Birinci İmamımız Müminlerin Emiri Ali
Allame Tabatabai/Ehl-i Beyt Öğretisi 1
Müminlerin Emiri, Ebu Talip oğlu İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) Peygamber’in (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beytine olsun) eğitimi ve terbiyesi altında yetişen ilk eksiksiz ve kamil örnektir.
İmam Ali, küçük yaştan itibaren Allah Resulünün mübarek elleri altında yetişmiştir. Peygamber onu henüz altı yaşındayken babası Ebu Talip’den alıp kendi evine getirerek eğitimini şahsen üstlenmiştir. İmam Ali, o günden itibaren aziz İslam Peygamber’inin gölgesi gibi onun ayrılmaz bir parçası olmuş; tıpkı kelebeğin yanan bir mumun etrafında dönmesi gibi onun pak, mübarek vücudu etrafında dönüp durmuştur. Son anda da Peygamber’in pak, mübarek bedenini kolları arasına alıp bağrına basarak toprağa veren yine Hz. Ali olmuştur.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) evrensel ve ölümsüz bir şahsiyete sahiptir. Çekinmeden diyebiliriz ki: “Bu yüce şahsiyet hakkında söylenen söz ve yapılan ilmi çalışmalar yeryüzünde hiçbir şahsiyet hakkında söylenmemiş ve yapılmamıştır.”
Şia, Sünni, Müslüman olan veya olmayan birçok araştırmacı, yazar, düşünür onun şahsiyetiyle ilgili binden fazla eser ortaya koymuşlardır. Dost ve düşmanın onun hakkında yapmış oldukları sayısız araştırmaların ve ortaya koydukları sözlü veya yazılı eserlerinin hiçbirinde, hiçbir kimse onun imanında en ufak bir zaaf noktası bulamamıştır; onun cesaretinde, yiğitliğinde, onur ve iffetinde, ilminde, adaletinde her yönüyle sosyal ve ahlaki yapısında olgunluk ve faziletten başka en küçük bir ayıp, leke ve eksiklik görmemişlerdir.
Peygamber’in Sadık İzcisi
Emir el-Müminin İmam Ali, hayatı incelendiğinde, emir sahipleri, yöneticiler, hakimler ve hatta tüm Müslümanlar arasında; Peygamber efendimizin hayatı süresince ve Peygamber’in vefatından sonra, nefesinin son anına kadar, bir kıl payı kadar olsa da Peygamber’in izinden ayrılmadan hareket eden, Peygamber’in hayatında yürürlükte olan kanunu en ufak bir sapma ve bozulmaya uğratmadan; aynı sadelik, aynı geçerlilikle sahiplenen ve uygulayan tek kişi olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
İkinci halife ölümünden sonra kendisinden sonraki halifenin seçimi için verdiği emir gereği kurulan altı kişilik şurada hilafetin İmam Ali’ye ya da Osman’a verileceği konusunda birçok konuşmalar ve öneriler olmuştur. Takvalıların imamı Hz. Ali’ye (Allah’ın selâmı ona olsun) hilafeti sunduklarında şu şartı ileri sürdüler: “Halk içinde, birinci ve ikinci halifenin yöntemi üzere amel etmelisin!” Ancak İmam Ali onların bu şartlarını red ederek şu cevabı buyurdular: “ Ben Allah’ın kitabı, Peygamber’in yöntemi ve kendi ilmim üzere amel eder ve ondan asla sapmam!”
Osman’a ise aynı şart ve teklifle gittiklerinde o hemen hilafeti kabul etmiş ve hilafeti boyunca da ileri sürülen şarta uymayıp kendi başına ayrı bir yöntem uygulayıp ayrı bir yol izlemiştir.
Allah Resulünün (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beytine olsun), sahabileri arasında İmam Ali’nin hak yolunda gerçekleştirdiği mücadeleleri, cesareti, yiğitliği fedakarlıkları bir başkasında görülmemiştir.
