Her kim kardeşinin bir günahını bilir ve onu gizlerse, Allah da kıyamet günü onun günahlarını örter. et-Terğib ve’t-Terhib, 3/239/7 Hz. Muhammed (s.a.a)

Peygamberlerin Masumiyeti ile Kur’ân Âyetlerinin Çelişmesi

Peygamberlerin Masumiyeti ile Kur’ân Âyetlerinin Çelişmesi

Soru

Bazı Kur’ân âyetleri, peygamberlerin masumluğuyla çelişiyor mu?

Kısa Cevap

Yukarıdaki soruya şöyle cevap verilebilir:

1. “İsmet” masum olan bir şahısta ruhla özleşmiş ve onu günah, unutkanlık, kötü işler ve hata yapmaktan engelleyen ve koruyan bir sıfattır. Bununla beraber masum olan şahıs mecbur kılınarak iradesi elinden alınmamaktadır.

2. Peygamberlerin masum olmalarının sırrı, Allah’a olan aşk, inanç, kâmil bir iman ve onun azametini, celal ve cemal sıfatlarını bütün vücutlarıyla hissetmeleridir. Buna ilave olarak, Allah da onları şeytanın şerrinden ve nefsanî isteklerden korunmaları için desteklemekte ve muhafaza etmektedir.

3. Peygamberlerin masum olmalarının gerekliliğine dair birçok akli delil vardır ve onlardan birisi de “peygamber göndermedeki hedefinin gerçekleşmesi” dir.

4. Eğer Kur’ân âyetleri akli delillerle çelişirse, âyetler üzerinde dikkatlice düşünülerek doğru manaları bulunmalı ve ilk başta göze çarpan zâhirî manaları alınmamalıdır.

5. İsmet kelimesi zikredilmese de peygamberlerin masum olmalarının gerekliliğine dair birçok âyetler vardır.

– Kur’ân’da peygamberleri ihlâsa erdirilmiş (muhles) kullar olarak tanıtan âyetler vardır. Örneğin; Sad Sûresinin 45’ten 48’e kadar olan âyetleri. İhlâsa erdirilmiş kul, şeytanın saptırmasından uzak olan kimsedir.

– Kur’ân’da peygamberlerin ilahî hidayete sahip olduklarını gösteren birçok âyetler vardır. Örneğin; En’am Sûresinin 84’den 90’a kadar olan âyetleri. İlahi hidayete sahip olan bir kimsede ise sapıklığın ve sürçmenin olması anlamsızdır.

– Allah Teâlâ, birçok âyetler insanlara, peygamberlere kayıtsız ve şartsız bir şekilde itaat etmelerini emretmektedir. Örneğin; Âl-i İmran Sûresinin 31 ve 32’inci âyetleri; Nisa Sûresinin 80’inci âyeti; Nur Sûresinin 52’inci âyeti. Açıktır ki Allah’ın emri ile bir şahsa kayıtsız ve şartsız olarak itaat etmek, o şahsın masum olduğunun delilidir.

– Cin Sûresinin 36, 37 ve 38’inci âyetleri, Allah’ın peygamberleri her yönden koruduğuna işaret etmektedir.

– Tathir âyeti (Ahzab Sûresi, 32), Hz. Peygamber’in (s.a.a) masum olduğuna dair açık bir delildir.

6. Günahın gerçekleştiğine işaret etmeyen şart kipi türünden bazı ifadelerin veya gerçek muhatabın peygamberler değil de müminlerin geneli olan âyetlerin masumluk makamıyla çelişmediği açıktır.

7. Hz. Âdem’in (a.s) günah işlediğine dair söylenen birçok şüpheler hakkında şöyle denebilir:

– Ayetlerdeki nehiy, teşriî değil irşadî nehiydir.

– Eğer nehiy, teşriî olsa dahi o işin haram olduğunu değil sadece günah olmayan ve terk-i evla sayılan bir iş olduğunu gösterir.

– Hz. Âdem’in içinde bulunduğu âlem (cennet), mükellefiyet âlemi değildi ve dolayısıyla mükellefiyet âlemi olmayan yerde de hiçbir şey günah sayılmamaktadır.

