Kırk Hadis Ezberleme
Soru
Peygamber’den (s.a.a) kırk hadis ezberlemenin önemi hakkında duyduğumuz şeyler sahih midir? Bu kırk hadisin ölçütlerini söyleyiniz.
Kısa Cevap
Şia[1]ve bazı Sünnî[2]kaynaklarda çeşitli ibarelerle İslâm Peygamberi’nden (s.a.a) Erbain diye meşhur olan hadiste, kırk hadis ezberleme önemle tavsiye edilmiştir. Örneğin:
“Ümmetimden kim ihtiyacı olduğu dini konular hususunda, kırk hadis hıfzederse; Allah kıyamet gününde onu âlim ve fakih olarak haşredecektir.” [3]
Bu hadisin manevî tevatürü olup, sahihtir.
Hadis, erbain yazmada bir mihver olmuş ve âlimleri erbain kitaplarını yazmaya teşvik etmiştir. Bu kitaplar, Masumların (a.s) itikadi ve ahlâkî alandaki hadislerinden kırk tanesi derlenerek yazılmış, bazılarına açıklamada yazılmıştır. Dolayısıyla söz konusu rivayetin belli bir ölçütü yoktur. İnsanın dünya ve ahiretine faydalı olacak ve amel edebileceği her hadisi kapsamaktadır.
Allâme Meclisî, söz konusu rivayette hadis ezberlemenin aşamaları ve temelleri olduğunu söylemektedir ki özeti şöyledir:
1. Hadisin lafızlarını ezberlemek manasındaki hadis ezberlemek. Örneğin kalbinde tutmak, yazıya geçmek, hadisin sözlerini düzeltmek vb. şekillerde hadisleri ezberlemek ve korumak.
2. Hadisin manasına dikkat etmek, üzerinde tefekkür etmek, İslami ahkâm ve öğretileri ondan çıkarmak manasındaki hadis ezberlemek.
3. İçeriğine amel etmek manasındaki hadis ezberlemek.[4]
Ehlibeyt mektebinin büyük alimlerinden Kırk Hadis Şerhi kitabında bu hadise değinerek şunları açıklamıştır:
“Kim hıfzederse”: İslam’ın ilk dönemlerinde hıfzetmekten sadece insanın bir şeyi aklında tutması anlaşılıyordu. O dönemde ki İslam kültüründe hıfzetmek deftere ve kitaplara kaydetmek anlamında yaygın değildi, hatta çoğu zaman ezberlenmemiş hadisler kabul görmüyordu. Yazılarak korunması ve gelecek nesillere aktarılması hicri ikinci yüzyılda başlanmıştır. Öyleyse ilk bakışta hıfzetmekten kasıt ezberlemektir; ama yine de biz yazılarak korunup başkalarına aktarmanın da hıfzetmek olduğunu söyleye biliriz.
Bazı âlimlerimiz hıfzdan maksadın şu altı husustan birinin olduğunu söylemişlerdir:
1- Üstattan duymak.
2- Üstada okumak.
3- Üstada okunduğu esnada duymak.
4- Başka birisinin hadisi okuduğu zaman duymak.
5- Hadis naklede bilmek için izin almak.
6- Başkasından hadisi alarak yazmak.
“Kırk hadis”: Hadis kavramı “söz” ile eşanlamlıdır. İstılahi manada ise; Peygamber, imam, sahabe, tabiin ve risalet yolunda ilerleyen herkesin bildirmiş olduğu söz, hareket ve tavra hadis denir. Oysa birçok hadis bilgini bunun sadece Peygamber ve masum imamlara has olduğu görüşündedirler, yani hadis sadece on dört masumun söz, fiil ve takririne/onayına denir.