Cesaret ve Yiğitliği
O en önemli İslami savaşlara katılan, bütün kanlı savaş meydanlarında Müslümanların eşsiz kahramanı, zaferlerin anahtarıydı. Sahabelerin firar ettiği savaş meydanlarında o asla sırtını düşmana çevirmemiştir. Hiçbir rakibi onun kılıcının darbesinden aldığı yaradan canını kurtaramamıştır.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah’ın selamı üzerine olsun) yapmış olduğu bütün savaşların hiçbirinde kimse onun bileğini bükememiştir. Her savaşta düşmanı bozguna uğratmış, hep onları mağlup etmiştir. O hiçbir zaman sırtını düşmana çevirmemiş ve şöyle buyurmuştur:
“Eğer bütün Araplar, benimle muhalefet ve savaşmak için ayaklansalar; bende en ufak bir irkilme ve korkudan bir eser göremezsiniz.”
İmam Ali’nin (Allah’ın selamı ona olsun) sahip olduğu cesaret, mertlik ve yiğitliğine dünya tarihi bir benzer, bir rakip gösterememiştir.
O yiğitliği ve cesaretinin yanı sıra sahip olduğu acıma hissi merhamet ve engin muhabbetti ile insanlar arasında bir örnek haline gelmiştir. O hiçbir zaman yaralı ve teslim olanları öldürmez, firar edenlerin peşine düşmezdi. Onun İslam uğruna yaptığı yiğitlik ve fedakarlıkları olmasaydı, Hicret gecesi ve ondan sonraki Bedir, Uhud, Hendek Hayber ve Huneyn gibi savaşların her birinde kafirler ve müşrikler tarafından nübüvvet nuru kolaylıkla söner ve hak sancağı yere düşerdi.
Mazlumların Savunucusu
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun), tüm hayatı boyunca çok sade bir yaşantı sürdürmüştür. Aziz Peygamberimizin (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli-i Beytine olsun) yaşamından vefatına kadar hatta kendi hilafetinin en muhteşem döneminde bile, yoksullarla aynı seviyede, en basit, en alt düzeyde hayatını sürdürüyordu. Yemesi, içmesi, giyimi, meskeni halkın en yoksul kesiminde bulunanların hiçbirinden farklı ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildi. Kendisi de şöyle buyurmaktadır:
“Bir toplumun yöneticisi, öyle yaşamalıdır ki; perişan ve yoksul kimselerin teselli sebebi olmalı. Onların özlemlerine, kalplerinin burukluğuna sebep olmamalı.”
Muttakilerin İmamı Ali (Allah’ın selamı ona olsun) kendi hayat ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve diğer insanlara yardım edebilmek için çalışmaktaydı. Özelikle de ziraat ile ilgili uğraşlara karşı fazla alaka duymaktaydı; Ağaç dikerdi, kuyu kazardı, zamanın imkanları çerçevesinde bu alanda uğraşı verirdi.
O bu uğraşlarından ve savaş ganimetlerinden elde ettiği maddi gelirleri yoksul halk arasında dağıtırdı. Gelir getirecek, verimli hale dönüştürdüğü arazileri ya halka vakıf ederdi ya da onu satarak elde ettiği gelirleri yoksullara, yetimlere paylaştırırdı. Kendi hilafeti günlerinde bir yıl, vakıflarının gelirlerinin yoksullar arasında dağıtılmadan önce kendisine getirmelerini emretti. Vakıflardan elde edilen gelirlerin miktarı, yirmi dört bin altın dinardı. Daha sonra onların hepsini ihtiyaç sahibi kimselere bölüştürmelerini emretti.
O sonsuz merhamete, muhabbete, mertliğe sahip idi. Savaşlarda kadınlara, çocuklara, güçsüzlere kılıç kaldırmaz, onları esir almazdı, kaçanların da peşine düşmez onları bağışlardı.
Sıffin savaşında, Muaviye’nın ordusu Fırat nehrini kuşatarak suyun, İmam Ali’nin askerlerine ulaşmasını engellediler. Kanlı çarpışmalar sonucu nehirden su elde edilen bölüm İmam Ali’nin askerleri tarafından ele geçirildi. İmam, askerlerine, düşman askerlerinin de yararlanabilmesi için suyun önünün açılmasını emretti.
