Eğer mal ve servetin senin olmazsa, sen onun olursun. O halde ona acıma. Zira o sana asla acımaz. Durret’ul-Bahire, 24 İmam Hüseyin (a.s)

Gaybet-i Suğra Döneminde İmam Mehdi (a.s)’ın Dört Özel Naibi

Gaybet-i Suğra Döneminde İmam Mehdi (a.s)’ın Dört Özel Naibi

 

İmam Mehdi (a.s) Hicri Kameri 255 yılında dünyaya geldi. Babası İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şehadetinden sonra Abbasi saltanatının memurları, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın evine saldırıp yerine geçecek olan İmam’ı aramaya koyuldular. Bu olay geleceğin İmamının canının ciddi bir şekilde tehlikede olduğunu gösteriyordu. İmamet silsilesi, ve nübüvvet sülalesinin devam etmesi ve beşeriyetin büyük kurtarıcısının canının korunması gerekiyordu. Bu nedenle İmam Mehdi (a.s), Allah’ın emriyle gaybete çekildi.

İmam Mehdi (a.s)’ın gaybetiyle Şiiler oldukça güç bir döneme girmiş oluyorlardı. Bu durum karşısında dağılma ihtimali büyüktü. Ancak, bu duruma alışmaları, şek ve şüpheye düşmemeleri ve paniğe kapılmamaları için, Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) yıllar öncesinden gerekli tedbirleri almış, nurlu ve muhtevalı sözlerinde gaybet meselesini genişçe işlemiş ve fikirleri gaybet için hazırlamışlardı. Bu konuda birçok hadis nakledilmiştir ki, onlardan birkaçını aşağıda örnek olarak zikrediyoruz:

1- Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Beni müjdeci olarak gönderen Allah’a andolsun, benim evlatlarımdan olan Kaim (kıyam edecek olan Mehdi) bir ahd üzere gizlenecektir. O dönemde insanların çoğusu: (hak yoldan saparak) “Allah’ın Âl-i Muhammed’e ihtiyacı yoktur.” diyecektir. Bir kısmı da onun doğumunda şüphe edecektir. Öyleyse, kim gaybet zamanını görse, dinini korusun ve şeytanının şüphe uyandırarak ona musallat olmasına ve anne babasını (Adem ve Havva) cennetten çıkardığı gibi onu benim dinimden çıkarmasına izin vermesin. Allah, şeytanı kafirlerin dostu olarak karar kılmıştır.”[1]

2- Emir-ul Mü’minin Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde her zaman Allah’ın, dinini ayakta tutacak bir hüccetti olacaktır. O ya görülüp bilinecek, (11 Masum İmam (a.s) gibi) ya da (zalimlerin korkusundan) gizli bir halde yaşayacaktır ki, Allah’ın hüccet ve delilleri batıl olmasın.”[2]

3- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “ İmamınızın gaybet haberi size ulaştığında onu inkar etmeyin.”[3]

4- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bu işin sahibi için kesinlikle bir gaybet dönemi olacaktır. Bunun bazı sebepleri vardır. Bu sebepleri açıklamamaya emrolunduk. onun gaybetinin hikmeti, kendisinden önce gelen peygamberlerin gaybetlerinin hikmeti gibidir. Bunun asıl sebebi ortaya çıktıktan sonra bilinecektir. Nitekim Hz. Hızır’ın yaptığı işlerin hikmeti, Hz. Musa ondan ayrılıncaya kadar bilinmedi. Birbirlerinden ayrılınca, neden gemiyi deldiği, neden o genci öldürdüğü ve neden duvarı yaptığı bilindi. Bu iş, Allah’ın işlerinden, onun sırlarından ve gayblarındandır. Allah Teala’yı hikmet sahibi bilen, onun bütün işlerinin hikmet ve maslahata uygun olduğunu da kabul eder, o işlerin sebebini bilmezse dahi.”[4]

Şia Muhaddisleri, Hz. Mehdi (a.s) ve onun gaybetiyle ilgili Hadisleri Resulullah ve Masum İmamlardan sırasıyla nakletmiş ve kitaplarında kaydetmişlerdir.[5]

Bu hadislerde gaybetin özellikleri açıklanmıştır. Bilindiği üzere bu hadislerde vaad edilen gaybet dönemi 260 hicri yılından başlayarak bütün özellikleriyle birlikte gerçekleşmiş ve şidi de devam etmektedir. Böylece Hz. Mehdi (a.s)’ın gaybeti, bu Hadislerin doğruluğunun delillerinden birisidir. Hadislerin doğruluğu da, “Vaad Edilmiş Mehdi”nin o olduğuna delildir. Çünkü bu gibi özellikler onun (a.s) dışında kimsede görülmemiştir.

Hadislerde haberi verilen gaybet iki merhalede gerçekleşmiştir.

1- Gaybet-i Suğra (Küçük Gizlilik)

Hz. Mehdi (a.s)’ın geybete çekildiği ve Şiilerle irtibatını, seçtiği naiplerle sağladığı döneme “Gaybet-i Suğra” dönemi denir.

Gaybet-i Suğra İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şehadet tarihi olan 8 Rebiulevvel 260 hicri’den başlayıp dördüncü ve son naibi Ali b. Muhammed Semeri’nin 15 Şaban 329 hicri yılında vuku bulan vefatına kadar sürdü.

Gaybet-i Suğranın Süresi

Yukarıdaki açıklamaya göre, Hz. Mehdi (a.s)’ın Gaybet-i Suğra dönemi yaklaşık 70 yıl sürdü. Ama bazıları bu sürenin 74 yıl olduğunu söylüyorlar.[6] Onlar, Gaybet-i Suğra’nın başlangıcını İmam (a.s)’ın doğum tarihinden (H.K. 255) hesaplamışlardır. Gaybet-i Suğra’nın müddetinin 70 yıl olması daha doğru bir görüştür. Hz. Mehdi (a.s) her ne kadar babası (a.s) hayatayken gözlerden uzak idiyse de bu gizlilik Gaybet-i Suğra’dan sayılmamaktadır. Çünkü o zaman İmam Hasan Askeri (a.s) İmamdı. İmam Hasan Askeri (a.s) vefat ettikten sonra İmamet Hz. Mehdi (a.s)’a geçti ve gaybet dönemi başladı çünkü gaybet döneminden maksat her gaybeti değil, İmametle beraber olan gaybettir. Buna göre Gaybet-i Suğra, özel naipler vasıtasıyla imamla irtibat sağlanabildiği dönemine denir. Bu gaybet 8 Rebiulevvel 260’dan başlayıp, 15 Şaban 329’da bitmiştir.

2- Gaybet-i Kubra (Büyük Gizlilik)

Gaybet-i Suğra dönemi ve özel naipler vasıtasıyla sağlanan mektuplaşma döneminin  bitmesinden sonra Gaybet-i Kubra dönemi başlamış, günümüze dek de sürmektedir. Bu gaybetin özelliklerini ileride daha geniş şekilde ele alacağız.

İki Gaybet Hakkında Önceden Verilen Haberler

Resulullah (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen birçok hadis, İmam Mehdi (a.s)’ın gaybetinin iki şekilde olacağını haber vermektedir.

Bu hadisler, bu konuda ileri sürülmüş olan bazı soru ve şüphelere de cevap olabileceği için bazılarını aşağıda zikrediyoruz:

1- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur ki:

“Kıyam edecek olan İmam’ın, biri kısa, diğeri uzun iki gaybeti olacaktır. İlkinde yalnızca has Şiiler onun yerini bileceklerdir. İkincisinde ise, sadece onun hizmetinde olan özel şahıslar yerlerini bileceklerdir.”[7]

2- Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur ki:

“Kıyam edecek olan İmam’ın iki gaybeti olacaktır. Onların birinde (Büyük Gaybette) her yıl hacca gelecek ve halkı görecektir; ama halk onu göremeyecektir.”[8]

3- Yine İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Mehdi’nin iki gaybeti vardır. Onlardan birisi uzun olacaktır. Bazılar “O öldü” diyecekler; bazıları, “Öldürüldü”, bazıları da, “Gitti” diyecekler. Ashabından çok azının dışında kimse onun emrinde kalmayacaktır. Onun hizmetinde olan en yakın şahıstan başka evlatları veya diğerlerinden kimse onun yerini bilmeyecektir.”[9]

İki çeşit gaybet hakkında birçok hadis nakledilmiştir. Sadece Gaybet-i Nu’mani’ adlı eser de 9 tane hadis vardır. Sözkonus eserin yazarı olan Muhammed b. İbrahim Nu’mani H. 4. yüzyılda yaşan şia alimlerdendir. O bu hadisleri naklettikten sonra şöyle diyor: “Kaim (a.s)’ın iki çeşit gaybetini beyan eden Hadisler, sahih Hadislerdir.”

Niyabet (Vekillik)

İster büyük olsun, ister küçük, gaybetin hiç bir çeşidinde, 12. İmam Hz. Mehdi (a.s)’ın insanlarla ilişkisi tamamıyla kesilmemiştir. Çünkü her iki gaybette de niyabet müessesesi söz konusudur. Naiplerin vasıtasıyla İmam (a.s)’ın halkla irtibatı devam etmiştir.

İmam (a.s)’ın gaybetinin iki merhalesi olduğu gibi niyabetin de iki merhalesi olmuştur: Küçük Gaybette “Özel Niyabet” , Büyük Gaybet’te “Genel Niyabet.” var olmuştur.[10]

Özel ve Genel Niyabet

Özel Niyabet şudur: İmam (a.s), belirli ve müşahhas şahısları kendisine naip eder ve onları isimleriyle tanıtır. Nitekim İmam Hasan Askeri (a.s) da aynı işi yapmış ve şöyle buyurmuştu:

“Amri (Osman b. Said) ve oğlu (Muhammed b. Osman) güvenilir insanlardır. Size ne getirseler, benden getirmişlerdir, size ne söyleseler, benden taraf söylüyorlar.”[11]

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor:

“Şahid olun, Osman b. Said Amri (Birinci Naip) benim vekilimdir. Onun oğlu Muhammed b. Osman (İkinci Naip) da benim oğlum ve sizin Mehdi’nizin vekilidir.”[12]

Genel Niyabet ise şudur: İmam (a.s) birtakım genel şart, sıfat ve özellikleriyle naiplerini belirler. Dolaysıyla her asırda bu sıfat ve özelliklere sahip olanlar, Hz. Mehdi (a.s)’ın Genel Naipleri olurlar. Bu genel şart ve özellikler Hadislerde belirtilmiştir.

Orneğin şu hadislerde genel naiblerin taşımaları gereken bu genel şartlara işaret olunmuştur.

Hz. Mehdi (a.s), İshak b. Yakub’a gönderdiği mektupta şöyle buyuruyor:

“Gelecekte vuku bulacak olaylar için Hadislerimizi nakleden alimlere başvurun. Çünkü onlar benim sizlere olan hüccetlerimdirler. Ben de Allah’ın onlara hüccetiyim.”[13]

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Avam (Fakih olmayan ve dini hükümleri çıkaramayanlar), günahlardan kendisini koruyan, dini hıfzeden, heva ve hevesine muhalefet eden ve Mevlasina itaat eden fakihleri taklit etmeleri gerekir.”[14]

Dolaysıyla, Küçük Gaybet döneminde, Hz. Mehdi (a.s)’ın isim ve özellikleriyle tanıtılan naiplere özel Naiplerine “Nuvvab-ı hassa” (Özel Naipler)[15] ve “Nuvvab-ı Erbaa” (Dört Naip) denilmektedir. Bu makalenin yazılmasındaki asıl amaç da, bu muhterem naiplerin yaşantılarını açıklayıp anlatmaktır. Bu hususu mekalenin devamında genişçe ele alacağız.

