Bilimsel Araştırmaların İslam Dünyasının Gelişmesindeki Rolü
Hüccetul İslam Necef Abadi
Toplumların kültürel, siyasal, ekonomik ve askeri bağımsızlıklarının temelinde bilimsel bağımsızlık ile özgürce düşünen akıllı, uzman ve bilgin insanların varlığı yatmaktadır. İslam ümmeti, onurlu ve güçlü bir şekilde yaşayan, kendi ayakları üzerinde durabilen, kaderinde belirleyici rol oynayan ve kimseye boyun eğmeden ihtiyaçlarını karşılayan bir ümmet olabilmesi için ilim, amel, takva ve fedakârlık silahıyla silahlanmalıdır. İslam ve Müslümanların izzeti için her şeyden önce, sorunları tespit edip onların çözümüne yönelik plan ve program hazırlanmalı, bıkmadan, yorulmadan çalışılmalı ve mücadele verilmelidir. Ve kısa sürede uzun mesafelerin katedilmesi için, her türlü sıkıntıya katlanılmalıdır. İslam dünyasının alim, bilgin, düşünür ve siyasetçileri geçmişi telafi edebilmek için bir araya gelmeli ve gerekli ön hazırlık çalışmaları yapmalıdırlar. Bu gerçekleşmesi için de İslam ülkeleri, temel ilimler ve teknik alanda uzman ve araştırmacı insanlar yetiştirmeye büyük önem vermelidirler.
Dünyanın 180 küsur ülkesinin 50’den fazlasını müslüman ülkeler oluşturmaktadır. Bu ülkeler Fars Körfezi, Umman Denizi, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Akdeniz, Cebel-i Tarık Boğazı ve Karadeniz gibi stratejik önem taşıyan bölgelerde yerleşik bulunmaktadırlar. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında yer alan bu ülkeler Uzak Doğuya kadar uzanmakta ve bir milyardan fazla nüfusuyla dünya nüfusunun beşte birini oluşturmaktadırlar. Doğal kaynaklar, hammadde, su, toprak, iklim ve coğrafi şartlar bakımından da çeşitlilik arzedip, büyük potansiyellere sahiptirler.
Kültürel açıdan ele alınınca da; iş, çalışma, üretim, bilim, teknoloji, fedakârlık, sade yaşayış, onur, izzet ve özgürlük kültürü olan zengin İslam kültürüne sahiptirler.
Müslümanlar, üstün yeteneklerine ve İslam’ın büyük kudretine dayanarak, ilahî, manevî, toplumsal ve siyasî eğitime büyük önem vererek ülkelerini en güzel biçimde donatmalı yabancılara muhtaç olmadan kendi kendilerine yeterli olmalıdırlar. Dünyadaki var olan bloklara karşı sağlam, yapıcı ve güçlü rekabetlere girişmeli ve başkalarının kendilerinin kaderiyle oynamalarına izin vermemelidirler. Amerika ve siyonistlerin planlarına karşı koyarak, onların şeytanî hedef, sulta ve nüfuzlarının önünü almalıdırlar. Gasıp İsrail’i maddî, manevî ve siyasî yönden destekleyerek, Müslümanların aleyhine komplo düzenleyen, bu tavrıyla da İsrail’in konumunu daha da sağlamlaştıran, terörist ve cinayetkâr siyonistlere Orta Doğu’ya yeni haritalar çizme fırsatı veren Batı Emperyalizmine karşı mücadele vermelidirler.
Müslümanlar kendilerine gelmeli, hareket etmeli, ülkelerini geliştirmelidirler. İslam’ın hayat veren programlarından ilham alarak, azamet ve ululuk yolunu gelecek nesiller için açmalıdırlar. Elbette ilmî gelişmeler, uzman, layık, yeterli insanların yetiştirilmesi, potansiyellerin sağlıklı bir biçimde düzenlenmesi ve onlardan güzel bir şekilde faydalanılması, daha önemlisi, güçlü siyasî bir yapının oluşturulması Müslümanlara ilerleme yolunu açacak ve ümit dolu bir geleceği İslam ümmetine müjdeleyecektir. Burada alimlere, liderlere ve siyasetçilere büyük görevler düşmektedir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ümmetimin içinde iki grup vardır. Eğer salih olurlarsa ümmetim de salih olur, eğer fasid olurlarsa ümmetim de fasid olur. Bu iki grup alimler ve yöneticilerdir.”
