Ali (A.S) En Büyük Mazlum
Ali KIRAN
Allah Tebarek ve Teala, insanlara ikram olsun diye Peygamberler ve İmamlar göndermiş ve onlara doğru yolu bulmada kılavuzlar tayin etmiştir. Ama “pek cahil ve zalim” olan insan, Allah’ın bu ikramlarına da zulmetmekten geri durmamış ve pek azı hariç “kaybedenlerden” olmuşlardır.
Allah’ın insanlara ikramlarından birisi de İmam Ali’dir (a.s). Daha çocuk yaşından beri Hz. Peygamberin terbiyesi ile büyüyen ve başkaca da bir “öğretmeni” olmayan İmam Ali de, bu yüce kişilerin akıbetinden kurtulamamış, hatta belki de onlardan daha fazla sıkıntı ve belaya duçar olmuştur.
Tarihte hem aşırı sevenlerinden, hem de düşmanlarından eziyet gören ikinci bir şahsiyet tanıyor musunuz Ali’den başka? Onun şiaları ve Onun emrine itaat edenler, onu hak imam bilenler hariç, her kesim az çok eziyet etmiştir yüce İmama, hala da etmektedirler…
Kendi zamanında ve kendinden sonra yapılan bu eziyetlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
-İmam’ı, olduğundan başka tanıtmak, hatta -haşa- “imansız, namaz kılmayan ve kafir” olduğunu yaymak
-Muhterem babaları Hz. Ebu Talib’i (a.s) müşrik olarak tanıtmak
-Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Fatıma’yı (s.a) kırdığı ve gazaplandırdığı yalanını yaymak
-Minberlerden uzun yıllarca İmam Ali ve evladına -haşa- lanet okutturmak
-Şialarına, sırf Ali şiası oldukları için zulmetmek
-Hz. Resulullah’ın (s.a.a) vefatından sonra, Gadir-i Hum’da “veli” olarak tanıtılmasına rağmen, hilafet hakkından mahrum edilmesi, evinin yakılması, 25 yıl suskunluğa mahkum edilmesi, Fedek arazisi olayı gibi davranış ve tavırlara maruz kalması
-Hilafete geldikten sonra kendisine karşı yapılan isyanlar ve savaşlar
-İlk üç halife ile olan ihtilafının hasıraltı edilmesi için uydurulmuş hadisler
-İlim şehrinin kapısı Ali’nin anlaşılamayışı ve İmam’ın yalnızlığı
-Kendisini “sevdiğini” iddia eden “GULAT”ın tutumu
Bakın, İslam tarihinin en parlak siması, Hz. Resulullah’ın veziri, ilmin kapısı, Hakkın mihveri, gerçek Furkan, Faruku’l-Azam, Sıdıku’l-Ekber, Kur’an-ı Natık, Esedullah-i Galib, Şah-ı Velayet, Müttakilerin Mevlası, şirkin belini kıran İmam Ali (a.s) tarihte nasıl tanıtılmış, imanın ölçüsü Ali nasıl -haşa- “imansız” olarak tanıtılmış, hakkında hangi yalanlar uydurularak mahkum edilmeğe, yüceliği gizlenmeye, imameti ve velayeti yok sayılmaya çalışılmıştır. O, öyle büyük bela ve musibetlerle karşılaşmıştır ki, kendi tabiriyle “çocuğu kocaltır.” O Ali’dir. (a.s) Bütün ilimler Kur’an’da, Kuran’ın ilmi “Bismillah”ta, Bismillah’ın ilmi “Ba” harfinin altındaki noktada toplanmıştır ve o nokta da Ali’den başkası değildir. Bu yüzden, kimse anlayamaz Ali’yi, kapasiteleri yetmez. Ve yine bu yüzden yalnızdır Ali.
