Namazları kılmada çok dikkatli davranmak kula dindarlık olarak yeter. Tenbih’ul Havatir, 2/122 Hz. Muhammed (s.a.a)

Ehl-i Beyt Mektebinde Peygamberlik İnancı

Ehl-i Beyt Mektebinde Peygamberlik İnancı

Tacettin Uluç/Erenler 4-5

Peygamberlerin Gerekliliği

Tüm varlıklardan yüce olan bir Yaratıcı’nın var olduğu kesin aklî delillerle sabittir. Ancak insanlar O'nu göremez ve O'nunla direkt bağlantı kuramazlar. O hâlde, O'nun elçileri olmalıdır. Bu elçiler, Allah ile kulları arasında aracıdırlar; O'nun tarafından birtakım açıklama ve beyanlarda bulunurlar, Allah’tan alır, dinler, kullarına iletirler. Allah’tan öğrenir, kullarına öğretirler. Allah’tan aldıkları öğretiler ışığında insanları yararlarına olan şeylere hidayet ederler.

İnsanlara her zaman iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bu kimseler, Allah’ın nebileri ve insanlar arasından seçtiği kimselerdir. Bunlar, Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış, hikmetiyle eğitilmiş kişilerdir. Hâl ve durumlarında insanlardan farklı, ama yaratılış ve fizikte onlar gibidirler. Aksi takdirde, insanlardan tümüyle farklı olur, onlarla hiçbir ilişki kuramaz ve onlara önderlik edemezlerdi.

Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:

"Onu (Peygamber’i) eğer bir melek kılsaydık, elbette erkek (suretinde bir melek) kılardık ve mutlaka onların giyindirdikleri şeyi ona da giyindirirdik."[1]

Peygamberler Mucize Göstermelidirler

Peygamberlerin Allah’tan birtakım ayet ve mucizeleri de olmalıdır ki, getirdikleri dinlerin Alim, Kadir, Gafur ve Muntakim olan Allah’ın dini olduğuna inanılsın; şekki olanlar, onların makam ve mevkisini idrak edebilsin ve insanlar huzur içinde onlara itaat etsinler.

Nitekim insanların ihtiyacı olduğundan dolayı Allah’ın dünya yaşantısı için bir inayeti olmalı, meselâ insanların suya olan ihtiyaçlılarının temin edilmesi için gökten yağmur yağdırmalıdır. Aynı şekilde, insanların dünya ve ahiret saadetlerini, salâh ve saadetini bildiren kimselerin de varlığı gereklidir. Evet, insanlara gözleri üzerinde zaruret olduğundan değil, sadece süs olsun diye kaş yapan ve ayakları altında yere basınca yere değmeyen çukur yaratan Allah, hiç bütün âlemler için zorunlu olan bir rahmetin varlığını ihmal eder mi?! Oysa ahirette gerçekleşecek hayır ve esenlikler ona bağlı olduğu gibi, dünyada olan birçok acil faydalar da bu rahmetin varlığındadır. İnsanlara duyu organlarını veren ve bunların hata, şek ve yanılmalarını düzelten bir de ruh yaratan Allah, hiç onları şek, hayret ve dalâlet içinde bırakır mı?! Veya onları, şek ve şüphelerini giderecek bir hidayetçiden mahrum bırakır mı?!

Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:

"Andolsun, biz peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik." [2]

"O, ümmîler içinde kendilerinden olan ve onlara O’nun ayetlerini okuyan, onları arındırıp temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamberi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içindeydiler." [3]

Peygamberlerin Sıfatı

Peygamber; kabalık, kötü huyluluk, haset, cimrilik, soyu bozukluk, hünsalık, körlük ve topallık gibi her türlü ayıp, kusur ve eksikliklerden münezzeh olmalıdır.

Peygamber, bilerek veya bilmeyerek işlenilen her türlü günahlardan masum olmalıdır. Böylece insanlar ondan kaçmaz ve ona isteyerek itaat ederler. Peygamber nasıl günah işleyebilir ki? Oysa günahın temellerinde dört şey yatar: Hırs, haset, gazap ve azgın şehvet. Peygamber ise bu sıfatlardan uzak olmalıdır.

