Aşura Tarihinde Bazı Kararsız İnsanların Akıbeti
SEYYİD MUHAMMED ŞEFİÎ
Dalgalansın Kerbelâ Sultanı'nın bayrağı
Ebedî olsun apaçık Kerbelâ fethi
Dedi halası katligâhda İmam Seccad’a:
"Görsün dünya Kerbelâ’nın parlayan azametini
Bu ateş alevlenir tüm zamanlarda
Kurumaz asla coşan Kerbelâ çeşmesi"
Şam sarayında şöyle dedi Yezid’e
Zeynep, Kerbelâ’nın sözcüsü:
"Yetmez senin gücün kıyamımızı alt etmeye
Hazan yok Kerbelâ’nın bahar mevsiminde" [1]
Tarihin seyrini değiştiren Kerbelâ kıyamına şüpheyle bakan insanlar, sonunda birkaç gruba ayrıldılar:
- Bazıları, İmam Hüseyin (a.s)’ın katı düşmanları arasında yer aldılar.
- Bazıları, İmam Hüseyin (a.s)’a katıldılar.
- Bazıları, daha sonra İmam’ın intikamını almak için kıyam ettiler.
- Bazıları, ne İmam’a, ne de İmam’ın intikamını almak üzere kıyam edenlere katıldılar ve dolaylı olarak batıl saflarda yer aldılar.
- Bazıları da, ne hakka, ne de batıla yardım etmeyip tarafsız kaldılar.
Bu kısa incelemede, üstte geçen gruplarda yer alan bazı kişilerin nasıl bir sonla karşılaştıklarını göreceksiniz.
1- Hür b. Yezid-i Riyahî
Ubeydullah b. Ziyad, “İbn-i Numeyr”i Kûfe’yi korumakla görevlendirdi. İbn-i Numeyr, kararlı bir şekilde, emri altındaki kalabalık bir orduyla görevini yapmaya başladı. Bu amaçla savaşçı, askerî konularda tecrübeli ve liyakatli bir kişi olan “Hür b. Yezid-i Riyahî”yi, inkılâp kervanının yolunu kesmesi için bin süvariyle birlikte “Kadisiye”den Kerbelâ’ya gönderdi. “Batn-i Akabe” diye tanınan bölgeden “Şeraf ” bölgesine hareket etmekte olan İmam (a.s), yanındakilere daha fazla su almaları emrini verdi. Yolun yarısında Hürr’ün ordusu ulaştı ve İmam Hüseyin (a.s)’ın kafilesinin yakınında konuşlandı. İmam (a.s), atlarıyla birlikte Hürr’ün ordusuna su verilmesini emretti. Öğle vakti İmam (a.s) beraberindekilerle birlikte cemaat namazına durduklarında, Hür ve emri altındaki askerler de İmam’a iktida ettiler.
İmam Hüseyin (a.s) namaza başlamadan önce, topluluğun karşısında durarak ve dikkatini Hürr’ün ordusuna odaklamış vaziyette şöyle buyurdular:
“Ey millet! Ben sizin davetiniz ve elçilerinizin isteğiyle bu diyara geldim. Eğer davetinizden vazgeçtiyseniz, kendi diyarıma dönerim.”
Kimseden bir cevap çıkmadı ve İmam (a.s) öğle namazını cemaatle eda etti. İkindi namazını da aynı şekilde eda ettikten sonra topluluğa dönüp şöyle buyurdu:
“Sizler eğer ilâhî takvayı ilke edinir ve hak ehlini tanırsanız, Allah sizden razı olacaktır. Biz Muhammed Ehl-i Beyti, velâyete ve toplumu yönetmeye daha evlâyız. Benim gelişimden hoşnut değilseniz, geri dönerim.”
O sırada Hür ortaya atılıp şöyle dedi: “Benim mektuplardan ve elçilerden haberim yok.”
İmam (a.s), Kûfe halkından gelen mektupların gösterilmesini emretti.
Hür: “Ben mektup yazanlardan değilim ve sizi Ubeydullah’a teslim etmekle görevliyim.”
İmam: “Ölüm sana bu amacına ulaşmandan daha yakındır.”
O esnada İmam (a.s) yârânına hareket emri verdi; ama Hür engel oldu. İmam şöyle buyurdu: “Anan yasına otursun, bizden ne istiyorsun?”
Hür: “Kim anamı bu şekilde ansaydı, ben de aynı şekilde karşılık verirdim; ama ne yapayım ki anan Zehra’dır ve iyilikle anmak gerek. Bana savaşmam emredilmedi; sana tavsiyem: Dönme, Kûfe’ye de gitme ve Ubeydullah’tan mektubuma cevap gelene kadar üçüncü bir yol seç.”
İmam kabul etti; “Uzeyb” ve “Kadisiye” yolundan ilerledi; ve nihayet “Kasr-ı Benî Mukatil” diye bilinen yerde Ubeydullah’ın cevabı Hürr’e ulaştı. Mektupta Hürr’e; “Hüseyin ve yârânını susuz ve çorak bir çöle yerleştir.” emrini vermişti.[2]
İmam (a.s), hareketinin devamında Kerbelâ’da konakladılar. O sırada Hür, Ubeydullah’a gönderdiği mektupta şöyle yazdı: “Şu an Hüseyin b. Ali, yakınlarıyla birlikte Kerbelâ’ya indiler. Eğer onunla savaşmayı düşünüyorsan, beni mazur gör; benim bu işi yapacak gücüm yok.”[3]
Hürr’ün mektubu Ubeydullah’a ulaşınca, ordu komutasına Ömer b. Sa’d’ı getirdi.