Büyük Gaybet’in başlamasından bu yana Masum İmamlar (a.s) tarafından belirlenen genel kaideye göre hareket ederek naip olanlara da “Nuvvab-ı Âmme” (Genel Naipler) denmektedir.

Gaybet-i Suğra Dönemindeki Abbasi Halifeleri

Gaybet-i Suğra döneminde Hz. Mehdi (a.s)’ın özel naibi olup, yaklaşık 70 yıllık bir dönem boyunca naiplik sorumluluğunu yüklenen Dört Naib’in niyabet dönemi, Abbasi haliferinden el Mu’temid Billah (256-279 h.), el-Mu’tazad Billah (279-289 h.), el-Muktefi Billah (289-295 h.), el-Muktedir Billah (295-322 h.), el-Kahir Billah (320-322 h.) ve er-Razi Billah’ın (322-329 h.) saltanatlarına rastlar.

Abbasilerin ilk halifesi Seffah (Kan dökücü) diye tanınan Ebu-l Abbas,[16] H.K. 132 yılının Rebiussani ayının 12. gününde Kufe’de başa geçti.

O, minbere çıkıp bir hutbe okudu. Bu hutbede kendisini ve ailesini Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i, yakınları ve akrabaları olarak tanıtıp, Ehl-i Beyt hakkındaki ayetlerin ve onlara ait hakların kendkileri için olduğunu iddia etti.

Abbasiler, kendilerini Âl-i Muhammed diye tanıtarak hareketleri ve kargaşalıkları kendi lehlerini çevirmeyi becerebilmişlerdi.[17]

Sonunda Beni-l Abbas, Ehl-i Beyt (a.s) adına Benî Ümmeye’yi yıkıp, halifeliği ellerine geçirdiler. İlk zamanlarda halka ve Hz. Ali’nin soyundan olan Seyyidlere iyi davranıyor, Ehl-i Beyt (a.s)’ın intikamını alma adına Benî Ümeyye’yi katliam ediyorlardı. Beni Ümeyye halifelerinin kabirlerini açıp bulduklarını ateşte yakıyorlardı.[18]

Ama uzun bir zaman geçmeden Benî Ümeyyen’nin yöntemini yani Ehl-i Beyt’e karşı zulüm ve düşmanlık yolunu tutmaya başladılar. Zulümde ve fesatta ellerinden geleni yapmaktan geri durmadılar. Hz. Ali’nin soyundan olanları çeşitli zulümleri reva görüp grup grup katlediyorlardı; bir kısmının başlarını kesiyor, bir kısmını da diri diri toprağa gömüyorlardı.[19]

Abbasi halifelerinin bir takım ortak özellikleri vardır: Onlar kendi dönemlerin en ayyaş insanlarından sayılıyor, şarap içiyor, hatta geceleri sabahlara kadar sazla sözle eğleniyorlardı, halkın sorunlarıyla ilgilenmiyorlardı. Bu hususlar tarihi açıdan isbatı gerektirmeyecek derecede açıktır.

Abbasi halifelerinin bir diğer özelliği, Ehl-i Beyt’e düşmanlık etmek, onlara karşı nefret duymak, onları sürgün etmek, zindana atmak, öldürmek ve baskı yapmaktı. Bu konuda halifeyle, Abbasilerin ileri gelenleri, ordu komutanları ve vezirleri arasında fark yoktu. Bu düşünce şekli, Abbasi halifelerinin hemen hepsinde göze çarpmaktadır. Ama bu düşünceyi uygularken bazen metodları değişik olmuştur.

Bu baskı ve zorbalıklar Gaybet-i Suğra dönemine yaklaştıkça artmaktadır. İmamlarımız (a.s), özellikle Küçük Gaybet’e yakın zamanlarda çok yaşamamış ve birbiri ardınca şehit edilmişlerdir. İmam Cevad (a.s) Şia kaynaklarına göre H.K. 220 yılında Abbasi halifelerinden Mu’tasım’ın tahrikiyle, kendi karısı ve Me’mun’un kızı tarafından zehirletilerek 25 yaşında şehid oldu.[20] İmam Ali Naki (a.s) da H.K. 254 yılında Abbasi halifelerinden Mu’taz tarafından zehirletilerek 41 yaşında şehid edildi.[21] İmam Hasan Askeri (a.s) da H.K. 260 yılında 28 yaşında iken Abbasi halifelerinden Mu’temid tarafından zehirletilerek şehid edildi.[22] İmamların çok yaşamamaları; halifelerin, İmamlar’ı ortadan kaldırma hedeflerinde ne derecede ciddi olduklarını göstermektedir.

Böylesi baskılara rağmen Şia mektebi ümmetin parlayan yıldızlarının rehberliğinde bu buhranlardan sağlam olarak çıkıp, en küçük bir sapma olmadan kendisini koruyabilmiştir.

Şia mektebinin tarih boyunca kudret ve hükümet sahiplerinin geniş çaplı muhalefet ve düşmanlıklarına rağmen ayakta kalmasının sırrı, her şeyden önce bu mektebin hakkaniyeti, sonra da bu mektebin rehberlerinin zamanın şartlarına uygun akıllıca ve hekimane tedbirlerinde yatmaktadır. Bu tedbirlerden birisi, niyabet ve vekalet müessessisinin Küçük Gaybet döneminde sistemli bir şekildeki çalışmasıydı.

Niyabetin Asıl Hedefleri

Hz. Mehdi (a.s)’ın naiplerinin iki temel hedefi vardı:

1- Zihinleri Büyük Gaybet’e hazırlamak, halkı yavaş yavaş Hz. Mehdi (a.s)’ın gizli yaşadığı döneme alıştırmak. İmam (a.s) eğer birdenbire gaybete çekilseydi, belki de insanlar tümüyle Mehdi (a.s)’ı inkar ederler ve düşünceler saparlardı. Hz. Mehdi (a.s)’ın özel naipleri, Küçük Gaybet döneminde, halkı Büyük Gaybet’e hazırlamakla görevliydiler ve bu görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Bu nedenle de artık Küçük Gaybetin devam etmesine gerek kalmadı.

2- Şiilerin rehberliğini üstlenip onların toplumsal menfatlerini korumak. Onlar, İmam (a.s)’ın gaybetinden dolayı Şia camiasında doğan boşluğu dolduruyorlardı. Hz. Mehdi (a.s) onların vesilesiyle toplum üzerindeki rehberliğini sürdürmüş, gaybetinden dolayı meydana gelebilecek zararları önlemiş, en zor şartlar altında çok karmaşık olan siyasi ve içtimai alanlarda taraftarlarını yol göstermiş ve Şiilerin dağılıp sapmasına engel olmuştur.

Özel Naiplerin Vazife ve Faaliyetleri

Özel Naiplerin vazifeleri, onların hayatlarının bütün yönlerini kapsayacak şekildeydi. Onların yahatlarını baştanbaşa, Hz. Mehdi (a.s) tarafından üzerlerine yüklenen vazife ve faaliyetlere vakfetmişlerdi. İmam Mehdi (a.s)’ın bu vefalı yaranının hayatlarını inceleyenler, onların toplumsal, siyasi, kültürel, ilmi vb. alanlardaki ihlaslı çalışma ve çabalarını göreceklerdir.

Burada, onların hayat öykülerini anlatmaya geçmeden önce ortak faaliyetlerinden bazılarına kısaca değineceğiz:

1- Hz. Mehdi (a.s)’ın Adını Ve Yerini Gizlemek, Onun (a.s) Hakkındaki Şüphe ve Tereddütleri Gidermek

Özel Naiplerin vasıtasıyla naklolunan Hadisler ve Hz. Mehdi (a.s) tarafından yine onların vasıtasıyla gönderilen mektuplardan, naiplerin vazifelerinin iki yönlü olduğu anlaşılmaktadır:

Bir yönden, İmam (a.s)’ın ismi ve yaşadığı yeri sadece düşmanlardan değil, hatta Şiilerden bile gizlemeyi ve onun (a.s) adını asla hiçbir yerde söylememelerini tembihliyorlardı. Böylelikle Şiileri, Abbasilerin tehlikesinden korumayı amaçlıyolardı.

Öte yandan, itimad ettikleri insanlara İmam (a.s)’ın varlığını ispat edip, şüphe ve tereddüte düşmelerini önlemek için mektuplaşma ve imam adına işleri yürütmek yoluyla ümmetle imam arasındaki bağı sağlıyorlardı ve nerede olduğunu söylüyorlardı.

2- Şiilerin Gruplara Bölünmesini Engellemek

İmam Mehdi (a.s)’ın Naiplerinin önemli vazifelerinden biri de, İmam Hasan Askerî (a.s)’ın oğlu Hz. Mehdi (a.s)’ın İmametini açıklayarak Şiilerin bölünmelerine engel olmaktı. Bu hedefe ulaşmak için de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamlardan, İmamların 12 tane olduğu ve on ikincisinin gaybete çekileceğine delil olan Hadislere de temessük ediyorlardı.[23]

Naipler, bu merhalede önemli başarılar elde etmiş, Şia camiasında meydana gelen gruplaşmaları önemli ölçüde azaltabilmişlerdi.

3- Fikhi, İlmi ve Akidevi Sorulara Cevap Vermek

Özel Naiplerin bir işi de, Şiilerin fıkhi ve şer’i sorularını Hz. Mehdi (a.s)’a sunup, cevabını almak ve onu halka ulaştırmaktı. İkinci Naip Muhammed b. Osman’ın zamaninda bir çok fıkhi sorular sorulmuş, bunlara İmam Zaman (a.s)’dan gelen çeşitli ve uzun mektuplarda cevap verilmiştir.

4- Yalan Yere Niyabet İddiasında Bulunanlarla Mücadele

Bu konuyu İkinci Naibin yaşamını anlatırken genişçe ele alacağımız için burada tekrarlamıyoruz.

5- İmam (a.s)’a Ait Malları Alıp, Dağıtmak

Özel Naiplerin bir işi de, Şiilerin bölgesel vekillere verdikleri İmam (a.s)’a ait malları toplamaktı. Bu malları çeşitli yollarla İmam (a.s)’a ulaştırıyor, veya onun emriyle harcıyorlardı.[24]

6- Bölgesel Vekiller Tayın Etmek

Çeşitli bölgelerin işlerini idare etmek, Şiilerin İmamlarla irtibatını sağlamak için vekil belirlemek, önceki İmamlar (a.s)’ın zamanında da var olan bir yöntemdi. Gaybet döneminde de Özel Naipler, bu yöntemden yararlanarak çeşitli bölgeler için vekiller tayin ediyorlardı. Şiilerin yaşadıkları bölgeler belliydi. Her bölge için bir vekil belirleniyor, bu vesileyle Şiilerle Özel Naiplerin irtibatı sağlanıyordu.

Naiplerin Seçilme Tarzı (Şekli)

İmam Mehdi (a.s)’ın 70 yıldaki özel naipleri şunlardı:

1- Ebu Amr, Osman b. Said Amri

2- Ebu Cafer, Muhammed b. Osman b. Said Amri

3- Ebu-l Kasım, Hüseyin b. Ruh Nevbahti

4- Ebu-l Hasan, Ali b. Muhammed Semeri

İmamiye Şiası arasında bu konuda herhangi bir ihtilaf göze çarpmamaktadır.[25]

Bunlar, sırayla İmam (a.s)’ın vekilliğini yapmışlardır. Bunları bizzat İmam (a.s) belirliyordu. İkinci, üçüncü ve dördüncü Naibleri bir önceki naibe mektup yazarak tayın etmiştir. Birinci naibi ise İmam Hasan Askeri (a.s) kendisi ve kendisinden sonraki İmam için naib olarak tayin etmiştir.