Hilafeti döneminde isteyen herkes hiçbir engelle karşılaşmadan doğrudan onunla görüşüyordu. Sokaklarda, pazarda yaya olarak yalnız başına dolaşıyor; halkı takvaya ve birbirlerine merhametli, birbiri hakkına saygılı olmaya davet ediyor; onları uyarıyordu. Merhamet ve tevazu ile perişan ve yoksul insanlara, dul ve kimsesiz kadınlara yardım ediyor; sığınacak yeri olmayan yetimleri kendi evinde barındırıyor, onların ihtiyaçlarını karşılıyor, eğitim ve terbiyelerini üstleniyordu.
Baştan sona İslam ülkelerinin emiri olduğu halde şehit düştüğü gün bütün maddi varlığı, sadece yedi yüz dirhem idi. Bu parayı da evinde çalışacak birini bulup ona sarf etmek istiyordu.
İlme Verdiği Önem
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun), ilme çok büyük değer vermekteydi. Bilimin yayılmasına çok önem veriyor ve bu konuda:
“Cahillik gibi bir dert yoktur!” buyuruyordu.
Kanlı Cemel savaşında ordusunun saflarını düzenlediği bir esnada adamın birisi karşısına gelerek “Tehvid”in manasını sordu. Orada bulunanlar ona; şimdi bu şekil soru sormanın zamanı mı? diyerek karşı çıkıp kızmaya başladılar. İmam onların bu tepkisine mani olarak: “Biz bu gerçeklerin korunması ve canlı tutulması için savaşıyoruz” demiş ve hemen sonra soruyu soran adamı yanına çağırarak ordunun saflarını düzeltmekle meşgul olduğu halde güzelce onun sorusunun yanıtını vermiştir.
Onun hayret verici dini duyarlığını gösteren bu rivayetin bir benzeri de, Sıffin savaşında geçen bir olaydır. Bu savaşta iki ordu kızgın dalgalarıyla birbirine dökülen iki denizi andırıyordu. Dört bir yandan sel gibi kan akmaktaydı. O, bir ara askerlerinden birinin yanına gelerek içmek için ondan bir tas su istedi. Asker yanında bulunan tahtadan bir tasa su doldurup takdim etti. İmam Ali, su tasının çatlak olduğunu görünce o askere şöyle buyurdu:
“Böyle bir tastan su içmek İslam’da mekruhtur.”
Asker: yağmur gibi okların yağdığı, şimşek gibi kılıçların çaktığı böyle bir halde bu kadar dikkat etmeye, hassas olmaya fırsat olmadığını söylediği zaman, Müminlerin emiri Ali, o askere:
“Bizler bu dini ilkeler için savaşmaktayız; bu ilkelerin küçüğü, büyüğü olmaz” diye cevap vermiştir.
İmam Ali (Allah’ın selamı ona olsun) aziz İslam Peygamberi’nden sonra ilmi gerçekler üzerinde felsefi düşünce tarzında yani özgürce delil getirerek söz söyleyen ilk şahıstır. Birçok ilmi kavramları ortaya koymuş, Kuran-ı Kerim’in yanlışlardan ve tahriften korunması için Arap dil gramerinin temel kaidelerini (Nehv ilmi) belirliyerek düzenlemiştir.
Onun hutbelerinde, mektuplarında ve diğer eserlerindeki ilmi noktalar, ilahi bilgiler, siyasi, toplumsal ve ahlaki ilkelerin beyanı hatta bir takım yargılarından anlaşılacağı üzere matematikteki derinliği, dildeki fesahati görüp okuyan ve duyanları hayrete düşürmektedir.
Emir el-Müminin Ali’nin Genel Yöntemi
Bildiğimiz gibi aziz İslam Peygamberinin (Allah’ın selamı ona ve pak Ehli Beyt’ine olsun) vefatından sonra Müslümanların velayeti, Peygamberimizin Allah tarafından belirttiği nassıyla Emir el-Müminin Ali’de (Allah’ın selamı ona olsun) olmasına rağmen seçimle gerçekleşen hilafete dönüştürüldü. Ve başkaları hilafet makamına getirildiler. İmam Ali, Selman, Ebuzer, Mikdad gibi özel yaranlarıyla halkı uyarmalarına, onlara deliller getirmelerine rağmen olumlu bir cevap alamadılar.