Aşura günü gelip çattı. Hak-batıl savaşının kızıştığı sırada, Hür, İmam Hüseyin (a.s)’ın mazlumiyet ve yardım isteme sesini duydu: “Allah için bize yardım edecek kimse yok mu? Resulullah’ın haremini savunacak kimse yok mu?”[4] Gaflet uykusundan uyandı. Tarihçilerden biri bu bağlamda şöyle yazar: “İmam (a.s), Şebes b. Rib’î, Kays b. Eş’as ve Zeyd b. Haris gibi Ömer b. Sa’d’ın ordu komutanlarına hitaben; “Sizler değil miydiniz bana mektup yazanlar?!” buyurduğunda ve onların utanmazca; “Bizim haberimiz yok!” dediklerinde, Hür hemen cevap verdi: “Evet yazdık! Batıl ve ehli Allah’ın rahmetinden uzak olsun! Ben dünyayı ahirete tercih etmeyeceğim.”[5] Tarihçilerden bazısı Hürr’ün dört bin kişilik süvari birliğinin komutanı olduğunu, makamını hiçe sayarak İmam’ın huzuruna varıp ayaklarına kapanarak tövbe ettiğini yazar.[6]
Rivayet edildiğine göre; Hür, Ömer b. Sa’d’a yaklaşıp şöyle dedi: “Ey Ömer! Acaba bu adamla savaşmak mı istiyorsun?” Ömer b. Sa’d; “Evet, Allah’a andolsun ki, baş ve kolların bedenlerden ayrılacağı bir savaş olacak.” diye cevap verdi.[7]
Bu söz Hürr’ü nihaî karar aşamasına getirdi. Kurra b. Kays’a; “Atına su verdin mi?” deyip, bu bahaneyle Ömer b. Sa’d’ın ordusundan ayrıldı.
Belâzurî, Hürr’ün nur ordusuna Aşura gününden önce katıldığını belirtiyor.[8]
Taberî şöyle yazar: “Kurra b. Kays sonraları şöyle derdi: Gördüm ki o yanımızdan ayrıldı ve yavaş yavaş Hüseyin’e yaklaştı.”
Muhacir b. Evs, Hürr’ün İmam Hüseyin (a.s)’a katılmasından önce ona şöyle dedi: “Bu ıstırabın ne?! Niçin korkuyorsun?! Bizden bir yiğidin adı sorulduğunda seni söylerdik! Ne bu hâlin?!” Hür cevaben; “Kendimi cennetle cehennem arasında görüyorum. Allah’a andolsun ki, beni parça parça etseler veya ateşe atsalar da, cennetten başka bir yolu seçmeyeceğim.” dedi.[9]
Daha sonra atını sürdü. İmam’ın ordusuna yaklaşınca, kalkanı tersyüz edip, ellerini başının üzerine koydu ve başı öne eğik bir hâlde şöyle seslendi:
“Ben, senin dönmene engel olan kimseyim, bugün pişman ve perişanım. Acaba tövbem kabul olacak mı?”
İmam: “Evet, tövben kabul olmuştur; in aşağı!”
İmam Hüseyin (a.s), ona adını sordu.
“Hür b. Yezid-i Riyahî” dedi.
İmam: “Annenin seni Hür olarak adlandırdığı gibi sen hürsün ve inşallah dünya ve ahirette hür kalacaksınız.”
Hür, İmam’dan savaşmak için izin istedi.
İmam’dan izin alıp küfür ordusuna dönerek onlara nasihat etmeye başladı. Düşman ona bir ok fırlattı. Hür, onlara saldırdıktan sonra İmam’ın huzuruna vardı.[10]
Başka bir nakle göre; Hür, İmam Hüseyin (a.s)’a şöyle dedi: “Bu kavmin size bu şekilde davranacağını sanmıyordum, yoksa onlarla asla birlikte olmazdım; şimdi emrinde savaşıp feda olmak için sana geldim, acaba tövbem kabul mü?” İmam; “Allah tövbeni kabul edip bağışlar.” diye cevap verdi.”[11]
Bazı tarihçiler, Hürr’ün İmam Hüseyin’in safına geçmeden önce oğlu Ali’ye dönüp; “Oğlum! Ben cehennem ateşini tercih etmeyeceğim. Gel Hüseyin’in yardımına koşalım, ola ki Allah bizi şahadeti nasip eder.” dediğini, oğlunun da; “Ben, senin rızan olmadan hiçbir iş yapmam.” diye cevap verdiğini ve daha sonra birlikte İmam’a katılmak için hareket ettiklerini yazarlar.[12]
Şunu belirtmek gerekir ki, Hürr’ün oğlu Kerbelâ’da babasından önce şehit oldu. Hür, oğlunun şahadetine sevinip Allah’a şükretti.[13]
Hür, İmam Hüseyin (a.s)’ın mübarek huzuruna vardığı zaman şöyle dedi: “Ubeydullah b. Ziyad, beni sizlerin Kûfe’ye girmenizi engellemekle görevlendirdiği zaman, arkadan; ‘Sevin ey Hür, hayır üzeresin!’ diye bir ses duydum; sese doğru döndüğümde kimseyi görmedim. Kendi kendime, İmam’ın yolunu kesmenin hayra alâmet olmadığını düşündüm.[14] Bu nedenle sesin Şeytan’dan olduğunu sandım. İmam ona şöyle buyurdu: “Sevin ey Hür, cennet için! Seni buna muvaffak eden Allah’a hamdolsun. Sesin sahibi, Hızır Peygamber’di.”[15]
Hür’den şöyle dediği nakledilir: “Kûfe’den çıktığım gün, gece babamı rüyamda gördüm; bana; ‘Bugünlerde ne yapmak istiyorsun?’ diyordu. Ben de; ‘Hüseyin’in yolunu kesmek üzereyim.’ dedim. Babam; ‘Eyvah! Senden, ona ilk karşı çıkan olduğun gibi, yolunda ilk ölen olmanı beklerim.’ dedi.”[16]
Hür, zulmet ordusuna saldırısında ağır yaralanmış, can vermek üzereydi; İmam’ın yârânı onun cesedini İmam’ın huzuruna getirdiler. İmam, şefkatle elini onun başına ve yüzüne çekip yüzündeki tozları silerek şöyle dedi: “Annenin sana Hür adını verdiği gibi, gerçekten sen hürsün.”[17] Daha sonra mendiliyle onun yaralı başını bağlayarak[18] şu beyitlerle uğurladı onu:
Ne güzel hürdür, Riyah’ın oğlu Hür!