Özel naipler, bu dönemde Şiilere İmam (a.s) arasındaki irtibat sağlıyorlardı. Sorularını, İmam (a.s)’a ulaştırıyor ve İmam (a.s)’dan sözlü veya bazen de yazılı olarak aldıkları cevapları Şiilere ulaştırıyorlardı.[26]

Gaybet-i Suğra ve İmam (s.a)’ın dört naibi hakkında inceleme yapanların veya bu konuda az bir bilgiye sahip olanların aklına şöyle bir soru gelmektedir: Naiplerin seçilmesindeki ölçü neydi? En Fakih ve en alim olmak mı ölçüydü, yoksa başka birşey mi?

İmam (a.s)’ın naiplerinin hayatını incelediğimizde şu sonuca varıyoruz ki: Naibin belirlenmesindeki asıl ölçü; takva, zühd, dindarlık, siyasi ve toplumsal meseleleri doğru ve derin bir şekilde anlamak, geçmişinin iyi olması, halkın tam olarak ona güvenebilmesi, korkusuz olması, zorluklar karşısında sabır ve tahammül gücüne sahip olabilmesi dostluğu ve düşmanlığının sadece Allah için ve Allah yolunda olmasıdır.

Şeyh Tusi’nin Özel Naipler Hakkındaki Sözleri

Şeyh Tusi şöyle yazıyor: “Bize göre, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın zamanında onun ashabından bazıları, onun oğlu olan İmam Zaman (a.s)’ı görmüşlerdir. İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şehadetinden sonra da onlar, Hz. Mehdi (a.s)’ın naipliğini yapmış, Şiilerin İmam (a.s)’la irtibatını sağlamışlardır. Bu naiblerin hepsi tanınmış ve meşhur kişilerdiler. Onlar dinin hükümlerini İmam (a.s)’dan öğrenip, Şiilere ulaştırıyorlardı. Yazılı sorular olduğu zaman onları İmam Zaman (a.s)’a götürüyor, cevaplarını alıp, Şiilere getiriyorlardı. Şiilerin humus ve zekatlarını İmam (a.s)’dan aldıkları vekaletle, topluyor sonra İmam (a.s)’a teslim ediyor veya onun izniyle harcıyorlardı. İmam Hasan Askeri (a.s), onların adaletini teyit etmiş, onları İmam Zaman (a.s)’ın emin vekilleri olarak tanıtmış ve kendisinden sonra mülklerinin bakımı ve işlerinin yürütülmesini onlara devretmişti. Bunlar, Ebu Amr Osman b. Said, onun oğlu Muhammed b. Osman ve diğerleridir. Bunların hepsi bilgili, dirayetli ve güvenilir kişilerdi.[27]

Seyyid b. Tavus’un Sözleri

Seyyid b. Tavus Taraif adlı eserinde şöyle diyor: “Hz. Mehdi (a.s)’ı, babasının (a.s) ashabından birçokları görmüş, ondan (a.s) hadis ve şer’i hükümler nakletmişlerdir. Bunların dışında ayrıca İmam (a.s)’ın tanınan, bilinen keramet sahibi naipleri vardı. Onlar, Osman b. Said Amri, oğlu Ebu Cafer Muhammed b. Osman, Hüseyin b. Ruh Nevbahti ve Ali b. Muhammed Semeri’dir.[28]

Birinci Naip

Ebu Amr Osman b. Said Amri (r.a)

Hz. Mehdi (a.s)’ın ilk özel naibi Osman b. Said Amri’dir.

Şeyh Tusi “el-Gaybet” adlı değerli eserinde şöyle yazıyor:

“Masum İmamlar (a.s) tarafından iyilikle anılan vekiller şunlardır: Birincisi İmam Ali Naki (a.s) ve İmam Hasan Askeri (a.s)’ın tasdik ettikleri Ebu Amr Osman b. Said Amri (r.a)’dır.”[29]

O, onuncu ve onbirinci İmamın ashabından olup, güvenilir birisiydi. 11 yaşındayken, İmam Ali Naki (a.s)’ın hizmetinde olmuş, ondan (a.s) fıkıh, hadis ve ilim öğrenmiş, İmamet ve velayet gölgesi altında yetişmiştir. Onun kemal ve faziletlerini birkaç cümlede beyan etmek mümkün değildir.

Muhaddis olan Şeyh Abbas Kummi Sefinet-ul Bihar adlı değerli eserinde şöyle yazıyor: “Ebu Amr Osman b. Said Amri dört naibin ilkidir. Onun büyüklüğü, adaleti ve emanettarlığı anlatılmayacak derecededir. O, öyle büyük bir insandı ki, benim gibi birisi onu tanıtamaz.”[30]

O, Şiilerin içinde güvenilirlik ve adaletle tanınırdı. Kimse onun azamet ve yüceliğinden şüphe etmezdi. İmam Hasan Askeri (a.s)’ın şehadetinden sonra, İmam Mehdi (a.s) tarafından özel naipliğe seçilmiş ve İmam (a.s)’la Şiiler arasında vasıta olmuştu.

Birinci Naibin İsim ve Lakapları

İsmi, “Osman b. Said”dir.

İki künyesi vardır:

1) Ebu Amr

2) Ebu Muhammed

Dedesi “Amr” olduğu için “Ebu Amr” ve oğlunun “Muhammed” olduğu için “Ebu Muhammed” denmektedir.

Yaptığımız araştırmaya göre hadis ve rical kitaplarının hemen hepsinde künyesi, “Ebu Amr” diye geçer. Hadis kitaplarından sadece ikisinde “Ebu Muhammed” diye geçmektedir. Onların biri Sefinet-ul Bihar[31] ve diğeri Bihar-ul Envar’dır.[32]

İlk naib Şiilerin arasında, çeşitli sebeplerden dolayı dört lakapla meşhur olmuştur:

1- Semman veya Zeyyat (Yağ Satıcısı): Ona, Semman veya Zeyyat diyorlardı. Çünkü vekalet makamını gizli tutmak için zeytin yağı ticaretiyle uğraşıyordu. Şiiler ve Ehl-i Beyt (a.s) dostlarına yönelik baskıların had safhada olduğu o dönemde kendisini bu şekilde hükümetin şerrinden koruyordu.

Ve Şiilerden topladığı malları, Abbasilerin korkusundan yağların içine saklayıp, İmam Hasan Askeri (a.s)’a gönderiyordu.[33]

2- Esedi: “Beni Esed” kabilesinden olduğu için kendisine “Esedi” diyorlardı.[34]

3- Askeri: Osman b. Said’e “Askeri” de diyorlardı. Çünkü Samerra’nın “Asker” mahallesinde yaşıyordu.[35]

4- Amri: Belirtmek gerekir ki, Osman b. Said, daha çok “Amri” lakabıyla tanınıyordu. Hadislerde ve Rical kitaplarında da daha çok “Amri” diye geçer.

Biri nci Naib’in Evlatları

Osman b. Said’in, Muhammd b. Osman (İmam Zaman (a.s)’ın ikinci naibidir; ileride onun yaşamı geniş bir şekilde ele alınacaktır) ve Ahmed b. Osman adında iki oğlu vardı. Rical kitaplarında Ahmed’den bahsedilmemiştir. Şeyh Tusi yalancı naipleri anlatırken onlardan birisinin, Muhammed b. Osman’ın (İkinci Naip) kardeşinin oğlu[36] “Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Osman” olduğunu söylüyor.

Osman b. Said: Üç Masum İmamın Özel Vekili

Çeşitli Hadislerden ve alimlerin sözlerinden Osman b. Said’in, üç Masum İmamın vekili oluğu anlaşılmaktadır.

Şeyh Tusi, “Rical” kitabında İmam Ali Naki (a.s)’ın ashabını sayarken şöyle diyor: “Künyesi Ebu Amr olan Osman b. Said Amri’ye “Semman” ve “Zeyyat” da deniliyordu. 11 yaşındayken İmam Ali Naki (a.s)’ın huzuruna varıp hizmetinde olmuş ve onunla ahitleşmişti.”[37]

İmam Hasan Askeri(a.s)’ın ashabını anlatırken şöyle diyor: “Künyesi Ebu Amr olan Osman b. Said Amri Zeyyat veya Semman güvenilir büyük bir zat olup, İmam (a.s)’ın vekiliydi”[38]

Yine, “Men Lem Yervi An-il Eimme (a.s)” babında Muhammed b. Osman’ı anlatırken şöyle diyor: “Osman b. Said İmam Zaman (a.s) tarafından vekil olup Şiilerin gözünde büyük bir makamı vardı.”[39]

Şeyh Tusi’nin “Rical”indeki sözleri, onun, üç Masum İmamın ashabından ve onların (a.s) vekili olduğunu açıkça göstermektedir.

İbn-i Davud Hilli’de “Rical”inde şöyle yazıyor: “Osman b. Said Amri … büyük ve güvenilir birisidir. 11 yaşındayken İmam Ali Naki (a.s)a hizmet etmeye başlamış ve onunla (a.s) meşhur ahdini yapmıştır. İmam Hasan Askeri(a.s) tarafından da vekil idi.”[40]

Merhum Seyyid Muhammed Mehdi Bahr-ul Ulum “Rical” adlı kitabında şöyle yazıyor: “İmam Ali Naki (a.s) ve İmam Hasan Askeri (a.s) tarafından, Ebu Amr Osman b. Said Amri hakkında özel açıklama gelmiştir. O, İmam Zaman (a.s)’ın da vekili idi. Ondan önce de İmam Hasan Askeri (a.s) ve İmam Ali Naki (a.s)’ın vekili olmuştur.”[41]

“Tenkih-ul Mekal”, “Kamus-ur Rical”, “Mu’cem-i Rical-il Hadis” vb. rical kitapları Osman b. Said hakkında aynı şeyleri yazmışlardır.

İmam Ali Naki (a.s)’ın Osman b. Said’i Kendisinin Güvendiği ve Emini Olarak Tanıtması

Şeyh Tusi, Ahmed b. İshak Kummi’den şöyle nakleder: “Bir gün İmam Ali Naki (a.s)’ın huzuruna gidip şöyle sordum: “Ey benim efendim, bazen huzurunuza çıkma saadeti nasip oluyor bana, bazen de olmuyor. Burada her zaman bu feyze ulaşamıyorum; peki ben kimin sözünü kabul edeyim, kimin peşinden gideyim?” İmam (a.s) bana şöyle buyurdular:

“Bu Ebu Amr (Osman b. Said) güvenilir ve emin birisidir. O size ne diyorsa benden taraf diyor, size neyi ulaştırırsa benden taraf ulaştırır.”[42]

Bu hadis, İmam Ali Naki (a.s)’ın Osman b. Said’e büyük bir güveni olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu hadiste onun İmam (a.s)’ın söz ve buyruklarını halka iletmekle görevli olduğunu da beyan olunmaktadır.

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Osman b. Said’i Övüp Methetmesi

İmam Ali Naki (a.s)’ın H. 354 yılında şehid olması üzerine. Osman b. Said, İmam Hasan Askeri (a.s) tarafından vekilliğe seçildi. İmam Hasan Askeri (a.s) da çeşitli sebeplerle halkın yanında onu tarif edip, övüyordu.