“İhtiyacı olduğu dini konular hususunda”: Burada hıfzedilmesi istenen, herkesin sürekli karşılaştığı dini konulardır örneğin; inançsal, fıkhı, ahlaki ve yapılması gereken amellerle ilgili olan hadisler hıfzedilmelidir. Anlaşıldığı üzere sadece dünyevi konuları içeren hadisleri kapsamamaktadır; ama diğer birtakım rivayetlere baktığımızda “dini konular hususunda” şartı getirilmemiştir, sadece insan için faydalı olacak hadislerin hıfzedilmesi istenilmiştir.
“Fakih ve âlim olarak”: Hadis hıfzeden, kıyamet gününde kalemlerinin mürekkebi şehitlerin kanından üstün olan âlim ve fakihlerle haşredilecektir.
Şerh
Hz. Resulullah’ın (s.a.a) buyurmuş olduğu “Kim kırk hadis hıfzederse âlim ve fakih olarak haşredilecektir” sözünden anlaşıldığı kadarıyla, sadece ezberlemenin yeterli olduğudur. Sırf bu işi yapmak sonucu insan âlimlerin mükâfatına erişebilir. Elbette hadislerin derin manasını bilmesi gerekmez, bu tefsir ilmini bilmeden Kuran’ı ezberleyen kimsenin durumuna benzer. Ayrıca Peygamber’in (s.a.a) hadisi ezberleyip, nakledenler için etmiş olduğu dua, bunun onaylayıcısıdır. Şöyle buyurmuşlardır:
“Benim sözümü duyup onu hıfzedene Allah rahmet etsin. Her ne kadar çoğu hadis nakledenler âlim ve fakih olmasalar bile, benim sözlerimi duydukları gibi diğer insanlara aktartsınlar, âlim ve fakihler de kendilerinden daha bilgili olanlara aktarsınlar.”[5]
İnsan kıyamet günü, kendisini benzettiği toplumla beraber haşrolacaktır demek ki; sadece hadis ezberlemeyle âlim ve fakihlere kendisini benzeten birisinin onlarla birlikte haşrolması, hiç de uzak bir ihtimal değildir.
Şimdi şöyle bir soru aklınıza gelebilir: Acaba hadisin tercümesini ezberleyerek de yine aynı sevaba ulaşa bilir miyiz?
İlk bakışta bu soruya olumlu yanıt veremeyiz, yani hadisin tercümesi ile orijinali farklı hükümler içermektedir. Mesela abdestsiz ve taharetsiz birisi Kuran’ın tercümesine dokuna bilir, ama aslına dokunamaz. Aynı şekilde hadisin başka dile tercümesini aslıyla bir tutamayız.
Hadiste geçen “ümmetimden” kelimesinden anlaşılan; bütün İslam fırkalarının ihtiyacı olduğu veya kabul ettiği hadisleri hıfzetmenin kastedildiğidir. Mesela Peygamber efendimizin (s.a.a) buyurmuş olduğu şu hadisler gibi:
“Taharetsiz namaz olmaz.” [6]
“Bütün yeryüzü toprağı benim için secdegâh ve temizleyici olarak kılınmıştır.” [7]
“Aile bağı ve nesep sonucu haramlığın oluşması gibi, süt vermeyle de oluşur.” [8]
Metinde zikrettiğimiz hadisin sevabına ulaşmak için, bütün Müslümanların kabul ettiği bu tür hadisler hıfzedilmelidir, İslam ümmetinden bazılarının kabul edip diğer bir grubun reddettiği hadisler maksat değildir. Örneğin aşağıdaki şu hadis gibi:
“Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadan anlaşmayı boza bilirler.”
Yahut abdestte ayaklara mesh edilmesi gerektiğini bildiren hadisler, belirtilen sevaba ulaştırmaz; zira bu tür hadisler ümmetten sadece bir kısmının kabul ettiği ihtilaflı konulardandır.
Eğer, “Ümmetten maksat, İslam müçtehitleridir; çünkü hüküm çıkarma hususunda hadislere ihtiyacı olan onlardır, ama diğer Müslümanlar onlara taklit ettiği için bu tür bir sorumluluk sahibi değillerdir” denilirse kesinlikle bu görüş kabul edilemez çünkü sonuçta herkes kendi kapasitesine göre hadislere muhtaçtır, bunun doğrudan olup olmaması fark etmez.
