntemi uygulamaları, gerçekte değil de sologanda vahdetçilik yapmaları toplumsal nifaka yol açacaktır. Ona göre; müslümanlar akaid, ah-kam, İslami görüş ve tavırlarında İslam ve hakk karşısında ihlasa, samimiyete dayalı bir yaklaşım sergilemeli, hakikate ulaşma doğ-rultusunda aralarındaki ihtilafları, gündeme getirmeli, hikmet ve ö-ğütle bahse oturmalı, ihtilafa düş-tükleri konuda Allah'a ve Pey-gamber'e müracaat ederek onların hakemliğine teslim olmalı, akidevi meseleleri kişisel duygulardan uzak bilimsel yöntemlerle araştır-malı, mücadeleyi grupsal ve hizip-sel taassuptan çıkararak fikri ve akidevi zemine oturtmalıdır. Ve inşallah ihtilaf unsuru konular müşterek inanç ve düşüncelere dönüşür.

İmam'ın (a.s) hutbeleri ve söz-lerinde bu yönteme sıkca rastlanır. Hilafet konusunda konuşurken kendi haklılığını göstermek için çeşitli bilimsel ve mantıksal yön-temler ileri sürmekte her türlü gerginlik ve karışıklığa fırsat tanı-madan halka gerçekleri açık bir dille beyan etmekte, onları mese-leleri derinlemesine düşünmeye sevketmektedir. İmam Ali (a.s) müslümanların düşünce ve inanç-larında tabular oluşmasına her-hangi bir şekilde açık kapı bırak-mamak kaydiyle bütün şüpheli meseleleri aydınlığa kavuşturma yolunu seçmektedir. Düşünce ve inançla ilgili meseleleri boykot etme hakkına sahip olmadığımıza göre ilkeler genel olarak ve ayrın-tılarıyla bahis ve münazara ko-nusu edilmelidir. Böylece mevcut delilleri inceledikten sonra birisi isterse doğru yolu kabul ederek hidayete erer, isterse kabul etme-yererk dalalete düşer.

İmam (a.s) bu tutumunu, hila-fet meselesinin merhalelerini özet-le gündeme getirdiği "Şıkşıkıyye" hutbesinde açıkça ortaya koyarak, hilafet meselesine bakış tarzını, kendi hakkının nasıl zayi edildi-ğini, mazlumun hakkını zalimden alma ilkesi ve Allah'ın alimlerden bu konuda aldığı ahdi dikkate ala-rak sonunda hükumeti kabul et-meye ümmet tarafından mecbur bırakıldığını, açık seçik bir dille beyan etmektedir.

Aynı meseleyi, O Hazretin Allah'a münacaat ederken duala-rında gündeme getirdiğini de gör-mekteyiz. Büyük meseleler karşı-sında sorumluluk üstlenmenin gerçekte kendisi istediği için de-ğil, Allah tarafından kendisine yüklendiğini vurgulamak suretiyle halka meselenin şahsi değil, mek-tebi sorumluluktan kaynaklandığı-nı hatırlatmakta ve halktan mese-lenin ehemmiyetini anlayarak Allah'ın rızasını dikkate almalarını istemektedir.

Nehc-ül Belağa'da bu konuda şöyle kaydedilir: "Alah'ım! Sen bilirsin ki biz saltanata ulaşmak için savaşmadık, değersiz dünya malı elde etmek için değil, dinin kapatılmış yollarını açmak, ala-metlerini halka  göstermek, fe-sada sürüklenmeye yüz tutmuş şehirleri ıslah etmek, zulme uğ-rayanları emniyete kavuşturmak ve unutulmuş ahkamı icra et-mek için mücadeleye koyulduk. Allah'ım! Bilirsin ki, ben hakka yönelen ve kabul edenlerin ilki-yim." (Nehc-ül Belağa, Dr. Suphi Sa-lih nüshası, s.189.)

