Şeytanların Taşlanmasının Anlamı
Soru
Kur’an-ı Kerim yıldızların yaratılma sebebini belirterek bilgilerimizi artırmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.” (Mülk Sûresi, 5). “Biz, en yakın göğü ziynetlerle, yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar.” (Saffat Sûresi, 6-8). Allah, roketler gibi şeytanlara karşı kullanılması için kandilleri yaratmıştır. Şeytanların taşlanmasının anlamı nedir?
Kısa Cevap
Yüce Allah Kur’an’da hem mülk ve hem de melekût eksenli konuşmuştur. Çünkü mülk ve melekût ancak insan söz konusu olduğunda ayrı anlamlar kazanmaktadır. Aksi takdirde Allah için mülk ve melekût birdir ve bu ikisinin O’nun katında hiç bir farklılığı yoktur. Bu yüzden es-sema (gök) kelimesi Kur’an’da bazen melekût âlemi ve meleklerin makamı olarak, bazen de dünya göğü (bize yakın, maddî ve yıldızlarla dolu olan gök) olarak kullanılmıştır. Örnek olarak zikrettiğiniz âyetlerin bir kısmı şeytanların kovulmasını ve de hakkın ve vahyin korunmasını beyan eden mecazî ifadelerdir. Bu âyetlerde gök maddî anlamda değildir, bilakis (maddî olmayan) meleklerin bulunduğu ve şeytanların ulaşıp yaratılış sırlarını ve gelecekteki olayları anlamak istediği bir makamdır. Melekler de melekûttaki şeytanların tahammül edemeyeceği bir nurla onları oradan uzaklaştırmaktadır. Ama diğer âyetlerde ise gökten maksat dünyadır. Bu ikisi hiçbir şekilde birbiriyle çelişmemektedir ve Kur’an âyetlerinde hiçbir kusur yoktur.
Ayrıntılı Cevap
Kur’an’da değişik âyetlerde gök küreleri, şahaplar ve şeytanlardan söz edilmiştir. Örneğin Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık (şahap) kovalar.”[1]
Bu âyetlerin içeriğinin aynısı Saffât ve Cin Sûrelerinde de zikredilmiştir. Soru şudur: Şeytanlar şahaplar vesilesiyle gökten nasıl kovulmaktadır?
“Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık (şahap) kovalar” âyeti müfessirlerin üzerinde çok konuştuğu âyetlerden biridir. Herkes özel bir yol takip etmiş ve belirli bir yorum yapmıştır.[2] Biz burada bu âyetlerin manasının aydınlığa kavuşması için değerli el-Mizan tefsirinde yer alan konulara işaret ediyoruz. Allâme Tabatabâî şöyle demektedir:
“Şeytanların kulak hırsızlığı ve onların şahaplar ile kovulması hakkında müfessirlerin yaptıkları açıklamalar, yerkürenin göklerini eksen alan âyet ve rivayetlerin zahirinden akla gelenlere göredir. Bunlara göre orada meleklerden oluşan guruplar mevcuttur, bu göklerin her birinin sadece kendisinden girilen bir kapısı vardır, meleklerden bazılarının elinde şahap bulunmakta ve kulak hırsızlığı yapan şeytanları vurmak ve kovmak için beklemektedir! Oysa bugün bu gibi teorilerin temelsiz olduğu ortaya çıkmıştır. Ne böyle gökler, ne bu kapılar, ne de benzeri şeyler mevcuttur. Burada bir ihtimal söylenecek şey şudur: İlahi kelamdaki bu gibi açıklamalar, duyusal olmayan hakikatlerin aydınlanması için duyusal bir kalıp kullanılmasıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“İşte bu temsilleri biz insanlar için getiriyoruz. Onları ancak bilginler düşünüp anlarlar.”[3]
Bu gibi tabirler Kur’an’da çoktur. Arş, kürsü, levha, kitap bu kabildendir. Buna göre meleklerin yeri olan gök ile kastedilen, bu dünyadan daha üstün ve yüce olan melekût âlemi ve mavera ötesidir. Kulak hırsızlığı için şeytanların göğe yaklaşması ve onlara şahapların fırlatılmasıyla kastedilen de şudur: Onlar yaratılış sırları ve gelecekteki olaylar hakkında bilgi edinmek için meleklerin âlemine yaklaşmak istemektedir, lâkin melekler, şeytanların üstesinden gelemediği melekûta ait manevî nurlar ile onları kovmaktadır.“[4]
Veya kastedilen şudur: “Şeytanlar hakka yakınlaşarak kamuflaj ve hileleriyle onu bâtıl suretine büründürmeyi veya batıla kamuflaj ve hileyle hak sureti vermeyi istemektedirler. Melekler de onların iplerini pazara çıkarmakta ve herkesin onların kamuflajını anlaması, hakkı hak ve batılı batıl görmesi için apaçık hakkı aşikâr kılmaktadırlar. Yüce Allah’ın, şeytanların kulak hırsızlığı yapması ve şahapların hedefine maruz kalması kıssasının vahiy melekleri ve vahiy koruyucularının şeytanların müdahalelerinden korunacağını anlatan kısımdan sonra zikredilmesi bir yere kadar bizim söylemimizi onaylamaktadır.”[5]
Tefsir-i Numûne’de de bu hususta şöyle söylenmektedir:
a) Sema (gök) kelimesi birçok âyette görünen maddî gök manasındadır. Oysa bazı âyetlerde de kesinlikle manevî gök ve yüce makam manasındadır. Örneğin:
“Âyetlerimizi yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara göklerin kapıları açılmaz.”[6]
Burada göklerden kasıt, temsilen Allah’a yakınlık makamı olabilir.