Kimi zaman, dostlarından Kumeyl b. Ziyad’ı elinden tutup çöle götürür, ona anlatır bazı şeyleri ve şöyle nale eder Ali:
“Ey Kumeyl, bu gönüller kaplardır; en hayırlı kap da içindekini en iyi koruyanıdır. Benden duyduğun sözü aklında tut. İnsanlar üç kısımdır: Rabb'e mensup bilgin, kurtuluş yolunda bilgi belleyen, bunlardan başkaları pisliğe bulanmış sineklerdir; her seslenen kişiye bilmeden uyan, her yele kapılıp giden kişilerdir. Onlar ne bilgi ışıklarıyla ışıklanmışlardır, ne kuvvetli bir desteğe dayanmışlardır… (Göğüslerine işaretle) Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki ne olurdu, bunu anlayabilecek biri bulunsaydı.”
Belalar onu her yandan sardığında derd-i dil edecek kimseyi bulamaz Ali ve çöle gider, kuyularla dertleşir. Kuyular eşlik eder Ali’nin dertlerine, sıkıntılarına… Ne garip değil mi, insanlığın kılavuzu Ali, insanlar tarafından yalnızlığa terk edilmiş, konuşan diline kilit vurulmuş, ilmine sırt çevrilmiştir. Dosdoğru yol terk edilip eğri yollar “dosdoğru” olarak tanıtılır olmuştur 25 yıl boyunca… Ve Ali, Allah’ın insanlara lütfu, ikramı olan Ali bir kenara itilmiş, eve hapsolmuş, yine kendi tabiriyle “boğazında kemik, gözünde diken” sabretmeye bırakılmıştır…
O Ali’dir (a.s), Resulullah’ın (s.a.a) kardeşidir, Resulullah (s.a.a) onu, hakkın ölçüsü olarak tanıtmıştır, Kur’an’ın müfessiri, sünnetin açıklayıcısı, “bilinmeyenlerin sorulacağı zikir ehli” (Nahl 43), “itaati farz olan emir sahibi” (Nisa 59) olarak tanıtmıştır. Ama 25 yıl eve hapsedildikten sonra hilafete getirilince, adaleti kendilerine menfaat sağlamak olarak belleyenler, ondan umduklarını bulamayınca İslam’ı bölme parçalama pahasına ordu kurarak karşısına dikilmişler ve o “mücessem adaleti” “adaletsizlikle” suçlamaya başlamışlardır. Aslında bu, kardeşi Rahmet Peygamberi’nin de başına gelmemiş miydi? O da Huneyn savaşı ganimetlerini paylaştırılırken, bizzat kendi ordusunun mensuplarınca “adalete” davet edilmemiş miydi? (Siyer-i İbn-i Hişam, Sahih-i Buhari)
Cemel’de karşısına çıkanlardan ikisi, kendisine ilk biat edenlerdendi… Birisi ise Resulullah’ın onca uyarısına ve Kur’an’ın ayetine rağmen evinde oturmayı terk edip, savaş meydanlarına “emir sahibine” karşı ordu toplamaya girişen ve Resulullah’tan kendine miras kalan “müminlerin annesi” sıfatını hoyratça yıpratan biriydi…
Ama o Ali’ydi (a.s). Onlar gibi olamazdı ki… Galip bitirince savaşı, kendisine ordu kurarak kastetmeye çalışanları yine “Müslümanlar” olarak kabul etmiş ve mallarını ganimet olarak alınmasına izin vermemiş, “Müminlerin annesi”ni ise onca hatasına ve yanlışına rağmen Resulullah’ın ihtiramına binaen, izzet ve ikram ile Medine’ye getirmiş, hürmetine halel gelmesine müsaade etmemiştir.
