Bahailik ve Tarihi
Soru
Bahailik konusu ve onların tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Kısa Cevap
Bahailik fırkasının kurucusu, Mirza Hüseyin Ali Nuri’dir. O, Muhammed Bab’ın, Molla Hüseyin Beşruyeyî’nin tebliği vesilesiyle ortaya çıkmasından sonra Muhammed Bab’ın anlayışına yönelerek onun görüşlerini kabul etmiştir. Muhammed Bab’ın ölümünden ve onun yerine geçen kardeşi Yahya Subh-u Ezel’i kabul etmemesinden sonra Muhammed Bab’ın, zuhurunu vaat ettiği kimsenin kendisi olduğunu iddia etmiştir. Onun bu iddiaları gün geçtikçe artarak peygamberlik ve Allah’ın kendisinde hulul ettiği iddialarına kadar ulaşmıştır.
Hüseyin Ali Nuri, hicri 1269 yılında Bağdat’a sürülmüş ve 1279 yılına kadar da orada kalmıştır. Sonra Osmanlı devleti onu ve taraftarlarını oradan Akya’ya göndermiştir. Hicri 1310 yılında onun ölümünden sonra oğlu Abdulbaha lakaplı “Abbas Efendi” Bahaîliğin yayılması için çalışmalarda bulunmuş ve İngiltere’nin himayesi altına girmeyi başarmıştır. Ondan sonra Abdulbaha’nın kızının oğlu Şevki Efendi, 1921 yılında Bahaîliğin liderliğini ele geçirerek İsrail’in himayesi ve desteği ile faaliyetlerine devam etmiştir. O, 1957 yılında vefat etmiştir ve ondan sonra da Bahaîliğin rehberliğini “Beytuladl” isimli 9 kişiden oluşan bir gurup üstlenmiştir. Bu grubun yönetim merkezi işgal altında olan Filistin’in Hayfa şehrindedir.
Bahailik, siyasi açıdan sömürgeci düzenin bir parçası olsa da veya sömürgeci düzenle uyum halinde olarak ondan destek alsa da düşünce ve tarihte ortaya çıkışı açısından “Şeyhiyye” fırkasına dönmektedir. Çünkü Bahailik, Babiye’den, Babiye, Keşfiyye’den ve Keşfiyye de Şeyhiyye’den türemiştir. Şeyhiyye “Rukn-u Rabi” düşüncesine inanmaktadır. Bu inanç ve Seyyid Kazım’ın konuşmalarında açıkladığı inançlar, Ali Muhammed Bab’ın, kendisinin “Bab-ı İmam-ı Zaman” olduğu iddiasını ortaya atmasına sebep olmuştur. Mirza Hüseyin Ali de onun bu iddialarına, “Nesh-i Şeriat” (şeriat kanunlarının ortadan kalkması) gibi yeni iddiaları eklemiştir.
Ayrıntılı Cevap
Bahailik, Mirza Hüseyin Ali Nuri’nin oluşturduğu bir fırkadır. O, Mirza Abbas Nuri’nin oğludur ve hicri 1233 yılında Tahran’da doğmuştur. Onun ailesi Mazenderan şehrinin Nur kasabasının Taker isimli küçük dağlık bir köyündendir. O, öğrenimini tamamladıktan sonra Kaçarlı Mirza İmam Verdi’nin defterinde sekreterlik yapan babası gibi, bakanlık hizmetlerinde görev almıştır. Rusya konsolosluğunun sekreterliğini yapan kız kardeşinin kocası gibi, konsolosluklarla irtibat sağlama işleriyle bilgilenmiştir.[1]
O, kardeşi Yahya Subh-u Ezel ve ailesinden birkaç kişi, Ali Muhammed Bab’ın ortaya çıkışından sonra ona bağlanmışlardır. Ali Muhammed Bab’ın, Emir Kebir Mirza Taki Han’ın emri üzerine Tebriz’de idam edilmesinden sonra kendisinden 13 yaş küçük olan kardeşi Yahya Subh-u Ezel onun yerine seçilmiştir. Mirza Hüseyin Ali de maslahat üzerine ona teslim oldu ama sonraları ona isyan ederek emrinin dışına çıktı.[2] İlk önce “Mehdilik” iddiasında bulundu ve Ali Muhammed Bab’ın zuhurunu vaat ettiği kimsenin kendisi oluğunu söyledi.[3] Zaman geçtikçe “Ric’at-i Hüseyni”, “Ric’at-i Mesihi” ve “Peygamberlik ve Şeriat koyan” düşüncelerini iddialarına eklemiştir. En sonunda da “Allah’ın kendisinde hulul ettiği’ düşüncesini, Allah’ın cisim olduğu fikriyle beraber ortaya atmıştır. “Enel Hakku’l-A’la” iddiasında da bulunmuştur ve bu iddiaların bazılarına işaret edeceğiz.
