Aşura
İnanan kişiyi gerçek yola götürecek iki vasıta vardır:
1- Nakil, yani gerçek olarak gelen haber: Kur'ân-ı Mecid'in ayetleri ve Rasul-i Ekrem'in (s.a.a) hadisleri
2- Doğru düşünen, gerçeği bulan ve gerçekleyen olgun akıl.
Kur'ân-ı Mecid bize, yani inananlara; "Andolsun ki size, Allah'tan mükâfat isteyen, Allah'ı çok anan kişiye Allah'ın Rasulü'nde güzel bir örnek var."[1] Her hususta onun sözlerini, onun özündeki ihlâsı örnek edinin; hareketlerinizi onun hareketlerine benzetmeye çalışın, ona uyun." buyurmaktadır.
Bugün Hangi Yılın, Nasıl Bir Olayın Yıl Dönümü?
Bugün, Hicret'in bin üç yüz doksan yedinci yılının ilk ayı olan Muharrem'ül-Haram'ın onuncu günü; Arapça deyimiyle "Aşura". Hicret'in altmış birinci yılı Muharem'inin onuncu günü, Hz. Muhammed'in (s.a.a) vefatlarından çok geçmeden, elli yıl sonra ve bugünden bin üç yüz otuz altı yıl önce, onun ciğerparesi, dünyada en çok sevdiği kızı Fatımat'üz-Zehra'nın ve vasisi, kardeşliği, amcasının oğlu, damadı, halifesi Aliyy'ül-Murtaza'nın sevgili oğlunu, onun Hüseyin'ini Kerbelâ'da şehit etmişlerdi.
Hüseyin, Rasulullah'a (s.a.a) o derece sevgiliydi ki, bir gün onun ağladığını duyunca Cenab-ı Fatıma'ya (s.a); "Bilmez misin ki" buyurmuşlardır, "Onun ağlayışı beni incitir?"[2] Rasul-i Ekrem (s.a.a) onu bağırlarına basarlar, dillerini ağızlarına verirlerdi.[3] "Hüseyin bendendir ve ben Hüseyin'denim; Allah Hüseyin'i seveni sever." buyurmuşlardır.[4] "Hasan'ı ve Hüseyin'i seven, gerçekten de beni sever; ikisine buğzeden de gerçekten bana buğzeder."[5], "Hasan'ı ve Hüseyin'i seven, gerçekten de beni sever."[6], "Benim bir kılımı inciten, gerçekten de beni incitmiştir; beni incitense, gerçekte Allah'ı incitmiş olur." (Yani Allah'ın kahrına, gazabına uğrar.)[7] hadisleri de, Rasululllah'ın (s.a.a) Hasan ve Hüseyin'i ne derecede sevdiklerini apaçık bildirmektedir.
Hüseyin Rasulullah'ın mübarek göğüslerine çıkar, Hz. Rasul (s.a.a) onun ağzını, dudaklarını öperler, "Allah'ım!" derlerdi, "Sen bunu sev, gerçekten de ben seviyorum bunu."[8]
3. sure-i celilenin (Âl-i İmrân) 61. ayet-i kerimesi olan Mübahele Ayeti'nde, Rasulullah'ın (s.a.a) Necran Hıristiyanlarını mübaheleye davette söylemeleri emredilen sözdeki "ebnaena=oğullarımız", İmam Hasan ve Hüseyin aleyhime's-selâmdı ve Hz. Rasul-i Ekrem (s.a.a) mübaheleye Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i (a.s) alarak çıkmışlardı; böylece Hasan ve Hüseyin, Allah'ın kitabında, Rasulullah'ın (s.a.a) oğulları olarak anılmıştı.
33. sure-i celilenin (Ahzâb) 33. ayet-i kerimesinde bildirilen ve her çeşit kirden, suçtan, kötülükten, ayıptan, ardan arınmış, tertemiz kişiler olarak beyan buyrulan Ehlibeyt, Rasul-i Ekrem'le Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'di (a.s); Hz. Rasul, bunları abâlarının altına almışlar, bunların arınmasını Allah'tan dilemişler ve bu ayet-i kerime nazil olmuştu.[9] Rasul-i Ekrem (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e; "Ben sizinle harbedenle harbederim; sulhedenle barışığım." buyurmuşlardır.[10]
42. sure-i celilenin (Şûrâ) 23. ayet-i kerimesi mucibince Ehlibeyt'i sevmek, Hz. Rasul'ün (s.a.a) risaletinin ecridir.