Muaviye çıkmıştır sonra ortaya… Şam’da saltanata terk edilen Muaviye… Zulüm, debdebe ve ihtişam içinde müminlerin parası ile saltanat kuran Muaviye… Ali’nin başa gelir gelmez bu saltanatını başına geçireceğini bilecek kadar kurnaz Muaviye… Osman b. Affan’ın katlinde parmağı olduğu halde, onun kanını talep bahanesi ile “Emir sahibi”ne isyan bayrağı açmıştı. Ama önce Ali’yi insanların kalbinde mahkûm etmeliydi… Bu yüzden yalan bombardımanına başlamıştı önce. Bu yalanlar öyle etkili olmuştu ki, İmam Ali’nin camide, namaz esnasında şehit edildiğini duyan Şamlılar, hayretler içinde “Ali, namaz kılıyor muydu ki, camide ne işi vardı?” diye sormuşlardı… Ali’nin azametini düşürmek için bununla da kalmamıştı Muaviye.. Önce kendi babası Ebu Süfyan ve annesi ciğer yiyen kadın Hind’in ne kadar büyük şahsiyetler olduğunu “yalan hadislerle” destekleyerek belletmiş ve onları “sahabenin büyükleri” sıfatı ile tanıtmış, “cennet ehli” olarak tarihe sokmuştu. Ve sonra da Hz. Ali’nin (a.s) babası Hz. Ebu Talib’in müşrik olarak öldüğü yalanına uygun “yalan hadis” üreticilerine siparişler vermişti. Yani, Allah’ın ve Resulü’nün azılı düşmanı, ırkçı Ebu Süfyan ile Hz. Hamza’nın ciğerini yiyecek kadar kin ve nefret dolu Hind, büyük ve saygın sahabe, Hz. Peygamberi çocukluğundan beri himaye eden, müşriklere -ki bunlardan biri de Ebu Süfyan’dı- karşı kol kanat geren, her fırsatta Hz. Muhammed’i doğrulayan, “sen doğru sözlüsün” diye niteleyen Hz. Ebu Talip, müşrik öyle mi?
Yalnızca bu mu? Hile ve desise ile ele geçirdiği “hilafet”in ilk gününden itibaren Ali ve evladına “lanet okutmayı” adet haline getiren de bu Muaviye değil midir?
Şu işe bakar mısınız? Neredeyse İslam’ın kimyasını bozan Muaviye ve evladı “saygın”, Hakkın mihveri, hakla batılı ayıran gerçek Faruk, Allah’ın “dosdoğru yol” olarak tanıttığı Ali ve evladı, Kur’an’ın tabiriyle “sevgileri” farz olan “Ehl-i Beyt” lanete müstahak öyle mi?! Fazla söze gerek var mı?
İşte bu Muaviye de ordu toplayarak Ali’ye savaş açmıştır. Ve daha sonraları bu Muaviye ve evladını temize çıkarmaya çalışanlarca, binlerce kişinin öldüğü bu Sıffin savaşı için “Ali haklıydı, ama Muaviye de haksız değildi” gibi abuk sabuk açıklamalar yapılacak, bu açıklamalarla “sahabe” Muaviye temize çıkarılacaktı. Hani haksız yere adam öldürmek büyük günahlardandı? Hani Kur’an ayeti “haksız yere bir kişiyi öldüren, bütün âlemi öldürmüş gibidir” diye buyuruyordu? Bu büyük günahtan ve bu Kur’an ayetinin hükmünden Cemel ve Sıffin ashabı ve müsebbipleri nasıl sorumlu tutulmazlar ki? Onların “günah işleme” ayrıcalıkları mı vardır? Yoksa Kur’an ayetleri onlar için değil de sadece başkaları için mi inmiştir?
Burada akla şu sorular geliyor ister istemez:
Önce şu rivayetlere bir bakalım.
“Ashabıma sövenleri, görürseniz, Allah’ın laneti kötünüz üzerine olsun” deyiniz.” (Tirmizi, İbn-i Ömer’den)
“Hiç şüphe yok Allah Taala benim için sahabeler seçti. Böylece onlara ashabım, damatlarım, kayın pederim ve ensarım (yardımcılarım) kıldı. Yakında onları noksanlayan, onlara sebbeden (tahkir ve tenzil eden) bir topluluk da gelecek. Eğer siz onlara (onların devrine) ulaşırsanız, onlara kız alıp vermeyin, onlarla birlikte yiyip içmeyin, onlarla namaz kılmayın, (öldüklerinde) üzerlerine de namaz kılmayın.” (Râmûzu’l-Ehâdîs, s. 86, no: 1196; Hayatu’s-Sahabe II, 561; Tefsîru’l-Kurâni’l-Azim IV, 205, 306, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviye, II, 691, 694, 698; Sunenu İbn-i Mâce; I, 97)
Bu hadisler eğer Resulullah tarafından söylenmişse, yine o anda Resulullah’ın huzurunda bulunan ashaba söylenmiştir. Aksi takdirde bunu bizlere kim ulaştırabilirdi? Ve muhatap da o an için yine bu hadisi dinleyenler, yani ashaptı.
