Allâme Tabatabaî
Allâme Seyyid Muhammed Hüseyin Tabatabaî, miladî 1902 yılının sonlarına doğru Tebriz'de ilim ve irfan ocağı olan bir sülâleden dünyaya geldi. On dördüncü büyük babasından kendi babasına kadar bütün babaları Tebriz'in meşhur âlim ve bilginlerindendi. Allâme, ilk tahsilini kendi doğum yeri olan Tebriz'de yaptı. Tahsilinin ilk aşamasını geride bıraktıktan sonra, o dönemin İslâmî ilimler merkezi olan Necef-i Eşref'e gidip, orada İslâmî ilimlerin çeşitli dallarında on yıl eğitim gördü.
Fıkıh ve usul-ü fıkıh ilimlerini merhum Nainî ve İsfahanî (Kompanî) gibi meşhur üstatlardan ders aldı. Felsefeyi Ağa Ali Müderris'in öğrencilerinden olan Seyyid Hüseyin Badkubî'den, riyaziyatı (matematiği) Seyyid Ebu'l-Kasım Hansarî'den, ahlâkı ise hikmet ve irfanda büyük bir makama sahip olan Hacı Mirza Ali Kazî'den ders aldı. Daha sonra 1925 yılında maddî sıkıntılardan dolayı doğum yeri olan Tebriz'e geri dönme mecburiyetinde kaldı.
Allâme sadece fıkıh dalında değil, hatta sarf, nahiv, Arap edebiyatı, fıkıh ve usul-ü fıkıh, matematik, felsefe, kelâm, irfan ve tefsir dallarında da ihtisas sahibi olacak derecede derin bir tahsil gördü.
Allâme bazı siyasî olaylar sonucu ortaya çıkan ve kötü izler bırakan İkinci Dünya Savaşından sonra, doğum yerini terk edip, İslâmî ilimler merkezi Kum şehrine giderek, tefsir ve felsefe dallarında ders toplantıları düzenledi. Tahran'a da sık sık yaptığı yolculuklar neticesinde felsefe ve İslâmî ilimlere ilgi duyan kesimlerle ilişkilerde bulundu. Din ve felsefe karşıtlarıyla çekinmeden tartışarak, doğru yoldan sapan nicelerini akıl ve mantık yoluyla ikna ederek aydınlanmalarına vesile oldu. Son yirmi küsûr yıl zarfında ise, hem âlimler arasında, hem de Batıda tahsil görmüş aydınlar arasında üstün bir ilmî konuma oturdu.
Allâme ,yıllarca her sonbahar mevsiminde, Prof. Henri Corbin ve bir grup âlim ve bilginlerle toplantılar düzenledi. Bu toplantılarda din ve felsefe hakkında çok önemli konular işledi, günümüz dünyasının manevî boyutlu gerçeklerinin arayışında olan şahısların karşısına dikilen sorunlar ve bu sorunların çözümleri gündem edildi. Bu toplantılardan, çok önemli ve olumlu sonuçlar çıkmıştır. Bu gibi yüksek düzeyde ve geniş ufuklu toplantılar, maalesef günümüzde İslâm-Hıristiyanlık ilişkilerinde rastlanmayan bir olaydır.
Allâme'nin büyük hizmet ve himmetiyle Kum şehri ilim havzalarında aklî ilimler, ayrıca Kur'ân-ı Kerim tefsiri ihya oldu. Allâme, felsefenin temeli sayılan Şifa ve Esfar gibi kitapları tedris etmekle tedricen bu ilim dalını medreselerde yaygınlaştırdı.
Allâme'nin yüce şahsiyeti, güzel sıfatlara sahip olması ve talebelerine karşı olgun ve ölçülü davranışı, gün geçtikçe felsefeye ilgi duyan kabiliyetli öğrencilerin üstadın dersine akın etmesine neden oldu. Öyle ki son yıllarda felsefe dersine yüzlerce öğrencinin katıldığı gözlemlendi. Yirmi küsûr yıl zarfında nice bilginler, Allâme'nin kılavuzluğu ve tedrisatı sayesinde felsefe dalında uzmanlaştılar. Bunların birçoğu fiilen felsefe üstatlarındandır.