Hicri 1269 yılında zamanın hükümeti, halkın ve din adamlarının baskısı üzerine bu grubu Bağdada sürmüştür. Bağdat o zamanlar Osmanlı imparatorluğunun hükümeti altındaydı. Osmanlı imparatorluğu hicri 1279 yılında, onları önce İstanbul’a ve oradan da Edirne’ye göndermiştir. Bu sıralarda Babiler’in liderliği üzerine iki kardeşin kavgası son haddine varmıştı. Bu yüzden Osmanlı devleti onları mahkemeye çıkarttı ve mahkeme de bu iki kardeşin her birisinin kendini takip eden grupla beraber birbirinden uzak yerlere yerleşmeleri kararını verdi. Yahya Subh-u Ezel kendi taraftarlarıyla beraber Kıbrıs’a ve Hüseyin Ali de kendi taraftarlarıyla beraber işgal altında olan Filistin’de Akka şehrine yerleştiler.
Mirza Hüseyin Ali Akka şehrinde yaşamını sürdürdü ve hicri 1310 yılında hastalanması sonucu vefat etti ve oraya defnedildi. Sonraları oğlu “Abdulbaha” lakabını alan Abbas Efendi, Bahailik düşüncesini yaymak için çok çabalarda bulundu ve 1911 yılında Avrupa’ya giderek İngiltere ve Amerika ile özel ilişkilerde bulunmayı başardı.
Osmanlı imparatorluğunun, birinci dünya savaşında yıkılmasından sonra Hayfa şehrinde yaşayan Abdulbaha İngiltere’nin himayesi altına girmiştir. Savaştan sonra, önemli hizmetlerinden dolayı İngiltere, ona en yüksek hizmette bulunan unvanını vermiştir.[4] O, kendi yazılarında büyük İngiltere imparatoru 5. George’un sürekli Arap bölgesi olan Filistin’e davet etmekteydi.[5]
1921 yılında Mirza Hüseyin Ali’nin kızından olan torunu olan Şevki Efendi,[6] Abdulbaha’nın ölümünden sonra Bahaîliğin başına geçmiştir. O, İsrail’in kurulmasından sonra, onun başkanıyla görüşerek Bahaîliğin İsrail’e karşı olan dostluğundan bahsetmiş ve İsrail’in gelişmesi ve başarılı olması için duada bulunduklarını söylemiştir.[7] O, hicri kameri 1329 yılı Nevruz mesajında Bahaîlere, İsrail devletinin oluşmasının ilahî bir vaat olduğunu söylemiştir.
1957 yılında Şevki Efendi’nin ölümünden sonra, merkezi, işgal altındaki Filistin’in Hayfa şehrinde olan dokuz kişiden oluşan Beytuladl isimli bir gurup Bahaîliğin yönetimini üstlenmiştir.[8]
Bahaîliğin Siyasi Bakış Açısı:
Geçtiğimiz konularda Abbas Efendi ve Şevki Efendi’nin siyasi görüşlerini genel olarak tanıdık. Burada söylemek istediğimiz konu, bu iki şahsın siyasi görüşleriyle sınırlandırılmamaktadır. Bahaîliğin siyasi yapısı, bu fırkanın kurucusunun kendisini savunma ve korumaya almasına dayanmaktadır. Örnek olarak aşağıdaki tarihi rapor okunmaya değer:[9]
Hicri kameri 1268 yılının Şevval ayında Bahaî olan iki kişi, Nasıruddin Şah’a ateş ettiler. Bu olaydan sonra onlardan bir gurup tutuklanarak idam edilmiş ve Mirza Hüseyin Ali’nin Şah’a yapılan suikastta parmağı olduğuna dair deliller olduğundan dolayı da onu tutuklama girişiminde bulunmuşlardır.