8. Allah’ın bazı durumlarda peygamberlerine sert hitapta bulunmasının sebebi, onların da şehvet, gazap ve nefsanî güçlere sahip olan birer insan oldukları ve bir an dahi kendi hallerine bırakıldıklarında helak olacaklarından dolayı ilahî irşat ve yol göstermeye ihtiyaçları olmasındandır.

Ayrıntılı Cevap

Yukarıda zikredilen sorunun cevabını vermek için öncelikle “ismet” (masum olmak) kelimesinin anlamını araştırmamız gerekir.

Allame Tabatabâî şöyle diyor: “İsmet kelimesinden maksat, masum olan bir şahısta onu hata ve günah gibi caiz olmayan işlere bulaşmaktan engelleyen bir ruh halinin varlığıdır.”[1]

Şia’nın büyük kelamcılarından olan Fazıl Mikdad daha kâmil bir tanım sunmaktadır: “İsmet, Allah’ın mükemmel olan bir kula verdiği lütuftur; o bu lütuf sayesinde günaha kadir olmasına rağmen onu yapmaya hiçbir istek duymaz. Bu lütuf, mükellefin günaha düşmesini engelleyen bir melekenin (ruh halinin) oluşmasıyla kazanılmaktadır. Bununla beraber o itaat etmenin sevabını ve günahın sonucunu bilmekte ve iyi olan bir şeyi terk etmek veya bir işi unutmanın sonucundan korkmaktadır.”[2]

Şu noktaya da dikkat edilmelidir; “ismet” hiçbir zaman masum olan şahsı itaat etmeye ya da günahı terk etmeye mecbur kılmamakta ve masum olan şahsın günah işlemeye olan güç ve özgürlüğü elinden alınmamaktadır. Onun kâmil imanı, ilmi ve çok yüksek derecedeki takvası yani kısacası Allah’ın azametini hissetmesi ve O’nun cemal ve kemaline olan teveccühü, günahlara düşmesini veya Allah’a itaatsizlik etmesini engellemektedir. Peygamberler ve Pak İmamlar (a.s) hususunda bunlara ilave olarak onların birtakım ilahî muhafazalarla korundukları ve Allah’ın onları ruhu’l-kudüs, ruhu’l-iman, ruhu’l-kuvve, ruhu’l-şehve ve ruhu’l-müderric ile koruduğu, engellediği ve desteklediğini ifade eden rivayetler de vardır.

Peygamberlerin Masum Olmalarının Delili

Kur’ân ayetlerinin zahirine bakmadan önce, akıl ile vahiy arasında hiçbir çelişkinin olmadığına dikkat etmek gerekmektedir. Bu yüzden âyetleri aklın kesin hükümleriyle çelişmeyecek bir şekilde anlamlandırılması gerekmektedir.

Peygamberlerin masum olduklarına dair bir akli delil sunmakla yetineceğiz: Muhakkik-i Tusî (r.a) kısa ve öz bir şekilde şöyle söylemektedir: “Masumluk peygamberlere güvenin sağlanması ve bu şekilde de peygamberlik amacının gerçekleşmesi için gereklidir.”

Buna göre peygamberlere güvenin sağlanmasının gerekliliği onların masum olmalarının delilidir.

Bazı araştırmacılar peygamberlerin masum olduklarını şöyle açıklamaktadırlar:

“Allah’ın varlığının bütün cemal ve celal sıfatlarıyla sabit olması, vahyin mümkünlüğü ve peygamberliğin de olması gerektiği ispatlandıktan sonra aklın hükmettiği başka bir konu da peygamberlerin, vahyin alınması ve duyurulmasında masum olmalarının gerekliliğidir. Kulların hidayeti için peygamber gönderen Allah, vahyin alınması ve duyurulmasında her türlü hata ve unutkanlıklardan -tabiî ki günahlardan da- masum olan peygamberler göndermelidir. Çünkü eğer gönderilen peygamber masum olmazsa yaratılışın hedefinde yeri olan peygamberlik ve kitap indirme ilkelerinin hikmetiyle uyumlu olmaz. Peygamberler göndermenin hikmeti, insanların hidayet edilmesidir. Bu da insanlara yol göstermek için Allah’tan haber getirenlerin, vahyin alınması ve duyurulmasında hata, yanlışlık ve unutkanlıktan masum olmalarıyla gerçekleşir.