“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”[7]
Allah’ın örnek sıfatıyla zikrettiği bu temiz ağacın kökü Peygamber (s.a.a), dalı (göğe yükselen dal) Ali (a.s) ve küçük dalları da imamlardır.
Bu gibi âyetlerde gökten maksadın bu görünen gök olmadığı açıktır. Buradan göğün hem maddî ve hem de manevî manada kullanıldığı neticesini almaktayız.
b) Yıldızlar gökte görünen parlak cisimler anlamıyla maddî bir mefhuma ve toplumları aydınlatan bilgin ve şahsiyetlere işaret olarak kullanılma anlamıyla da manevî bir mefhuma sahiptir. Nitekim insanlar çöl ve okyanusların ortasında gece karanlığında yollarını yıldızlar sayesinde ve toplumda da insanlar yaşam ve saadet yolunu bilginler ve bilinçli ve imanlı önderler aracılığıyla bulmaktadırlar. Birçok âyet ve rivayette yıldızlar, belirtilen ikinci manaya göre kullanılmıştır. Örneğin Ali b. İbrahim’in tefsirinde “O, sayelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.”[8] âyetinin altında İmam Bâkır’ın (a.s) “Yıldızlardan kasıt Peygamberin ailesidir”, sözü nakledilmiştir.[9]
c) İlgili âyetlerin tefsiri hakkında zikredilen değişik rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla şeytanların göklere çıkmasının yasak kılınışı ve yıldızlar vesilesiyle kovulmaları Peygamber’in (s.a.a) dünyaya gelmesi sırasında gerçekleşmiştir. Hakeza bazılarının da Hz. İsa’nın (a.s) doğumu sırasında bir ölçüye kadar yasaklandığı ve Peygamber’in (a.s) dünyaya gelişinden sonra ise tamamen yasaklandıkları anlaşılmaktadır.
Belirttiklerimizin tümünden hareketle şöyle denilebilir: “Sema” burada manevî mefhuma işaret etmekte ve temsilen hak, iman ve maneviyat göğü ifade edilmektedir. Şeytanlar her zaman bu alana girmek ve türlü vesveseler ile gerçek mümin ve hak destekçilerinin kalbine sızmak için çalışmaktadırlar. Ama peygamberler ve imamlardan, yollarına bağlı bilginlere dek ilahi erler güçlü ilim ve takva nurlarıyla onlara hücum etmekte ve onların bu göğe yakınlaşmasını engellemektedir. Göğe çıkmak ve sırlardan haberdar olmak hususları arasındaki irtibattan, bu âyetlerdeki göğün manevî gök (melekut âlemi) olduğu anlaşılmaktadır; çünkü bu maddî gökte (yeryüzünde de gözlemlenebilen yaratılışın enteresan yönleri dışında) özel bir bilginin olmadığını bilmekteyiz. Şahabın sadece yerküre atmosferinde ortaya çıkması da dikkate değerdir. Zira şahap, taş parçalarının yerküre etrafındaki havaya çarpıp alevlenmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Yerküre atmosferinin dışında başka bir yerde şahap yoktur. Elbette yerküre atmosferinin dışında hareket halinde olan taşlar vardır ama onlara şahap denmemektedir. Sadece yerküre atmosferine girip sıcak olmaları ve alevlenmeleri durumunda ve de insanın gözleri önünde bir ateş çizgisi şeklinde görünmeleri halinde onlara şahap denmektedir. Onlar hareket halinde olan yıldızlar gibi tasavvur edilirler. Bugünkü insanın defalarca bu yerküre atmosferinden dışarı çıktığını, ondan çok ötelere gittiğini ve aya ulaştığını da bilmekteyiz. Bundan dolayı eğer Kur’an-ı Kerim’de şahaptan kasıt, görünen bu maddî şahap ve maddî gök ise, bu bölgenin bilim adamları tarafından keşfedildiğini ve burada esrarengiz bir hususun olmadığını söylemek gerekir.