Mızraklar uçuştuğunda oldukça sabırlı!
Ne güzel hürdür, Hüseyn’in yardımına koşup da
Savaş meydanında canını feda ederken!
Muhaddis-i Kummî “Nefes’ül-Mehmum” kitabında, Seyyid Nimetullah Cezairî’den naklen şöyle yazar: “Şah İsmail Safevî Osmanlı devletiyle yaptığı bir savaşta Bağdat’ı istilâ etti ve oradan Kerbelâ’ya geçti. Şah İsmail, bazılarının Hürr’e olumlu bakmadıklarını bildiği için, Hürr’ün mezarının açılmasını emretti. Mezar açıldığında, alnına bağlı bir mendille Hürr’ü uyuyormuş gibi buldular. Mendili açtıklarında alnından kan akmaya başladı. Başka mendillerle kanı durduramadılar. Yarayı tekrar İmam Hüseyin (a.s)’ın bağladığı mendille bağladıklarında kan durdu.[19] Daha sonra Şah İsmail’in emriyle mezarına bir türbe yapıldı.”[20]
2- Züheyr b. Kayn
“Benî Fezare” ve “Büceyle” kabilelerinden müteşekkil bir topluluk, Züheyr b. Kayn’ın öncülüğünde Mekke’den Irak’a doğru hareket hâlindeydi ve sürekli İmam Hüseyin (a.s)’ın kafilesinden biraz uzakta mola veriyorlardı.[21] Meselenin aslı şuydu: Züheyr b. Kayn, bazı kötü unsurların zehirleyici propagandaları neticesinde, Osman’ın kanını sahiplenenlerin safında yer almıştı; ama yolda İmam Hüseyin (a.s) onu yanına çağırdı. Züheyr kararsız bir tavır sergileyince, karısı Bint-i Ömer; ‘Resulullah’ın oğlunun elçisi gelmiş seni istiyor ve sen hâlâ kararsız bir şekilde duruyorsun he?!’ diye onu kınadı.
Züheyr, İmam’ın huzuruna vardı, bir süre sonra kararlı ve sevinçli bir şekilde geri dönüp herkesle vedalaştıktan sonra İmam Hüseyin (a.s)’a katıldı.[22]
Züheyr Hakk’a yakin ve marifette öyle bir mertebeye ulaşmıştı ki, Kerbelâ’da İmam Hüseyin (a.s)’a teselli veriyor ve; ‘Olanlardan dolayı üzülme!’ diyordu.[23]
Aşura günü düşmanın karşısına dikilip haykırdı: “Ey Allah’ın kulları! Fatıma’nın oğlu sevilmeye ve yardım edilmeye Sümeyye’nin oğlundan daha lâyıktır. Yardımına koşmuyorsanız, bari düşmanlık etmeyin!”[24]
Şimr, Züheyr’i başına geleceklerden dolayı korkuttu.
Züheyr; “Beni ölümle mi tehdit ediyorsun?! Andolsun Allah’a, benim için Hüseyin’in yolunda ölmek, sizinle ebedî yaşamaktan daha evlâdır.”[25] dedi.
Züheyr b. Kayn, Muharrem ayının ikinci günü Kerbelâ’ya giriş arefesinde İmam Hüseyin (a.s)’ın bir hutbesinde; “Görmüyor musun hak ile amel edilmiyor, batıldan sakınılmıyor?! Bu durumda inanan kimse, haklı olarak Rabb’ine kavuşmayı arzulamalı! Ben, ölümü saadetten, zalimlerle yaşamayı da alçaklıktan başka bir şey görmüyorum.”[26] buyurduğu zaman, vefakârlığını izhar etmek amacıyla kalkıp; “Allah seni doğru yolunda sabit kılsın, ey Resullah’ın oğlu! Sözlerini işittik; eğer dünya bizim için kalıcı bir yurt da olsaydı ve biz orada ebedî olarak kalacak da olsaydık, yine seninle birlikte kıyam etmeyi orada kalmaya tercih ederdik.” diyen kimselerden biridir.[27]
Muharrem’in dokuzuncu günü ikindi vakti Ömer b. Sa’d’ın ordusu çadırlara doğru hareket ettiğinde, Hz. Abbas İmam’ın emriyle onlarla konuşup geri döndü. Ömer b. Sa’d, İmam’ın kararını bekliyordu. O sırada Habib b. Mezahir, Sa’d’ın ordusundan Uzre adında birine hitaben; “Ne kadar kötü bir kavimsiniz ki Peygamber’in oğlunu öldürmek istiyorsunuz!” dedi. Uzre kinayeli bir şekilde; “Evet! Bu gece nefsini temizle (yâni günahlarından dolayı tövbe et)!’ diye cevap verince, Züheyr; “Onu Allah temiz kılmıştır.” diyerek cevabını verdi.
Uzre, Zuheyr’e bakarak şöyle dedi: “Sen Ehl-i Beyt çizgisinde değildin; onların muhalifleri arasındaydın!”
Züheyr; “Evet! Ben kendisine bir mektup ve elçi göndermedim; görüşme vaadinde de bulunmadım; ama sefere çıkmam bizi bir araya getirdi ve beni ona yakınlaştırdı; Hüseyin’i gördüğüm zaman Peygamber’i hatırladım ve onu savunmaya, yanında olmaya ve canımı uğrunda feda etmeye karar verdim.” dedi.[28]
Aşura günü Züheyr, Said b. Abdullah ile birlikte, İmam Hüseyin (a.s) ve yârânının namaz kılmaları için, göğsünü küfür ordusunun oklarına siper etti.[29]
Bazı tarihçiler, Aşura günü savaşırken kolları kırık vaziyette esir düşen Züheyr’in, Ömer b. Sa’d’ın karşısında durarak; “Eğer dininiz varsa, beni öldürmezsiniz.” dediğini yazar.