Bu konuda nakledilen Hadislerin bazıların aşağıda zikrediyoruz:

1- Ahmed b. İshak şöyle diyor: “İmam Ali Naki (a.s)’ın vefatından sonra, bir gün İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna vardım. İmam Ali Naki (a.s)’dan sorduğum soruyu ona da sordum, şöyle buyurdular: “Bu Ebu Amr (Osman b. Said) güvenilir ve emin birisidir. Hem önceki İmam’ın güvendiği, hem de benim yaşamımda ve ölümümde güvendiğim insandır. Size ne diyorsa benden taraf diyor ve size neyi ulaştırıyorsa benden taraf ulaştırıyor.”[43]

2- Ebu-l Abbas Ahmed b. Ali b. Nuh Sirafi kendi senediyle, Muhammed b. İsmail ve Ali b. Abdullah Hasaniyan’dan şöyle rivayet ediyor: “Samerra’da İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna gitmiştik. Şiilerden bir grubun orada olduğunu gördük. Bu sırada İmam (a.s)’ın hizmetçisi “Bedr” gelerek, İmam (a.s)’a şöyle dedi: “Efendimiz, üstü başı tozlu-topraklı olan bir grup, evin önünde durmaktalar.” İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdu: “Onlar Yemen’deki Şiilerimizden bir gruptur…” Sonra hizmetçiye şöyle buyurdu: “Git, Osman b. Saidi bana getir.” Kısa bir müddet sonra Osman b. Said geldi. İmam (a.s), ona şöyle buyurdu: “Ey Osman! Sen Allah’ın malını kaydetmekte benim eminimisin. Git, Yemenli bir kaç kişinin getirdiği malları teslim al.” Ravi şöyle diyor: “Biz orada bulunanlar şöyle dedik: “Efendimiz, Allah’a andolsun ki, biz Osman b. Said’i seçkin Şiilerden olarak tanıyoruz. Bu emriniz onun, sizin nezdinizdeki yerini daha da belirgin kıldı. Biz, onun, sizin vekiliniz ve Allah’ın mallarını kaydetmede güvendiğiniz kimse olduğunu çok iyi biliyoruz.” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Evet, ve şahid olun ki Osman b. Said Amri benim vekilimdir. Oğlu Muhammed ise, benim oğlumun ve Mehdinizin vekilidir.”[44]

İmam Hasan Askeri (a.s), İmam Zaman (a.s)’ın İlk Naibini Tayin Etmesi

Şeyh Saduk şöyle diyor: “Cafer b. Muhammed b. Malik Fezzari Bezzaz; Ali b. Bilal, Ahmed b. Hilal, Muhammed b. Muaviye b. Hakim, Hasan b. Eyyub b. Nuh gibi şahisyetlerin bulunduğu bir grup Şiiden naklettiği uzun bir hadiste onların şöyle dediklerini nakleder: “Kendisinden sonraki İmam konusunu sormak için İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna gitmiştik. Orada bizden başka 40 kişi daha vardı. Bu sırada Osman b. Said Amri kalkıp şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu, sizden, sizin daha iyi bildiğiniz bir şeyi sormak istiyoruz.” İmam (a.s), “Ey Osman! Otur” dedi. Sonra “kimse dışarıya çıkmasın” buyururak öfkeli bir halde ayağa kalktı.

Sonra, “Ey Osman!” buyurdu. Osman ayağa kalkarak; “Buyurun Efendim.” Dedi. İmam (a.s) şöyle devam ettiler:

-Neden yanıma geldiğinizi söyleyeyim mi?

Orada olanlar da:

-Buyurun, ey Resulullah’ın evladı, dediler.

İmam (a.s) şöyle buyurdu:

-Benden sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için geldiniz.

Onlar da:

-Evet, ey Resulullah’ın oğlu, diye cevap verdiler.

Bu arada İmam Hasan Askeri (a.s)’a çok benzeyen ay parçası gibi bir erkek çocuğu karşımızda gördük. İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdu:

-Benden sonra bu, sizin imaminiz ve benim halifemdir. Ona uyun ve dağılmayın; yoksa dininiz konusunda felakete uğrarsınız. Bilin ki, bugünden sonra, artık onu görmeyeceksiniz. Öyleyse, Osman b. Said ondan size ne getirse kabul edin. O sizin İmamınızın naibi ve  vekilidir.[45]

Osman b. Said’ın Hz. Mehdi (a.s)’ın Doğumu İçin Yemek Vermekle Görevlendirilmesi

Hz. Mehdi (a.s) dünyaya geldiği zaman, İmam Hasan Askeri (a.s) Osman b. Said’i çağırttı. Ona kurban kesmesini emretti. Şeyh Saduk bu konuyu şöyle beyan ediyor: Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amri şöyle diyor:

İmam Zaman (a.s) dünyaya geldiği zaman İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdu: “Osman b. Said’in peşine birisini gönderin.” Biri Osman b. Said’i çağırmaya gitti. O gelince, İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdular: 10 bin rıtl ekmek ve 10 bin rıtl et al ve onları dağıt (Ravi diyor ki: Zannediyorum, Beni Haşim’e dağıt diye, buyurdular) ve Hz. Mehdi (a.s)’ın dünyaya geldiği için birçok koyun kes.”[46]

Bu olay Osman b. Said’in İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanındaki mevkiini göstermektedir. Çünkü bir taraftan Hz. Mehdi (a.s)’ın doğumunun gizli kalması ve düşmanların doğumundan haberdar olmaması, öte yandan da bazı özel şahısların şüphe ve tereddütte kalmaması bundan haberi olması gerekiyordu. İşte böyle zor bir vazife Osman b. Said’in üzerine bırakılıyordu.

Osman b. Said, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan Sonraki İmamı Bazı Özellikleri İle Tanıtması

Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Ben ve Şeyh Ebu Amr (Osman b. Said) Ahmed b. İshak’ın yanına gittik. Ahmed b. İshak, bana işaret edip Şeyh’den İmam Hasan Askeri(a.s)’da sonraki İmamı sormamı istedi. Ben ona dedim ki:

“Ey Ebu Amr, ben şüphe etmediğim bir şey hakkında senden soru sormak istiyorum. Çünkü ben, dünyanın kıyametten 40 gün öncesine kadar hiçbir zaman hüccetsiz kalmayacağı inancındayım. O gün geldiğinde hüccet gidecek ve tövbe yolu kapanacaktır.[47] Ama ben yakinimin artmasını istiyorum. Hz. İbrahim (a.s) Rabbinden ona ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istedi. Allah-u Teala, “İman getirmedin mi?” diye buyurdu. O da iman getirmişim ama kalbimın mutmain olması için (senden bunu istedim) dedi.”[48]

Ahmed b. İshak sizin hakkınızda bana şu hadisi nakletmiştir ki: İmam Ali Naki (a.s)’dan, “Kiminle muamele edeyim? Dinin hükümleri kimden öğreneyim? Kimin sözünü kabul edeyim?” diye sorduğumda İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Amri benim güvendiğim kimsedir; sana neyi naklederse benden naklediyor ve sana ne söylese benden taraf söylüyordur. Onu dinle ve ona itaat et. Çünkü o güvenilir ve emindir.”

Yine, Ahmed b. İshak bana nakletmiştir ki: Aynı soruyu İmam Hasan Asker (a.s)’dan sordum. O da şöyle buyurdu:

“Amri ve oğlu güvenilir kimselerdirler. Sana ne ulaştırsalar bendendir, ne söyleseler bendendir. Onları dinle ve onlara itaat et. Çünkü onlar güvenilir ve emindirler.”

İşte iki İmam (a.s) sizin hakkınızda bunları buyurmuşlar.

Bu sözlerim üzerine Ebu Amr secdeye düşüp Allah’a şükretti ve sevinç gözyaşları gözlerinden akmaya başladı. Sonra, sorunu sor” dedi. “Siz İmam Hasan Askeri (a.s)’ın halifesini gördünüz mü?” dedim

“Evet, Allah’a andolsun ki gördüm” diye cevap verdi: Sonra şöyle dedim:

“Bir mesele daha kaldı.” dedim. “Söyle” dedi. Ben de, “Onun adı nedir?” diye sordum. Şu cevabı verdi: “Bu soruyu sormanız size haramdır. Ben bunu kendimden söylemiyorum. Çünkü kendi tarafımdan bir şeyi helal ya da haram edemem. Bu, İmam’ın sözüdür. Çünkü bu konu Sultana (Abbası Halifesi Mütemid) şöyle ulaştırılmıştır: İmam Hasan Askeri (a.s) çocuğu olmadan vefat etti; Bunun üzerine Onun mirası bölüştürüldü; hakkı olmayan şahıs (Cafer-i Kezzab) onu alıp yedi; ailesi dağıldı; kimse onlarla tanışmak ya da onlara bir şey ulaştırmaya cesaret edemez hale geldi. Onun ismi dillere düşerse takip ederler. Allah’tan korkun ve bu işten vazgeçin”[49]

Bu hadiste şu hususlar dikkat çekiyor: Şiilera düşmanın korkusundan İmam (a.s)’ın adını söyleyemiyorlar, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan kalan malları Cafer-i Kezzab sahipleniyor ve Hz. Mehdi (a.s) bazı maslahatlardan dolayı görünmüyor. Ayrıca bu hadiste ayrıca, Osman b. Said’le ilgili üç önemli noktaya işaret edilmiştir:

a) Osman b. Said iki İmam (a.s) tarafından teyid edilmiş ve emin olarak tanıtılmıştır.

b) Osman b. Said’in çok mütevazı olduğu görülüyor. Çünkü iki İmamın kendisini teyid edip, ondan razı oluğunu duyunca şükür secdesine kapanıyor, sevinç gözyaşları döküyor ve asla tekebbüre kapılmıyor.

c) İmam (a.s)’a itaat ettiğini ilan ediyor. Ravi, Hz. Mehdi (a.s)’ın adını sorduğunda: “Haramdır. Ben bunu kendi yanımdan demiyorum. Çünkü ben bir şeyi helal ya da haram edemem. Bu İmam (a.s)’ın emridir.” diye cevap veriyor.

Belki de bu özelliklerinden dolayıdır ki, başka takvalı ve büyük insanlar olmasına rağmen, o, İmam (a.s)’ın vekili olma iftiharına ulaşmıştır.

Diğer bir hadiste şöyledir: Hamdan Kallasi şöyle diyor: “Amri’ye, İmam Hasan Askeri (a.s) vefat etti” dediğimde şöyle dedi:

“O vefat etti, ama aranızda birisi vardır ki o, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın halifesidir.”[50]

Osman b. Said: İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Vekillerinin Başkanı

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yazdığı en uzun mektup, İshak b. İsmail Nişaburi’ye yazdığı mektuptur. Bu mektup değerli ahlaki öğütlerle doludur. Keşşi’ni rivayetine göre, Osman b. Said 11. İmam (a.s)’ın zamanından bu yana vekillerin başkanı idi. Yani Şiilerin vekilleri vesilesiyle gönderdikleri paraların hepsi Osman b. Said’e teslim ediliyordu, o da bunları İmam (a.s)’a ulaştırıyordu.[51]

Mektubun bir yerinde şöyle yazılıdır: “Osman b. Said Amri’yi (r.a) görmeden şehirden dışarı çıkma. Bizim de selamımızı ona ulaştır. O, emin ve güvenilirdir. Bize herkesten yakın olan odur. Çeşitli bölgelerden her ne kadar mal gelirse sonunda onun eline yetişir, o da bize ulaştırır.”[52]

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın, Osman b. Said’i, İmam Zaman (a.s)’ın Vekili Olarak Tanıtması

Şeyh Ubeydullah b. Abdullah Esedabadi “Mukanna” adlı kitabında şöyle yazıyor: “İmam Hasan Askeri (a.s), Ebu Muhammed Osman b. Said Amri’yi kendi zamanında Şiilerle kendisi arasında aracı olması için vekil tayin etti. Ölümü yaklaştığı zaman, Osman b. Said’e, Şiileri toplamasını emretti. Şiiler toplandığı zaman, oğlu Hz. Mehdi (a.s)’ı kendi halifesi ve Ebu Muhammed Osman b. Said’i ise Hz. Mehdi (a.s)’ın vekili olarak tanıttı ve, “Kimin bir ihtiyacı olursa Osman b. Said’e başvursun; nasıl ki benim zamanımda da ona başvuruyordunuz.” Buyurdu ve ailesini ona emanet etti.”