Elli üç Müslüman ülkenin üretimi yılda bir trilyon doları aşmamaktadır. Bu rakam Fransa’nın gayr-i safi milli hasılasından daha azdır. Müslüman ülkelerin ihracatı dünya ticareti içinde %7’lik bir paya sahiptir. Bunun çoğunu hammadde ihracatı oluşturmaktadır. Halbuki Avrupa Topluluğunun (AT) geçen yılki ihracatı 650 milyar, Amerika 512 milyar, Japonya’nınki 397 milyar, Kanada’nınki ise 165 milyar dolar. Yani ihracatta dünya ülkeleri içinde sırayla %19.4, %15.4, %11.9 ve %5 oranında bir paya sahiptirler. Oysa, bu kadar toprak genişliğine ve Allah’ın lütfettiği bunca kaynaklarına rağmen Müslüman ülkelerin ihracattaki payları çok azdır. 20 büyük ihracatçı ülkenin yer aldığı bir istatistikte Arabistan ve Malezya gibi bir iki ülkenin dışında başka bir İslam ülkesinin adı geçmemektedir. Arabistan’ın ihracatı ise kendi teknolojisine dayanarak ürettiği şeyler değil, sadece ham petroldur. Bunun siyasî, kültürel, sosyal ve ilmî sebeplerinin olduğu bellidir. Bu sebepler bütün boyutlarıyla ele alınıp, tahlil edilmeli ve sorunların halledilmesi için uygun yollar aranmalıdır. Müslüman düşünürlerden biri, yazdığı güzel bir makalede İslam dünyasının bilimsel ve teknolojik sorunlarına değinmiş ve bu alanda geri kalmışlığın ana sebeplerden birinin bilim ve teknolojinin olmaması olduğunu söylemektedir.
O şöyle diyor:
1) Bilimsel çalışmalar, İslam ülkelerinde çok sınırlıdır. Örneğin uluslararası bilimsel araştırma dergilerinde Müslüman ülkelerin makaleleri yalnızca % 1 oranında yer almaktadır. Halbuki biz dünyanın % 20’lik nüfusunu oluşturmaktayız. Ayrıca İslam ilim, buluş, üretim ve icat dinidir.
2) İslam ülkelerindeki üniversitelerin sayısı 400’ü aşmamaktadır. Oysa bazı batı ülkelerinde 1000’den fazla üniversite vardır.
3) Müslüman ülkelerdeki okur-yazar oranı % 55’tir. Okur-yazar olmayanlar ise 400 milyondur. Eğitime ayrılan bütçe ise % 5’tir.
4) Bilimsel gelişmenin asıl faktörü yüksek öğrenim ve uzman insanların yetiştirilmesindedir. Ne yazık ki İslam ülkeleri bundan yoksundur. Şu anda müslüman ülkelerde sadece yüz bin kişi araştırmayla uğraşmaktadır. Halbuki yalnızca Japonya’da yaklaşık bir milyon kişi bu alanda çalışmaktadır. Üniversite öğrencisi, araştırmacı, öğretim üyesi, kütüphaneler, kitap ve bilimsel makale sayısı, gelişme ve araştırmaya ayrılan bütçe, bir yıldaki bilimsel toplantıların sayısı ve kitap okumaya, bilimsel araştırmaya ayrılan zaman gibi konularda gelişmiş ülkelere oranla Müslüman ülkerler çok zayıf ve geridedir.
İslam dünyasının önemli sorunlarından birisi, bilimsel gelişmelere gerekli önemin verilmemesi ve uzman, kabiliyetli, dindar insanların yetiştirilmemesidir. Bilim adamlarının, araştırmacıların, düşünürlerin, görüş sahiplerinin güçlü destekleri olmadan başarılı olamayacağımız ya da başarımızın az olacağı gün gibi açıktır. Başka bir deyişle İslam dünyasının bilim, teknik ve araştırma göstergeleri dünya ortalamasının üstünde olmalı veya en azından o ortalamayı yakalamalı ki, uluslarası bilimsel ve teknolojik gelişmelerde önemli bir paya sahip olabilsin.
Müslümanlar, İslam, Kur’an ve İslamî öğretiler doğrultusunda, İslam’ın bilime, tekniğe, bilim adamına, düşünüre, araştırmacıya verdiği önemi dikkate alarak hareket etmeli ve geçmişi telafi etmelidirler. Gelecek yüzyıla güçlü ve hızlı bir şekilde girebilmemiz için, İslam ülkelerinin ciddi programlar doğrultusunda bilim ve teknik alanında atılımlar yapmasının zamanı gelmiştir. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için her şeyden önce İslam dünyasının var olan durumu ciddi bir şekilde ele alınıp her yönden değerlendirilmeli, incelenmelidir. İslamî kültür, kimlik ve değerlere gerekli önem verilmelidir. Programlar İslamî esaslar üzerine düzenlenmeli, geleceğin genel hatları çizilmelidir. Kısaca, bu hedeflerin birinci şartı; bilme, tanıma, ileri görüşlü ve şuurlu olmaktır. İkinci şartı, konunun hassasiyeti nazara alınarak öncelikli ve zaruri işlerin içinde, hatta başında yer almalıdır. Üçüncü şartı, bu iş için gerekli bütçe ayrılmalı, araştırmaya, bilimsel gelişmelere ve uzman yetiştirilmesine önem verilmelidir. Dördüncü şartı, İslam ülkelerinin gelişmesi için bilgi bankaları, araştırma merkezleri kurulmalıdır. Müslüman ülkeler birbirleriyle işbirliği yapmalı, bilimsel alış-verişleri çoğaltmalıdırlar; bilgi ulaştırma merkezleri kurlmalı, dünyanın ilmî merkezleriyle ilişki kurup, onların tecrübelerinden faydalanmalıdır. Beşinci şartı; bilimsel yönetim şekli ve uzun vadeli stratejiler belirlenmeli, yetenekler yönlendirilmeli, dünyanın dört bir yanına dağılmış müslüman bilimadamları, düşünür ve bilginler davet edilmeli ve onların değerli ilmî birikimlerinden faydalanmalı. Bütün bunlardan daha önemlisi İslam ülkelerinin yöneticileri bu konuya alaka duymalı ve bunun gerçekleşmesi için gerekli çabayı göstermelidirler.