Ömer b. Sa’d, Züheyr’in boynunun vurulmasını emretti.[30]
Züheyr b. Kayn’ın Bir Anısı:
Hz. Abbas, Aşura günü atına binmiş, düşmanın yaklaşmaması için çadırların etrafında dolaşıyor, etrafı kontrol ediyordu. O sırada Züheyr b. Kayn, onun yanına gelip şöyle dedi: “Baban Ali’den bir söz nakletmeye geldim.” Ehl-i Beyt’in çadırlarının düşmanın tehdit tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gören Hz. Abbas, atından inmeden şöyle buyurdu: “Konuşmaya mecalim yok, ama babamın adını andığın için, kendimi dinlemekten alıkoyamayacağım; söyle; ata bindiğim hâlde seni duyarım.”
Züheyr söze başladı: “Baban, annenle evlenmek istediği zaman, kardeşi Akil’e; ‘Bana kardeşi Hüseyin’e destek olacak yiğit bir evlât dünyaya getirecek yiğit bir kabileden yiğit bir kadın bul.’ dedi. Ey Abbas! Baban seni böyle bir gün için istemişti, sakın İmam’a yardımda kusur etme!”
Bu sözleri duyan Abbas, âdeta şahlanırcasına şöyle dedi: “Ey Züheyr! Bu sözlerle bana cesaret mi vermek istiyorsun?! Andolsun Allah’a, kardeşimden asla vazgeçmeyecek ve haremini korumakta kusur etmeyeceğim; benzerini görmediğin bir fedakârlık göstereceğim.”
3- Süleyman b. Sured-i Huzaî
Şehitler önderinin kıyamının başlangıcında, İmam Hüseyin (a.s)’ı kıyama ve Kûfe’ye doğru hareket etmeye davet edenlerdendi. Müslim b. Akil’in memuriyetine ortam hazırlamada önemli rol oynamış, fakat İbn-i Ziyad’ın Kûfe’ye musallat olması ve Müslim b. Akil’in yakalanmasından sonra geri çekilmiştir. Aşura hadisesinden sonra, Kerbelâ canilerinden intikam almak amacıyla ‘Tevvabin (Tövbekârlar)’ adı altında bir topluluk meydana getirdi ve Hicrî 65 yılında İmam Hüseyin’in katilleri aleyhine hareketini başlattı. Beraberindeki dört bin kişiyle, önce Kerbelâ’ya gelip yas tuttular; daha sonra Ubeydullah’ın ordusuna saldırdılar. O sırada Ubeydullah, Şam ve Şerahil’de ordu kumandanıydı. Süleyman; ‘İmam Hüseyin’in intikamını almadan tövbemiz kabul olmaz.’ diyordu.
Ona, “Tövbekârların Emiri” deniyordu. 93 yaşında, Ayn’ul-Verd’de İbn-i Ziyad’ın askerleri tarafından öldürüldü. Süleyman b. Sured, Resulullah’ın ashabındandı; Emir’ül-Müminin Ali (a.s)’ın yanında Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı. Yüzüne Havaric tarafından bir kılıç darbesi almış ve buna şahit olan Emir’ül-Müminin (a.s); “İnananlardan öyle erler var ki Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterirler; onlardan kimisi, adağını ödedi, kimisi de beklemede; ve onlar, sözlerini, özlerini hiçbir suretle değiştirmediler.” ayetini okudu ve ekledi: “Sen bekleyenlerden ve değişmeyenlerdensin.”
Süleyman b. Sured, Kûfe’ye yerleşen ve İmam Hasan (a.s)’a; ‘Bu kadar ordun varken neden zorlama barışı kabul ettin.’ diyen, Muaviye’nin taahhütlerine bağlı kalmayacağını hatırlatan ve İmam’ın da kendisine; “Ben sizin görmediğinizi gördüm.” dediği kimsedir.
4- Kadı Şureyh b. Haris
İbn-i Esir, onun hakkında şöyle yazar: “Şureyh Yemen halkındandı ve Peygamber’i görüp Müslüman oldu. Şureyh, Peygamberimize; ‘Kabilemden sizi görmeyi çok arzu edenler var.’ deyip, onları Peygamber’in huzuruna getirmek için Yemen’e hareket etti; ama döndüğünde Resulullah dünyadan göçmüştü. Hicrî 22 yılından itibaren ikinci halife Ömer tarafından kadılığa getirildi.”[31]
Ebu Ümeyye Şureyh b. Haris b. Kays b. Cehm el-Kindî, İmam Hüseyin (a.s) ile mektuplaşan kimselerdendi ve Ömer b. Sa’d gibi Kûfe büyüklerinden yetmiş kişi onun huzurunda İmam Hüseyin’e yardım edeceklerine dair yemin etmişlerdi.[32]
Merhum Ayetullah Şeyh Abdunnebi Irakî şöyle der: “Şureyh, yüz bin dinar vaadine karşılık, İmam Hüseyin’in katline fetva vermeyi kabul etmedi; ama İbn-i Ziyad, meş’um hilesiyle onu kandırdı. İbn-i Ziyad, Şureyh’in evine elli bin dinar gönderilmesini emretti; daha sonra kendisi de evine giderek dinarları önüne serdi. Bu yolla Şureyh’in kalbini fethetti. Şureyh dinarları görünce teslim olup İmam Hüseyin’in katline fetva verdi.”
Kadı Şureyh, yaklaşık altmış yıl kadılık görevini yaptı. Ali (a.s) da, hilâfete geldiğinde onu bu görevinde bıraktı. Cahiliyet dönemini de gören Şureyh, Haccac zamanında istifa etti ve Hicrî 87 yılında 180 yaşındayken öldü.