Osman b. Said’in, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın                                     Kefen ve Defin Merasimini Üstlenmesi

İmam Hasan Askeri (a.s) H.K. 260 yılının Rebiulevvel ayının 1. günü hastalandı. Hastalığı gün geçtikçe şiddetleniyordu. Sonunda Reb-ul evvel ayının 8. günü, 28 yaşındayken dünyadan göçtü.[53]

İmam (a.s) tabii ölümle mi vefat etti, yoksa şehid mi oldu, bu konuda görüş ayrılığı vardır.

Hadisler ve tarihi kaynaklar, İmam (a.s)’ın şehid olduğunu göstermektedir. Bunu yeri geldiği zaman genişçe ele almak gerekir.

İmam (a.s)’ın şehadeti Samerra’da duyulduğunda, şehir mateme boğuldu. Halk cenaze merasimine katılmak için adeta yarışa girmişlerdi. O gün kıyamete kopmuş gibiydi. Beni Haşim, kadılar, katipler ve diğerleri cenaze merasimi için hazırlanmışlardı.[54]

Osman b. Said, İmam (a.s)’ın guslünde hazırdı. Kefen, hunut ve defin işlerini şahsen kendisi yapmıştır.[55]

Şeyh’in ibaresinden anlaşılan, Osman b. Said’in gusül vermediğidir. Çünkü o şöyle diyor: “İmam (a.s)’ın guslünde Osman b. Said de vardı.”

İmam (a.s)’ın guslünü kimin verdiği konusunda Hz. Mehdi (a.s)’ın kendilerinin gusül verdiği ve Osman b. Said’in de orada bulunduğunu söyleyebiliriz.

Hz. Mehdi (a.s), aralarında Osman b. Said’in de bulunduğu bir grupla, babası (a.s)’ın cenazesine namaz kıldı. Cenaze odadan dışarı çıkarıldı ve halkın huzurunda namaz yeniden kılındı.

Osman b. Said ve Onun İmam Zaman (a.s) Tarfindan Naip olması

İmam Hasan Askeri (a.s) Osman b. Said’i, 260 H.K. yılında (Şiilerden 40 kişinin, ondan (a.s) sonra kimin İmam olacağı konusunun sorulacağı mecliste) onun İmam Mehdi (a.s)’ın Naibi olarak taıtmıştır. Aynı şekilde İmam Mehdi (a.s), Osman b. Said’in vekaletini Kum heyetinin yanında işaret etmiş ve onları Osman b. Said’in yanına göndermişti.[56]

1- Bu, Hz. Bakiyyetullah'dan, Osman bin Said-i Amrî ve oğlu Muhammed bin Osman'a (r.a) gönderilen tevkidir. Sa'd bin Abdullah (r.z) onu rivayet etmiştir. Şeyh Ebu Cafer (r.a) mektubun Sa'd bin Abdullah'ın hattıyla kaydediliğini söylemiştir.[57] Mektup şöyledir:

Allah Teala sizi kendi itaatine muvaffak, dininde sabit ve rızasıya mesut kılsın.

Meysemî'nin[58] Muhtar'dan ve onun Hasan Askeri (a.s)'ın Cafer bin Ali'den başka halefi olmadığına dair ihticaclarıyla ilgili size verdiği haberler bana ulaştı, yazdığınız tüm şeyleri ve halkın onun hakkındaki sözlerini anladım.

Ben basiretten sonra körlükten, hidayetten sonra sapıklıktan ve tehlikeli amel ve fitnelerden Allah'a sığınıyorum. Allah Teala buyuruyor ki: "Elif Lam Mim İnsanlar yalnızca iman ettik diyerek sınanmadan bırakılverileceklerini mi sandılar." (Ankebut/2)

Bu insanlar nasıl fitneye düşüyor, hayranlık içerisinde dolaşıp duruyor, sağ ve solu tutuyorlar? Bunlar dinlerini mi parçalamışlar, yoksa tereddüde mi kapılmışlar, yoksa hakka karşı inat mı ediyorlar, yoksa doğru rivayetlerin ve sahih hadislerin getirdiği (açıkladığı) şeyden mi haberleri yoktur? Veya haberleri var da kendilerini bilmezliğe mi vuruyorlar?

Yeryüzünün, Allah'ın zahir veya gizli hüccetinden boş kalmayacağını bilmiyorlar mı?

Acaba Peygamber'den sonra imamların birbirinin ardınca sırasıyla geldiğini ve imametin Allah'ın emriyle önceki imama (Hz. Hasan Askeri'ye) ulaştığını, o da önceki babalarının mevkisinde oturup halkı hakka ve doğru yola hidayet ettiğini bilmiyorlar mı?

O, aydınlatıcı bir nur, ışık saçan bir yıldız, parlayan bir aydı. Allah Teala kendi katında olanı onun için seçti (onu kendi rahmetine götürdü). O da babalarının tuttuğu yolu tuttu, kendisinden alınan ahd üzere onların ayaklarının yerine ayak bastı, ona tavsiye edilen vasiyet üzere bir vasiye (Hazretin kendisine) vasiyet etti, Allah (c.c) o vasiyi, bir müddete kadar kendi emriyle sakladı, kendi takdiri gereği meşiyyetiyle onun yerini gizli tuttu. Onun imamet mevkisi bizim aramızdadır, onun fazileti bizim içindir. Eğer Allah (c.c), ondan menettiği şeyi ona izin verir ve gizli kalmasındaki hükmünü ondan kaldırırsa, hakkı en güzel biçimde, en açık delille ve en net nişaneyle onlara gösterir, zuhur ederek, hüccet ve delilini ikame eder. Ama Allah'ın takdiri mağlup olmaz, iradesi reddedilmez ve tevfikinden ileri geçilmez.

Öyleyse heva ve hevese uymayı terketmelidirler, durdukları esas üzere durmalıdırlar; onlardan gizletilen şey hususunda araştırmaya kalkışmasınlar ki günaha düşerler; Allah'ın (c.c) sırrını keşfetmeye koyulmasınlar ki pişman olurlar. Bilmelidirler ki, hak bizimledir ve bizim aramızdadır. Bizden başka bu sözü söyleyen yalancı ve iftiracıdır. Bizden başka bunu iddia eden sapık ve azgındır. Bizden bu cümleyle yetinsinler, tefsirini istemesinle bu kinayeye kanaat etsinler, tasrih peşice gitmesinler. Allah'ın izniyle bu kinaye onlar için yeterlidir.

Hz. Mehdi (a.s)’ın Osman  b. Said’in İftaharına Mektuplar (Tevkiat) Yollaması

1- Şeyh Sadık “Kemal-ud Din”de şöyle yazıyor: “Bu Mektup Osman b. Said ve oğlunun iftiharına, Hz. Mehdi (a.s) tarafıdan yazılmıştır. Bu mektubu Saad b. Abdullah Eş’ari nakletmiştir. Şeyh Ebu Abdullah Cafer (a.s) şöyle diyor: “Ben onu Saad b. Abdullah Eşari’nin hattıyla gördum Mektup şudur.

“Allah, siz ikinizi kulluğunda muvaffak ve mukaddes dininin üzerinde sabit kılsın. Sizi, onuhoşnuluğuna sebep olan şeyle mutlu etsin. Söylemiş olduğunuz “Meysemi”, “Muhtar”dan ve onun birisiyle görüşmesi bize yetişti. O (bu görüşmede), babam İmam Hasan Askeri(a.s)’ın Cafer b. Ali (Yalancı Cafer) den başka halifesi olmadığına delil getriyormuş. Be, onun hakkında dostlarınızı haber verdikleri şeyden ona yazdığınız mektubun anlamından haberimiz var. Ben aydınlıktan sonra körlükten, hidayetten sonra delalaetten ve kötü amllerin akibetinden, tehlikeli fitnelerden Allah’a sığınırım. Allah Teala şöyle buyuryor: “…………………………………….”[59]

Avarelik vadisinde fitneye düşmüş, nasıl yürüyebilir? Onlar sağa, sola saparlar. Dininzden yüzmü çervirdiniz yoksa dününüzde şüpheye mi düştünüz? Haklamı uğraşıyorlar yoksa doğru ve sahih Hadislerden haberleri mi yoktur? Yoksa biliyorlar ama kendilerini bilmemezliğe mi vuruyorlar?

Dünyanın hiç bir zaman ister açıkta ve aşikar, isterse gizli ve gaipte olsun hüccetsiz kalmayacağını bilmiyorlar mı? İmamlarının, Resulullah (s.a.a)’den sonra düzenli olarak birbirlerinin ardından gelip gittiklerinin bilmiyorlar mı? Ve sıra bir önceki İmam -Yani İmam Hasan Askeri (a.s)’a- geldi. O, Allah’ın ermiyle bu makama seçildi. Babalarının yerine oturdu ve halka hak ve doğru yolu gösterdi. O’da, babalarının yolundan adım adım yürüdü, sonunda İmamet ahdini halifesine teslim etti. Allah, onun halifesini gözlerden saklı kıldı, yerini gizledi. Bu Allah’ın kesin kazasında yazılış ve kesin olan ilahi taktirin isteği üzerine olmuştur. Ve şimdi onun konumu bizimlerdir. İlmi ve fazileti bizim ihtiyarımızdadır. Eğer Allah izin verirse men eder ve sabit kıldığı şeyi (gaybeti) giderir. Hakkı en güzel ve en açık şekliyel sunar ve kendisini perdenin arkasından çıkarır, ve hüccetini uygylar. Ama ilahi tektir yenilmez, iradesi şüphe götürmez ve onun isteğinin önüne geçimez. Nefislerinin isteklerinden vazgeçip, itikatlarının -zerinde sağlam durmaları gerekir. Gözlerinden gizlenen şey hakkında araştırma yapmasınalr. Yoklda günaha düşerler. Pişman olamamk için Allah’ın sakladığı şeyin üzerinde perdeyi kaldırmasınlar.

Onalr, hakkın bizimle ve biz masum ailede olduğunu biliyorlar. Bizden başka kimse yalacıların dışında bunu bilmiyor ve Allah’a iftira etmiştir.

2- İmam Zaman (a.s)’ın kendi mübarek yazısıyla Osman b. Said-i Amri’nin eline ulaşan mektuplardan bir diğeri, gaybet konusunda her türlü şek ve şüpheyi silip atan, bizleri doğru yolda yürümeye, sağa sola sapmamaya davet eden mektuptur.

Allame Meclisi, “İhticac” kitabından, Şeyh Ebu Amr-i Amiri’den (r.a) şöyle naklediyor: “İbn-i Ebi Ganim-i Kazvini ve Şiilerden bir grup, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın oğlu konusunda tartıştılar. İbn-i Ebi Ganim, İmam (a.s)’ın dünyadan göçtüğü ve evladı olmadığı görüşünde idi. Şiiler bu konuda bir mektup yazıp, Ebu Amr aracılığıyla İmam Zaman (a.s)’a gönderdiler.

İmam Zaman (a.s), onların mektuplarının cevabını kendi mübarek el yazısıyla şöyle yazdılar:

“Bismillahirrahmanirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun. Bize ve size yakim ruhunu inayet etsin. Bizi ve sizi kötü sondan ve kötü dönüşten hıfzetsin.