İnanan kişiye naklolarak bunlar yeter. Ayrıca gaybî, yani olmamış yahut ileride olacak şeyleri, dilediği takdirde, 3. surenin (Âl-i İmrân) 44. ve 179., 11. surenin (Hûd -a.s-) 49., 12. surenin (Yûsuf -a.s-) 102. ayet-i kerimelerinde beyan buyrulduğu gibi, vahiy yoluyla Peygamberine bildiriyor ve bu, ilâhî bir mucizedir; nitekim Rasulullah (s.a.a) ileride olacakların çoğunu bildirmişlerdir; geçmiş, gelecek olaylar da, en doğru tarzda Kur'ân-ı Mecid'de ve hadislerde beyan buyrulmuştur. Bu cümleden olarak İmam Hüseyin'in (a.s) şahadetini de, doğar doğmaz, o, kucaklarındayken haber almışlar, ağlamışlardır.[11]
Hüseyin (a.s), Rasulullah'ın vücutlarından bir parçaydı; onun varlığından var edilmişti; ondandı. Rasulullah (s.a.a.), Hüseyn'i severdi; onu seveni de sever; onunla savaşanla savaşır; onunla barışanla barışırdı; ona ağlamışlardır iki cihan serveri; mübarek yürekleri yanmıştır onun acısıyla.
Şimdi bir de akla gelelim:
Bir kişinin sevdiği torunu, biricik kızının oğlu, ciğerpâresi, zulme uğrarsa, onun gencecik oğlu, amcası, atasının ihtiyar dostları, kardeşinin küçücük oğlu, kendisini koruyanlar, gözleri önünde, hem de üç günlük susuzluktan sonra şehit edilirse, altı aylık oğlu kucağında oklanır, can verirse, kendisi de şehit edilip ehl-i ayâli düşmanlara esir düşerse, onu sevenler, onun atasının yolundan gidenler, onun babasının dostu olanlar, onun dininde olanlar, sevinirler mi, yoksa onlar da aynı eleme uğrayıp ağlarlar mı?
Rasulullah (s.a.a.) dininde olan kişi, Rasûlullah (s.a.a.)'ı ve Ehlibeyt'ini seven kişi, şüphe yok ki onun sevinç gününde sevinir; yas gününde yaslara batar; yüreği yanar; gözyaşları akar; elemlere uğrar.
İslâm, insan ve insanlık dinidir; İslâm'da yas yoktur diyen, bunu inkâr eder, Hz. Rasûlün (s.a.a.) oğulları İbrahim'e, hele Hüseyn'ine (a.s.) ağladığından habersiz kişidir.
İşte biz Ehlibeyt dostları, bugün ağlamaktayız; bugün bizim ezâ günümüz. Hüseyn'in (a.s.) uğradığı zulüm, bugün gözlerimizin önünde bizim. Yüreklerimiz yanmakta; gözlerimiz yaşla dolmakta; suya baktıkça, arı duru su, gözümüze kan görünmekte. Ağlıyoruz; çünkü Rasulullah (s.a.a.) da ağlıyor, Ali de ağlıyor, Fatıma da ağlıyor, Hasan da ağlıyor bugün.
Rasulullah'ın (s.a.a.) ümmetiyiz diyenler, bugün, onun Hüseyn'ini şehit ettiler; sonra da o günü bayram saydılar, birbirlerini kutladılar. O tarihî günün, o zulmün unutulması için Peygamber'in (s.a.a.) ağzından hadisler düzdüler; "Kim, bilerek benim adıma yalan söylerse, cehennemde konağını hazırlasın." hadisinden korkmadılar[12]; çünkü inanmıyorlardı; yaptıklarını unutturmak kaygısına düşmüşlerdi.