5- Ömer b. Sa’d
Ömer b. Sa’d, Sa’d b. Ebî Vakkas’ın oğludur.[33] Sa’d b. Ebî Vakkas, Ebu Bekir’in huzurunda Müslüman olmuştu. Peygamber (s.a.a)’in katiplerinden biriydi. Peygamber (s.a.a)’in Hayber Yahudilerine gönderdiği mektubu o yazmıştır. Ali (a.s)’a biat etmedi, ama Ali (a.s)’dan sonra Muaviye’nin minberlerde Ali’ye lânet okutturmaya başladığını duyunca, Muaviye’nin yanına gelip ağlayarak Ali (a.s)’ın faziletleri hakkında konuşmaya başladı ve Gadir-i Hum, Mübahele ve Menzilet hadislerini ve… okudu. Sonra da Muaviye’nin huzurunda, kendisinin hilâfete liyakatinden söz etti. Nitekim Ali (a.s)’ın döneminde de aynı iddiayı taşıyordu. Muaviye ona; ‘Halife Kureyş’ten olmalı, halbuki sen Kureyş’ten değilsin.’ dediğinde, Muaviye’yi hilâfeti kendisine bırakmaya teşvik etmek için, kendi üstünlüklerini saydı. Muaviye ona hakaret edip onu Şam’dan sürdü. Muaviye, oğlu Yezid için biat almak istediği zaman Medine valisine, Sa’d ve İmam Hasan (a.s)’ı zehirleyip ortadan kaldırmasını yazdı; o da Muaviye’nin emrini yerine getirdi.
Sa’d, ne Ali (a.s)’ın hükümetiyle, ne de batıl Muaviye hükümetiyle uzlaşan kararsız simalardandı.[34]
Bir gün Ali (a.s), bir hutbesinde şöyle buyurdu: “Sorun bana, beni kaybetmeden önce.”
Sa’d, Ali (a.s)’a şöyle dedi: “Baş ve bedenimde kaç tel saç var?”
İmam: “İddiamın doğruluğu için sana şöyle diyeyim ki, evinde doğan bir erkek çocuğu, Hüseyin’imi Kerbelâ’da katledecek.”
Şeyh Müfid “el-İrşad” adlı kitabında şöyle yazar: “Halk İmam Hüseyin’in şahadetinden önce Ömer b. Sa’d’a; ‘Hüseyin’in Katili’ lakabını takmıştı. Bütün bunlar, Ömer b. Sa’d’ın kanlı Kerbelâ olayından önceki hâllerinden bir demetti.”
Bir gün Emir’ül-Müminin Ali (a.s), (Kerbelâ vak’asına işaretle) Ömer b. Sa’d’a şöyle buyurdu: “Cennetle ateş arasında muhayyer kılındığında ve sen ateşi seçtiğinde nice olur hâlin!”[35]
Sokaktaki insan da onu Hüseyin’in katili unvanıyla tanıyordu. Bir gün İmam Hüseyin’e şöyle dedi: “Bir grup deli, benim sizi öldüreceğimi söylüyor.”
İmam, cevaben şöyle buyurdu: “Onlar deli değil, akıllıdırlar. Allah’a andolsun ki, benden sonra Irak buğdayından az bir miktar hariç yiyemeyeceksin.”[36]
Ömer b. Sa’d, İmam Hüseyin (a.s)’ı Kûfe’ye davet eden yetmiş Kûfe eşrafından biriydi.
Muharrem’ul-Haram ayının üçüncü günü Ömer b. Sa’d dört bin kişiyle Kûfe’ye vardı. Urve b. Kays’a; ‘Git Hüseyin’den, niçin bu diyara geldiğini, neden Mekke’de kalmayıp oradan ayrıldığını sor.’ dediğinde, Kays; ‘Neden kendin gidip konuşmuyorsun?’ demiş ve Ömer b. Sa’d da; ‘Ben Hüseyin’e mektup yazanlardanım, yüz yüze gelmeye utanıyorum.’ demişti.
6-İmam Hüseyin (a.s)’ın Deve Bakıcısı
Bazı tarihçilerin yazdığına göre, Kerbelâ’da İmam Hüseyin’den ayrılanlardan biri, adı “Becdel b. Selim” ya da “Bureyde b. Vail” olan İmam’ın deve bakıcısı idi. İmam’ın yanından ayrılmış olduğu hâlde, Aşura akşamı (Muharrem’in 11. gecesi) katligâha gelerek, İmam’ın yüzüğünü elde temek için parmağını kesti.
Bazı rivayetlerde, bu şahsın Cabir b. Abdullah el-Ensarî ile Medine pazarında görüştüğünü ve başından geçen olayı ona anlattığında, Cabir’in çok etkilendiğini ve çocuğu ölmüş anne gibi ağladığını ve ona; “Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti sana olsun!” dediği geçer.[37]
7-Ömer b. Haccac
Ömer b. Haccac, İmam Hüseyin’e yazdığı mektupta; “Ağaçlar yeşerdi, meyveler yetişti ve biz seni beklemekteyiz.” diyen kimsedir. Ama Ubeydullah b. Ziyad’ın galebesiyle kararsızların safında yer aldı ve Kerbelâ’da Ömer b. Sa’d’ın emri altına girip, Fırat nehrini korumakla yükümlü dört bin kişilik ordunun komutanlığını üstlendi.
Kûfelilerden oluşan orduya hitaben şöyle seslendi: “Hüseyin’in katlinin caiz olduğu konusunda şüpheye düşmeyin; çünkü O Yezid’e muhalefet etmiş ve dinden çıkmıştır!”
O, İmam Hüseyin kanlar içinde çırpınırken, ileri atılıp İmam’ı katletmek istedi; ama İmam’la göz göze geldiğinde geri çekildi. Şimr ona; “Neden geri çekildin?” dediğinde, o; “Hüseyin’e baktığım zaman, gözleri sanki Resulullah’ın gözleri gibiydi.” dedi.[38]
8-Şebes b. Rib’î
İmam Hüseyin’i Kûfe’ye davet edenlerden olan Şebes, Ubeydullah Kufe’yi istilâ ettiğinde, Ubeydullah’a katılıp, Kerbelâ’da düşman komutanları arasında yer aldı.
Ömer b. Sa’d’dan çadırdakilere su isteyen Hz. Abbas’a; “Git kardeşine de ki: Dünyayı sel alsa, Yezid’e biat etmedikçe size bir damla su vermeyeceğiz.” dedi.