Peygamber, dünyaya düşkün birisi olmamalıdır. Zira o, Allah’ın kullarının hazinedarı ve beytülmalin sorumlusudur ve dünya malı onun eli altındadır. O hâlde Peygamber, dünyaya düşkün olmamalıdır.

Aynı şekilde hasut (haset eden) de olmamalıdır. Zira insan, kendinden üstün olana haset eder. Halbuki ondan üstün kimse yoktur.

Peygamber, Allah’ın hudutlarının uygulanmaması dışında hiçbir şey için gazaplanmamalıdır.

Peygamber, şehvetlerine uymamalı ve dünyayı ahiretine tercih etmemelidir. Zira Allah ona, hem dünyayı ve hem de ahireti sevdirmiştir. O, dünyaya baktığı gibi, ahirete de aynı gözle bakar. Çirkin bir yüzü güzel bir yüze, tatsız bir yemeği tatlı ve güzel bir yemeğe, kaba ve haşin bir elbiseyi yumuşak bir elbiseye, fani ve yok olucu dünyayı ebedî ve baki bir nimete tercih eden birini gördün mü hiç?! Dolayısıyla, Kur’ân ve hadislerde enbiya ve vasilerine bir günah isnat edilmişse, onun ayrı bir anlamı vardır. Nitekim Ehl-i Beyt İmamları’ndan nakledilen birçok hadiste de yer aldığı üzere, peygamberler ve vasileri Allah’ın itaatinde fenaya erişmiş olduklarından, zaruret olmadıkça onların birtakım mubahlarla meşgul olmaları, onlar için günah sayılmaktadır. Öyleyse Allah’ın seçkin ve en hayırlı kulları hakkında böyle bir inanca sahip olmalıyız.

Peygamberlerin Makamı

Peygamberler, meleklerden üstündürler. Bu yüzden Allah, meleklere; Adem (a.s)’a secde etmelerini emretmiştir.

"Gerçek şu ki Allah; Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemlere seçti, üstün kıldı." [4]

Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

"Ey Ali! Allah-u Tealâ mürsel peygamberleri mukarrep meleklerden üstün kılmıştır. Beni de bütün nebi ve resullerden üstün kılmıştır. Ey Ali! Üstünlük, benden sonra da sana ve senden sonraki imamlara aittir." [5]

Peygamberlerin Sayısı

Peygamberiler, yüz yirmi dört bin kişidir. Hakeza vasileri de yüz yirmi dört bin kişidir. Zira her peygamberin Allah'ın seçtiği bir de vasisi vardır. Hepsi de, Allah indinden hak ile gelmişlerdir. Onların sözleri, Allah'ın sözüdür; emirleri, Allah'ın emridir; onlara itaat, Allah'a itaattir ve onlara muhalefet, Allah'a muhalefettir. Onlar, sadece kendilerine vahyedileni söylerler.

Ulü'l-Azm Peygamberler

Ulü'l-Azm peygamberler (büyük peygamberler) ise beş kişidir. Bunlar, şeriat sahipleridir. Ulü'l-Azm olan peygamberler şunlardır: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Peygamberimiz Muhammed. Hz. Resulullah, diğer dört ulü'l-azm peygamberin en üstünü ve sonuncusudur. Ondan sonra artık peygamber gelmeyecektir; onun getirmiş olduğu din ve şeriat de değişmeyecektir.

"Ancak o, Allah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur." [6]

"Hayır! O, hakkı getirmiş ve gönderilen (peygamber)leri de doğrulamıştır. Hiç tartışmasız, siz acıklı azabı tadacaksınızdır." [7]

"Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır." [8]