Bu kural, Allah’ın sosuz ilim ve kudrete sahip oluşu, yaratılışın ve teşriin hikmete dayalı olduğu ve Allah’ın her türlü kötülük, zulüm ve boş şeylerden uzak olduğu gibi şüphe taşımayan ilke ve temellerden kaynaklanmaktadır. Eğer bir peygamber vahyin alınması ve ulaştırılmasında hata yaparsa, ilahî tedbirle gerçekleşen bir işte cehalet, acizlik ve yetersizliğinin bir göstergesi olur. Eğer peygamberlerin masum olması şartı olmasa, onlar hidayet etmede bilerek veya bilmeyerek hata ederler ya da en azından insanlar, onların peygamberliğinin ve getirdikleri hükümlerin gerçek ve Allah katından olduğu hususunda gerekli olan güveni duymazlar. Birinci durumda insanların sapıklığa ve cehalete yönlendirilmeleri ve ikinci durumda da peygamberliğin etkisiz ve boş bir şey olması gerekir ve Allah bunların her ikisinden de uzaktır.”

Şimdiye kadar ‘ismet’in anlamı hakkında bahsedilip peygamberlerde bu ismet melekesinin ve vasfının olmasının gerekliliğine yönelik bazı akli deliller incelenerek onların masum olmalarının sırrı açıklığa kavuşturuldu.

Konunun devamında bazı Kur’ân ayetlerini iki bölüm şeklinde inceleyeceğiz: Birinci bölüm: Peygamberlerin masum olduklarını anlatan âyetler. İkinci bölüm: Zahirde peygamberlerin masum olmalarıyla çelişen ayetlerdir. Bu şekilde sorunun cevabı da açıklığa kavuşacaktır.

Birinci Bölüm

Peygamberlerin masumluğuna işaret eden âyetler:

Kur’ân-ı Kerim’de, ismet denilen bir vasfın peygamberlerde olduğuna dair birçok ayet vardır. İsmet kelimesi, âyetlerde geçmese de anlamının, içeriğinin ve getirilerinin peygamberlerde olduğunu bildiren âyetler vardır. Bu âyetler birkaç kısımda incelenebilir;

Birinci kısım: Peygamberleri ihlâsa erdirilmiş (muhles) kullar olarak sıfatlandıran âyetler.

İhlâsa erdirilmiş kullar, şeytanın sapıklığa uğratmasından uzak olan kimselerdir ve bunun sonucunda da onların masum olmaları gerekmektedir. Sad Sûresinde şöyle buyrulmaktadır:

“Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub’u da an. Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir. İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.”[3]

Bu âyetlerde ihlâsa erdirilmiş ve seçilmiş olan bir gurup peygamberlerin isimleri örnek olarak zikredilmektedir. İhlâsa erdirilmiş olanlar, şeytanın vesveselerinden uzakta olan kimselerdir. Kur’ân-ı Kerim bunu şeytanın şu sözüyle anlatmaktadır:

“İblis, ‘Senin mutlak kudretine andolsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, hepsini mutlaka azdıracağım’ dedi.”[4]

“Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.”[5]

İkinci kısım: Peygamberlerde ilahî hidayetin olduğunu açıklayan âyetler. Örneğin:

“Biz O’na (İbrahim’e) İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh’u ve onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriya, Yahya, İsa ve İlyas’ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de iyilerden idi. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarına da (üstün meziyetler verdik). Onları seçkin kıldık ve doğru yola ilettik. İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur’ân) âlemler için ancak bir öğüttür.”[6]

Bu âyetler, peygamberlerin ilahî hidayete mazhar olduklarını ispatlamaktadır. Diğer bir âyette ise şöyle buyrulmaktadır:

“Allah kime de hidayet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir?”[7]

İlahi hidayete mazhar olan bir kimse, hiçbir zaman sapıklığa düşmez. Sonuç olarak günah da bir çeşit sapıklık olduğundan dolayı ilahî peygamberlerin masum oldukları neticesi ortaya çıkmaktadır.

Yukarıdaki âyetlerde peygamberlerin seçilmiş kullar olduklarının bildirilmesi onların masum olduklarını ispatlayan başka bir delildir; çünkü onların diğer insanları hidayet etmek için seçilmiş olmalarından dolayı mutlaka kendilerinin hidayete ermiş ve masum olmaları gerekmektedir.