O halde;
1- Peki, ashabın kendileri neden bu hadise amel etmemişler acaba? Mesela, Muaviye 80 yıl İmam Ali’ye lanet okuttururken bu hadisin kapsamına, yani “ashaba sebbeden” konumuna girmiyor mu? Onu bu hadisin konumunda ayrı tutan şey ne olabilir?
Şimdi, “Ashaba küfrediyor” diye insanların lanetlenmesi, onlarla her türlü ilişkinin kesilmesi, kız alıp verilmemesi, cenaze namazlarının kılınmaması, ama bunu “ashap”tan sayılan biri yapınca, “içtihat etmiştir, ona karışamayız” denilmesi nasıl izah edilmelidir? Bu doğru bir mantık mıdır?
2- “Yezid’e lanet okumanın hiçbir faydası yoktur. Zaten lanet okumak da iyi değildir.” Deniliyor. Yezid’in İmam Hüseyin’i (a.s) şehit ettirmesine “bir hata yapmıştır” nitelemesi yapılıyor.
Burada da büyük bir çelişki yok mu? Ashaptan birisi hakkında “küfreden” birisi görüldüğünde, lanetleniyor, yine mesela tarihte onca zulmü kayıtlı olan Muaviye hakkında kötü konuşunca biri, “o laneti hak etmiştir, cenaze namazı dahi kılınmaz” deniliyor, ama Peygamberin kucağında büyüyen, sevgisi Allah emri olan, Ehl-i Beyt’in güzide siması İmam Hüseyin’i ve evladını hem de hunharca katleden Yezid’in bu menfur fiili “bir hata yapmıştır, lanet okumanın hiçbir faydası yoktur.” diye basitleştiriliyor.
Sizce de sorgulanması gereken bir mantık değil mi bu?
1- Mesela bu konuda Said Nursi’nin görüşü şöyledir: “Haccac-ı Zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i kelamın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani, ‘Yezide lanet caizdir’ demiş; fakat ‘Lanet vaciptir’ dememiş. ‘Hayırdır ve sevabı vardır’ dememiş. Çünkü hem Kur'ân’ı, hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kutsi sohbetlerini inkar eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Şer’an bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok.” (Emirdağ Lahikası, s. 178)
2- Yine Said Nursi’den: “…birinin hatasıyla başkası mesul olamaz…” (En’am 164) İlahi ikaza rağmen sosyal ve siyasi hayatta bunun aksine davranıldığı ve bu yüzden de büyük cinayetlere sebep olunduğuna işaret edilmektedir; “Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız manevi günahkar olup, ahirette mes’ul olur; dünyada değil…” (Emirdağ Lahikası 1997, s. 319-320)
MUAVİYE VE HARİCİLER ELİYLE VE TARİHE SOKULAN EZİYETLER
İmam Ali’ye karşı yapılan eziyetler sadece bunlar da değildir. Sıffin savaşında Muaviye ve Amr b. As’ın hile ile Kur’an’ı mızraklara takması sonucu “biz Kur’an’a kılıç çekmeyiz” şiarı ile “hakem olayını” tertip eden, kendi ordusu, hakem olayında da Amr b. As’ın hilesi ile karşılaşınca, “hakem olayı küfürdür. Hüküm ancak Allah’ındır. Hakemler hüküm veremez. Bunu kabul edenler kâfir olmuştur. Biz tövbe ettik. Ali de kâfir olmuştur. O da tövbe etsin” diye sapıtmışlar ve meşhur “Hariciler” olarak tarih sahnesinde yerlerini almışlardır.
