Bir fakihin iblis için varlığı, bin abidin varlığından daha ağırdır. el-Bihar, 1/177/48 Hz. Muhammed (s.a.a)

Ehl-i Beyt (a.s)’ı Tanımanın Gerekliliği

Ehl-i Beyt (a.s)’ı Tanımanın Gerekliliği

Ersan BAYDEMİR

Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:

“Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve öz akrabalarımdan olan Ehl-i Beytim. O ikisine sarıldığınız müddetçe, benden sonra asla (doğru yoldan) sapmazsınız. Gerçekten o ikisi (Kevser) havuzun(un) yanında tekrar bana gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar.”

Ehl-i Beyt (a.s), İslâm semasının parlak yıldızları ve ışık saçan güneşleridirler. Onlar, Resulullah (s.a.a)’e iktida eden (uyan) kâmil insanlık örnekleridirler. Onlar, Hz. Peygamber (s.a.a)’in ilim kaynağından faydalanmış, risâlet evinde büyümüş, onun yolunda hareket etmişlerdir. Onlar, İslam toplumunu Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamberin sünnetine sarılmaya davet ederken, kendi yaşantılarında da bunun en güzel örneğini sergilemişlerdir. Onlar, halkı hakka çağırmış, bir an bile haktan uzak kalmamışlardır. Onlar, yukarıda Allah Resulü’nden naklettiğimiz kesin hadis gereğince, hiçbir zaman Kur’an-ı Kerim’den ayrılmamışlar, ayrılmazlar da. Onlar, Kur’an-ı Kerim’de açıklanan bütün değerlerin ve yüce makamların en güzel örnekleridirler. Kur’an-ı Kerim onlar hakkında açıkça şöyle buyuruyor:

“Allah, ancak siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pisliği ve kötülüğü giderip tertemiz kılmak ister.” [1]

Ehl-i Beyt’in üstün makamını belirten bu ve benzeri ayetler ve Allah Resulü’nden gelen sayısız hadisler neticesinde bu şeref hanedanı, tarih boyunca takva sahibi Müslümanların yöneldiği tek mihver durumuna gelmiş ve çeşitli kesimlerden erdem sahibi insanlar, onların kapılarını aşındırmışlardır.

Ehl-i Beyt’in tarihini ve onların ilmî siretini mütalaa edip araştıran her şahıs, Ehl-i Beyt İmamları’nın (a.s) İslam tarihindeki önemli rolünü ve taşıdıkları sorumlulukları iyice anlayabilir. Onlar, mukaddes İslâm dinini tahrif ve bidatlerden korumak, İslâm akidesinin asaletini muhafaza etmek, İslâm’ın yüce ilkelerini uygulamak ve ümmeti hidayete erdirmek uğruna kınayanların kınamalarına aldırış etmeden mücadele etmiş, canlarını bile bu yolda feda etmişlerdir.

İslâm toplumunun birliğinin yegane mihveri olabilecek Ehl-i Beyt öğretisinin her geçen gün daha iyi anlaşılır duruma gelmesi, insanların hidayet ve aydınlığa yönelmelerine destek olması açısından, oldukça sevindirici bir gelişmedir.

Biz, Müslüman kardeşlerimizi Ehl-i Beyt’in makamlarını tanımaya davet ederken, aslında onları, Müslümanları zaafa uğratmak, dağıtmak ve aralarına tefrika sokmak isteyen güçlerin karşısında bilinçli ve uyanık olmaya çağırıyoruz.

Ey Ehl-i Beyt dostları! Gelin Kur’an ve Ehl-i Beyt’te birleşelim! Çünkü izzet, keramet ve şerefimiz, İslâm’a sarılıp, Allah’ın (c.c) Kitabı, Peygamber’in sünneti ve Ehl-i Beyt’in sireti üzere amel etmektedir…“De ki: Amel edin. Amellerinizi Allah da, Resulü de, müminler de görecektir.” [2]

“Ehl-i Beyt” kelimesi, Hz. Peygamber (s.a.a)’i seven, ona iman eden, yolundan giden herkes için sönmeyen nur, sonsuz fazilet ve muhabbet kaynağının ifadesidir. Müslümanlar, ilahî vahyin bu mübarek ismi andığı zamandan beri bu şanlı isimle tanışmışlardır. “Allah, ancak siz Ehl-i Beyt’ten her çeşit pislik ve kötülüğü giderip tertemiz kılmak ister.” [3]

Bu ayet-i kerimenin nazil olmasıyla, İslâm toplumunda hakka uzanan gerçek hareket yolu ve İslâmî hedeflere doğru giden çizginin sınırı belirlenmiştir. Bu ayetle Ehl-i Beyt’in İslâm ümmetinin hayatındaki rolü beyan edilerek, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah-u Teala’nın, her çeşit pislik ve kötülükten temizleme iradesinin sadece onlara mahsus kılındığı ifade edilmiştir.

İslâmî ilimler üzerinde araştırma yapan ve İslâm toplumunun siyasî hayat sahasında görüş sahibi olan kimselerin belirttiği üzere, bu ilahî beyan ve açıklama, İslâm toplumunun hayatı, İslâm tarihinin oluşması ve İslâm uygarlığının kurulmasında özel bir anlam taşımaktadır.