İşte bir sürü yalan hadis:
"Kim Muharrem'in ilk dokuz günü oruç tutarsa, Allah ona, havada, uçsuz, bucaksız, dört kapılı bir kubbe kurar. Aşura günü oruç tutana Allah, altmış yıl oruç sevabı yazar; hem de gecelerini ibadetle geçirmişcesine; on bin melek, on bin şehit sevabı verir; yedi göğün ecrine ulaştırır onu. Kim o gün bir oruçluya iftar ettirirse, Muhammed ümmetinin hepsini kıyasıya doyurmuş olur. O gün kim bir yetimin başını okşarsa, başındaki her kıla karşılık cennette bir derece verir ona. Allah yedi kat göğü, yeri, kalemi, levhi, Cebrail'i, melekleri, Adem'i Aşura günü yarattı; Davud'un suçunu o gün bağışladı; Süleyman'a Aşura günü lütfetti; Hz. Muhammed de o gün doğdu! Allah, Aşura günü Arş'a istiva etti; kıyamet de o gün kopacak."[13]
"Yüce Allah İsrailoğulları'na yılda bir gün oruç tutmayı farzetti; o gün de Aşura günüdür; başka günlerin orucunu bağışladı. O gün oruç tutun; Adem'in tövbesi o gün kabul edildi; İdris o gün yücelere ağdı; İbrahim o gün ateşten kurtuldu; Nuh o gün gemiden çıktı; Tevrat o gün indirildi; İsmail o gün kurban edilmekten kurtarıldı; o gün İsrailoğulları'na deniz yarıldı; o gün Muhammed'in geçmiş, gelecek suçları bağışlandı; Yunus o gün balık karnından çıktı; o gün Yunus kavminin tövbesi kabul edildi; o günün orucu, kırk yıllık kefâret yerine geçer; dünya o gün yaratıldı; ilk yağmur o gün yağdı. Kim o gün oruç tutarsa, yaratılıştan kıyamete dek oruç tutmuş sayılır; o gün, peygamberlerin oruç günüdür. Aşura gecesini ibadetle geçirenin, o gece dört rekât namaz kılanın, elli yıllık geçmiş, elli yıllık da gelecek günahı bağışlanır… ve ve ve … Aşura günü sürme çekenin gözleri hiç ağrımaz. Miskle karışık sürme taşıyla sürmelenen, göz ağrısından kurtulur."[14]
"Aşura günü ailesine yiyecek, giyecek alan, o yıl bolluğa erişir."[15]
"Geçimi yerinde olan kişi, Aşura günü, kendisine, ailesine bol giyecek, yiyecek sağlayan, onları ferahlığa kavuşturan kişiyi Allah, gelecek yıla dek bolluğa kavuşturur."[16]
Ali el-Kaarî'nin "Mavzûâtu Kebîr"inde, Aşura günü sürme çekmek, oruç tutmak, süslenmek, ailesini bolluğa kavuşturmak hakkında bir hayli hadis var.[17] Ali el-Kaarî, bu bid'atin, Hüseyn'i (a.s.) katledenler tarafından düzüldüğünü, bu hadislerin, Hüseyn'i (a.s.) katledenler tarafından uydurulduğunu söylemek zorunda kalıyor.[18]
Esefle söyleyelim ki bazı Müslüman kardeşlerimiz, bu günü bayram sanıyorlar ve bize, ağladığımız, yandığımız, yasa battığımız hâlde; "Bayramınız mübarek olsun" demek gafletini gösteriyorlar. Nuh Peygamber'in (a.s.) tufandan kurtulduktan sonra, gemide ne kalmışsa hepsini karıp karıştırarak; "Aşure" denen tatlıyı yaptığını sanıyorlar; buna "Selâmet Çorbası" adını veriyorlar; pişirip eşlerine dostlarına yolluyorlar; konuklarına sunuyorlar.
Bu Tâziye Töreni Her Yıl Yenilenmeli mi?
Evet, yenilenmeli. Bayramlar nasıl kutlanıyorsa, ramazan ayından sonra oruçlarımızın kabulünü umup nasıl bayram ediyorsak, Kurban Bayramı'nda nasıl hacılar sevabına ermemizi umarak birbirimizi kutluyorsak, Muharrem'de de birbirimize, hatta daha önce Hz. Rasulullah'a (s.a.a.), Emir'ül-Müminin'e (a.s.), Hz. Fatıma'ya, Hadice'ye, Ehlibeyt'e (a.s.) taziyelerimizi arz etmeliyiz.
Bu günlerde Hüseyn'in (a.s.) şehadetini, bu şehadetin çeşitli safhalarını anarak onun yoluna yönelmemiz gerek; bu, bize bir temrindir, bir ihtardır, bir derstir. Hüseyn (a.s.), hilâfeti elde etmek için değil, dini diriltmek için kıyam etmişti. Atası Hz. Muhammed (s.a.a.); "Yaradana isyan hususunda yaratılmışa itaat yoktur." buyurmuştu.[19] "Halka cebredenlerle, zulmedenlerle, onlara yardımda bulunanlar cehennemdedir."[20]; "Zalim olduğunu bile bile birisine yardım eden, gerçekten de Müslümanlıktan çıkmıştır." hükmünü vermişti.[21] Kaldı ki ceddinin hilâfetini gerçekte o temsil ediyordu; hak onundu. Fakat zaman değişmiş, halk değişmişti; batıl, hakkın yerini almış, zulüm ortalığa yayılmıştı. "Hidayet alevi, kurtuluş gemisi" olan Hüseyn (a.s.), şahadetinin aleviyle gerçek müminleri ışıklandırmak, hidayete erecekleri sapıklık tufanından kurtarmak azmindeydi ve buna memurdu Hüseyn (a.s.). "Öldürülmek, utancı yüklenmekten yeğdir." diyordu; "Ölümü, ancak saadet görmekteyim; zalimlerle yaşayışsa, bir horluk." buyuruyordu. Ceddinin, Allah buyruğuyla kurduğu dinin ayaklar altında kalmasına tahammülü yoktu; kanıyla hakla batılın arasını ayırması gerekti.