Dolayısıyla gökten kasıt, hak ve hakikat göğüdür. Şeytanlar bu göklere ulaşmak, kulak hırsızlığı yapmak ve insanları yoldan çıkarmak isteyen vesvesecilerdir. Yıldız ve şahaplar ise kalemlerinin güçlü dalgalarıyla şeytanları geriye püskürten ve kovan ilahî önderler ve bilginlerdir. Elbette Kur’an sonsuz bir denizdir ve gelecekteki bilim adamlarının bu âyetler hakkında bugün ulaşamadığımız bir takım hakikatlere ulaşması da muhtemeldir.[10]
Bu tefsire şöyle bir eleştiri yapılabilir: Bu âyetlerde “es-semau’d-dünya” (dünya göğü) kelimesi kullanılmıştır ve bu tefsirler gökten kastedilenin yıldızlarla dolu bize yakın maddî gök olduğunu açıkça belirtmişlerdir. O halde “es-semau’d-dünya” ile derin bir irtibatı olan âyetin sonunu nasıl manevî gök olarak tefsir edebiliriz? Bu, tefsirde çelişki değil midir?
Cevap: Bu eleştiri, bizim Allah’a da insanî ve maddî gözle bakmamız ve bu yüzden insanî kısıtlılıkları gaflette bulunarak O’na da isnat etmemizden kaynaklanmaktadır. Oysaki insanın görme dairesi sınırlı olduğundan ve tüm âlemleri göremediğinden mülk ve melekût âlemleri iki ayrı ve farklı âlem olarak ona yansımaktadır. Hâlbuki Allah için mülk ve melekût birdir. Bu yüzden Kur’an âyetleri hem mülk âlemi ve hem de melekût âlemi hakkında söz söylemektedir. “Andolsun ki biz, Dünya semasını (veya en yakın semaı) kandillerle süsledik”[11] diye buyurduğunda dünya semasından kasıt bize yakın olan maddî gök ve mülk âlemidir. Ancak devamında “onları şeytanlara atılan taşlar yaptık”[12] diye buyurduğunda müfessirlerin görüşüne göre melekût âlemini kastetmiştir.
[1] Hicr, 16-18. وَ حَفِظْناها مِنْ کُلِّ شَیْطانٍ رَجِیمٍ. إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهابٌ مُبِینٌ
[2] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c. 11, s. 43.
[3] Ankebut, 43, وَ تِلْکَ الْأَمْثالُ نَضْرِبُها لِلنَّاسِ وَ ما یَعْقِلُها إِلَّا الْعالِمُونَ
[4] Tabatabâî, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c. 17, s. 130 (Saffat Sûresi âyetlerinin altında).
[5] Tabatabâî, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 17, s. 124 ve 125, Defter-i İntişarat-ı İslamî Camia-i Müderrisin-i Havza-i İlmiye-i Kum, Kum, 5. baskı, h.k. 1417, Tercüme-i el-Mizan, c. 17, s. 187.
[6] A’raf, 40, إِنَّ الَّذِینَ کَذَّبُوا بِآیاتِنا وَ اسْتَکْبَرُوا عَنْها لا تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوابُ السَّماءِ
[7] İbrahim, 24,
أَ لَمْ تَرَ کَیفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا کَلِمَةً طَیبَةً کَشَجَرَةٍ طَیبَةٍ أَصْلُها ثابِتٌ وَ فَرْعُها فِی السَّماءِ
[8] En’am, 97.
[9] Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 24, s. 77.
[10] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c. 11, s. 41-51, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, Tahran, 1. baskı, h.ş. 1374 (özetle).
[11] Mülk, 5.
[12] Mülk, 5.