Bu alanda bilimsel olimpiyatlar ve seminerlerin düzenlenmesi de çok faydalı olacaktır. Bilgi bankalarının kurulması, ilmî ilişkilerin çoğaltılması, üstad ve öğrenci mübadelesi yapılması gereken önemli işlerdendir. Beyinlerin, fikirlerin ve insanların yetiştirilmesi bir asıl, bir hedef, bir strateji ve bir zarurettir. Bu olmadan, cehaletten, bağımlılıktan, zayıflıktan kurtulamaz, istikbar ve İsrail ile mücadele edemeyiz. Hastalık, fakirlik ve açlıkla savaşarak, sorunları halletmeli, İslam ümmeti, İslam dünyası adına yeni bir kudret meydana getirmeliyiz. Elbette bu vazifenin ağırlığı, İslam Konferansı, Opec, Eko gibi İslam ülkelerinin bir araya geldikleri veya İslam ülkelerinin payının çok olduğu Asean, Afrika Birliği Konferansı gibi kuruluşların üzerine düşer. Onlar imkânları hazırlamalı; yetenekleri, sermayeleri, uzun vadeli stratejileri belirleyerek bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yolunu açmalıdırlar.
Önemli Bir Nokta:
İslam’ın önem verdiği şeyler arasında, iyi ve hayırlı amelleri biriktirerek geriye salih ameller bırakma ve vakıf kültürüdür. 14 asır boyunca İslam ümmeti içinden her zaman hayır sever ileri görüşlü insanlar çıkarak medrese, üniversite, cami, kütüphane, büyük ilmî ve kültürel merkezler yaptırmış, bu yolda büyük adımlar atmışlardır. Bu yüzden diyoruz ki, insanlık bugün onlara çok şey borçludur. Çünkü onlar fedakârlık etmiş, zahmet çekmişlerdir.
Burada iki noktayı vurgulamak gerekir:
A) Öncelikle geçmişten bize kalan büyük ilmî ve manevî mirasları korumalı ve onlara sahip çıkmalıyız. Sonra bunlardan iyi bir şekilde yararlanmalıyız. Onları tanımanın ve tanıtmanın kendisi de maddî ve manevî sermayelerdendir.
B) Ahiretimiz için iyi ve salih ameller biriktirmek amacıyla ilmî merkezler, araştırma merkezleri, kütüphane, ilmî organlar, üniversite ve medrese yaptırmak, yazarları, araştırmacıları teşvik edip, bu işleri yaygınlaştırmak yolunda çaba göstermeliyiz. Bu kültürü yaşatmamız ve yaymamız gerekiyor. Yetenekli, layık gençleri teşvik etmeli ve desteklemeliyiz.
Unutmayalım ki, sadece Amerika’da şu anda 2200 ilmî vakıf vardır. Bunların her biri bir şekilde bilimi, teknolojiyi ve yetenekleri himaye ediyorlar. Sonuçta da üçüncü dünya ülkelerinin zeki, akıllı gençlerini kendilerine çekiyorlar. Çünkü bu ülkelerde gelişme ve ilerleme için ya ortam, ya da iş yapmak ve çalışmak için gerekli imkân yoktur. Böylece terazinin kefesi her zaman onların yararına ağır basmaktadır. Üstün yetenekli gençler ve istekli insanlar onlara doğru yönelmektedirler. Her zaman bu gibi ülkelerden değerli beyinler ve sermayelerin, batıya doğru aktığına şahit olmaktayız. Öyleyse, kendi ülkelerimizde var olan böylesi değerli yeteneklere gerekli değeri verip, onlardan faydalanmak için program ve yatırımlar yapmalıyız. Yoksa her zaman başkalarından dilenmek zorunda kalacak, beyinlerin ve ilmî sermayelerin göçüne şahit olacağız.