Bu ayetler, Peygamber’den sonra İslâm’ın anlayış ve mantığına uygun olarak tarihin akışının yön ve çerçevesini belirlemiştir. Allah-u Teala, Ehl-i Beyt’e, bütün günahlardan, kötülüklerden ve hatalardan pâk ve temiz olma sıfatını verdiğine göre, “Sizin Allah katında en değerli ve üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.” [4] hitabı gereğince, örnek olmak ve rehberlik etmek için liyakatin en yüce derecesinin onlarda olduğu ortaya çıkmaktadır.

İslam tarihinde araştırma yapan herkes, hangi mezhepten olursa olsun, bu ümmetin fikir adamlarının, müfessirlerinin, muhaddislerinin, siyer yazarlarının, tarihçilerinin, fakihlerinin, ediplerinin ve ariflerinin Ehl-i Beyt’in yüce makamından söz ettiklerini görür.

Çeşitli mezheplerden olan Müslümanların yazdıkları hadis, siyer, tarih, tefsir, edebiyat, şiir, vb. kitaplarda bu mübarek soyun azameti belirtilmiş ve genellikle bu konuya özel bir yer verilmiştir.

Yine imanın Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyti’nin (a.s) sevgisiyle ölçülmesi esasına binaen, İslam topluluğunun bu yüce hanedanın sevgisinde adeta yarışa girişmeleri, onlara zulmedenlere, düşmanlık besleyenlere karşı ise nefret ve tiksintilerini izhar etmeleri, sözümüzün bir başka kanıtıdır.

Ehl-i Beyt (a.s), ilimde, takvada, ahlakta, şerefte, hak yolunda sebat göstermede, yüce İslam değerlerini korumak uğruna her şeylerini feda etmede, zulüm ve tuğyana karşı çıkmada eşsiz insanlardırlar. Bu yüzdendir ki, bütün Müslümanlar, Ehl-i Beyt’in sahip olduğu yüce makamın, şerefin ve Allah’ın onlara tahsis ettiği faziletlerin, başka hiçbir kimsede olmadığında ittifak etmişlerdir.

Evet, yalnızca bu mübarek aileyi, Allah (c.c), bütün kötülük ve günahlardan pâk ve temiz kılmıştır…

Yine yalnızca onları sevmeyi, Allah (c.c), bu ümmete farz kılmış ve onları sevmeyi, Peygamber (s.a.a)’in, ümmeti üzerinde bir hakkı olarak belirlemiş ve şöyle buyurmuştur:

“(Ey Peygamber, Müslümanlara) De ki: Ben peygamberlik vazifesi (yolunda çektiğim zahmetlerin) karşısında, sizden hiçbir ücret istemiyorum; sizden istediğim, ancak yakınlarıma (Ehl-i Beytime) muhabbettir. Kim bir iyilik yaparsa, biz onun sevabını daha da artırırız.” [5]

Yine Allah (c.c), yalnızca onlara beş vakit namazda salat ve selâm etmeyi ve Peygamber’in isminin yanında onların da isminin anılmasını farz kılmıştır. Allah-u Teala Kur’an’da şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz, Allah ve melekleri, Peygamber’e salat ve selâm ediyorlar; ey iman edenler, (siz de) ona (Peygamber’e) teslimiyetle salat ve selâm edin.” [6]

Müslümanlar, Peygamber’den, kendisine nasıl salat edeceklerini sorduklarında ise, salat etmenin şeklini onlara şöyle öğretmiştir:

“Deyin ki: Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in âline (Ehl-i Beyt’ine) salat et; nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in âline salat ettin. Şüphesiz ki sen beğenilmiş ve yüksek mertebelisin…”

Bu ümmetin içinde Ehl-i Beyt’ten başka bu yüce sıfatları haiz olan hiç kimse yoktur. İşte buradan, Ehl-i Beyt’in (a.s) sevmenin farz oluşu, onlara tâbi olup, gittikleri yoldan gitmenin bütün Müslümanlara gerekli olduğunun sırrı ortaya çıkmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in, Ehl-i Beyt (a.s) üzerinde bu kadar ısrarla durmasından, onların azamet ve makamlarını açıklamasından maksat, Müslümanların Hz. Resulullah (s.a.a)’den sonra onları önder kabul etmeleri, onları sevmeleri ve onlara itaat etmeleridir.

Kur’an-ı Kerim’in bu yüce insanları bu şekilde tanıtmasında itikadî ve mektebî amaçtan başka bir hedef güdülmemektedir. Bütün bunlar, Müslümanları tefekküre ve düşünmeye sevk edip, Kur’an’ın ve Peygamber’in ümmete imam ve önder olarak tanıttığı bu seçilmiş insanları daha iyi tanımaya davet etmektedir.

 


[1] – Ahzab/33.

[2] – Tevbe/105.

[3] – Ahzab/33.

[4] – Hucurat/13.

[5] – Şûra/23.

[6] – Ahzab/56.