Buna ilave olarak; son zikrettiğimiz âyette Allah, Peygamber’e (s.a.a) önceki peygamberlere uymasını emretmektedir. Açıktır ki son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a) o yücelik, değer ve makamıyla diğer peygamberlere uyması, onların masumluğuna işaret etmektedir; çünkü kayıtsız ve şartsız bir şekilde masum olmayan birine uymak, çoğu zaman günaha düşmeye sebep olur.

Üçüncü kısım: Müslümanları Peygamber’e (s.a.a) itaat etmeye ve ona uymaya emreden âyetler. Örneğin:

“(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”[8]

“Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”[9]

Kayıtsız ve şartsız bir şekilde Peygamber’e (s.a.a) itaat etmeyi emreden birçok ayet daha vardır. Birisine kayıtsız ve şartsız bir şekilde itaat etmenin farz olması, o kişinin masum ve her türlü sapıklıktan da uzak olduğunun göstergesidir. Çünkü eğer böyle olmazsa, bu emir başkalarının sapıklığa düşmelerine sebep olur.

Bu üç kısmın dışında da, vahyin tebliğ edilmesinde peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed’in (s.a.a) masumluğuna işaret eden âyetler vardır.

“O, bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarını kimseye açmaz; ancak (bildirmeyi) dilediği peygamberler bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.”[10]

“Ey Ehl-i Beyt! Allah sadece sizden her türlü günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[11]

Bu âyetlerde Allah’ın irade etmesi, teşriî irade değil tekvinî iradedir ve Allah’ın iradesinin de gerçekleşmemesi düşünülemez. Sonuç olarak Allah’ın kesin iradesi, Ehl-i Beyt’in her türlü pislik, kötülük ve günahtan temiz olmasına yöneliktir ve bu da bizim söylemek istediğimiz ismet makamıdır.

Şimdilik Ehl-i Beyt’in kimler olduğu konumuzun dışındadır; ama Hz. Muhammed’in (s.a.a) de onların arasında olduğu kesindir. Bizim amacımız da bu ayetlerle sadece peygamberlerin masum olduklarını ispatlamaktır. Sonuç olarak bu ayet mutlaka Hz. Muhammed’in (s.a.a) her türlü günah ve pislikten masum olduğuna işaret etmektedir. Peygamberlerin hepsi de bu yönden aynı özelliği paylaştıklarına göre, bu sayede bütün peygamberlerin masumluğu ispatlanmaktadır. Çünkü peygamberlerin masumluğu konusunda bazı peygamberlerde, örneğin Hz. Muhammed’de (s.a.a) masumluğun olduğu ve diğer peygamberlerde olmadığını söyleyen bir görüş yoktur. Sonuç olarak eğer biz Hz. Muhammed’in (s.a.a) masum olduğunu ispatlarsak, diğer peygamberlerin de masum olduğunu ispatlamış oluruz.

İkinci Bölüm:

Zahirde peygamberlerin masum olmalarıyla çelişen âyetler:

Kur’ân-ı Kerim’de, zahirde peygamberlerin masumluğuyla uyuşmayan bazı âyetler de vardır. Ama peygamberlerin masumluğu, akli delillerle ispatlandığından dolayı, bu akli delillerle görünürde çelişen âyetler, o delillerle uyum sağlayacak şekilde anlaşılmalı ve tefsir edilmelidir bu yüzden de söz konusu âyetlerin gerçek manalarının anlaşılması için dikkat edilmelidir. Bütün âyetlerin araştırılması geniş bir tefsir çalışmasını gerektirdiğinden biz sadece sorulan soruya cevap teşkil edecek derecede bu âyetlerin bazılarını inceleyeceğiz:

1- “(Resulüm!) Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur: Andolsun Allah’a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun! Hayır! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”[12]

Yukarıdaki ayetle ilgili olarak şöyle bir şüphe akla gelebilir: Peygamberlerin müşrik olma ve şirke düşme ihtimali mümkündür; çünkü eğer böyle olmasaydı bu ayet onlara korunmalarını emretmezdi.