Şebes, İmam Hüseyin’in şahadetinin sevinciyle, kendi adını taşıyan bir mescit yaptırdı. Tarih, bu mescidin inşasının nedenini şöyle beyan eder: “Şebes b. Rib’î Mescidi, Hüseyin’in katlinin sevinciyle yapılan mescitlerden biridir.”[39]
Şebes, Sıffin savaşında İmam Ali (a.s)’ın emrinde ve Muaviye ile müzakere eden heyetin üyelerindendi ve Muaviye’ye; “Bir şey peşinde olduğunu biliyorum. Halifeniz Osman’ın mazlumca katledildiğini söylemektesin, halbuki ona yardım ulaştırmada kusur ettin…” demişti.
Ayrıca Havariç’le savaşta da, İmam Ali (a.s)’ın ordusunun sol kanat savaşçılarındandı.[40]
9-Şimr b. Zilcevşen
Sıffin savaşında Emir’ül-Müminin Ali (a.s)’ın yanında yer alanlardandı. Onun kısa zaman zarfında bu şekilde değişerek Emir’ül-Müminin’in oğluna düşman olan ordunun komutanlığını üstleneceğine ve Kerbelâ’da İbn-i Ziyad ordusunun sol tarafından sorumlu olacağına ihtimal verilmiyordu.[41] Şimr, emri altındaki kuvvetlerle bir defa İmam Hüseyin (a.s)’ın çadırlarına yaklaşıp, içindekilerle birlikte çadırları yakmak istedi; ama İmam’ın ordusunun cansiperane savunmasıyla karşılaştı. Züheyr b. Kayn ve beraberindeki kuvvetler, Şimr ve askerlerini geri püskürttü.[42]
Muhammed b. Amr şöyle der: “Kerbelâ’da İmam Hüseyin’in yanındaydım; İmam’ın gözü Şimr'e takıldığında şöyle buyurdu: ‘Allah ve Resulü doğru söylemiştir; Resulullah (s.a.a) buyurmuştu ki: Ehl-i Beyt’imin kanını döken alacalı bir köpeğe bakıyor gibiyim.’ Şimr, abraştı.”[43]
Şimr, Ömer b. Sa’d’ın İmam’a yumuşak davrandığını hissettiği zaman, Kûfe’ye giderek Ömer b. Sa’d’ı eleştirdi ve Ubeydullah’ın mektubuyla geri döndü. Mektubu Ömer b. Sa’d’a verdi. Ömer b. Sa’d, İmam Hüseyin’in asla teslim olmayacağını belirtti.
Şimr, Ömer-i Sa’d’a; “Eğer savaşı başlatmayacaksan, ordu komutanlığını bana bırak.” dedi.
Ömer b. Sa’d; “Hayır, bu işi kendim yapacağım.” dedi.
Ubeydullah, Ömer b. Sa’d’a mektubunda şöyle diyordu: “İşi bitiremeyeceksen, ordu komutanlığını Şimr’e bırak.”[44]
Şimr, Tasua günü ikindi vakti, Hz. Abbas ve kardeşlerine Ubeydullah tarafından bir güvence mektubu getirip şöyle bağırdı: “Ey kız kardeşimin çocukları! Sizler güvendesiniz.”
Onlar cevaben: “Sana da güvence mektubuna da lânet olsun! Sen bize kız kardeşimin çocukları diye hitap ediyor ve güvende olduğumuzu söylüyorsun; halbuki Peygamber’in kızının oğlu güvende değil!”
Muhaddis-i Kummî, Nefes’ül-Mehmum adlı kitabında şöyle yazar:
“Şimr, İmam’ı ve yaranını öldürmekle yetinmeyip, kadınları ve geride kalanları diri diri yakmak için çadırlara yaklaştı; fakat askerlerinden bazısı onu bu işten vazgeçirdi. İmam Seccad (a.s)’ın hayatta olduğunu görünce öldürmeye yeltendi; ama Hz. Zeyneb’in amansız engellemesiyle karşılaştı ve sonunda Ömer b. Sa’d onu bu işinden vazgeçirdi.”
Kerbelâ vak’asından sonra, Şimr ilâhî intikamın pençesine düştü. Tevvabin (Tövbekârlar), onu esir edip Muhtar’ın huzuruna getirdiler; Muhtar onu diri diri kaynayan yağ kazanına attı.
Aşura sabahı, İmam’ın çadırlarının etrafındaki hendeklerden ateşler yükseldiğinde Şimr şöyle bağırdı: “Ey Hüseyin! Dünya ateşini geride bıraktın; çünkü kıyamet ateşi seni beklemekte.”
İmam: “Bu adam kim? Galiba Şimr?” dedi.
“Evet, Şimr.” dediler.
İmam: “Ey keçi çobanının oğlu! Sen cehennem ateşine daha lâyıksın!” dedi.
Müslim b. Avsece İmam’a; “O şu an atış menzilimde, izin ver de yere sereyim onu.” dedi.
İmam: “Ben savaşı başlatan taraf olmak istemiyorum.” dedi.[45]
İma Hüseyin son nefeslerinde Şimr’e; “Beni öldürmeye kesin kararlısın; bari bir yudum su ver.” diye buyurdu.
Şimr: “Ey Ebu Turab’ın oğlu! Babanın Kevser Havuzu’nun sakisi olduğunu ve dostlarına o sudan içirdiğini bilmiyor musun?! Sabret de onun elinden susuzluğunu gider!” dedi.
Başka bir nakle göre Şimr: “Allah’a andolsun, ölümü tadıncaya kadar bir damla su nasibin olmayacak.” dedi.[46]
10- Herseme b. Selim
Herseme b. Selim ve Hür b. Yezid-i Riyahî, Aşura günü küfür ordusundan ayrılıp hakkın tarafına geçtiler; fakat bu ikisinin sonları aynı olmadı. Hür, hakkın emrinde sonuna kadar durdu; ama Herseme, hakkın diyarına geldi; lâkin devamlılık göstermeyip haktan ayrıldı.