İmam Ali'nin (a.s), sadece

Nehc-ül Belağa'ya bakılsa bile, kendisiyle ilk üç halife arasındaki, aynı şekilde Cemel, Sıffin ve Nehrivan'daki muhaliflerin eleba-şılarıyla olan ihtilaflarını beyan edip halkı aydınlatmaktan çekin-mediği görülür. İmam'ın (a.s) bü-tün bu çevrelerle olan mücadelesi, akide çizgisinden doğan ihtilaf-lardan değil, İslam'ı himaye etme-ye, müslümanların dağılıp grupla-ra bölünmesini, karışıklıklara se-bep olunmasını önlemeye yönelik-ti. Bunun içindir ki, ömrünün son günlerinde Hariciler meselesine değinerek onlarla savaşılmamasını öğütlüyordu. Çünkü onlarla olan savaşın onların inançlarından do-layı değil, onların mukaddesat ve muharremata tecavüz etmelerin-den kaynaklanıyordu. Ona göre, hakkın peşindeyken hataya dü-şenlerle mutlaka münazara edil-melidir. Çünkü onlar hakkı kabul-lenmeye, ikna olmaya, hakka eriş-meye temayüllüdürler; halbuki ba-tıl peşindeyken ona ulaşanlar artık şüphesiz, tereddütsüz sapmışlar-dır, hakla karşılaştıklarında inatla-rını ısrarla sürdürür, var güçleriyle hakka karşı durmaktan çekinmez, ciddi münazaralara yaklaşmazlar. Bunlar hile ve yanıltma yöntemine başvurur, kendi hedeflerine ulaş-mak için hakk ve batılı dikkate almaksızın gerekli fırsatları kolla-maya koyulurlar. Halbuki müslü-manlar arası ihtilaflar sözkonusu olunca bahis ve münazaranın mecra ve boyutları farklılık arze-der. İslam ve müslümanların genel maslahatını, kader belirleyici me-selelerini zedelemediği sürece ih-tilafları gidermek doğrultusunda münazara ve tartışmanın ehli olanlar seviyesinde herhangi bir sakıncası yoktur ve bazen gerek-lidir de.

İmam Ali'nin (a.s) hayatındaki bu değerli pratik yöntemi özetler-sek O Hazret müslümanların ve İslam'ın genel maslahatını her şe-yin üzerinde görüyor, kader belir-leyici hususlar ve zaman dilim-lerinde kendini ilgilendiren mese-leleri ikinci plana atıyordu. Ancak yine İslam'ın ve müslümanların maslahatı için fikri bahisler ve ihtilaflı konuları gündeme getir-mekten korkmazdı. Hilafet mese-lesindeki ihtilafta hakikatleri halka açıklamaktan, hakkın çiğnendiğini ve bu yüzden müslümanların uğ-radığı ve uğrayacağı zararları be-yan etmekten çekinmez, ancak İslam'ın maslahatını dikkate alarak birçok durumlarda tavrını açık-lamak yerine susmayı tercih eder-di. Onun vahdet konusundaki tav-rını şu sözü açık seçik bir şekilde ortaya koyar:

"Müslümanların yüce men-faatleri karşısında teslim olun."

Ümid edilir müslümanlar bu sözü kendilerine şiar edinerek, kendi görüşlerinin haklılığına inandıkları halde, İslam ve müs-lümanların menfaatlerini ön plana alır ve bu tavırlarıyla haklılığına inandıkları dosdoğru yoldan sap-mış olmayacaklarının şuuruna va-rırlar.

Ehl-i Beyt imamlarının (a.s) İs-lami vahdete verdikleri ehemmi-yeti, masum imamların dördüncü-sü Ali b. Hüseyin Zeyn-ül Abi-din'in (a.s) hayatındaki tecrübe-lerde de müşahede ediyoruz. İmam Zeyn-ül Abidin'in (a.s) ümmetin en sıkıntılı, en hassas ve facialarla dolu bir dönemde yaşa-dığı, sayısız musibetlere maruz bı-rakıldığı dikkate alındığında İsla-mi vahdet konusunda  infiale, et-kilenmeye yer vermediğini, İsla-m'ın genel maslahatlarını hiçbir durumda ikinci plana atmadığını görüyoruz. İmam Zeyn-ül Abidin hazretleri bilindiği üzere babası Hz. Hüseyin (a.s), kardeşleri ve Peygamber (s.a.a) hanedanının en seçkin simalarıyla birlikte Kerbe-la'da bulunmuş, o yürekleri parça-layan, insan vicdanı ve duygula-rını derin hüzün ve kedere boğan hadiselere, mazlumca şehadetlere bizzat şahit olmuş, Ehl-i Beyt ka-dın ve çocuklarının esaret kerva-nının şehir şehir, kasaba kasaba dolaştırılarak Şam'a götürülmesin-de onlara eşlik etmiş ve ömrü bo-yunca zalim Emevi hükumetinin aralıksız baskısına maruz kalmış olmasına rağmen İslam'ın masla-hatı sözkonusu olduğu zaman her durumda göstermiş olduğu sabır, uzak görüşlülük, maneviyat ve pratik vahdet tecrübeleri bütün zamanlar için müslümanlara ör-nek teşkil etmektedir. Varlıkları ilahi terbiyeyle yoğrulmuş masum imamların her birinin hayatı benzeri örneklerle doludur. Hal-buki normal mantıkla değerlendi-rildiğinde bu tarihde benzeri ol-mayan facianın Emevi saltanatına karşı İmam üzerinde olumsuz et-kiler bırakması, İmam'ın Eme-vilerle irtibatlı olarak ümmetin iş-lerine ilgisiz kalması düşünülebilir. Bu görüşe göre gasıp ve zalim Emevi hükümdarlarının tahakkü-mü altında bulunan müslümanla-rın gayri müslimlere karşı zafer ve yenilgileri karşısında kayıtsız kal-ması ve hatta Emevilere olan nefreti sebebiyle onların idare-sindeki her işi kökten reddetmesi, işlerin sonucuna bakmadan olum-suz tavır takınması gerekirdi. Çünkü aynı konumdaki çoğu seç-kin insanlar bile içinde bulun-dukları şartlardan etkilenerek  olumlu sonuçları da olumsuzmuş gibi yorumlarlar. Muhammedi İs-lam adına olmasa da müslümanlar tarafından müşrikler karşısında  kaydedilen zaferleri münharif çiz-ginin ilerlemesi, Emevi sultasının zaferi şeklinde algılamak ister; ay-nı savaşlarda müslümanların ye-nilgisini Emevi despotizminin za-yıflamasına bir faktör olarak gö-rürler.