Allâme'nin birçok talebe eğitmekle ve felsefî kitapları neşretmekle felsefeye yapmış olduğu hizmetten daha da önemlisi öğrencilerinin ahlâkî talim ve terbiyesine ve nefis tezkiyesine dair göstermiş olduğu titizliktir. Allâme, hakikatte ilim ve ahlâkı beraberce öğrenip yaymak isteyen şahısları terbiye etmek için yepyeni bir mektep tesis ederek, çok değerli insanlar topluma kazandırmış ve sürekli olarak da öğrenim ve tezkiyenin bir arada sürdürülmesinin gerekli olduğunu vurgulamıştır.
sadece felsefe, tefsir, usul ve fürudaki hadisleri anlamak gibi konularda değil, tevhidî tanrıbilim ve kalbî ilhamlar yönünden de Allah'ın büyük bir ayet ve nişanesiydi.
Onu sessiz, sakin gören herkes hiçbir şey bilmediğini zannederdi; ama öylesine ilâhî nur ve gaybî müşahedelerin içine girmişti ki, aşağılara inmesine imkân yoktu. Ancak bununla birlikte, kesret âleminde zahiri korumayı, her âlemin hakkını lâyıkıyla edâ etmeyi, talebelerin eğitim ve öğretimiyle ilgilenmeyi, din ve ilâhî sünnetler ve İslâm kanunlarının savunuculuğunu yapmayı ihmal etmiyordu.
Çeşitli ilimleri kendisinde toplamasıyla birlikte ilim ve amele birlikte sahipti. Yani vücudunun tüm uzuvları hakka teslim olmuş bir insandı. Şikeste ve nestâlik hattını çok güzel yazardı. Yaşlandıktan sonra bu yeteneği, yaşlılıktan olsa gerek, zayıflamıştı ve kendi kendine şöyle dediği söyleniyordu: "Gençlik zamanımdan kalma bazı yazılarıma bakıyorum da, 'Acaba bunlar benim yazım mı?' diye soruyorum kendi kendime."
Gizli ilimlerden reml ve cefri çok iyi bilirdi. Ama onlara amel ettiği görülmemiştir. Sayı ilmi ve ebced hesabını da oldukça iyi bilirdi. Cebir, mukabele ve geometride üstattı ve takvim hazırlayabilecek derecede astronomi bilirdi.
Kur'ân-ı Kerim'e karşı bir huşû ve saygısı vardı. Ayetleri genelde ezberden okur, ayetlerin yer ve numaralarını çeşitli surelerde gösterir ve de birbirlerine uygun ayetleri çıkarırdı. Merhumun Kur'ân üzerine inceleme ve toplantıları hayli içerikli ve ilgi çekiciydi. Hz. Peygambere (s.a.a) ve kızı Fatıma'ya (s.a.) ve On İki Ehlibeyt İmamlarına (a.s) karşı özel bir hayranlık ve muhabbeti vardı. Onlardan birinin adı anıldığı zaman yüz ifadesi, edep ve tevazu hâli alırdı. O yüce şahsiyetler hakkında sorulan sorulara karşı öyle bir beyan ve açıklamada bulunurdu ki insan zannederdi ki, onların siyerini aynı gün okumuş da gelmiş.
Yaz aylarında İmam Rıza'yı (a.s) ziyaret etmeyi kendi için görev hâline getirmişti. Meşhed'de bulunduğu zaman her gece İmam Rıza'nın (a.s) türbesini ziyaret eder, münacatta bulunurdu.
Allâme 15 Kasım 1981 yılında vefat etti. Allah onu kendi velileriyle haşretsin, ona Rızvanında yer versin!