Herseme, Emir’ül-Müminin’in yârânındandı; fakat batılın yanında yer almayı seçti ve Aşura gününe kadar Ömer b. Sa’d’ın yanında oldu. O gün bir ağacı görmekle bir anısını hatırladı ve o anı, iç dünyasının değişmesine ve Ömer b. Sa’d’ın ordusundan ayrılmasına sebep oldu.
Herseme, Aşura günü atına binip Hüseyin (a.s)’ı görmeye gitti ve anısını şöyle anlattı: “Emir’ül-Müminin’le birlikte Sıffin’den dönerken, İmam tam burada sabah namazından sonra bir avuç toprak alıp yüksek sesle şöyle buyurdu: ‘Ne mutlu sana ey toprak! Senden, hesapsız sualsiz cennete girecek kavimler haşrolacak.’ ”[47]
Allâme Şuşterî de el-Mevaiz adlı kitabında şöyle yazar:
“Herseme, Ali (a.s)’ın yârânındandı; Sıffin savaşına katılmıştı ve Aşura sabahına kadar Kerbelâ’da idi. Aşura sabahı; ‘Ey Hüseyin! Şu ağaç bir anımı tazeledi; bu yüzden ayrılmak için izin istiyorum.’ dedi ve hatırasını şöyle anlattı: ‘Sıffin’e gittiğimizde buradan geçtik. Baban şu ağacın kenarından bir avuç toprak alıp koklayarak şöyle buyurdu: ‘Ne mutlu sana ey toprak! Senden, hesapsızca cennete girecek kavimler haşrolacak.’ O gün ne söylemek istediğini anlayamamıştım; ama bu gün o sözün sırrını anladım.’ İmam Hüseyin; ‘İşin akıbeti bana saklı değil; sen ne yapacaksın?’ dedi. Herseme; ‘Ben çoluk çocuk sahibiyim ve İbn-i Ziyad’dan korkuyorum.’ dedi.”
İbn-i Ebi’l-Hadid bu olayı şöyle yazar:
“Herseme şöyle der: ‘Ben, Kerbelâ olayı gerçekleşene ve Ömer b. Sa’d’la Kerbelâ’ya gelene kadar, Ali (a.s)’ın o sözü konusunda öylece şüphe içindeydim. Orada Ali’nin hak sözünü hatırladım. Bu yüzden Ömer b. Sa’d ordusuna yardım etmekten rahatsızdım. Uygun bir fırsatta atıma binip İmam Hüseyin’in yanına gittim ve babasının sözünü ona hatırlattım. O Hazret bana; ‘Şimdi onun mu yanındasın benim mi?’ dedi. Ben; ‘Hiç birinizden, şimdilik çoluk çocuğumu düşünmekteyim.’ dedim. İmam; ‘Öyleyse süratle buralardan uzaklaş; çünkü burada olup sesimizi duyan ve yardımımıza koşmayanın yeri cehennemdir.’ buyurdu. Saadetten mahrum kara bahtlı Herseme bu hassas noktada lâkaytlık yolunu seçti ve canını kurtarmak için süratle oradan uzaklaştı.”[48]
11- Ubeydullah b. Hürr-i Cu’fî
İmam Hüseyin (a.s) Kûfe’ye ilerlerken menzillerin birinde bir çadır görüp kime ait olduğunu sordu. Yanındakiler; “Ubeydullah b. Hürr-i Cu’fî’ye.” diye cevap verdiler.
İmam Hüseyin (a.s), Haccac b. Mesruk-u Cu’fî’yi onun çadırına gönderdi. Ubeydullah; “İnna lillah ve inna ileyhi raciun. İmam Kûfe’ye vardığında şehirde olmak istemediğim için Kûfe’den ayrıldım. Allah’a andolsun, onunla yüz yüze gelmeyi veya onun beni görmesini istemedim.” dedi.
Haccac dönüp durumu İmam’a anlattı. İmam Hüseyin yanında birkaç kişiyle onu görmeye gitti ve kendisinden yardım istedi; ama o mazeret bildirdi.
İmam: “Sesimizi duymamak için buralardan uzaklaş; yoksa cezanı görürsün.” dedi.
Ravi şöyle der: “Ubeydullah, İmam’ı gördüğünde saygı gösterip elini ayağını öptü.”
İmam ona: “Hemşehrilerin beni buralara davet etti.” deyince, o da; “Zaten halkı sizin aleyhinizde gördüğüm için Kûfe’den ayrıldım.” dedi.
Daha sonra İmam’a: “Sakalın pek beyazlaşmış.” deyince, İmam; “Erken ihtiyarlık gelip çattı; sakalıma kına sürdüm.” buyurdu.
Ubeydullah, Osman’ın taraftarlarındandı ve Muaviye’nin safında Sıffin’de bulunmuştu. Kerbelâ’da da İmam Hüseyin’in yanında yer almayıp, şahadetinden sonra İbn-i Ziyad’ın huzuruna çıktı.
İbn-i Ziyad: “Neden Hüseyin’e karşı yanımızda yer almadın?”
Ubeydullah: “Hasta idim.”
İbn-i Ziyad: “Vücudun mu hasta idi, kalbin mi?”
Ubeydullah: “Ben bilinmeyen birisi değilim; eğer Hüseyin’in yanında olsaydım, haberin olurdu mutlaka.”
Daha sonra pişman bir şekilde İbn-i Ziyad’ın yanından ayrılarak bir grupla Kerbelâ’ya gitti; Hüseyin’in katledildiği yerde, O Hazret’in yanında yer almadığından dolayı duyduğu pişmanlığı izhar etti.
Ubeydullah, Kerbelâ şehitlerinin intikamını almaya soyunan Muhtar’ın birliğine katıldı; fakat Muhtar’ın tavsiyesine rağmen İbrahim b. Malik-i Eşter, onu pek sadık biri olarak görmüyordu.