Cevap: Peygamberler müşrik olma gücü ve özgürlüğüne sahiptirler; çünkü biz masumluğu, şirk ve günaha karşı irade ve gücün elden alınması olarak tanımlamadık. Ama buna rağmen onlar, hiçbir zaman müşrik olmazlar; çünkü onların marifet derecelerinin o yüce düzey ve sürekli olarak vahiy kaynağıyla irtibatta olmaları, bir an dahi zihinlerine şirk düşüncesinin gelmesini engeller.

Başka bir ifadeyle, yukarıdaki ayet şart kipidir; şart kipinde sonucun olması şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre böyle bir cümle eylemin gerçekleştiğine işaret etmez.

Buna göre bu âyetin anlatmak istediği, şirk koşmanın ne derce büyük bir günah olduğunu bildirmek ve hiç kimseden hatta peygamberlerden dahi şirkin kabul edilmeyeceğidir. Gerçekte bu tabirle diğer müminlerin görevleri açıklanmaktadır. Aynı Arapça ve Türkçedeki şu deyimler gibi: “Sana söylüyorum, komşu duysun diye.” ve “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla.”

İmam Rıza (a.s) da şöyle buyurmaktadır:

“Bu şekilde olan âyetlerde, hitap Peygamber’e (s.a.a) olsa da muhatap aslında ümmettir.”

Yukarıdaki ayete benzer başka bir ayet daha vardır:

“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Allah’ın hidayeti, gerçek hidayettir. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”[13]

Bu ayetle ilgili olarak da şöyle denebilir: Acaba Peygamber’in (s.a.a) ismet makamına sahip olmasına rağmen Yahudilerin nefsanî isteklerine uyması düşünülebilir mi?

Bu sorunun da cevabı şöyledir: Öncelikle, yukarıdaki ayetteki ifade şart kipidir ve şart kipi de eylemin gerçekleşmesine işaret etmez.

İkinci olarak da, peygamberlerin masum olmaları, günah işlemelerini muhal kılmamaktadır.

Üçüncü olarak, bu hitabın bütün insanlara yönelik olması da mümkündür.

2- “(Ey Muhammed!) biz, senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşeri arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Allah şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kendilerine ilim verilenler, onun (Kur’ân’ın) hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yönlendirir.”[14]

Peygamberlerin masum olduğuna inanmayanlar tutundukları dayanaklardan biri de işte bu yukarıda ki ayettir.

Oryantalistler de bu ayetlere istinaden, peygamberlerin isteklerinde şeytanın vesveselerinin olması, sanki şeytanın, vahiy alınırken etkide bulunduğu veya toplumların hidayet olmalarını imkânsız göstererek peygamberlerin iradelerini, hidayet etmede zayıflattığı anlamında almışlar ve bu sayede de vahyin alınması ve duyurulmasında peygamberlerin masumluğunu inkâr ederek vahyin doğruluğu konusunda şüphe olduğunu göstermek istemişlerdir.

Ama kesinlikle yukarıdaki âyetler bu anlamda değildir; çünkü Allah açık bir şekilde şeytanın vesveselerinin peygamberlerden ve hatta değerli kullarından bile uzak olduğunu söylemektedir. Buna göre yukarıdaki âyetlerin anlamı şu şekilde olur:

Her dönemde insan ve cinlerden olan şeytanlar, ilahî âyetleri insanlara duyurarak onları hidayet etmek için gönderilen peygamberlerin tebliğlerini etkisiz hale getirmeğe çalışırlar ve bunu yapmak için bazı sapık konuları sunarak insanları saptırmaya çalışırlar. Nitekim bir âyette şöyle denmektedir:

“(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.”[15]

Bu âyetlerde açıkça ifade edildiği üzere Allah şeytanın çabalarını etkisiz duruma getirerek onların insanları saptırmak için ortaya koydukları planlarını etkisiz kılmakta ve peygamberler ile müminlere yardım ederek üstün gelmelerini sağlamaktadır.

3- Hz. Âdemle ilgili zikredilen âyetler.

Birinci örnek:

“Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik. Derken, Âdem (vahiy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.”[16]

İkinci örnek:

“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”[17]

Üçüncü örnek:

“Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı. Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.” “Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.” “Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.” Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi. Allah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker.”[18]

Bu âyetlerin zâhirî Hz. Âdem’in şeytan tarafından kandırıldığını ve günah işlediğini ortaya koymaktadır.