Ve bu “zavallılar” Ali’yi “kâfir” olarak nitelemekten kaçınmamışlar, ona karşı savaşmış, kan dökmüşlerdir. Ve daha acısı bunlar, alınları ve avuçları ibadet etmekten nasır bağlamış, gündüzleri oruçlu, geceleri zakir kimselerdi. Yani kabukta Müslüman, özde ise sapıtmış, Ali’nin (a.s) deyimiyle “kuduz mikrobu” idiler.
Emeviler, İmam Ali’nin parlak şahsiyetini gölgelemek ve tarihteki azametini kırmak için öyle hadisler uydurmuşlardır ki, hayretler içinde kalıyor insan. Mesela, İmam Ali’nin Hz. Fatıma ve Hz. Resulullah ile olan sevgi bağını insanların gözünde zayıflatmak için, onun hem de müşriklerin reisi Ebu Cehil’in kızını, Hz. Fatıma’nın üstüne eş olarak almak istediğini, buna ise Resulullah’ın şiddetle karşı çıktığını, mimberden “Ya Fatıma’yı boşarsın ya da evlenemezsin” diye azarladığını uydurmuşlardır. Ve böylece İmam Ali’nin değerini düşürmek istemişlerdir insanların gözünde…
Bir yandan İmam’ı (a.s) insanların nezdinde sıradanlaştıran bu tür yalanlar uyduruluyor, bir yandan İmam’ın çevresindeki yakınları ve ashabı aşağılanıyor, böylece İmam’ın değeri düşürülmek isteniyor, diğer yandan da düşmanları yüceltilerek dolaylı olarak mazlum İmam mahkûm edilmiş oluyordu… Bunun delilleri tarih kitaplarında fazlası ile mevcuttur… En basitinden şu meşhur “Aşere-i Mübeşşere” olarak tanıtılan şahsiyetlere bir bakıldığında bu durum apaçık görülecektir. “Aşere-i Mübeşşere” olarak tanıtılan on kişiden dokuzu, yine bu on kişiden biri olarak zikredilen İmam Ali ile “sorunlu” olanlardır… Bu nasıl bir durumdur ki; Hz. Resul’ün (s.a.a) daha hayatlarında iken cennetle müjdelediği kimselerin tamamı, “Hak Ali iledir, Ali Hak iledir” diye Hakkın adresini gösterdiği İmam Ali ile “sorunlu” oluyorlar?
EN BÜYÜK EZİYET: CAHİLLERİN ALİ’Yİ ANLAMAMASI
Gadir-i Hum’da ki ilahi emrin kulak ardı edilişi, Sakife olayı, evinin yakılması, Fedek olayları da yine bu eziyetlerdendir. Bunlarla ilgili yeterli tafsilat tarih kitaplarında vardır.
Ama bütün bunlardan daha büyük eziyet, belki de Ali’nin anlaşılmamasıdır. Tarihte hiç kimse, “sorun bana, beni kaybetmeden” sözünü söyleyememiştir Ali’den başka… Sadece o, “göğün yollarını, yerin yollarından daha iyi biliyorum” diyebilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.a), “hiçbir peygambere benim kadar eziyet edilmemiştir.” diye buyurmuştur. Çünkü Hz. Peygamber gelmiş ve gelecek bütün yaratılmışların en âlimiydi. Ancak onu anlayan çok azdı. Bu yüzden eziyet çekiyordu. Ali de böyleydi işte… O ilim şehrinin kapısıydı, ilim şehrine, Resulullah’a (s.a.a) ulaşmak isteyen ona, yani kapıya gelmeliydi. Ama o yalnızdı, onu anlayan yoktu. “Sorun bana beni kaybetmeden” diye buyurduğunda, acaba ona “sormuşlar mıydı?” Peki, o halde büyük imam neden; “(Göğüslerine işaretle) Burada öylesine derin, öylesine geniş bir bilgi var ki ne olurdu, bunu anlayabilecek biri bulunsaydı.” diye ah çekiyordu?
