En güzel yücelik, güçlünün affetmesi ve fakirin bağışta bulunmasıdır. Gurer’ul-Hikem, 3165 İmam Ali (a.s)

Ebu Derda

Soru

Ebu Derda’nın şahsiyeti nasıldı? Ehl-i Beyt’in onun hakkındaki görüşü neydi? Ondan nakledilen rivayetlerin hükmü nedir?

Kısa Cevap

Daha çok Ebu Derda lakabıyla tanınan Hazrec’in torunlarından olan Uveymir b. Malik, Hz Peygamber’in sahabelerinden idi. O Hazreç kabilesinin bireylerinden bir fert olarak Medine’de yaşıyordu ve Hz. Peygamber’in Medine’de ikamet etmeye başlamasından birkaç ay sonra onun yanına gelmiş ve Müslüman olmuştu. İmam Ali’nin (a.s) Muaviye’den üstün olduğuna inanan Ebu Derda, Ebu Hüreyre ile birlikte Muaviye’nin yanına gitmiş, onu İmam Ali’ye itaat etmeye çağırmıştır. Muaviye ise Osman’ın öldürülmesini bahane ederek katillerini Ali’den (a.s) istediğini söylemiştir. Ebu Derda ve Ebu Hureyre’yi İmam Ali’nin (a.s) yanına geri yollamış ve ondan Osman’ın katillerini istemiştir. Bu işiyle savaşın bitmesini hedeflemiştir. O ikisi de bu işi üstlenmiş ve İmam Ali’nin (a.s) yanına gelmişlerdir.

Ama Malik-i Eşter onların ikisine karşı tavır almış ve sert bir şekilde kendilerini kınamıştır. Bunun üzerine onlar İmam Ali ile görüşmekten vazgeçmişlerdir. İmam Ali’ye (a.s) isteklerini bildirdikleri ikinci günde ise kendilerini Osman’ın katilleri olarak bilen on bin kişi ile karşılaşmışlardır. Bu yüzden ümitsiz olmuş, şehirlerine dönmüş ve Abdurrahman b. Osman’ın serzenişine maruz kalmışlardır. Her halükârda hakkın hükümetine karşı almış olduğu tavır hakkında onu İmam Ali’nin (a.s) bazı fertler bağlamında buyurduğu şu cümlesinin bir örneği olarak değerlendirmek mümkündür:

“Onlar ne hakka yardımcı oldular ve ne de batılı zelil ettiler.”

Ehl-i Sünnet ve Şia hadis kaynaklarında Ebu Derda’nın Hz. Peygam­ber’den (a.s) nakletmiş olduğu bir takım rivayetler vardır. Bir gurup tarihçi onun ölümünü Sıffîn’den sonra[1] ve başka bir gurup ise Osman’ın ölümünden iki yıl önce bilmişlerdir.

Ayrıntılı Cevap

Uveymir bin Malik, Hazreç’in torunlarından[2] ve Peygamber’in sahabelerindendir ve kendisi daha çok Ebu Derda lakabıyla tanınmaktadır.[3] O, Hazreç kabilesinin bireylerinden biri olarak Medine yaşıyordu ve sonra Müslüman oldu. Onun Müslüman oluşu şöyle gerçekleşti: Bir gün kendisinin üvey kardeşi olan Abdullah bin Revaha, Ebu Derda’nın evine gelir ve baltayı eline alıp Ebu Derda’nın putunu kırmaya ve parçalamaya başlar. Bu esnada da şu beyti okur: Tüm şeytanlardan uzak dur ki Allah ile birlikte kendisine ibadet edilen her şey batıldır.

Ebu Derda eve döndüğünde eşi, Abdullah’ın yaptığı işi kendisine haber verir. Ebu Derda bir saat düşünür ve sonra şöyle der: Eğer bu puttan bir hayır olsaydı kendisini savunabilirdi. Neticede Ebu Derda Abdullah bin Revaha ile Hz Peygamber’in huzuruna çıkar ve Müslüman olur.[4]

Elbette Ebu Derda Hz Peygamber’in Medine’de ikamet ettiği ilk aylarda Müslüman olmamış birkaç ay geçtikten sonra Peygamber’in yanına gelmiş ve Müslüman olmuştur. Bazı tarihçiler kendisinin Hendek Savaşında yer aldığından ve ondan sonrasından söz etmiş, Hendek Savaşından önce onun Müslüman olmadığını belirtmişlerdir.[5] Hz. Peygamber (s.a.a) savaşların birinde Ebu Derda’ya bakmış ve şöyle buyurmuştur:

“İbn Umeyr güzel binicidir ve çeviktir.” [6]

Ehl-i Sünnet bu nakle ek olarak Hz. Peygamber’den (s.a.a) onu öven başka hadisler de nakletmişlerdir. Bu cümleden olmak üzere Ebu Derda’yı ümmetin bilgesi olarak bildiğini Hz. Peygamber’e isnat etmektedirler.[7] Aynı şekilde nakledildiği üzere Hz. Peygamber (s.a.a) Ebu Derda ve Selman-i Farisi arasında kardeşlik ahdini gerçekleştirmiş ve bu ikisi birbirinin dini kardeşi sayılmıştır.[8] Onunla Selman arasındaki ilişki sonraları da sürmüştür. Öyle ki Ebu Derda Şam’a yolculuk ettikten sonra bile Irak’ta olan Selman ile yazışmış ve kendisine şöyle yazmıştır: “Yüce Allah burada bana mal ve evlat bahşetti ve ben kutsal bir bölgede konakladım.” Selman da şöyle cevap yazmıştır: “Bana mal ve evlat sahibi olduğunu yazmışsın, bil ki saadet mal ve evlat çokluğunda değildir.”[9]

Ebu Derda ikinci halifenin dönemine kadar Medine’de idi ve halifenin emri ile bir memuriyeti yerine getirmek için Medine’den ayrıldı ve Şam’a gitti. İkinci halife yargıyı yönetme ve Şam’da namaz kılma işini Ebu Derda’nın sorumluğuna bıraktı.[10] Ebu Derda yargı sorumluluğuna atandığı esnada halk kendisini kutlarken kendisi şöyle demiştir: “Yargı için beni kutluyorsunuz. Oysa ben bir uçurumun kenarında durmuş bulunuyorum ve onun derinliği buradan Aden şehrine kadar bulunan uzaklıktan daha çoktur.[11] Eğer halk yargıda ne gibi bir zorluğun olduğunu bilirse, ondan kaçar, herkes onu birbirine teslim eder ve eğer ezan söylemede ne gibi bir sevabın olduğunu bilirse ona yönelik eğilim ve temayülden dolayı onu birbirinin elinden alır.”[12]

İmam Ali’nin (a.s) Muaviye’den üstün olduğuna inanan Ebu Derda, Ebu Hüreyre ile birlikte Muaviye’nin yanına gitmiş ve onu İmam Ali’ye (a.s) itaat etmeye çağırmıştır. Muaviye ise Osman’ın öldürülmesini bahane etmiş ve onun katillerini Ali’den istemiştir. Ebu Derda ve Ebu Hureyre’yi İmam Ali’nin yanına yollamış ve ondan Osman’ın katillerini isteyerek savaşı sonlandırmayı hedeflemiştir. O ikisi de bu işi üstlenmiş ve İmam Ali’nin (a.s) yanına gelmişlerdir. Ama Malik-i Eşter ikisine karşı tavır takınmış ve kendilerini sert bir şekilde azarlamıştır. Onlar da İmam Ali’yi (a.s) görmekten vazgeçmişlerdir. Bu isteği Ali’ye (a.s) bildirdikleri ikinci gün ise kendilerini Osman’ın katili olarak değerlendiren on bin kişi ile karşılaşmışlardır. Bu yüzden ümitsiz olmuş, şehirlerine dönmüş ve Abdurrahman b. Osman’ın kınamasına maruz kalmışlardır.[13]

Elbette bu hikâye, Ebu Derda’nın ölümünü Sıffîn’den sonra bilmemiz durumuna mutabıktır. Bazı tarihçilerin görüşüne göre kendisinin ölümünü Emirul Muminin Hz. Ali’nin hâkimiyetinden önce bilirsek, artık bu hikâyeyi kabul edemeyiz. Kendisinin hakkın hükümetine yönelik aldığı tavır hakkında onu İmam Ali’nin bazı fertler için buyurduğu şu cümlesinin bir örneği olarak değerlendirebiliriz:

“Onlar ne hakka yardım etmiş ve ne de batılı zelil etmişlerdir.”[14]

Ebu Derda Ehl-i Sünnet arasında Hz Peygamber’in (a.s) büyük sahabelerinden biri olarak tanınmış ve kendisi için büyük bir makam göz önünde bulundurulmuştur. Bu yüzden Ehl-i Sünnet kendisinden rivayet nakletmiştir. Aynı şekilde Şia hadis kaynaklarında da Ebu Derda’dan sınırlı sayıda rivayet nakledilmiştir. Örneğin Şeyh Tusî Hilaf kitabında kendisinden bir takım fetva ve rivayetler nakletmiştir.[15]

Ebu Derda’nın ölüm tarihi hakkında görüş ayrılıkları vardır. Bir gurup tarihçi onun ölümünü Sıffîn’den sonra bilmiş[16] ve başka bir gurup Ebu Derda’nın Osman’ın ölümünden iki yıl önce öldüğünü söylemiştir.[17]

–—


[1]     İbn Hacer, Ahmet bin Ali bin Haceri’ Askalani, el- İsabetu fi Temyizi’s Sahabeti, c. 4, s. 622, Beyrut, Daru’l-Kitabi’l-İlmiye, h.k. 1415.

[2]     Uveymir bin Malik bin Zeyd bin Gays bin Umeyyet İbn Amir bin Adiy bin Kaab İbn ’l Hazreç İbn ’l Haris bin el- Hazreç.

[3]     el- Haşimi el- Basri, Muhammed bin Sa’d bin Meni’i, et- Tabakatu’l Kubra, c. 7, s. 274, Abdu’l-Kadir Ata, Muhammed, Daru’l-Kitabu’l-İlmiye, Beyrut, 1410/1990; Hüseyni Tefrişî, Seyyid Mustafa, Nakdu’r-Rical, Müessese-i Â’lu’l-Beyt (a.s), Kum, 1. baskı, h.k. 1418; İbn Esir, Ebu’l-Hasan Ali İbn Muhammed, Usdu’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahabe, c. 4, s. 18, Beyrut, Daru’l-Fikr, h.k. 1409.

[4]     et-Tabakatu’l-Kubra, c. 7, s. 274-275.

[5]     Ebu Amr Yusuf bin Abdullah bin Muhammed bin Abdu’l Bir, el-İstiyab fi Marifeti’l-Ashap, c. 3, s. 1228, Daru’l-Ceyl, Beyrut, 1412/1992.

[6]     et-Tabakatu’l-Kubra, c. 7, s. 274.

[7]     Usdu’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahabe, c. 5, s. 97.

[8]     a.g.e, c. 2, s. 268.

[9]     a.g.e, c. 2, s. 268.

[10]    Belazurî, Ahmed bin Yahya, Futuhu’l-Buldan, s. 204, Mütercim, Tevekkül, Muhammed, Tahran, Neşr-i Nogre, h.ş. 1337; et-Tabakatu’l-Kubra, c. 7, s. 275.

[11]    Yemen ülkesinin meşhur şehirlerinden biri.

[12]    et- Tabakatu’l-Kubra, c. 7, s. 275.

[13]    İbn Kuteybe ed-Diynurî, Ebu Muhammed Abdullah bin Müslim, el-İmame ve’s-Siyaseti’l-Maruf bi Tarihi’l-Hulefa, c. 1, s. 128, tahkik: Şirî, Ali, Beyrut, Daru’l-Ezva, h.k. 1410.

[14]    İmam Ali (a.s), Nehcü’l-Belağa, Hazırlayan: Seyyid Razi, Musahhih: Atarudî, Azizullah, s. 461, Bonyad-ı Nehcü’l-Belağa, yersiz, 1. baskı, h.ş. 1372.

[15]    Şeyh Tusî, el-Hilaf, c. 1, s. 376; s. 380; c. 2, s. 168… Neşr-i Camiayı Müderrisin, Kum, 1. baskı, h.k. 1407.

[16]    İbn Hacer, Ahmet bin Ali bin Hacer Askalanî, el-İsabetu fi Temyizi’s-Sahabeti, c. 4, s. 622, Beyrut, Daru’l-Kitabi’l-İlmiye, h.k. 1415.

[17]    Usdu’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahabe, c. 4, s. 20.