Tarihi raporlara göre, o, tutuklanmaktan kurtulmak için yaz aylarında Rus konsolosluğuna gitmekteydi. Rus konsolosu, Sadrazamdan, Mirza Hüseyin Ali’nin korunması hususunda gevşek davranmamasını istemiştir. Mirza Hüseyin Ali de Bağdat’a sürgüne gönderildiğinde Rusya devletinin kendisini himaye etmesinden dolayı Rus konsolosuna bir mektup yazarak teşekkürlerini bildirmiştir. Elbette yıllar sonra da İkinci Nikolay Aleksandroviç’e hitapla bir plaket vermiş ve Rusya’nın kendisine yaptığı yardımlara değinerek teşekkürde bulunmuştur.[10] Bağdat’ta da İngiltere konsolosu onunla görüşerek İngiltere’nin desteğini ona önermiştir.[11]
İlginç olan noktalardan birisi de Bağdat valisinin Osmanlı devleti tarafından ona rapor vermesidir.[12]
Bahailik, Rusya’nın elinden İngiltere’nin eline düştüğü zaman, ülkesinin yaptığı zahmetlerin boşa gittiğini gören Rus başkonsolosu Dalgorouki öfkelenerek Bahailik fırkasının oluşturulması için yapılan bütün girişimleri ortaya koydu.[13] Bu da, Bahaîliğin sömürgeci düzenin bir parçası olduğu veya sömürgeci düzenle uyum halinde olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Her halükarda Bahailik, devamını sömürgeci düzene borçludur.
Bahailik İnancının Çıkış Yeri:
Bahaîliğin, Babilik’in bir uzantısı olduğu açıklığa kavuştu. Ama Babilik’in hangi fırkadan oluştuğu hususunda şöyle söylemek doğru olur: Babiye, Keşfiyye’den ve Keşfiyye de Şeyhiyye’den türemiştir. Şeyhiye fırkasının kurucusu, hicri kameri 1160 yılında dünyaya gelen Şeyh Ahmed İhsanî’dir. O, Ahbari düşüncesine sahipti ve inançları yüzünden İslâm âlimleri onun küfrünü ilan etmiştir.[14] İnançlarına şunları örnek gösterebiliriz:
1) İmamlar, âlemin dört illetidir.
2) Usul-i Din dört tanedir; Allah’ı tanımak, peygamberleri tanımak, imamları tanımak ve Rukn-i Rabi. Rukn-i Rabi, Şeyhiyye fırkasının şeyh ve büyükleridir.
3) Kur’ân, Peygamber’in (s.a.a) sözüdür.
4) Allah, peygamberlerle tek bir şeydir.
5) Şeyhiyye fırkasının şeyh ve büyükleri Rukn-i Rabi’dir (dördüncü esastır).
6) İmam-ı Zaman, korkudan Hevr-u Galyayi âlemine kaçmıştır.
7) Adalet, Şia mezhebinin usullerinden değildir.
Onun kitaplarından birinde, halifelere saldırması, Kerbela’nın saldırıya uğraması ve oradaki insanların öldürülmesine sebep olmuştur. Elbette bu sırada sadece Şeyh Ahmed’in öğrencilerinden olan Seyyid Kazım Reştî’nin evine zarar gelmemiştir. Her halükarda o, belli bir süre sonra o zamanlarda Osmanlı devletinin yönetimi altında olan Hicaz’a gitti ve oranın hâkimleri tarafından korumaya alınarak saygı gösterildi.
O, hicri kameri 1241 yılında yaklaşık seksen yaşlarında vefat etti ve ondan sonra da Seyyid Kazım Reştî onun düşüncelerini yaymaya başlayarak “Keşfiyye” fırkasını kurdu.