Yalnızdı Ali… Bildiklerini anlayacak, onu derk edecek genişlikte bir kalp kabına sahip biri yoktu… Ve bu en büyük eziyetti…
VE GULAT’IN YAPTIĞI EZİYETLER
İmam Ali’ye düşmanları kadar, onu sevmede aşırıya gidenler de -haşa- ona “uluhiyet” isnat ederek eziyet etmişlerdir. Tarihte “Gulat” olarak bilinen bu taife, İmam Ali döneminde ortaya çıkmış ve İmam’ın kendilerini şiddetle cezalandırmasına rağmen görüşlerinden dönmemişlerdir. Diğer Ehl-i Beyt İmamları döneminde de sahnede olan ve Ehl-i Beyt İmamlarının bizzat kendilerince lanetlenen bu taife az da olsa bugün de vardır maalesef!
Emirulmüminin Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Resulullah bana şöyle buyurdu: “Sende İsa'dan bir misal var; bu özellik Yahudileri İsa'ya düşman etti, öyle ki onun annesine iftira ettiler; Hıristiyanlara da onu sevdirdi, hatta onu sahip olmadığı makama koydular…" (Müsned-i Ebi Ya'la, c.1, s.406/534; Tercümet Tercemet-i Emirulmüminin min Tarih-i Medinet-i Dimeşk, c.2, s.237/742; Emal-i Tusî, s.256/462; es-Sünne -İbn-i Ebi Asim-, s.470/1004-, Beyrut-Mektebetu’l-İslamiyye, 2. baskı.)
İmamiyye Şiası'na göre gâlî (guluv yapan), Ehlibeyt (a.s) hakkında peygamberlik ve ilahlık gibi, onların kendileri için iddia etmedikleri makamı söyleyen kimsedir. (Mecmau’l-Bahreyn -Fahruddin Tureyhî-, (ğluv), c.2, s.1332, Kum-Bi'set müessesesi, 1. baskı.)
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bizim kendimiz hakkımızda söylemediklerimizi, bizim hakkımızda söyleyene Allah lanet etsin; bizi, yaratan, dönüşümüz kendisine olan ve işimizi elinde bulunduran Allah'ın kulluğundan çıkarana Allah lanet etsin." (Biharu’l-Envar -Meclisî-, c.25, s.297/59, Rical-i Keşşi'den naklen, Beyrut-el-Vefâ müessesesi, 2. baskı.)
GULAT VE GULAT FIRKALARININ GÖRÜŞLERİ
Gulatın en önemli görüşü, Resulullah ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) ilahlığına inanmaları, onları ilahlıkta Allah Teala'nın ortakları olduğuna, vahiy ve ilham almaksızın gaybı bildiklerine, onların hadis değil, kadim olduklarına, onları tanımakla hiç bir itaat ve ibadete ihtiyaç olmadığına, onları tanımanın yükümlülükleri kaldırdığına, Allah Teala'nın, kulların işlerini mutlak suratte ve müstakil olarak kendilerine bıraktığına, Ehlibeyt İmamlarının peygamber olduğuna, bazılarının ruhunun bazılarına tenasüh ettiğine, kendilerine başkasının ruhu tenasüh edilenlerin ölmediklerine ve şehit olmadıklarına, aksine insana ölmüş göründüklerine, Ehlibeyt İmamlarının ilim, şecaat ve diğer ahlakî erdemlerde Resulullah’tan üstün olduklarına ve bunun gibi Allah Teala'nın azametini, gücünü ve şanını düşürüp kulu Allah Teala'nın derecesine yücelten diğer fasit itikatlara inanmaktadırlar.