Bu şüpheye birkaç şekilde cevap verilebilir;

a) Bu ayetlerdeki nehiy, haramı bildiren teşriî nehiy değil irşadî (yol gösteren) nehiydir. Bunun delili ise söz konusu nehiylerdeki dil ve üslubun, yapılacak eylemin sonucunu şefkatlice nasihat türü bildiren bir dil ve üslup oluşudur. Bundan dolayı denir ki irşadî (yol gösteren) emre veya irşadî nehye uymamak masumluğa bir zarar vermez.

b) Eğer bu ayetlerdeki emir ve nehiyler, teşriî anlamda bir nehiy olarak alınsa dahi yine de kesin bir hükmü bildiren ve yapılması zorunlu bir nehiy değildir. Bu tür nehiylere uymamak terk-i evla (en iyi olanı terk etme) olarak tabir edilmektedir. Böyle bir işi de yapmak mutlak günah değil, göreceli bir günah olarak adlandırılır. Yani böyle bir şahsın bu şekilde bir şey yapması ondan beklenilmez. Nitekim “Dürüst ve dindar insanların yaptıkları iyilikler, Allah katında yüce makama sahip kimseler için günah sayılır.” denilmiştir.

c) Mükellef bir insanın günah işlemesi, ismet makamıyla uyuşmamaktadır. Ama Hz. Âdem şeriatın, mükellefiyetin ve tebliğin olmadığı bir zaman ve mekânda bulunmaktaydı. İlahî hükümler, Hz. Âdem yeryüzüne inip yerleştikten sonra şeriatların ve kitapların gelmesiyle başlamıştır ve şeriat gelmeden önce yapılanlar da ismet makamına zarar vermez.

Buna ilave olarak, ayetlerden, ona peygamberliğin tövbe etmeden önce değil, sonra verildiği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı peygamberlerin ilk yaratılıştan değil de peygamberlik makamına geldikten sonra hata ve günahtan uzak olduklarına inanan birisine göre ismet makamına hiçbir zarar gelmemektedir.

4- Diğer peygamberler hakkında olan âyetler:

Bu ayetlerden sanki bazı peygamberlerin hata veya günah işledikleri ya da kendi hatalarını itiraf ettikleri anlaşılmaktadır ve bu da masum olmalarıyla çelişmektedir. Bu âyetler Hz. Nuh (a.s), Hz. İbrahim (a.s), Hz. Yusuf (a.s), Hz. Musa (a.s), Hz. Davud (a.s), Hz. Süleyman (a.s), Hz. Eyyub (a.s) ve Hz. Yunus (a.s) hakkındadır.

Bunların incelenmesi çok vakit alacağından dolayı bu ayetlere burada değinmiyoruz; araştırmak isteyenler tefsir kitaplarına müracaat edebilirler.

5- Peygamberlerin masum olduğuna inanmayanların, son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a) masum olduğunu çürütmek için öne sürdükleri âyetler:

“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.”[19]

Âyetlerin zâhirî, Peygamber’in (s.a.a) geçmişte günah işlediğine ve gelecekte de işleyeceğine, Allah’ın da Hudeybiye sulhu ve Mekke’nin fethinden dolayı o günahları bağışlayacağına işaret etmektedir.

Cevap

-Âyette geçen “zenb” ve “gufran” kelimeleri sözlük anlamlarında kullanılmışlardır.

Zenb’in sözlük anlamı; yapılan işlerin kötü sonuçlarıdır.

Gufran’ın sözlük anlamı; örtmek ve gizlemektir.

Sonuç olarak ayet şu anlama gelmektedir: Biz sana bir fetih verdik ki onun sayesinde yaptığın ve yapacağın peygamberlik işlerinin sonuçları belli olmasın.

Açıklama: Mekke müşriklerinin, hicretten önce ve sonra, zihinlerinde İslâm ve Peygamber’in (s.a.a) şahsiyeti hakkındaki doğru olmayan düşünceleri sonradan gelen zaferler sayesinde ortadan kalkmıştır. Müşriklerin hayatını darmadağın eden Peygamber’in (s.a.a) İslâm’a olan davetinin sonuçları, kazanılan zaferler sayesinde yavaş yavaş unutulmuştur.