Seyyid Kazım Reştî, hicri kameri 1212 yılında doğmuş ve 1259 yılında da vefat etmiştir. 20 yıl boyunca kendi takipçileri arasında Rükn-i Rabi olarak tanınmıştır. Mehdi’nin (a.s) kendi aralarında olduğuna inanmakta ve insanları hazırlamak için de tebliğcilerini çevre bölgelere göndermekteydi.
Bu inanç yüzünden onun öğrencilerinden birisi olan Ali Muhammed Bab, kendisinin “Bab-ı İmam-ı Zaman” olduğunu iddia etmiştir. Tabiî ki o, sonraları bu iddiasıyla yetinmeyerek vaat edilen Mehdi’nin de kendisi olduğunu iddia etmiştir.[15]
Bab, ilk yazılarında bazen Hz. Muhammed’in (s.a.a) kıyamete kadar son peygamber olduğuna ve on iki imamlara, özellikle İmam-ı Zaman’a (a.s) olan imanını açık bir şekilde söylemekteydi. Ama sonraları kendi önünü açmak için, kıyamete kadar peygamber gelmeyeceği konusunda, kıyametin gelmesinden maksadın kendisinin olduğunu eklemiştir.
Bahaîler arasında özel bir yeri olan ve vahiy olarak algılanan “Beyan” adlı kitabında, Hurufiler ve Nekteviler’den ne kadar da çok etkilendiği anlaşılmaktadır.[16] Bu yüzden de Şeyh Ahmed İhsanî’yi takip etmiştir.
O, “Beyan” kitabını ebcet harflerine göre ve sayılara tatbik (19 sayısı) ederek yazmıştır. O, bu kitabında her yılı 19 ay ve her ayı da 19 gün olarak bilmektedir.[17] Kendisini ilk başlangıç ve Babullah (Allah’ın kapısı)[18] olarak tanıtmakta ve hayat kelimesinin harfleri miktarınca olan (h+y=10+8) ilk on sekiz yarenini on dokuz kişiye ulaştırarak “Vahid” oluşturmaktadır. Çünkü vahid (bir), ebcet harflerine göre on dokuzla eşittir. O, bu yüzden Beyan kitabını birinci vahid, ikinci vahid ve… olarak ayırmaktadır.[19] Elbette Beyan kitabının sonunda harflerin sözlük anlamlarında, 19 sayısının seçilmesinin sırrı hususunda şöyle gelmiştir: On dört masumlar İmam-ı Zaman’ın (a.s) dört vekili ve Bab’la beraber 19 kişidirler. Ama eğer Bab’ın kendisinin vaat edilen Mehdi olduğu iddiasına bakacak olursak, sayı şifrelerinde bir eksiklik olduğu görülecektir ve bunu düzeltmek için de başka çareler düşünmeleri gerekecektir.
O, cenneti, cehennemi, sırat köprüsünü, teraziyi ve saati kendine göre yorumlamaktadır. Ricat, imamet makamı, Allah’ın kendi veli kullarında zuhur ve hulul etmesi hususunda yaptığı açıklamalarda, Gulat, Karamite ve Şeyhiyye fırkalarından oluşan tabirler bulunmaktadır.[20] O, namaz, oruç ve kıble gibi İslâm’ın bazı ahkâmlarını değiştirmiştir.
[1] Yahya Nuri, Hatemiyyet-i Peyamber-i İslâm, s. 62-63.
[2] Danişname-i Cihan-ı İslâm, c. 4, s. 734, Mahmut Sadri’nin Makalesi.
[3] Mirza Hüseyin Ali’nin, kendi kötü hedefleri için kullandığı Ali Muhammed Bab’ın öğretilerinden birisi de “Men Yezheruhullah-Allah’ın ortaya çıkaracağı kimse” düşüncesidir. Danişname-i Cihan-ı İslâm, c. 4, s. 743.
[4] Şevki Efendi, Karn-ı Bedi, c. 3, s. 299.
[5] Mekatib, c. 3, s. 347, Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm kitabının 68. sayfasından alınmıştır.
[6] Abdulbaha’nın kızından olma torunudur.
[7] Emri Haberleri Dergisi, Tir ayı sayısı 1333, İslâm Dünyası Ansiklopedisi, c. 4, s. 742.