Halbuki İmam Zeyn-ül Abidi-n'in (a.s) bu konuda ortaya koy-duğu pratik tavrı farklıdır. O müs-lümanların hayatında şer'i hilafeti gasbeden Emevilerin, aynı zaman-da ümmetin hareket çizgisini fiilen ellerinde bulundurduklarını, İslam adına tahakküm ettiklerini, kafir-lerin müslümanlara yönelik emel-lerine karşı durduklarını, kafirlerin planlarının ise Emevilerin müslü-man ümmete tahakkümünün meş-ru olup olmadığına bakmaksızın İslam'ın özünü ortadan kaldırma-ya yönelik olduğunu görüyor ve tavrını ona göre belirliyordu. Ni-tekim kafirler, gayri meşru hüku-mete karşı sürdürdükleri muamele ve planları meşru İslam hükume-tine karşı da sürdüreceklerdi. Her iki durumda da hedefleri Allah'ın dinine yöneliktir. Bunun içindir ki, İmam Zeyn-ül Abidin hazretle-ri o dönemde devam eden savaşı, gasıp-zalim sultanları dikkate al-maksızın İslam-küfür, müslüman-larla kafirlerin savaşı telakki edi-yor, zafer halinde olumlu sonuçla-rın ve yenilgi durumunda olumsuz sonuçların, İslam'ın bir aile, bir bütün olarak müslüman ümmetin kâr ve zarar hanesine kaydedi-leceği şeklinde algılıyordu. Çünkü o zamandaki şartlar, etkin fak-törler, olaylar ve sonuçları ger-çekçi görüşe göre böyle davran-mayı gerektiriyordu. Bu sebeple-dir ki, ülke sınırlarını koruyan as-kerleri düşündüğünde İslam top-raklarının korunmasını en önemli mesele bildiğinden onları İslam'ın askerleri, hamileri olarak görüyor, İslam'ın korunması, güçlenmesi ve yayılmasındaki rollerinden ötürü onların selameti için her fırsatta dua ederdi. İmam'ın dua ve münacatlarının derlendiği "Sahife-i Seccadiye" adlı maruf kitapta "Humat-us Süğur" (Sınır Bekçi-leri) adlı uzunca dua bunun en açık örneğidir. (1)

1- Bu duanın giriş bölümü şöy-ledir: "Allahumme salli alâ Mu-hammedin ve Âlihi (Allah'ım, salat ve selamın Muhammede ve onun pâk Ehl-i Beyt'ine olsun) Allah'ım! İzzetin hakkı için müslümanların sınırlarını kötü-lüklerden koru, kendi kuvvetin ve gücünle sınırları koruyan bekçileri kuvvetlendir, sağlam-laştır onları. Kendi bahşişinle ihsanlarını kemalleştir ve kendi kamil ihsanınla armağanlarını artır onların.

Allah'ın, salat ve selamı Mu-hammed'e ve onun pâk Ehl-i Beyt'ine olsun. Sınırları koru-yan askerlerin sayılarını artır, silahlarını takviye et ve işler-liğini artır, egemenlik sahalarını muhafaza et, hürmet ve saygın-lıklarını artır, birliklerini ye-nilgiye uğramaktan koru, bir-likleri arasında dostluk ve ir-tibatı güçlendir, işlerine düzen ve istikrar ver. Yiyecek ihtiyaç-larını tadarük ve aralıksız ulaştır onlara, silah ve muhimmat yapı-mında lütfunu, zafere ulaşma-larında yardımını esirgeme, sabırlı ve mukavim kıl onları, savaş tekniği ve çare yollarını bulup uygulamada kılavuzluk et onlara.