GULAT'A KARŞI EHLİBEYT'İN TUTUMU
Ehlibeyt İmamları (a.s) Guluv hareketine karşı açık ve net bir tutum takınmışlardır; onlarla mücadele etmiş, ellerindeki tüm imkânlarıyla guluv ve Gulatın yayılmasını önlemeye çalışmışlar, guluvun küfür, şirk ve dinden çıkış olduğunu açıklamış, Gulat'a lanet etmiş ve onlardan beri olduklarını bildirmişler, onların düzen ve yalanlarını ortaya çıkarmış ve şiilerini onlardan sakındırmışlardır. Aşağıda bu hususta rivayet edilen bazı hadislere değineceğiz:
1- Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Guluvdan sakının; bilin ki sizden öncekileri dinde guluv etmeleri öldürdü." (Tabakatu’l-Kubra -İbn-i Sa'd-, c.2, s.180-181; Sünen-i Kubra -Beyhakî- c.5, s.127)
2- Emirulmüminin Ali’den (a.s) şöyle rivayet ediliyor: "Küfür dört direk üzerine kurulmuştur: Fısk, guluv, şek ve şüphe." (Usul-u Kâfi, c.2, s.391/1)
3- Yine İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Bizim hakkımızda guluv etmekten sakının; 'Allah’ın emrinde olan küçük kullardır' diyin ve bunu dedikten sonra faziletimizde istediğiniz şeyi söyleyin." (el-Hısal, s.614/10; Tuhefu’l-Ukul en Âli’r-Resul -İbn-i Şu'be-i Herranî-, s.104, Necefu’l-Eşref- Hayderiyye basımı, 5. baskı; Gureru’l-Hikem, s.2740)
4- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Guluv edene de ki: Allah'a tövbe edin; zira siz fasık, kâfir ve müşriksiniz." (Rical-u Keşşî, s.297/527)
5- Yine İmam’dan (a.s) şöyle rivayet edilir: Sudeyr'in, o hazrete, bazıları, "O'dur ki gökte de Tanrı'dır, yerde de Tanrı'dır" (Zuhruf, 84) ayetine dayanarak sizin ilah olduğunuzu söylüyorlar, demesi üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Ey Sudeyr! Benim kulağım, gözüm, derim, etim, kanım ve bedenimdeki tüyler onlardan beridir ve Allah da onlardan beridir; onlar benim ve babalarımın dini üzere değillerdir. Vallahi, Allah kıyamet günü benimle onları bir araya getirince onlara gazap edecektir." (Usul-u Kâfi, c.1, s.269/6)
6- İmam Sadık’tan (a.s) bir rivayette de şöyle geçer: "Gençlerinizi Gulat'tan sakındırın ki onları fasit etmesinler; Gulat, Allah'ın en kötü kullarıdır. Onlar, Allah'ın azametini küçültüp Allah'ın kulları için ilahlık iddia ederler; vallahi Gulat Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Mecusilerden ve Allah'a ortak koşanlardan daha kötüdür." (Emali-i Tusi, s.650/1349) (Gulat ile ilgili bu bölüm www.caferilik.com sitesinden alınmıştır.)
GULAT HAKKINDA BÜYÜK Şİİ ÂLİM ŞEYH SADUK’UN GÖRÜŞLERİ
Gulata büyük Şii âlimleri de şiddetle karşı çıkmış ve onları lanetlemişlerdir. Biz burada Şia’nın büyük âlimlerinden Şeyh Saduk’un Gulat ve guluv hakkındaki görüşlerine yer vermekle yetineceğiz:
“Bizim, Gulat (inançta aşırı gidenler) ve Mufavvıza hakkındaki inancımız şudur:1 Bunlar, Şanı Yüce Allah'ın inkârcılarıdır. Onlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusiler, Kaderiyye, Haruriyye (Hariciler), bidatçiler ve sapık görüşlere sahip olanlardan daha kötüdürler. Şanı Yüce Allah, hiçbir şeyi onlardan daha küçük kılmamıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın kendisine kitabı, hükmü, peygamberliği verdiği kimseye: 'Allah'ı bırakıp bana kulluk edin' demek yaraşmaz, fakat: 'Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabbe kul olun' demek yaraşır. Size melekleri, peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz Müslüman olduktan sonra, size inkâr etmeyi mi emredecek?” (Ali İmran, 79/80)
Sonra Güçlü ve Ulu Allah, "…Dininizde taşkınlık etmeyin…" (Nisa, 171) buyurmuştur.