[8] İslâm Dünyası Ansiklopedisi, c. 4, s. 733- 744; Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 62-69.
[9] Rusya elçisinin, Baha’nın, Şah’ın memurlarına teslim edilmesinden sakındığı ve Sadrazam’a bir mektup yazarak onun korunmasını istediği rapor edilmiştir. Dokuzuncu Risale, Abdülmecid Haverî, s. 387. Baha zindana düştüğü zaman elçi mahkemede şöyle söyledi: “…ben bu şerefli günahsız insanı (Baha), Rusya devletinin koruması altına almak istiyorum. Eğer onun saçının bir kılına zarar gelirse, burası kan gölüne dönüşür. Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm kitabının ekleri. Mirza Hüseyin Ali’nin Rusya ile ilişkilerini ve onun Rus imparatoruna yazdığı mektubu gösteren belgeyle ilgili bölüm.
[10] Karn-ı Bedi, c. 2, s. 49; İslâm Dünyası Ansiklopedisi, c. 4, s. 735. Bu olayların belgelerini öğrenmek için, Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm kitabının 109’uncu sayfası ve sonrasındaki senetlere başvurulabilir. Örnek olarak belirtilen kitapta Baha’nın Nikolay’a yazdığı mektubun metnine bakılabilir: “Ey Rus padişahı! Allah’ın nidası Kudüs meleğini (Mirza Baha) duy ve cennete doğru koş, onun yerleştiği yere, ruhlar âleminde Hasanî ve Melekût-i İnşa’da Tanrı olarak isimlendirilmiş kimseye, aydınlık aydınlıklar adını almış (Akka şehri), sakın nefsin seni, merhametli ve bağışlayıcı rabbine yönelmekten alıkoymasın. Gizlide rabbine söylediklerini duyduk ve bu yüzden benim inayet ve lütfüm kaynayıp rahmet denizi coştu ve sana hak üzere cevap verdik. Mutlaka rabbin âlim ve hekimdir. Zindanda ellerimiz ve kollarımız zincire vurulduğu bir zamanda, senin elçilerinden birisi bize yardım etmiştir. Allah-u Teâlâ senin bu işinden dolayı sana, hiç kimsenin ulaşamayacağı yüce bir makam vermiştir…”
[11] Karn-ı Bedi, Şevki Efendi, c. 2, s. 736.
[12] İslâm Dünyası Ansiklopedisi, c. 4, s. 736.
[13] Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 78.
[14] Rahmetli Sahib-i Cevahir ve Şerifu’l-Ulema Mazenderanî ve… onun küfrüne dair fetva veren alimlerin bir kısmıdır. Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 41.
[15] İntizar Dergisi, 1. sayı, hicri şemsi 1380, Cafer Hoşnevis, s. 240-250; Fırak ve Mezahib-i Kelamî, Ali Rabbanî Gulpeyganî, s. 336-342; Şeyhiyye fırkasını öğrenmek için şu kaynaklara müracaat edilebilir: Şeyh Ahmed İhsanî’nin Hayatı, yazar Şeyh Ahmed’in oğlu; Tarih-i Nebil Zernedi; Şeyhiyye İtiraz, Muhammed ibn-i Seyyid Salih Gazvinî Musevî; Şeyhiyye, Babiyye ve Bahaîliğin Ortaya Çıkışının Sırları, Muhammed Kazım Halisi; Keşfu’l-Murad, Şeyhiyye inançlarının incelenmesi, Elif Hekim Haşimî.
[16] Hurufi ve Noktevi düşünceleri için bkz: Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 41-46.
[17] Beyanu’l-Vahidi’l-Hamis, s. 18, tabiî ki geriye kalan dört günü de şükretme ve bayram olarak belirlemiştir. İslâm Dünyası Ansiklopedisi, c. 4, s. 742.
[18] Babullah kelimesi (باب اللّٰه) yedi harften oluşmaktadır ve Ali Muhammed de aynı şekilde (علي محمد) yedi harften oluşmaktadır.
[19] Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 52-53.
[20] Hatemiyyet-i Peygamber-i İslâm, s. 58.