Allah-u Tealâ, Muhammed (s.a.a) ve onun vasilerinden (a.s) daha faziletli bir kimse yaratmamıştır. Allah'ın en çok sevdiği kimseler, onlardır. Allah-u Tealâ, peygamberlerden söz alıp onları kendi nefislerine karşı şahitler kıldığında ve; "Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?" diye sorarak onlardan ikrar aldığında; "Evet, şahit olduk." diyerek Allah'a ilk iman edip tasdik edenler, onlar oldu. Ve Allah-u Tealâ, bu ikrardan sonra Hz. Muhammed’in nurunu Zer âleminde diğer peygamberlere gönderdi. Nitekim şöyle buyuruyor: "Bu, önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır." Böylece diğer peygamberler onun ümmeti oldu. Allah-u Tealâ, peygamberimiz Muhammed (s.a.a)'i Zer âlemindeki ikrarda yer aldığı mertebeye göre diğer peygamberlerden üstün kıldı. Allah-u Tealâ, her şeyi Muhammed (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’i için yarattı. Onlar olmasaydı, yer ve gökleri yaratmazdı; cennet ve cehennemi, Adem ve Havva'yı, hiçbir melek ve yaratığı var etmezdi. Allah'ın rahmeti onların üzerlerine olsun.

Resulullah'ın Sireti, Nübüvvetinin Delilidir

Peygamberimiz Muhammed (s.a.a)'i gören, onun ahlâkını, davranışlarını, adabını, âdetlerini, seciyesini, gidişatını, Müslümanlar arasında düzen ve kaynaşma vücuda getirmesini, insanları Allah'a itaate sevk etmesini, zor sorulara sağlam cevaplar vermesini, insanların maslahatı hususundaki güzel tedbirlerini, alim ve fakihlerin ömürleri boyunca inceliklerinin derkinden âciz olduğu şer’î meseleleri çok güzel bir şekilde açıklamasını okuyan, duyan, bilen herkes, bütün bunların beşerî güç sahasının dışında kaldığını ve ilâhî bir güç ve kuvvetin yardımıyla oluştuğunu tasdik edecektir. Bütün bu hususiyetler, yalancı ve şüpheci bir kimsede bir araya gelemez. Kısacası; Peygamber'in durum ve davranışı, onu kesin bir şekilde doğrulamaktadır.

Resulullah'ı gören bir bedevî şöyle demişti: "Allah'a andolsun ki bu yüz, yalan söylemez." Kaldı ki, bu bedevî sadece onun bazı özelliklerini görmüştü. Bu durumda, sürekli onunla oturup kalkan ve tüm davranış ve ahlâkını müşahede eden bir insan ne derdi?

Allah-u Tealâ, ona bütün bu güzellikleri ihsan etmişti. Halbuki o, ders almamış, kitap okumamış ve ilim talep etmek için asla sefere çıkmamıştı. Üstelik, en cahil Araplar arasında yetim, zayıf ve öksüz biri olarak büyümüştü. O hâlde, diğer ilimler bir yana, o fıkıh ve hukuk ilmini, adap ve güzel ahlâkı nereden öğrenmişti?! Bunların yanı sıra Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve nübüvvetin özelliklerinden olan diğer derin bilgileri de biliyordu. Açıktır ki, bütün bunları vahiy yoluyla biliyordu. İlâhî bir yardım görmeyen beşer, bütün bunları tek başına bilebilir miydi?

Bunlar, yalnız başına, onun Allah tarafından gönderilmiş olan bir peygamber olduğunu ispatlamak için yeterdi. Oysa Resulullah (s.a.a), bilinçli bir insanın şek edemeyeceği birçok mucize de göstermiştir. Örneğin; Ay’ı ikiye yarması, parmakları arasından su çıkarması, az yemek ile birçok insanı doyurması gibi sayılamayacak kadar mucizeler…

Bu mucizelerden biri de, kıyamete kadar baki kalacak olan Kur'ân-ı Kerim’dir. Kur'ân-ı Kerim, insanların en belâgatlı ve fasih konuşanlarına meydan okuyarak, şek ediyorlarsa, Kur'ân'ın veya on suresinin ya da bir tek suresinin bir benzerini getirmelerini söylemiştir:

"De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, onun bir benzerini getiremezler." [9]

Kur'ân, onlara meydan okuyarak böyle söylemiş ve onlar da bundan âciz kalmışlar, dolayısıyla bundan vazgeçmişlerdir; ama kendilerinin öldürülmesi ve çocuklarının esir alınması pahasına da olsa Kur'ân’la savaşmaya kalkışmışlardır. Fakat, bütün çabalarına rağmen Kur'ân'ın güzellik ve fesahatine bir gölge düşüremeyince, bu kez dönüp; "Böylece bu, yalnızca aktarılarak öğrenilen bir büyüdür." [10] Veya; "Bu süregelen bir büyüdür." [11] demeye başlamışlardır.