İmam, halktan uzaklaşıp bir kenara çekilmiş ve bir süre evinde Kur’an-ı Kerim’i toplamakla meşgul olmuştur. Daha sonra yakın dostlarının eğitimi, terbiyesi ile uğraşarak onları mükemmel bir insan olarak yetiştirmiştir.
O, aziz İslam Peygamberinin (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) yaşadığı dönemde sahip olduğu parlak geçmişiyle; Peygamber’in yari, yardımcısı ve veziri oluşuyla, fetih ve zaferlerin anahtarı olmasıyla; ilmi, yargısı, söz ve eserleriyle ve aynı zamanda birçok manevi faziletleriyle seçkin bir şahsiyete, büyük bir makama sahip ve bütün Müslümanlardan üstündü.
Halifelere Karşı Tavrı
Birinci halifenin zamanında, genel olarak hiçbir işte onun mübarek varlığından istifade edilmemiştir. O, Allah’a ibadet ve bazı yarenlerini ilmi ve ameli yönden yetiştirmekle normal bir insan gibi çok sade bir şekilde yaşamını sürdürmüştür.
İkinci halife döneminde de her ne kadar hassas ve önemli işlerde ona başvurulmadıysa da bazı önemli işlerde ona danışılmıştır. İkinci halife bunu şu sözleriyle beyan etmiştir:
“Eğer Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.”
Bu dönemlerde özellikle Medine’nin etrafında su kuyuları kazmak ve etraftaki araziyi bayındırlaştırmak ve sonra da bunları fakirler için vakf etmek için çalışmıştır. Üçüncü halife döneminde, halkın dikkati daha fazla onun üzerine yoğunlaşmıştı. O bütün bu zaman zarfında (yirmi beş yıl boyunca) günden güne eğitim çevresini geliştirmiş, amelinin nuru her yanı kaplamıştı; bu sayede guruplar ve fertler doğrudan ya da dolaylı olarak velayet mektebine hizmet ediyordu. Üçüncü halifenin öldürülmesinin hemen ardından halk dört bir yandan akın ederek onun çevresine toplanıp hilafeti kabul etmesi için ısrarda bulundular.
Emir el-Müminin İmam Ali (Allah'ın selamı ona olsun) yönetimi ele aldığında uzun suredir unutulmuş olan aziz İslam peygamberinin (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) yaşam tarzı ve sünnetlerini tekrar hayat sahnesinde sergiledi. Toplumsal eşitlik ve adaleti uyguladı; haksız yere elde edilmiş olan bütün ayrıcalıkları, üstünlükleri ortadan kaldırdı. Haksız yere mal-mülk toplayıp yığan, işlerinde ciddiyetsiz olan komutan ve valileri makamlarından uzaklaştırdı. Beytülmalden yağmalanan malları, önceki halifeler döneminde şuna buna hesapsızca bağışlanan emlâki geri aldı. Dini esaslara uymayan ve aykırı davranan kimseleri cezalandırdı.
Şahsı çıkarlarını, haksız yere elde ettikleri makamlarını, rahatlık, imkan ve maddiyatlarını tehlikede gören bir gurup sömürücü, yağmacı, asalak ve menfaatperest kimseler, Osman’ın kanının hesabını sormayı kendilerine bahane ederek İmam Ali’ye karşı geldiler. Neticede, içte kanlı savaşlar başladı. Bu durum İmam’ın ıslahat, ilerleme ve gelişim yönünde yapacağı uğraşılarının önünü aldı.
O, insanın belini büken bu belalarla hilafetinin beş yılını harcadı. Bu dönemde sayısızca insan yetiştirdi. Kendine özgü fasih beyanıyla, çeşitli ilim dallarında, günün ve geleceğin önemli gereksinimlerine yönelik açıklamalarını insanlığa yadigâr bıraktı. Onun bu nurlu ve engin açıklamalarından bir bölümü Nehc’ul-Belağa adlı kitapta bir araya getirilmiştir.
Onun seçkin varlığı, beyan etmekle ortaya konulamaz; onun sonsuz faziletleri saymakla bitirilemez. Tarih, bilginlerin dikkatlerini ve düşünürlerin fikirlerini kendi üzerine böylesine çeken bir şahsiyete asla şahit olamamıştır.