Yezid'e biat edemezdi Hüseyn (a.s.); hak, batıla boyun eğemezdi. Mekke'de kalsaydı, aman yurdu olan Harem'in hürmeti çiğnenecekti. Altmışıncı yılın Zilhicce'sinin sekizinci günü, Kûfe'de ilk kurbanı Müslim'in, onun yoluna can verdiği gün, haccını umre-i müfredeye tebdil ederek kendisine uyanlarla, çoluğuyla çocuğuyla Mekke'den çıktı; Medine'de ceddiyle vedalaştı; kurbanlarını ayrı bir Mina'ya, Kerbelâ Minası'na yöneltti.
Ashabına, yolda da, Kerbelâ'da Aşura gecesi de izin verdi; biatini boyunlarından aldığını söyledi. Giden gitti; kalan kaldı. Hüseyn (a.s.) susuzluğa sabretti; misli görülmemiş fedakâr ashabının şahadetlerine dayandı; hepsini ve evlâdını dine, ümmete feda etti; ailesinin esaretini sanki gözleriyle gördü ve sonunda kendisi de şehit oldu; dine, ümmete, özgürlüğe, insanlığa, tarihte bir benzeri görülmemiş fedaîlik örneği bağışladı.
O, bugün de anılıyor, âlem durdukça da anılacak; düşmanlarıysa ancak lânetle yâd ediliyorlar.
Allah, Hüseyn'in musibeti dolayısıyla ecrimizi çoğaltsın; bizi, dünyada, ahirette Kur'ân'dan, Ehlibeyt'ten ayırmasın.
"Allah yolunda katledilenleri ölüler saymayın; gerçekte onlar diridirler; Rableri katında rızıklanmışlardır."[22]
[1]– Ahzâb, 21
[2]– Haysemî, Mecma, c.9, s.201
[3]– Zehair'ül-Ukba, s.126
[4]– Sahih-i Tirmizî, İbn-i Mace, Buharî ve Kenz'ül-Ummal'den naklen Seyyid Murtaza el-Hüseynî; Fadâil'ul-Hamseti Min'es-Sıhah'is-Sitte, c. 3, Necef-i Eşref, H. 1348, s.261-262; el-Cami'us-Sagıyr, c.1, s.124
[5]– el-Cami'us-Sagıyr, c.2, s.140
[6]– Künûz'ül-Hakaaık, Cami' hâşiyesinde, c.2, s.163
[7]– Cami', c.2, s.140
[8]– İstiab, c.1, s.144; İsabe, c.2, s.11; Kenz, c.7, s.104; Künûz, s.63; İbn Asâkir, s.109
[9]– Sahih-i Müslim, "Sahabenin Faziletleri" bölümünün "Ehlibeyt'in Üstünlükleri" kısmında, c.2, s.147; Tirmizî, c.2, s.209; Neseî, Hasais, s.4; Müsned, c.1, s.330, c.4, s.330 ve c.6 s.299; Beyhakî, Sünen, c.2, s.149; Keşşaf; Tefsir-u Kebir; Taberî Tefsiri; ed-Dürr'ül-Mensûr; Müstedrek vs.
[10]– Tirmizî, c.2, s.319; Müsned, c.2, s.442; Üsd'ül-Gabe, c.3, s.242; er-Rıyad'un-Nadıra, c.2, s.199; Zahair, s.23; ed-Dürr'ül-Mensûr, Ahzâb Suresi'nin 33. ayet-i kerimesinin tefsiri.
[11]– Müstedrek'üs-Sahihayn, c.3, s.176 ve c.4, s.398; Müsned, c.3, s.242 ve c.6, s.294; Zahair, s.147; Savaık, s.115; Kenz, c.6, s.222-223; Mecma', c.9, s.187-189, 191
[12]– Cami'; c.2, s. 165.
[13]– Süyutî Celaluddin, El-Lealî'l-Masnua Fi'l-Ahadis'il Mavzua, (1. basım; Mısır; el-Matbaat'ül-Edebiyye, H. 1317) c.2, s.61).
[14]– Aynı; s.62.
[15]– Aynı; s.63.
[16]– Aynı; s.64.
[17]– İst. Matbaa-i Âmire –1289; S. 77, 86, 102, 105, 107, 122.
[18]– İst. Matbaa-i Amire- 1289; S. 77, 102.
[19]– el-Cami'us-Sagıyr; c.2, s.193.
[20]– el-Cami'us-Sagıyr; c.1, s. 92.
[21]– el-Cami'us-Sagıyr; c.2, s.167.
[22]– Âl-i İmrân, 169