Allah'ım, salat ve selamın Muhammed'e ve onun pâk Ehl-i Beyt'i üzerine olsun. O sınır bekçilerini cahil oldukları şey-lerde aydınlat, bilmedikleri şey-leri onlara öğret, görmedikleri, kestiremedikleri husularında ba-siretlerini artır.

Allah'ım, salat ve selamın Muhammed'e ve onun pâk Ehl-i Beyt'i üzerine olsun."

İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) müslümanlardan böyle düşünme-lerini, kafirlerin planlarına karşı İslami vahdetin tahakkuku için fii-len hazırlıklı bulunabilmek yönün-de vicdanlarını buna hazırlamala-rını, güvenlik ve siyasal zorunlu-luk icabettiği takdirde ortak hareket gerçekleştirmelerini iste-mektedir. İslam'ın özünü, birlik ve beraberliğe verdiği önemi kavra-yan, müslümanların meseleleriyle dertlenen, bu sıkıntılar karşısında vicdanı sızlayan müslümanlar,  mezhebi tutkuları ayrıntılarla ilgili mülahazaları bir yana bıraktıkla-rında İslami vahdet ve ittihad kendiliğinden biçimlenecek, dü-şünce planındaki teferruat farklı-lıkları unutulacak, temel ihtilaflar geçici olarak İslam ve müslüman-ların genel maslahatları için arka plana atılacaktır.

İmam Ali b. Hüseyin'in (a.s) bu yaklaşımından çıkarılacak ayrı bir sonuç şu ki: Müslüman halkın fikri ve akidevi ihtilaflarına had-dinden fazla duyarlılık göstermek ve pratik hayatta gözlenen ortak hatalar üzerine parmak basmak, kimseyi istenen sonuca götürme-yecektir. Halbuki gerçekçi görüş açısından değerlendirildiğinde ümmet bütününün izzet ve haysi-yeti tehlikeye girdiğinde yaygın olarak vicdanlarda oluşacak yargı mevcut kompleksleri aradan kal-dıracak, hakim muhalefet atmos-ferini dağıtacaktır. Çünkü mesele siyasal ve güvenlikle bağlantılı ol-duğundan uyanık vicdanlar duru-mun önemini kavramakta gecik-meden düşmanın amansız akımı-nın artık ortada ihtilaf edecek ko-nu bırakmaksızın her şeyi mahve-deceği idrakine varacaktır.

Ümmeti dünyevi ve uhrevi işle-rinde, sultacıların zulmüne ve dış düşmanların komplolarına karşı aydınlatmada genellikle dua yön-temini kullanan İmam hazretleri-nin İslam sınırlarının bekçileriyle ilgili duasındaki derin mana ve mesajlardan çıkarılacak sonuçlar-dan biri de müslümanların, kafir-lerin muhtemel hücumlarına,  sa-vaşlarına hazırlıklı olabilmek için siyasal, ekonomik, askeri, akidevi ve manevi seferberlik düşüncesini aralarında güçlendirmeleri gerek-tiğidir. Bu seferberlik düşünce ve durumu, müslümanlara araların-daki vahdetin karşılarındaki asıl tehlikeye karşı güçlenmesi imkanı sağlayacağı gibi, müslümanların zayıflaması, parçalanması ve ihti-laflarının günümüzde olduğu gibi galip güçlerce tahrik edilmesiyle sonuçlanacak yenilgiden korun-muş olacaklardır. İslam dünya-sında halihazırda cereyan eden acı durum, müstekbir güçlerin müslü-maların öze dönüş hareketlerini durdurmak için radikalizm ve benzeri terimler kullanarak yıkıcı propagandalarını var güçleriyle  sürdürmeleri, gerçekte müslüman-ların güçlenmesine ve aralarında vahdet, dayanışma ve yardım-laşma oluşturmalarına ortam ha-zırlayacak inkılapçı diriliş hareket-lerini karaladıklarını gördükçe in-san Ehl-i Beyt imamlarının dör-düncüsü İmam Zeyn-ül Abidin'in (a.s) maruz kaldığı onca zulme rağmen Emevi hükümdarlarının emrinde de olsalar, İslam'ın ve müslümanların maslahatını dikka-te alarak İslam ülkesinin sınırlarını koruyan askerler için niçin dua ettiğini daha iyi anlamaktadır.