Hadisin Azaltılması
Açıklanması gereken diğer bir konu ise şudur: Bir hadisin içerisinde bulunan birçok hüküm, kısım ve özellikler, eğer yanlış bir anlam vermeyecekse eksiltilerek nakledile bilinir.
Bu konuda Allame Hilli[9] (r.a) âlimlerin ortak görüşünü Nihayet’ul Usul adlı kitabında şöyle belirtmiştir:
Sözgelimi Hz. Resulullah’ın (s.a.a) buyurmuş olduğu şu hadis:
“Kim Müslüman kardeşinin sorunlarından birini giderirse, yüce Allah kıyamet günü onun sorununu giderir. Mümin kardeşinin ihtiyacını gidermek için uğraşanın Allah ihtiyacını giderir. Eğer kardeşinin bir sırrını gizlerse Allah onun dünya ve ahiret sırlarını gizler ve her kim Müslüman kardeşine yardım ederse Allah da ona yardım eder.”[10]
Şimdi bu hadisi nakletmek isteyen birisi, bu hadiste bulunan dört hükümden sadece birini naklederse bir sakıncası yoktur yani şöyle söyleye bilir: Hz. Muhammed (s.a.a) buyurdu:
“Kim Müslüman kardeşinin sorunlarından birini giderirse yüce Allah kıyamet günü onun sorununu giderir…”
Eğer hadisin bütün kelimeleri birbirine bağlıysa, sadece bir kısmı nakledilemez. Mesela hadisi şöyle naklediyor: “Yarışma sadece ok atmayla olur.” Hadisin orijinal ve tam metninde, koşu ve at yarıştırmaya da izin verilmiştir oysa yukarıda zikredilmedi.
Yahut hadisin önemli bir kısmı aktarılmasa, örneğin; “Misafir, ev sahibinin izni olmadan müstehap oruç tutamaz.” Şimdi hadisi nakleden “ev sahibinin izni olmadan” bölümünü atlayarak “misafir oruç tutamaz” derse bu doğru değildir.
Demek ki bir hadiste bulunan kırk konudan herhangi birini nakledebilir veya hıfzedebilir. Lakin acaba kırk konusu olan bir hadis hıfzedilirse yinede “kıyamet günü âlim ve fakih olarak haşrolacaktır” hadisinin sevabına ulaşılır mı?
Bu soruya kesin bir cevap veren birisini görmedim, ama her ne kadar konu içerirse içersin yine de bir hadis sayıldığını söyleriz. Velhasıl kesinlikle sevap alacaktır.
Konusunu işlediğimiz hadis Ehli Sünnet ve Şia âlimleri arasında müstefiz[11] olan hadislerdendir, hatta bazı âlimler mütevatir[12] olduğunu bile söylemişlerdir. Böylelikle bu hadisi de “vahit haber” için bir delil olarak zikredebiliriz; çünkü Peygamber (s.a.a) genel olarak buyurmuştur ve belli bir kayıtla, şartla sınırlandırma getirmemiştir.
Fakihten Maksat
Hz. Peygamber’in (s.a.a) hadiste “Fakih ve âlim olarak haşrolacaktır” sözündeki fakihten maksat, sözlük anlamında kullanılan mana değildir. Aynı şekilde günümüzde kullanılan “Deliller sayesinde şer’i hükümleri bilen” deyimsel mana da kastedilmemiştir, bilakis dini emirler hususunda derinleşmek kasıttır. Zaten genelde dinde basiret sahibine fakih denilir. Hz. Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü bunu doğrulamaktadır:
“Kul kendi menfaatlerini bırakıp, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmadıkça o büyük fakihlik makamına erişmez.”
