Dil yırtıcıdır; serbest bırakılırsa ısırır. Nehc’ul-Belağa, 60. hikmet İmam Ali (a.s)

Kanaatin Ölçüsü

Kanaatin Ölçüsü

Soru

1. Bendenizin İslâm’da bahsedilen kanaat konusunda kafam çok karışık. Günümüzde insan yaşantısında hangi seviyede olmalı ki ona kanaatkâr densin? Geçen gün Miracu’s-Saadet adlı kitapta bu konuda (fakirlik ve kanaatin fazileti hakkında) bir şeyler okudum. Bir taraftan Allah’ın kullarına rızık veren ve herkesin bu dünyada bir kısmetinin olduğu söylenmekte -ki bunda şüphe yoktur ve netice olarak insan birikim yapmaktan sakındırılarak gelecek için üzülmemesi istenmektedir-,diğer taraftan dilencilik de kınamıştır. İnsanların ev almak, hastalık ihtimali, evlilik, çocuk sahibi olmak vs. gibi ihtiyaçları var. Eğer insanın birikimi olmazsa gelecek için hep endişe içinde olur. Örneğin, insan, ailesini muhtaç bırakarak ölürse Müslüman değildir, denilirken, öte yandan baba, çocuklarının geleceği için mal toplamasın denilmektedir. İnsan sadece günübirlik düşünür ve güvence için birikim peşinde olmazsa yaşlandığında muhtaç ve zelil olmaz mı? Fakirlik zenginlikten üstünse dualarda neden Allah’tan bol rızık istiyoruz?

2. Birisi yaşam ihtiyaçlarını en alt seviyede karşılasa ve artırdığı parayı ev almak için biriktirse ve her ay biraz infak etse acaba artırdığı paranın her yıl humsunu vermeli midir? Ama humusunu verirse asla ev sahibi olamayacaktır. Hatırlatmak gerekir ki mesken, yiyecek ve giyecek yaşamın zaruri ihtiyaçlarındandır. Müçtehitlerin ilmihallerinde şöyle yazılmaktadır: “Yıllık ihtiyaçtan fazla kalan malın humusunun verilmesi gerekir.” Oysa humus sorularına verilen cevaplar bu meseleyle farklı bir boyut kazandırmakta ve insanı, humus üzerine gelmesin diye bütün gelirini harcamaya teşvik etmekte, yani tamahlandırmaktadır.

Kısa Cevap

Değerli okuyucumuz, maddî kazanç ve geçim konularında dinî öğretilerde bir tür tezat ve ikilemin olduğu yönünde yazdıklarınıza cevaben aşağıda İslâm’ın fakirlik ve zenginlik meselesindeki görüşünü özetle ele alacağız.

1- Bildiğiniz üzere İslâm tam ve kapsamlı bir din olduğundan, yaşamın tüm yönleri için kanunlar koymuştur ve biliyoruz ki Allah Teâlâ, insana akıl, gazap ve şehvet kuvvetleri vermiştir. İnsanın bu kuvvetlerle tekâmül yolunda ilerlemesi için elçilerinin vasıtasıyla yaşam programı ve direktifler göndermiştir. İnsan aklıyla ve peygamberlerin yardımıyla saadetli bir yaşama ulaşabilir.

2- Yine biliyoruz ki, insanı çalışıp çabalamaya iten şey onun şehvet kuvvetidir. Kendisi ve içinde bulunduğu topluma maddî ve manevî yönden faydalı olabilmesi için çalışması gerekir. Bu dünyada yaşayabilmek için çalışmaktan başka yol yoktur. Kim çalışırsa doğal olarak çalışmasının karşılığını alacak ve bir ölçüye kadar rahat bir yaşama kavuşacaktır.

