Ehl-i Sünnet’e Göre Kur’an’da Velayet
Soru
Ehl-i Sünnet, Kur’an’daki velayeti nasıl tefsir etmektedir?
Kısa Cevap
Şia’nın inancına göre, müminlerin önderi Hz. Ali’nin (a.s) velayeti Âl-i İmran Sûresinin 55. âyetinde açıkça beyan edilmiştir. Belirtilen veli ve velayetten ne kastedildiği hususunda Şiî ve Sünnî âlimleri arasında ihtilaf vardır. Ehl-i Sünnet bunu sevgi ve dostluk velayeti manasında yorumlamış, Şiîler ise yönetim ve imamet velayeti manasında değerlendirmiştir.
Ayrıntılı Cevap
Arap dilinde “velayet” kavramı dirayet veznindedir ve “Ve le ye” kökünden türemiştir. “Seka” veznindeki “vela” kelimesi ise yakınlık manasına gelir. “Gani” veznindeki “veli” kelimesi ise seven, arkadaş ve yardımcı anlamlarına gelir. Sözcük bilimciler veli kelimesinden türeyen “mevla” kelimesi için de yaklaşık yirmi bir mana zikretmişlerdir. Bunlar arasında malik, kul, sahip, ortak, rab, yardımcı, takipçi ve nimet veren anlamları sayılabilir.[1]
Sözcük bilimcilerin açıkça belirttiğine göre veli ve mevla kelimelerinin kullanımlarından biri, başkalarının işlerine önderlik etmek ve onların işini idare etmektir. Örneğin kadının velisi, onun evliliği hususunda karar alma hakkı taşıyan kimsedir. Aynı şekilde yetimin velisi, onun bakıcılığını üstlenmiş kimsedir. Tebaanın velisi olmak ise halkın işlerini idare etmeyi üstlenmektir. Kanın velisi ise katili af veya kısas edebilecek şahıstır.[2] Ragıb İsfahanî, velayet kelimesini, işleri idare etmek manasında tanımlamıştır.[3] Veli, mevla ve velayet kavramları yukarıdaki şekillerde kullanılabilir.
Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında “ve le ye” kökünün muhtelif âyetlerde değişik kullanımlarını görmek mümkündür. İki yüz âyete yakın kullanımı vardır. Bu hususta velayet âyeti olarak bilinen Maide Sûresinin 55. âyeti özel bir önem taşımaktadır.[4] Bu âyetteki “veli” kelimesiyle neyin kastedildiği hususunda Şiî ve Sünnî âlimleri arasında ilme ve inanca dayalı bir ihtilaf vardır. Şiî âlimleri “veli” kelimesini önderlik velayeti olarak tanımlamakta, Ehl-i Sünnet ise sevgi ve yardım velayeti olarak yorumlamaktadır. Şiîlerin kendi iddialarına dönük delili şudur: “innema” kelimesi ihtisasa delalet ettiğinden, bu velayetten kasıt, özel bir velayet olmalıdır. Bu da Allah, Peygamber (s.a.a) ve âyette belirtilen özellikleri ile müminlere özgüdür. Lâkin velayet yardım manasında olursa “innema” kelimesi gereksiz ve fazla bir sözcük olacaktır. Çünkü böyle bir velayet kimseye özgü değildir ve Müslümanların tümü ona sahip olmalıdır. Her Müslüman, diğer Müslümanı sevmeli ve ona yardım etmelidir. Nitekim bu önemli husus, Tövbe Sûresinin 71. âyetinde de vurgulanmıştır. Bu âyette geçen “veliyyukum” kelimesinin muhatabı, Peygamberin de (s.a.a) içinde bulunduğu toplumdaki bireylerin tümüdür. Yani “Ey müminler, Allah sizin velinizdir.” denmektedir. Allah’a atfedilen “resuluhu” kelimesinin gelmesiyle Hz. Peygamber (s.a.a) bu hitaptan çıkmıştır. Yani “Ey müminler Allah’a ek olarak Peygamber (s.a.a) de sizin velinizdir.” denilmektedir.
Bundan dolayı “vellezine amenu” cümlesi “resuluhu” kelimesine atfedildiği zaman “veliyyukum” kelimesinin muhatabı olan müminlerin, velayetin kendileri için ispat olduğu gurup dışında olması gerekir. Aksi takdirde “veliyyukum” manasız olacak ve herkes kendine yönelik velayet taşıyacaktır. Oysa bu ikisi muhal ve imkânsızdır.[5] Belirtilen noktaları kabul eden Şia, âyette belirtilen özellikler ile beraber “ellezine amenu” cümlesiyle kastedilenin müminlerin önderi Ali (a.s) olduğuna inanmaktadır. Âyetin iniş sebebini bildiren hadisler de bu önemli tespiti onaylamaktadır.[6] Ehl-i Sünnet’in bu iddiaya yönelttiği eleştiri şudur: “Ellezine” kelimesi çoğuldur ve bir bireye delalet edemez.[7] Bu eleştiriye yönelik iki cevap verilebilir:
1. Kur’an’da tekil yerine çoğul sözcükler kullanılmıştır. Nitekim Âl-i İmran Sûresinin 173. âyetinde, “naim” sözcüğü bu şekilde kullanılmıştır.[8]
2. Bu âyette çoğul kullanılması, diğer şahıslar için bir rağbet ve motivasyon oluşturmak ve İmam Ali’nin (a.s) işinin sevabına eşit bir ödül almaya yöneltmek içindir.[9]
[1] Zubeydî, Seyyid Muhammed, Tacu’l-Arus, c. 10, s. 399.
[2] İbn Esîr Cezrî, en-Nihaye fi Garibi’l-Hadis ve’l-Eser, c. 5, s. 229.
[3] Ragıb-ı İsfahanî, el-Müfredat, s. 533.
[4] انما ولیکم اللّٰه و رسوله و الذین آمنوا الذین یقیمون الصلاه و یؤتون الزکاه و هم راکعون.
[5] Tûsî, Muhammed ibn-i Hasan, et-Tibyan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 3, s. 559.
[6] Zemahşerî, Mahmut ibn-i Ömer, el-Keşşaf an Hakayik-i Gavamidi’t-Tenzil, c. 1, s. 649.
[7] Razî, Muhammed ibn-i Ömer, Mefatihu’l-Gayb, c. 12, s. 385
[8] Abdu’l-Hüseyin Şerefu’d-Din, el-Muracaat, s. 248.
[9] Zemahşerî, a.g.e.