İbrahim b. Malik-i Eşter bir gün bir taarruz ve ilerleme sırasında, Tikrit nahiyesinde elde edilen ganimetleri taksim etti ve beş bin dirhem de Ubeydullah’a verdi. Ubeydullah; “Babam Hürr-i Cu’fî’nin, baban Malik-i Eşter’den aşağı kalır yanı yoktu; sen on bin dirhem alacaksın da ben beş bin dirhem mi?” dedi.
İbrahim, kendisinin de beş bin dirhem aldığına dair yemin etti ve onu da Ubeydullah’a verdi. Ubeydullah, ordudan ayrılarak Muhtar’ın karşısında yer aldı; Kûfe etrafındaki köyleri yağmalamaya, Muhtar’ın yandaşlarını öldürmeye başladı ve Basra’da Mus’ab b. Zübeyr’e katıldı. Daha sonra Hüseyin (a.s)’a yardım etmediğinden ve Muhtar’dan ayrıldığından dolayı devamlı üzüntü duyuyordu.[49]
[1]– Bergî Ez Şahe-yi Tûba, s. 92.
[2]– Müfid, el-İrşad, s. 226.
[3]– İbn-i Esir, el-Kâmil, c.4, s.64.
[4]– Muhaddis-i Kummî, Müntehe’l-Âmâl, s.346; Nasıh’ut-Tevrih, c.2 s.253; Behranî, Avalim, c.17, s.168.
[5]– Ebu’l-Ferec şöyle yazar: “Onlar mektuplarında İmam’a; ‘Yezid’i azledip sana biat ettik.’ diye yazmışlardı.” (Mekatil’ut-Talibiyyin, s.96)
[6]– Şuşterî, el-Mevaiz, Altıncı Bölüm, s.95.
[7]– İbn-i Esir, el-Kamil, c.5 s.172; el-Fusul’ül-Mühimme s.192; Muhaddis Kummî, Müntehe’l-Âmâl, s.348; Mufid, el-İrşad, Hürr’ün biyografisi; Maktel’ül-Hüseyn, s.238; Saduk, el-Emâlî, 30. Bölüm; Hayat’ul-Hüseyn, c.3 s.196; Nefes’ül-Mehmum, Şa’ranî’nin Tercümesi, s.131 ve Münteheb’ut-Tevarih, s.287.
[8]– Ensab’ul-Eşraf, s.188.
[9]– Tarih-i Taberî, c.3 cüz 6 s.244.
[10]– İbn-i Şehraşub, Menakıb, c.4 s.100.
[11]– İbn-i Şehraşub, Menakıb, c.4 s.100.
[12]– Nasih’ut-Tevrih, İmam Hüseyin Bölümü, s.254 ve İbn-i Esir, el-Kamil, c.5 s.172.
[13]– Molla Hüseyin Kaşifî, Esrar’uş-Şahade, s.280.
[14]– Levaic’ul-Eşcan, s.136; Avalim’ul-Hüseyn c.17 s.258 ve Müntehab’ut-Tevarih, s.287.
[15]– Bâkır Şerif el-Kureyşî, Hayat’ul-Hüseyn, c.3 s.197 ve İbn-i Esir, el-Kamil, c.3 s.289.
[16]– Bâkır Şerif el-Kureyşî, Hayat’ul-Hüseyn, c.3 s.197 ve İbn-i Esir, el-Kamil, c.3 s.289.
[17]– Levaic’ul-Eşcan, s.145.
[18]– Nefes’ül-Mehmum, Şa’ranî’nin Tercümesi, s.137-138, 141-142.
[19]– Hayat’ul-Hüseyn c.3 s.197.
[20] Sefinet’ül-Bihar, Hürr maddesi; Melbubî, el-Vekayiu ve’l-Havadis, c.2 s.309.
[21]– Müfid, el-İrşad, s.221.
[22]– Nasih’ut-Tevarih, İmam Hüseyin Bölümü, s.142.
[23]– Ayetî, Berresi-yi Tarih-i Aşura, s.155.
[24]– Goftar-i Aşura, s.144 ve 244.
[25]– Mukarrem, Maktel’ul-Hüseyn s.231.
[26]– Mukarrem, Maktel’ul-Hüseyn s.221.
[27]– Melbubî, Vekayi’ul-Eyyam, s. 171.
[28]– Maktel’ul-Hüseyn, s.211 ve Kamkam, c.1 s.381.
[29]– Maktel’ul-Hüseyn, s.245.
[30]– el-Mevaiz, 6. Bölüm, s.415.
[31]– Üsd’ül-Gabe, c.2 s.214, Şureyh maddesi, Mektebet’ul-Maarif, Riyad.
[32]– İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-u Nehc’il-Belâğa, c.14 s.28.
[33]– Hıyabanî, Vakayi’ul-Eyyam, s.261.
[34]– Kummî, Sefinet’ul-Bihar, Sa’d maddesi.
[35]– Kummî, Sefinet’ul-Bihar, Şerh maddesi.
[36]– Kenz’ül-Ummal, c.7 s.111.
[37]– Alim-i Kazvinî, Riyaz’ul-Ehzan s.11.
[38]– Melbubî, Vakayi’ul-Eyyam, s.262, 263.
[39]– Melbubî, Vakayi’ul-Eyyam s.263.
[40]– İbn-i Esir, el-Kamil, s.245-286.
[41]– Kummî, Sefinet’ul-Bihar, Şimr maddesi.
[42]– Kemereî, Unsur-i Şecaet, c.1 s.286 ve 288.
[43]– Muttaki-yi Hindî, Kenz’ül-Ummal, c.6 s.223 ve c.7 s.110.
[44]– Melbubî, Vakayi’ul-Eyyam, s.299.
[45]– Mevsuet-u Kelimat’il-Hüseyn.
[46]– Kibriyet-i Ahmer, s.221.
[47]– Bihar’ul-Envar, c.44 s.255 ve c.32 s.33.
[48]– İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-u Nehc’il-Belâğa, c.3 s.169’dan itibaren.
[49]– Kummî, Nefes’ül-Mehmum, s.101.