İnancımıza göre bu olaylar, hakikaten onların başına gelmiş ve halk arasında İmamların (a.s) durumları ile ilgili olarak, onların bir kısmının haddi aştığı gibi şüpheler söz konusu olmamıştır. Aksine halk, onların öldürülmelerine, tahmin, hayal, şüphe ve iddia değil, hakikaten ve sağlam bir şekilde şahit olmuştur. Kim İmamların bir kısmının veya birinin hakikaten öldürülmeyip yerine başkasının öldürüldüğünü iddia ederse, her hususta bizim dinimizden değildir ve biz ondan uzaklaşırız.
Nebi ve İmamlar, onların öldüklerini bildirmişlerdir. Onların öldürülmediğini ve öldürülmeyeceğini söyleyen, onları yalanlamıştır. Onları yalanlayan ise, güçlü ve ulu Allah'ı yalanlamış ve O'nu inkâr etmiş ve böylece İslam’dan çıkmış olur.
"Ve kim İslam'dan başka bir din ararsa bilsin ki o din, ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 85)
İmam Ali er-Rıza (a.s) dua ederken şöyle derdi: "Ey Allah’ım! Güç ve kuvvet bakımından ancak sana sığınırım; çünkü seninkinden başka güç ve kuvvet yoktur. Ey Allah’ım! Bizim için, bizim kendi hakkımızda bilmediğimiz şeyleri söyleyenlerden sana sığınırım. Ey Allah’ım! Yaratılmışlar Senindir ve buyruk da sendendir. ‘Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.’. Ey Allah’ım! Sen bizim Yaradanımızsın ve sen önceki soyumuzla sonraki soyumuzu da Yaradansın. Ey Allah’ım! Senden başkası Rabliğe ulaşamaz ve Tanrılık senden başkasına yakışmaz. Bu bakımdan senin büyüklüğünü küçülten Hıristiyanlara lanet et! Senin, yarattıklarına benzediğini söyleyenlere de lanet et! Ey Allah’ım! Muhakkak ki biz, senin kullarınız ve senin kullarının oğullarıyız. Kendi nefislerimiz için, ne zarar ne fayda, ne ölüm ne hayat ve ne de dirilip-dağılmaya (nuşûr) gücümüz var. Ey Allah’ım! Bizim, yarattığımız birtakım şeyler olduğunu ve bizim rızk verdiğimizi iddia eden kimseden, İsa b. Meryem'in (as) Hıristiyanlardan kaçışı gibi sana kaçar, sana sığınırız. Ey Allah’ım! Onların iddia ettikleri şeyleri ileri sürmelerini biz istemedik. Bu sebepten onların söyledikleri yüzünden bizi cezalandırma ve ileri sürdükleri şeylerden dolayı bizi bağışla! ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve yalnız ahlaksız nankörleri doğururlar.’ (Nuh, 26/27)”
(Şeyh Saduk, Risâletu'l İ'tikadati'l İmâmiyye, guluv (aşırılık) ve tefviz'in (vekil kılma-havale) inkârı hakkındaki inanç bölümü)
Allah’ım, bizi o aziz İmam’a eziyet edenlerden etme, kalbimizi onun mübarek sevgisi ile doldur. Onun sevgisi bizim en büyük hazinemizdir. Biz onun (a.s) sevgisi ile zenginiz. Bizi bu hazineden mahrum etme…
Selam olsun sana ey Ali
Selam olsun sana ey mazlum
Selam olsun sana ve senin pak evlatlarına
Selam olsun sana tabi olanlara
Selam olsun senin velayet bayrağın altında toplananlara
Şahadet ederim ki sen hak İmamsın
Allahumme salli ala Muhammed ve Âl-i Muhammed ve acci’l ferecehum, ve ehlik a’daehum…