Bir grubun dinlerinde şüpheye düştükleri bize ulaştı. Sahipleri konusunda tereddüde düşmüşler. Bu haber bizi çok üzdü. Bizim bu üzüntümüz teessüfümüz, sizin içindir, kendimiz için değil. Çünkü Allah bizimledir ve o’ndan başaksına ihtiyacımız yoktur. Hak bizimledir. Kimsenin bizden uzaklaşması bizi yalnızlığa itmez. Biz Allah’ın yapıtlarıyız, diğer insanlarsa bizim varlığımızın bereketiyle meydana gelmişlerdir. Sizlere ne oluyor, dalalet vadisinde bocalayıp duruyorusunuz? Allah Tebarek Teala’nın şöyle buyurduğunu duymadınız mı? “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve içinizdeki Emir sahiplerine de itaat edin.”[60]

Geçmiş İmamlar ve onların halefi hakkında size ulaşan hadislerden haberiniz yok mu? İmamlarınız için nasıl bir yazgının yazıldığını bilmiyor musunuz? Daha önce bunlar size ulaşmadı mı? Allah’ın sizin doğru yolu için ne gibi meşaleler yaktığını, sizin için nasıl sığınaklar öngürdüğünü görmüyor musunuz? Ebu-l Beşer Adem’den, bir önceki İmama (İmam Hasan Askeri (a.s)’a) kadar ne zaman bir bayrak kaybolduysa, bir başka bayrak dikdi; ne zaman bir yıldız kaydıysa, yerine bir başkası doğdu.

Babamın vefat etmesiyle Allah’ın, kendi dinini batıl edeceğini ve kullarıyla arasındaki bağı keseceğini mi sandınız?! Hayır, hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştır ve kıyamete kadar da olmayacaktır. Ve sonunda, hoşlanmasanız da, Allah’ın iradesi gerçekleşecektir.

Babam, babalarının yolunda yürüdü ve sonunda saadetli bir şekilde bu dünyadan göçtü. Ama onun ilmi bizim yanımızdadır, vasiyeti bizdedir, ahlakı ve halifeliği bizdedir. Zalimlerin dışında kimse bu makamda bizimle çekişmemiştir. Kafir ve mulhitlerin dışında bizden başka kimse bu iddiayı etmez.

Allah’ın iradesi olmasaydı -ki O’nun işi hiç bir zaman mağlup olmaz ve sırrı açığa çıkmaz- hakkımızı aşikâr eder, kalplerinizi aydınlatır, her türlü şek ve şüpheyi kalplerinizden silerdi. Ama O’nun istediği olacaktır. Her ecelin bir kitabı vardır. (Her şey Levh-i Mahfuz’da yazılıdır.)

Öyleyse Allah’tan korkun, O’na teslim olun. İşleri bize bırakın, bize getirir ki, emrolunduğumuz şekilde, size emir verelim. Sizden gizlenen şeyin üzerini açmaya çalışmayın. Doğru yoldan sapıp eğri yola gitmeyin. Bize karşı olan sevginizide Peygaberi-i Ekrem(s.a.v)’in açık sünneti esası üzerine hareket edin, ifrat ve tefrite düşmeyin. Böylece ben sizin hayrınıza olanı söyledim. Allah bana ve size şahittir.

Sizin ıslah ve hidayetinize olan ilgimiz ve size olan muhabbetimiz olmasaydı, sizden yüz çevirir, vazifemiz olan sapmış azıtmış zalimlerle savaşırdık. Rabbiyle mücadele eden zalim tağut yersiz iddialar etmiş itaati farz olan İmamını inkar etmiştir. Halbuki bende Peygamber-i Ekrem (s.a.v)’e bir benzerlik vardır ve o ilahi örneğe güzel bir şekilde ittiba etmekteyim. Ama cahil, cehaletinin peşinden giderek uçuruma yuvarlandı. Kafirler çok yakında ölümsüz dünya kiminmiş bilecekler. Allah bizi ve sizleri, rahmetiyle tehlikelerden, belalardan ve kötülüklerden korusun. O rahmetin velisidir. İstediği her şeye gücü yeter. O, sizin ve bizim velimiz ve koruyucumuzdur. Allah’ın selam, rahmet ve berektleri bütün vasilere ve müminlere olsun.[61]

Osman b. Said’in Yalancı Caferı Rezil Etmekteki Rolü

Bilindiği üzere Cafer, İmam Hadi (a.s)’ın oğlu ve İmam Askeri (a.s)’ın kardeşidir. İmam Hasan Askeri (a.s) şehid olduktan sonra İmam (a.s)’ın oğlu ve halifesi olduğunu bilmesine rağmen -yalan yere- imamlık iddiasında bulundu. O, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın görünürde şer’i bir varisi ve halifesi olmadığını görünce, fırsatı ganimet bilip İmamet ve Velayet makamına sahip olmak ve İmam Hasan Askeri (a.s)’ın mallarını ele geçirmek için harekete geçti.

Bunu ispat edebilmek için de, İmam (a.s)’ın şehadetinden sonra, halk cenazeyi evden çıkarmadan önce Cafer kapının önünde durup kardeşinin şehadeti dolayısıyla  başsağlığı dileyip, kendisinin imametlığını tebrik edenlere cevap veriyordu.

Şiiler, yalancı Cafer’in, yalan yere imamet iddiasında bulunduğunu, İmam Hasan Askeri(a.s)’ın şer’i varisini inkar ettiğini, İmam (a.s)’dan geriye kalan mallara el koymaya çalıştığını ve Abbasilerin de onu desteklediğini görünce, Osman b. Said’in yanına gidip, Cafer olayının açıklığa kavuşturulması ve onun halkın inancını bozmasına müsaade edilmemesi İmam-ı Zaman (a.s)’dan için bir mektup getirip, onu rezil etmesini istediler.

Olay şundan ibaretti: Cafer, İmam Mehdi (a.s)’ın Şiilerinden birine bir mektup yazdı. Mektupta şöyle diyordu: “Kardeşimden sonra İmam benim. Helal- haram ilmi ve bütün ilimler benim yanımdadır.” Mektup o şahsın eline ulaşınca rahatasız olup ve orada yazılanlardan şüpheye düşüyor. Bu yüzden  mektubu Ahmed b. İshak-ı Eş’ari’nin yanına götürüyor. Çünkü o, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın has ashabından ve yakın dostlarındandı. Meseleyi ona anlatıyor. Ahmed b. İshak da bu mektubu, kendi yazdığı mektubun içine koyup Osman b. Said’in vasıtasıyla İmam-ı Zaman (a.s)’a gönderiyor. İmam Ahmed b. İshak’a bir mektup yazıyor. Mektup çok sert bir dille yazılmış ve güçlü delillerle Cafer’in İmametini reddediyor.[62]

Bu mektubun bir kısmını Tabersi’nin el- İhticac’ından naklediyoruz:

“Bismillahirrahmanirrahim. Allah seni doğru yolda payidar kılsın. Göndermiş olduğun mektubun ve içine koyduğun öteki mektup bana ulaştı. İçindeki bazı yanlışlara rağmen mektubun tüm içeriğinden haberdar oldum. Eğer ona dikkatle baksaydın benim anladığım şeyi sen de anlardın.

Allah’a yalan isnad edip, imamet iddiasında bulunan o fasid (Cafer-i Kezzab), bilmiyorum neyine güvenerek bu işe yeltendi? Eğer fıkıh ve dinin hükümlerindeki bilgisine güveniysa, Allah’a and olsun o, helal ile haramı birbirinden ayıramaz ve doğruyla yalnış arasındaki farkı bilemez. Eğer ilmiyle övünüyorsa, gerçek şu ki o, hakla batılı, muhkem ayetlerle müteşabih ayetleri birbirlerinden ayıramaz. O, namazın vakitleri ve erkanın dahi bilmez. Eğer takvasına güveniyorsa, Allah şahittir, sihirbazlığı öğrenmek için 40 gün namazını terketti. Bunu belki siz de biliyorsunuz. Onun şarap kaplarını herkes görmüştür.”

Bütün bunların yanı sıra onun Allah’ın emir ve yasaklarına isyanı herkesin bildiği bir şeydir. İddiası mucizeyi gerektirmektedir. Mucizesini getirip göstersin. Hücceti varsa getirsin; delili varsa söylesin.”[63]

Osman b. Said’in Faaliyetlerinin Merkezi: Bağdat

İmam Hasan Askeri (a.s) dünyadan göçtükten sonra, ilk vekil, İmam Mehdi (a.s)’ın emriyle Bağdat’a gitti. Bağdat, düşmanın gözünden uzaktı ve Samerra’daki baskı orada yoktu. Osman b. Said, üzerine düşen ağır vazifeyi orada en güzel şekliyle yerine getirebilirdi.

Osman b. Said’in Naipliğinin Halkın İçinde Sabitleştirilmesi

Osman b. Said’in, ömrünü ihlaslı bir şekilde 10. ve 11. İmam’a hizmette geçirmesi ve her iki İmam’ın nezdinde yüksek bir mevkiye sahip olması, onun vekillik ve doğruluğunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın mübarek ömürlerinin son günlerinde Osman b. Said’in İmam (a.s)’ın bakıcılığını yapmış, guslünde bulunmuş ve İmam (a.s)’ı kefenleyip defnetmiş olması onun İmam-ı Zaman (a.s)’ın gerçek naibi olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Onun bu seçkin konumu, has Şiilerin, mucize istemeden Ondan itaat edip, emirlerini yerine getirmelerine sebep olmuştu. Ama, şiilerin geneli Osman b. Said’in konumundan haberleri yoktu ve İmam (a.s)’ın gaybetinden sonra kime başvuracaklarını bilmiyorlardı. Öte yandan, devlet ve bazı fırsatçılar, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın halifesi olmadığı yolunda propaganda yapmışlardı. Bu nedenlerden dolayı Şiiler Osman b. Said’e humus vermekten çekiniyorlardı ondan. Şiiler, 12. İmam (a.s)’ın vekili olduğunu ispatlaması için keramet istiyorlardı. Bu nedenle Osman b. Said, bazı zamanlar İmam (a.s)’ın vasıtasıyla kerametler göstererek. Bu şekilde İmam (a.s)’ın vekili olduğunu ispat ediyordu. Bu konuda bazı hikayeler de nakledilmiştir. Örneğin:

1- Şeyh Saduk, “Kemal-ud Din” adlı eserinde şöyle yazıyor:

“Muhammd b. Ali Esved (r.a.) diyor ki: Bir gün kadının biri bana bir kumaş verdi ve şöyle dedi:

-Bunu Osman b. Said’e ver.

Ben o kumaşı diğer birçok kumaşla birlikte Osman b. Said’e vermek üzere Bağdat’a götürdüm. Bağdat’a ulaştığımda Osman b. Said onları Muhammed b. Abbas-ı Kummi’ye vermemi söyledi. Ben de o kadının verdiği kumaş dışında hepsini ona verdim.

Bir müddet sonra Osman b. Said bana haber yollayarak yaşlı kadının verdiği kumaşı istedi. Bunun üzerine, o kadının da İmam malı olarak bana bir kumaş verdiğini hatırlamdım. Onu aradım, ama bulamadım. Osman b. Said bana şöyle dedi:

-Üzülme onu yakında bulacaksın.

Sonra onu buldum. Oysa yanımdaki malların listesi Osman b. Saidi’de yoktu.”

2- Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar şöyle diyor: “Babam, Allah’ın rahmetine kavuştuğu zaman bana bir miktar mal verdi ve bir alamet belirledi. Bu alametten Allah-u Teala’dan başka kimsenin haberi yoktu. Sonra: “Kim bu alameti söylerse malı ona verirsin.” dedi.

Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar daha sonra şöyle diyor: “Bağdat’a gittim ve “Han” mahallesinde bir eve yerleştim. İkinci gün biri gelip kapıyı çaldı. Hizmetçiye: “Git bak kimdir” dedim. Hizmetçi de, “Kapının önünde yaşlı birisi var” dedi. Ben o yaşlı adama: “Buyurun, içeri gelin” dedim. O da gelip oturdu ve şöyle dedi:

-Ben Amri’yim (Osman b. Said). Yanında olan mallar şunlardır. Onları bana teslim et.

Babam söylemiş olduğu alameti de söyledi. Ben de malları ona teslim ettim.”[64]

Birinci Vekilin Vefatı

Osman b. Said, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan sonra H. K. 264 ya da 265 yılında Bağdat’ta vefat etti ve mübarek naaşı orada toprağa verildi. Kabri bugüne kadar önemli ziyaret yerlerinden birisi olmuştur.[65]

Hz. Mehdi (a.s)’ın Birinci Vekil İçin Başsağlığı Mektubu Yollaması

İmam Zaman (a.s)’ın birinci naibi dünyadan göçtükten sonra, Şiiler büyük bir üzüntüye boğuldular. İmam (a.s) da çok mahzun olmuş ve Osman b. Said’in oğlu Muhammed b. Osman’a bir başsağlığı mektubu göndermişti. İmam (a.s) bu mektubunda, vazifesini eksiksiz yerine getirdiğinden dolayı Osman b. Said’den tam anlamıyla razı olduğunu belirtip, onun için Allah’tan af ve mağfiret diliyorlar. Ayrıca onun olmayışından yalnızlık hissettiğini ve oğlunu onun yerine vekil seçtiğini buyuruyordu bu mektupta. Mektubun bir yerinde İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz. Allah’ın emrine teslim ve ilahi kazaya razıyız. Baban saadetli bir şekilde yaşadı ve güzel bir şekilde dünyadan göçtü. Allah ona rahmet etsin. Onu kendi dost ve velilerinin içine katsın. O her zaman onların yolunda çaba gösterdi ve kendisini Allah’a yaklaştıracak şeyler için çok çalıştı. Allah-u Teala onun yüzünü ak etsin ve hatalarını bağışlasın.”

Diğer bir bölümünde şöyle buyuruyor:

“Allah sana büyük mükafat ve güzel sabır versin. Biz ve siz bu olaydan dolayı gamlı ve üzgünüz. Onun ayrılığından dolayı siz ve biz hüzne boğulduk. Allah onu sevindirsin. Ne mutlu ona ki, Allah ona senin gibi bir evlat vermiştir. Sen onun yerine geçecek, vazifesini üstleneceksin. Allah’tan onun için rahmet ve mağfiret dile.”[66]

Bu mektuplara dikkat eden, onun İmam Zaman (a.s)’ın yanındaki makamının ne kadar yüce olduğunu anlar.

Birinci Naib’in Naklettiği Hadislerden Bir Kaçı.

Osman b. Said’in naiplik süresinin çok az oluşu ve beş yıldan fazla sürmemesi dikkate alınır, yine o dönemdeki siyasi ve içtimai durumlar ve gaybet döneminin ilk zamanlarının özellikleri göz önünde tutulursa, zamanının çoğunu bir yandan Şiileri İmam (a.s)’ın gizli yaşadığına inandırmaya, öte yandan düşmanları ve hükümet memurlarını İmam (a.s)’ı takip etmekten me’yus edip caydırmaya çalışmakla geçirdiğinden fazla hadis nakletme fırsatı bulamamıştır. Bu yüzden onun vasıtasıyla tevki ve hadisler azdır. Burada Birinci Naib’ten nakledilen bazı hadisler ve olaylara değinmekte yarar görüyoruz:

1- Muhammed b. İbrahim b. İshak, Ebu Ali b. Hammam’dan nakleder: Muhammed b. Osman-ı Amri’den (İkinci Naip) duydum, şöyle diyordu: Babamdan duydu, diyordu ki: Ben İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanındaydım, İmam (a.s)’a babalarından rivayet edilen şu hadisi sordular: “Yeryüzü kıyamete kadar asla Allah’ın, halkın üzerine olan hüccetinden boş kalmaz. Şüphesiz ki zamanın imamını tanımadan ölen, cahiliye ölümüyle, (yani şirk ve küfür üzerine) ölmüş olur.” İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdu: 

-Günün aydınlığı nasıl haksa bu hadis de haktır.

İmam’(a.s)’a şöyle denildi:

Ey Peygamber’in oğlu! Sizden sonraki hüccet ve imam kimdir?

İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurdu:

-Oğlum Muhammed benden sonraki imam ve hüccettir. Kim onu tanımadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş olur. Bilin! Onun gaybeti olacaktır. Cahiller bu konuda şaşkına dönecek, batılın peşinden gidenler helak olacaktır. Onun zuhuru için zaman belirleyenler yalan söylerler. Sonra o kıyam edecektir. Başının üstündeki beyaz bayrakların, Kufe’nin  yüksekliklerinde (Necef) haraket ettiğini görür gibiyim.”[67]

2- İshak b. Yakup şöyle diyor: Osman b. Said’in (İmam Zaman (a.s)’ın birinci naibi) şöyle dediğini duydum: “Iraklılardan biri yanıma geldi. İmam (a.s) için bir miktar mal getirmişti. İmam (a.s) onu geri verip şöyle buyurdu: “Amcaoğlunun hakkı olan 400 dirhemi ayır.” Adam çok şaşırdı. Mallarının hesabını yeniden gözden geçirdiğinde, amcasının oğluna ait olan yaptığı yeri -ki onun elindeydi- yarısını vermiş, yarısınıda vermediğini anladı. Sonra biraz daha dikkatli hesap yaptığında onun yerden düşen payının, İmam (a.s)’ın buyurduğu gibi 400 dirhem olduğunu gördü O’da bu miktarı ayrırıp geri kalanı teslim etti. İmam (a.s)’da kabul etti.”[68]

3- Zohri şöyle diyor: “İmam zaman (a.s)’ı gerektiği kadar aradım ve bu yolda çok malım gitti. Sonra Osman b. Said’in gittim. İmam ((a.s)’ı görmek için onun hizmetiçiliğini yapmaya başladım.

Birgün İmam Zaman (a.s)’ı sordum ondan. O’da, “O’na ulaşamazsın” dedi. Bende görmek için çok ısrar ettim. O’da” Yarın sabah gel” dedi. Ertesi gün sabahleyin yanına gittiğimde herkesten güzel, kokulu bir gençi tacirlerin giydiği elbiseyle gördüm…

O’nu gördüğüm zaman, Osman b. Said’in yanına gittim. O’ndan bazı sorular sordum. Ne sorduysam cevap verdi. Sora eve girmek için gittim- O ev çok da güzel değildi-. Osman b. Said bana “eğer başka bir şey sormak istiyrosan sor. Çünkü bundan sonra artık O’nu görmeyeceksin.” dedi. Benden soru sormak için peşinden gittim. Ama O dinlemedi; eve girdi. Ama giderken şu iki cümleyi buyurdu:

“Mel’undur, mel’undur, işa[69] namazını, yıldızların ok gibi geçtiği zamana kadar saklayan. Mel’undur, meldundur sabah namazını, yıldızların kaybolduğu zamana kadar saklayan.” Sonra içeri girdi.”[70]

Ebu Cafer Muhammed b. Osman b. Said Amri

Hz. Mehdi (a.s)’ın 4 naibinden ikincisi, birinci naib Osman b. Said’in oğlu Muhammed b. Osman’dır. O, İmam Hasan Askeri (a.s) tarafında babası hayattayken, Ğaip İmam (a.s)’ın naibi olacak diye tanıtlımıştı. Osman, b. Said’de öleceği sırada vekilliği İmam Zaman (a.s)’ın emriyle oğlu Muhammed’e devretti.

Muhammed b. Osman’in Naip Olduğuna Dair Delil

İmam Hasan Askeri (a.s), hayattayken, Muhammed b. Osman’ın İmam Mehdi (a.s)’ın naip ve vekili olduğunu açıklamıştı. Yemen şiilerinden bir grup Samirra’ya  geldikleri zaman İmam Hasan Askeri (a.s)’ın huzuruna vardılar. İmam(a.s), Muhammed b. Osmanın babası, Osman b. Said’i çağırtıp onun vekilliğini ve emin olduğunu açıkladılar. Sonra şöyle buyurdular:

“Şahid olun Osman b. Said Amri benim vekilimdir. Oğlu Muhammed ise benim oğlum ve Mehdinizin vekilidir.”[71]

İmam (a.s), gelecekte yalancı naiplerin Onun vekaletliğinde şüphe ve tereddüt uyandırmamaları ve Onun vekaletliğinde şüphe ve tereddüt uyandırmamalrı ve Onun naipliğini sabitleştirmek için O’nu tanıtmıştı.

İmam Hasan Askeri (a.s) bir başka yerde, daha açık bir şekilde Onun güvenirliğini ve emanetliğini ve emanetdarlığını teyid etmiştir İmam (a.s) şöyle buyuruyor:

“Amri (Osman b. Said) ve oğlu (Muhammed b. Osman), her ikiside güvenilir ve emmindirler. Sana neyi ulaştırsalar bendendir. Sana ne deseler benden taraf diyorlar. Öyleyse onları dinle, ne deseler itaat et. Çünkü güvenilir ve emindirler.”[72]

Yine babası Osman b. Said, onun vekilliğini, İmam Zaman (a.s)’ın emriyle açıklamıştı.[73]

Bunların hepsinden daha önemli olan, İmam Zaman (a.s)’ın O’nun hakkında yazdığı mektuplar ve övgülerdir. Onlar, Muhammed b. Osman’ın naip olduğunu açık delilleridirler. Aşağıda İmam (a.s)’ın O’nun hakkında buyurduğu nübarek sözlerinden bazılarını getiriyoruz:

1- Osman b. Said’in vefatından sonra, İmam Mehdi (a.s)’ın ilk olarak hitap ettiği kişi, O’nun oğlu Muhammed b. Osmandır. İmam (a.s) birinci naibin ölümünü Ona başsağlığı dileyip, yazdığı mektupta Muhammed b. Osman’ın şahsiyetine ve onun naipliğine işaret buyurmuşlardır. Biz o mektubun bazı bölümlerini babasının yaşamını anlatırken nakletmiştık. Mektubun bir yerinde İmam (a.s) şöyle buyurmuştu: “Osman b. Said’in saadetinin kemali, Allah’ın O’na senin gibi bir evlad vermesidir. Sen O’nun yerne geçecek ve vazifesini üstleneceksin. Allah’tan onun için rahmet ve mağfiret iste.”[74]

2- Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar-i Ahvazi şöyle naklediyor:

“Osman b. Said’in vefatından sonra bana şöyle bir mektup geldi: “Allah O’nun Oğlunu hıfzetsin. O (Muhammed b. Osman), babasının zamanında bizim itimat ettiğimiz birisiydi. Allah O’ndan ve babasından razı olsun. Allah babasının ruhunu şad etsin. O da bizim yanımızda babası gibidir ve Onun yerine oturmuştur. Bizim emrimizin aynısını emrediyor, bizim emrimize göre amel ediyor. Allah O’nu teyid etsin. Öyleyse sende Onun sözünü kabul et ve O’nun hakkındaki görüşümüzü bil.”[75]

3- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: “Osman b. Said (r.a) vefat ettiği zaman, daha önceki (Osman b. Said’in zamanındaki) hat’la bir mektup oğlu Ebu Cafer’in (Muhammed b. Osman) onun makamına  seçildiği konusunda geldi.”[76]

4- İshak b. Yakup şöyle diyor: “Muhammed b. Osman’dan kafamı karıştıran soruları yazdığım mektubu İmam Zaman (a.s)’ın huzuruna taktim etmesini rica ettim. O’da kabul etti İmam (a.s)’ın hatlıyla şu anlamda bir cevap geldi: “Muhammed b. Osman, Allah ondan ve ondan önce babasından razı olsun, benim güvendiğim birisidir. Mektupu benim mektubumdur.”[77]

Bu mektup çok uzun ve önemli fıkhi, içtimai vb. gibi konuları içerdiği için ileride onu genişçe ele alacağız.