Bu âyette zenb ve gufran kelimeleri, terim anlamlarında kullanılmadığından dolayı ismet makamıyla hiçbir çelişkisi yoktur.

-Eğer zenb ve gufran kelimelerinin terim anlamlarında kıllanıldıklarını farz etsek dahi, ilahî kanunun tersine değil de müşriklerin kanunlarının tersine yapılan ve onların gözünde günah sayılan işler kastedilmiştir. Bu yüzden bu ayet ismet makamıyla çelişmemektedir.

Yukarıdaki âyetin bir benzeri de Tevbe Sûresinin 43. ayetidir:

“Allah seni affetsin doğru söyleyenler sana belli olmadan ve yalancıları bilmeden niçin onlara izin verdin?”

Bazıları Allah’ın affetmesi ve bağışlamasını Peygamber’in günah işlediğine delil getirerek onun masum olmadığını zannetmişlerdir.

Bunun cevabı şöyledir: “Afallahu anke” inşa irade edilen bir haber cümlesidir. Gerçekte bu cümle Peygamber’e dua ve saygıyı ifade eden bir cümledir. Aynı “eyyedekellah” (Allah seni desteklesin) ve “rahimekellah” (Allah sana rahmet etsin) cümleleri gibi. Kısacası ismet makamıyla hiçbir çelişkisi yoktur. Allame Tabatabâî’nin (r.a) tabirine göre, karşıt görüşte olanların ayetten çıkardıkları mana, gerçekte Allah’ın kelamıyla yapılan bir oyundur ve onların âyetleri doğru anlamadıklarını veya Kur’ân’ın elifbasını dahi bilmediklerini göstermektedir.

Zahirde Peygamber’in (s.a.a) masum olmasıyla çeliştiği zannedilen diğer âyetler hakkında ayrı bir başlık açmıyor ve sunulan konuları yeterli buluyoruz.

Acaba Kur’ân’da neden böyle âyetler vardır? Allah Teâlâ neden peygamberlerine bu şekilde hitap etmektedir?

Bunun cevabı kısaca şöyledir:

Peygamberler de bütün o yücelik, değer ve ismet makamına rağmen diğer insanlar gibi şehvet, gazap, içgüdü ve nefsanî isteklere sahiptirler ve ilahî irşat ve yol göstermeye ihtiyaçları vardır. Eğer bir an dahi kendi hallerine bırakılacak olurlarsa helak olurlar. Toplumun önderliğini üstlenmiş böyle önemli şahsiyetlerin peygamberlik işinde bir an dahi gaflette veya zayıflık ve gevşeklikte bulunmaları, büyük bir günah sayılır. Onlar hakkında böylesine ağır tabirler kullanılması sanki onların sürekli ilahî bağış ve lütfe ihtiyaçlarının olduğunu göstermektedir.

Sonuç:

-Akli ve nakli deliller olduğundan dolayı, peygamberlerin masum olmalarıyla çelişen âyetleri zâhirî manalarıyla açıklamamak gerekir.

– Zikredilen âyetler doğru mana edilse, peygamberlerin masum olmalarıyla çelişmez.

– Peygamberlerin masum olduklarına ve olmaları gerektiğine işaret eden birçok âyetler vardır.

–—


[1]     Allame Tabatabaî, el-MizanTefsiri, c. 2 s. 134.

[2]     Fazıl Mikdad, İrşadu’t-Talibin, s. 310.

[3]     Sad, 45 ila 48.

[4]     Sad, 82 ve 83.

[5]     Hicr, 40.

[6]     Enam: 84 ila 90.

[7]     Zümer, 37.

[8]     Âl-i İmran, 31 ve 32.

[9]     Nisa, 80.

[10]    Cin, 26 ila 28.

[11]    Ahzap, 33.

[12]    Zümer, 65 ve 66.

[13]    Bakara, 120.

[14]    Hac, 52 ila 54.

[15]    Nisa, 120.

[16]    Bakara, 35 ila 37.

[17]    Araf, 19 ila 24.

[18]    Taha, 115 ila 123.

[19]    Fetih, 1 ve 2.