Bu basirete ulaşmak bazen ilahi bir vergidir, Resulullah’ın (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) Yemen’e vali olarak gönderirken ettiği duada buyurduğu gibi:
“Rabbim onu dinde fakih karar kıl.” [13]
Fakihlik bazen de insanın çalışıp çaba sarf etmesiyle oluşur, Hz. Ali’nin (a.s) oğlu İmam Hasan’a (a.s) ettiği nasihatte buyurduğu gibi:
“Oğlum dinde fakih olmaya çalış.”
Fıkıh ve fakih hakkında bazı büyük âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İslam’ın ilk dönemlerinde fıkıhtan maksat; ahiret ilimlerini bilmek, kendini tanımak, dünyanın kötülüğünün farkına varmak ve ahirete meyledip, ahiret nimetlerini arzulamak olmuştur. Bu sözümüze delil ise “nefr”[14] ayetidir. Ayette fakih olmanın sonucu olarak korkutma ve uyarma belirtilmiştir böylelikle sadece fıkıh baplarını bilmekle yeterli olmayacaktır. Âlimler peygamberlerin varisleridir, bu veraset sadece fıkıh ilmine vakıf olmakla olmaz, hiç şüphesiz Allah’ın buyurduğu gibi korku şarttır:
“Allah’tan sadece ibadet eden âlimler korkar.” [15]
Ayetten anlaşıldığı gibi gerçek ilim ilahi korkuyla beraber olandır. Her ne kadar insan çok güzel sözler, geniş konular, anlaşılması güç meselelere vakıf olsa bile, haşyet/ilahi korku olmadı mı aslında tam bir cehalet ve bilgisizlik içindedir, böyle bir ilimdense cahil olmak daha iyidir.”
Gerçekten de çok anlamlı ve güzel bir söz, bu sözleri aslında nur ile cennet hurilerinin yüz sayfalarına yazmalı.
[1] Örneğin Şeyh Saduk, Sevabu’l-A’malveİkabu’l-A’mal, s. 134, Daru’ş-Şerif er-Razi, Li’n-Neşr, Kum, 2. Baskı, h.k. 1406; HürrÂmulî, Muhammed b. el-Hasan, Vesailu’ş-Şia, c. 27, s. 94, Müesseset-u Alu’l-Beyt, Kum, 1. Baskı, h.k.1409.
[2] Örneğin Suyutî, Celaleddin, ed-Durru’l-Mansur fi Tefsiri’l-Me’sur, c. 5, s. 343, Naşir: Kitaphane-i Ayetullah Necefi, Kum, h.k. 1404; Askalanî, İbn Hacer, el-İsabetu fi Temyizi’s-Sahabe, c. 6, s. 381, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1. Baskı, h.k.1415.
[3] 3 el-Kâfi, c.1 s.49.
[4] Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 2, s. 156-158, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, h.k.1404.
[5] 1 el-Kâfi, c.1, s.403. Sünen-i Tirmizi, c.5, h:2657.
[6] 2 Vesail’uş Şia, c.1,s.256.
[7] 3Vesail’uş Şia, c.2,s.969
[8] 4Vesail’uş Şia, nikâh bölümü
[9] 1Şeyh Cemaleddin Hasan bin Yusuf Hilli, h:648 yılında dünyaya gelmiştir. Şia mektebinin ilmi ve ruhi açıdan büyük makama erişmiş âlimidir. Birçok kıymetli eser bırakmıştır, öyle ki ömrünün her gününe bin satır düşmektedir.
[10] 2el-Kâfi, c.4,s.73.
[11] 3Hadisi nakleden raviler her tabakada üç kişiden fazla olduğu takdirde o hadise müstefiz hadis denilir.
[12] 4Masuma ulaşan hadisin senedindeki raviler o kadar fazladır ki insan hadisin yalan olmadığına kesin inanır.
[13] 1 el-İtgan, c.3,s.182.
[14] 2”Her kabileden bir grup toplansa da dinde derinleşseler ve döndüklerinde toplumlarını uyarsalar, ola ki aykırı davranışta bulunmaktan kaçınırlar.” Tövbe:122
[15] 3 Fatır:28.