3- İnsanın bu çalışmasında tamahkâr ve açgözlü olmaması için ölçülü olmayı ilke edinmelidir. Ölçülü olmak, din öğretilerinde ve aklî olarak beğenilmiş bir özelliktir. Neticesi tuğyan ve azgınlık olan[1] açgözlülüğe ve tamaha yönelen kimse, nefsanî isteklerinin karşısında durulabilirse ölçülü olabilir. Ölçülü olmak ne gelecekten endişe duymaya neden olan fakirliktir ne de Allah’tan gafil olup tekâmül yolundan çıkmaya neden olan tamah ve aşırı istektir.

4- Yerine getirmemiz için bize tavsiye edilen kanaat, dinî ölçülere göre standart bir yaşamla yetinilen, lüksten uzak durulması ve mevcut durumdan şikâyet edilmemesi gereken bir halettir.

5- ‘Herkesin bu dünyada bir kısmeti var’ sözü doğrudur. Bunun manası gücü ölçüsünde ve İslâmî çerçevede helâl rızık kazanmak, Allah’ın rızık veren olduğuna tevekkül etmek ve O’na karşı ümitli olmak, aşırı derecede servet toplamaktan sakınmak demektir. İşte kanaat burada mana kazanıyor. Yani insan, doğru ve meşru yollarla çabasını gösterirse, artık gelecekteki ihtiyaçlarına dair endişe duymayacaktır. Zira insan çalışmakla yükümlüdür. Rızık ve bereket Allah’tandır. Bu açıdan dünyaya ve yaşama bakanlar ne fakirlikten korkarlar ne de tamah ve mal toplama endişesi duyarlar. Çünkü tıpkı kural ve kaidelere göre hareket eden kimse eğer fakir olsa, o fakirlik iftihardır ve din büyükleri onu övmüşlerdir.[2] Zenginde olsa o zaman bu kendisi için fitne olmadığı gibi yaşamının ziyneti de olur.[3]

6- Dolayısıyla fakirlik ve zenginlik, yücelme ve ilerleme veya sapma ve çökmeye neden olabilecek ilahî imtihanlardandır. Şunu da unutmamak gerekir ki fakir kimsenin toplumda sorumluluğu daha az olduğu gibi kıyamette de hesabı daha kolay olacaktır. Çünkü dünya malı hakkında ‘Helalinde hesap, haramında azap vardır.’ diye buyrulmuştur.[4]

7- Çocuklara miras bırakmak, sadaka ve borç vermek vs.de bu çerçeveye girmektedir. Birikim yapmak kınanmış olsa zayıflara, fakirlere yardım etmenin manası olmaz. Miras da böyledir. Ancak hac, infak vb. gibi diğer dinî görevleri yerine getirmek konusunda ihmalkâr olmamak gerekir. Buna göre kınanan şey aşırı derecede servet toplamaktır.[5] Yoksa gelirinin bir kısmını kendisi ve çocukları için biriktirmek kınanmamıştır.

8- Humus konusunda ise bütün fakihlerin görüşü aynı değildir. Bu yüzden mesken ve normal ihtiyaçlarda humusun farz olmadığı görüşünde olan müçtehitlere uyabilirsiniz.

–—


[1]     “Hayır; şüphesiz insan azar, kendini yeterli gördüğünde.” Alak, 6 ve 7.

[2]     Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Fakirlik iftiharımdır ve ben onunla iftihar ediyorum.” Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 69, s. 30, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, kameri 1409.

[3]     “Mal ve oğullar, dünya yaşayışının ziynetidir. Rabbinin katında ebedi olarak kalan hayır ve hasenatsa hem mükâfat bakımından daha hayırlıdır, hem sonucu bakımından daha hayırlı.” Kehf, 46.

[4]     Muhaddis Nuri, Müstedreku’l-Vesail, c. 12, s. 51, Müessese-i Alu’l-Beyt, Kum, kameri 1408.

[5]     “İnsanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden, mal toplayan ve onu durmadan sayanların vay hâline! Malının onu gerçekten de ebedileştireceğini sanır.” Hümeze, 1 ila 3.