Hum Göleti’nin Dalgaları
KADİR AKARAS
Kumların üzerinden yavaşça süzülüp taşların arasından geçen hafif rüzgarın okşamasıyla, suyun yüzeyi titriyordu. Göletin kenarı, dalgaların vurmasıyla bir tazelik bulmuştu. Bazen de düşen bir yaprak, suyun hareketine kapılıyordu. Dağlar, saldıkları gölgeleriyle, tabiatın görkemini canlandırıyordu âdeta. İç içe geçmiş bol kıvrımlı dereler, çölün esrarengiz enginliğinde kayboluyordu. Ufukta küçük bir bulut parçası görünüyordu ve geniş kumsalların üzerinde kuşlar uçmaktaydı. Her yeri derin bir sessizlik almıştı. Gökyüzü de çölün sessizliğinin bir fotoğrafıydı. Varlığın terennümünden başka bir ses duyulmuyordu.
Zaman heyecanlı bir olayın beklentisi içindeydi ve tabiat, kulağa hoş gelen bir melodiye kucak açmıştı…
Hassas dakikalar geçti…
Ses dalgaları boşluğu yarıp dağların derinliklerinde çınlayıp güneş ışınlarına karışarak göletin yüzeyine vurmaktaydı…
Su titriyor ve ebediyete kadar uzanacak okşayıcı dalgalarını yükseltiyordu…
Yükselen bu dalgalar çok geçmeden göletin sınırlarını aşacak, uçsuz bucaksız çöllerin sonlarına, yüksek dağların tepelerine, derin derelerin diplerine, sessiz kırların üzerine, mavi gökyüzünün kubbesine, meleklerin mekânı göklerin perdelerine, düşünce ve ruhların derinliklerine ve insanlık tarihinin geleceğine kadar ulaşacak; derin, yaygın ve kalıcı etkisini gösterecekti…
O gün, o ıssız çölde, o kalabalık toplantıda söylenen temiz ve güzel sözler, hayat veren bir ruh gibi canlara işledi ve karanlıkları yaran bir nur gibi kalplere ışık saçtı. Sözler; eğitim ve öğretim tarihinin en parlak sözleri… İnsanlığın geleceğine önem veren, insanlık kervanı yolunu şaşırmasın diye didinen bir önderin aşk dolu kalbinden coşan sözler… Evrenin ve insanın ebedî saadetinin temellerini kendinde barındıran, vahiy semasından doğan nurlu sözler… Develerin mahfelerinden ve dağın eteklerinin sağlam taşlarından oluşan tabiî bir minberin üzerinden, çölün öğlen vaktinin berrak havasında, çölün sakinleştirici atmosferinde, düşüncelerin değişik olduğu bir ortamda, gafil beşere varlık hedefini hatırlatan, onu yaratılışın sır perdelerini aralamaya, kâinatın azameti üzerinde düşünmeye zorlayan, kentlerin sınırlı muhitinden eser olmayan, alışılmış yerleşim bölgelerinin kapı ve duvarlarından bir iz bulunmayan ve insan ruhunun âdeta beyaz bir sayfa gibi her gerçeği kabullenmeye hazır olduğu bir yerde söylenen sözler…
Sözlerin sahibi; kâinatın seçilmişi, varlığın sırrına erip sözcülüğünü yapan, eğitim ve öğretimin ağır zahmetinin heyecanında bir ömür tüketen, toplumun düşüncelerinin ıslâhı için canını ortaya koyan ve kurtuluş dininin yayılması için 23 yıl boyunca çaba sarf eden melekûtî bir önder… Şefkat dolu bir ıslâhçı… Candan aziz bir öğretmen…
Evet, Hz. Muhammed’den söz ediyorum… O aziz yol gösterici, o fedakâr eğitici, o sevgi ve erdem kaynağı önderden.
Muhatapları; yârân ve ashabı… Hac farizasını, o siyasî-içtimaî ibadeti henüz yerine getiren, haccın gurur ve bencillik duygusunu söküp atan sahnelerini yeni yaşamış olan, ibadet ve yakarışın mutluluk ve sefasını ruhlarında hisseden Müslümanlar…
İşte, sonsuza dek sürecek en kapsamlı saadet ve ahlakî tekâmül projesinin tasarlandığı böylesi hassas bir zamanda, dinin beka sırrının aşikâr olacağı ve yaratılışın nihaî neticesinin açık bir şekilde tecelli edeceği dakikalarda vahyin dili konuşuyor, pak göğsünde parlayan vahiy nuru, düşünce ve ruhların sayfalarına nakşediyor… Peygamberlerin tarih boyu çektiği zahmetleri, onun 23 yıllık çabalarıyla birlikte şimdi şu birkaç saatte özetleniyor… Beşeriyetin saadet ve hidayet programı kıyamete kadar düzenleniyor…
Öyleyse insanlığın tarihidir bu anlar; geçmişi ve geleceğidir…
Kâinatın yaratılış sebebinin tecellisidir bu nurlu dakikalar…
İnsanlığın baş öğretmeninin eli üzerinde, çölün yakıcı sıcağında, yığınla insanların ve seçkin Müslümanların huzurunda, beşer üstü bir şahıs tanıtılıyor insanlığa; tarihin seyrini değiştirecek, tevhit bayrağını sonsuza dek dalgalandıracak, âlemi baştan başa tevhit öğretilerinin nüfuzu altına alacak bir şahıs…
Yüce İslâm Peygamberi, ebedî saadet önderini o kalabalık topluluğa şu şekilde tanıttı:
“Kime ben mevlâ isem, Ali ona mevlâdır…”
Bu sözü, o çölde bulunan herkes, hatta kalabalığın en kenar noktasında bulunanlar yada izdiham ve sıcaktan dolayı çadırlarına sığınanlar bile duydular ve Ali’nin elini Resulullah’ın elinde gördüler.
Peygamber (s.a.a) bu açık ve canlı tanıtımla, eğitim ve öğretim vazifesini tamamladı, ağır ve nihaî görevini sona erdirdi… Ve dünya tarihinde hareketli bir dalga oluştu, vahyin kaynağından kaynaklanan, onun iradesiyle oluşan bir dalga… Ve adalet, eşitlik, cesaret ve iman yelkenleriyle hareket eden insanlık gemisini, zamanın engin okyanusunda, mutluluk ve saadet sahiline doğru hareket ettirdi…