Kur’ân'ın belâgat dışında da birtakım mucize olan yönleri vardır ki bu hususta "İlm'ul-Yakîn" kitabı gibi ilgili geniş kaynaklara baş vurulmalıdır.[12]

Kur’ân, Allah'ın kelâmı, vahyi, sözü ve kitabıdır.

"Batıl, onun (Kur’ân’ın) önünden de, ardından da gelemez. Çünkü o, hüküm ve hikmet sahibi çok övülen (Allah) tarafından indirilmiştedir." [13]

"Şüphesiz, bu, gerçek bir olayın haberidir." [14]

"Hiç şüphesiz, o (Kur’ân), hak ile batılı birbirinden ayırt eden bir sözdür; o, bir şaka değildir." [15]

Kur’ân'ı buyuran, indiren, gözeten ve koruyan da Allah'tır. Kur’ân, baştan sona haktır. Muhkem ve müteşabih tüm ayetlerine iman ediyoruz. Özel ve genel nitelikli ayetlerine, vaad ve vaîdine, umum ve hususuna, nasih ve mensuhuna, kıssa ve haberlerine inanıyoruz. Kullardan hiçbirisi onun bir benzerini getiremez.

Peygamber’in Tüm Getirdikleri Haktır

Peygamberimiz Muhammed (s.a.a)'in getirdiği her şey, şüphe edilmeyen apaçık bir haktır. İnandıktan sonra ondan bir şeyi inkâr eden kâfir olur.

Miraç

Peygamber (s.a.a)’in hakkında vuku bulan hak şeylerden biri de miraç olayıdır.

"Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren (o Allah) yücedir. O, işitendir, görendir."[16]

"Sonra yaklaştı; derken sarkıverdi de (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar veya daha da yakın oldu." [17]

Resulullah (s.a.a), miraçtan döndükten sonra miraç olayının mahiyetini açıklayan doğrulayıcı birtakım olayları haber vermiştir. Bu hususta da geniş kaynaklara müracaat edilmelidir.

Resulullah Tüm İnsanlara Gönderilmiştir

Resulullah (s.a.a), tüm insanlara gönderilmiştir:

"Biz, seni ancak bütün insanlara bir müjde verici ve uyarıcı (korkutucu) olarak gönderdik." [18]

O; insanlar, cinler ve tüm varlıkların peygamberidir:

"(Cinler dediler ki:) Ey kavmimiz! Allah'a davet edene icabet edin ve ona inanın." [19]

Resulullah (s.a.a), peygamberlerin en büyüğü olduğu gibi, vasileri de vasilerin en hayırlısıdır ve kitabı da kitapların en değerlisidir. Kur’ân'ı, kıyamete kadar Hak Tealâ koruyacaktır. Resulullah'ın dini, dinlerin en hayırlısıdır ve diğer tüm dinleri neshetmiştir; ümmeti de ümmetlerin en hayırlısı ve vasat olanıdır. Nitekim Allah-u Tealâ şöyle buyuruyor:

"Böylece biz sizi vasat bir ümmet kıldık ki, siz insanlara şahit (ve örnek) olasınız, Peygamber de size şahit olsun." [20]

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz…" [21]

 


[1]– En’âm/ 9.

[2]– Hadid/25.

[3]– Cuma/2.

[4]– Âl-i İmran/33.

[5]– İkmal’ud-Din, c.1, s.254, 4. hadis.

[6]– Ahzab/40.

[7]– Saffat/37-38.

[8]– A'raf/157.

[9]– İsra/88.

[10]– Müddessir/24.

[11]– Kamer/2.

[12]– İlm'ul-Yakin, c.1, s.483-486.

[13]– Fussilet/24.

[14]– Âl-i İmran/62.

[15]– Tarık/13-14.

[16]– İsra/1.

[17]– Necm/8-9.

[18]– Sebe/28.

[19]– Ahkaf/31.

[20]– Bakara/143.

[21]– Âl-i İmran/110.