5- Bir başka mektupta şöyle buyuruluyor:

“O, bu haliyle bizim itimat ettiğimiz kimsedir. Onun yanımızda Onu razı edecek bir makamı vardır. Allah lütüf ve keremini onun hakkında çok etsin. Çünkü O iyi bir hadimdir. Bütün özle övgüler onun  içindir. Bu konuda şeriki yoktur. Selat ve Selam Hz. Muhammed (s.a.a) ve O’nun Ehli beyt’inin üzerine olsun.”[78]

Kelami, Fikhi İçtimali v.b Gibi Meselelerde Şiilerin Mercii

Muhammed b. Osman’ın yaşamını İmam (a.s)’ın ikinci naibi olarak nicelediğimizde, onun naklettiği hadislere e onun vasıtasıyla gelen mektuplara göz attığımızda şu noktayı kolayca anlayabiliriz: Çeşitli bölgelerdeki şiiler ve İmam (a.s)’ın vekilleri kelami, O’na başvuruyordular. O’da İmam (a.s)’la irtibat halinde olduğu için şiilerin bu sorunlarını hallediyordu.

Bunlardan bir kaçını örnek olarak aşağıda getiriyoruz.

“Ebul Hasan Ali b. Ahmed Dellal Kummi şöyle diyor: “Şiilerden bir grup, Allah’ın Masum İmamlara (a.s) yaratma ve rızık verme kudretini verip- vermediği konusuna ihtilafa düşmüşlerdi. Bir grup, yaratma ve rızık verme kudretinin devredilmesinin imakâsız olduğunu söylüyorlar. Çünkü cisimleri Allah’tan başka kimse yaratmazdı. Bir başka grupta, Allah’ın İmamlara (a.s) yaatma ve rızık verme kuduretini verdiğini ve bu işi onlara devrettiği inancında idiler. Bu mesele üstünde büyük ihtilaflar doğdu. Birisi, “neden bu mesele için Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amri’ye baş vurup ondan sormuyorsunuz? O hakkın ne olduğunu söyler. Çünkü O İmam Zaman (a.s)’ın sefiri ve vasıtasıdır. Onların hepsi Ebu Cefer’e müracaa etmeyi ve sözünü kabul etmeyi kabul ettiler. Meseleyi yazıp, ona yolladılar. İmam Zaman (a.s)’dan O’na şu nalam da bir mektup geldi: “Şüphesiz ki yanlız Allah cisimleri yaratmakta ve rızıkları taksim etmektedir. Çünkü O ne cisimdir, nede cisimde hal. Hiç bir şey ona benzemez. O duyan ve bilendir. İmamlar (a.s) Allah’tan istiyolar, O da yaratıyor. Onlar Allah’tan istiyorlar, Allah’tan İmamlar(a.s)’ın hakkını yüceltmek ve isteklerini yerine getirmek için kendisi rızık veriyor.”[79]

Muhammed b. Osman’ın vasıtasıyle gelen mektuplerın bazılarını nakledersek üsteki konu daha iyi anlaşılacaktır.

1- İSHAK BİN YAKUB’A MEKTUB

Önemli mektuplardan birisi Muhammed b. Osman’ın vasıtasıyla İmam Zaman (a.s)’ın İshak b. Yakub’a yazdığı mektuptur. Bu mektupta önemli konulara değinilmiştir. Daha çok toplumsal meseleler ele alınmıştır. Bu yüzden önemli bir yere sahiptir. Bu mektupta, halkın büyük ğaybetteki vazifeleri belirlenmiş, ğaybetin sebebi açıklanmış ve bazılarının kimliği açıklanmıştır.

Önemine binaen bu mübarek mektubu burada naklediyoruz:

ESEDİ'NİN SORULARI[80]

Ebu'l Hasan Muhammed bin Cafer-i Esedî şöyle diyor: Şeyh Ebu Caferi Muhammed bin Osman-i Amrî Allah ruhunu mukaddes kılsın- tarafından, Sahib-uz Zaman'a (a.f) sorulan soruların cevabında bana ulaşan mektuplardan biri de şudur:

Güneşin doğuş ve batışında namaz kılmak hakkındaki sorduğun soruya gelince, eğer durum -güneşin şeytanın iki boynuzu arasından doğup batması- halkın dediği gibi olursa, şeytanın burnunu, namazdan daha iyi yere sürtecek ne var ki. Öyleyse namaz kıl ve şeytanın burnunu yere sür.

Bize vakfedilen veya bize mahsus kılınıp sonra sahibinin ona ihtiyaç duyduğu mesele hakkındaki sorduğun soruya gelince; teslim edilmeyen her şeyde sahibi muhtardır (isterse kendisine götürür, isterse teslim eder). Ama teslim ettiği malda, ister muhtaç olsun, ister muhtaç olmasın, ister ona ihtiyaç duysun, ister duymasın artık yetkisi yoktur.

Bizim malımızdan elinde bulunanı helal bilen ve bizim emrimiz olmaksızın kendi malında tasarruf ettiği gibi o malda tasarruf eden kimse hakkındaki sorduğun soruya gelince:

Kim, bizim emrimiz olmaksızın, o malı kendi malı gibi harcarsa mel'undur; ve kıyamet günü biz onun hasmı olacağız. Nitekim Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kim Ehl-i Beytimden Allah'ın haram kıldığı şeyi helal sayarsa, benim dilimle ve duası kabul olan her peygamberin diliyle lanete uğramıştır." Öyleyse kim bize zulmederse, bize zulmeden zalimlerin sırasında yer alacak ve Allah'ın laneti onun üzerine olacaktır. Çünkü Allah Teala buyurmuştur ki: "Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."

Sünnet edilmesi gereken deri, sünnet ettikten sonra tekrar üzarsa yine sünnet edimeli midir? diye sordugün soruya gelince; O derinin kesilmesi gerekir. Zira yeryüzü kırk gün, sünnet edilmeyenin idrarından Allah'a feryad (şikayet) edir.

"Namaz kılanın önünde ateş, fotoğraf, kandil olursa onun namazı doğru mudur? Halk bu meselede ihtilaf etmiştir" diye sorduğun meseleye gelince; Putlara ve ateşe tapmayanların evlatlarından olursa ateş, fotoğraf ve kandilin karşısında namaz kılmasının sakıncası yoktur. Ama puta ve ateşe tapanların evlatlarının bunların karşısında namaz kılmaları câiz değildir.

Bir adamın, bize ait olan araziyi, mükafat kazanmak ve bize yakın olmak için onu onarmasının ve yaptığı masrafı çıkardıktan sonra geri kalanı bize göndermesinin caiz olup olmaması hakkındaki sorduğun soruya gelince:

Başkasının malında, onun izni olmaksızın tasarruf etmek câiz değildir; o halde bizim malımızda iznimiz olmaksızın tasarruf etmek nasıl câiz olabilir? Kim bizim emrimiz ve iznimiz olmaksızın malımızda tasarruf ederse, Allah'ın ona haram kıldığı şeyi helal saymıştır. Yine kim haksız yere bizim malımızdan bir şey yerse, ateş yemiş gibidir, yakında da cehennem ateşine atılacaktır…"

İSHAK BİN YAKUB'A MEKTUBU

Muhammed bin Yakub-i Kuleynî, İshak bin Osman-i Amri'den, sorduğum zor meseleleri içeren mektumu Hz.Sahib-uz Zaman'ın huzuruna ulaştırmasını rica ettim. Mektubumun cevabı, mevlamız Sahib-uz Zaman (a.s)'ın kendi hattıyal bana ulaştı.[81]

Mektubun cevabı şöyledir:

"Akraba ve amcoğullarından beni inkar etmeleri hakkındaki sorduğun soruya gelince; -Allah seni hidayet edip direnişli kılsın- bilmelisin ki, Allah'la hiç kimse arasında akrabalık bağı yoktur. Kim beni inkar ederse benden değildir; onun yolu, Nuh'un oğlunun yoludur. Amcam Cafer ve oğlanlarının yolu (ve tutumu)na gelince, onların yolu Yusuf (a.s)'ın kardeşlerinin yoludur.

Biraya gelince, onun içilmesi haramdır. Ama şalgam suyunun içilimesinin sakıncası yoktur.

Sizin mallarınıza gelince; onları kabul etmemiz pâk olmanız içindir. Öyleyse isteyen versin istemeyen vermesin. Allah'ın bize verdiği; size veridiğinden daha hayırlıdır.

Ferecin (zuhurun gerçekleşmesiyle hasıl olacak kurtuluşun) ortaya çıkmasına gelince; o, Allah'ın iradesine bağlıdır. Zuhur için vakit belirleyenler yalan söylüyorlar.

İmam Hüseyn (a.s)'ın öldürülmediğini sananın sözüne gelince; onun bu sözü, küfür (hakkı gizleme) yalan ve sapıklıktır.

Vuku bulan vakıalara gelince; o vakıalarda, hadiselerimizi rivayet edenlere müracaat ediniz. Zira onlar, sizlere olan hüccetimdir, ben de Allah'ın onlara olan hüccetimdir, ben de Allah'ın onlara olan hüccetiyim.

Muhammed bin Osman-i Amrivî'ye gelince; -Allah ondan ve babasından razı olsun- O benim güvendiğim şahıstır, onun yazısı benim yazımdır.

Muhammed bin Ali bin Mehziyar-i Ehvazi'ye[82] gelince; yakında Allah onun kalbini düzeltecek ve şüpheyi ondan giderecektir.

Bize gönderdiğin şeye gelince; biz ancak pâk ve tertemiz olanı kabul ediyoruz. Muganniye cariyenin semeni haramdır.

Muhammed bin Şazan bin Neim'e gelince; o biz Ehl-i Beyt'in şialarındandır.

Ebu'l Hattap Muhammed bin Ebî Zeyneb-i Ecda'ya gelince; o mel'undur; onun ashabı da mel'undur. Onunla aynı fikire sahip olanlarla oturup kalma. Ben onlardan beriyim, babalarım (a.s) da onlardan berildirler.

Bizim malımızı ellerinde bulunduranlara gelince; kim onlardan bir şeyi halal bilip yerse ateş yemiştir.

Humusa gelince; humus şialarımız için halal kılınmıştır. Zuhur edeceğimiz vakte kadar, veladetleri pâk ve temiz olması için onlara halal edilmiştir.

Allah'ın dininde şüphe eden kavmin, bize gönderdikleri şeylerden dolayı pişman olmalarına gelince: Geri çevrilmesini isteyenlerin malını geri çevirdik, bizim şekkakların (çok şüphe edenlerin) malına ihtiyacımız yoktur.

Gaybetin vuku bulmasının nedenine gelince; Allah buyuruyor ki: "Ey iman edenler! Size açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın". Babalarımdan her birinin boyunda, zamanlarındaki tağutların bey'ati vardı, ama ben öyle bir zaman kıyam edeceğim ki, tağutlardan hiç birinin bey'at boynumda olmayacaktır.

Benim gaybetim döneminde benden faydalanmak ya gelince; bu dönemde benden faydalanmak, bulutlarla örtülen güneşten yararlanmaya benzer. Ben yeryüzü ehl-i için kurtuluş ve emniyet vesilesiyim. Nitekim yıldızlar da gök ehli için emniyet vesileleridir. Öyleyse sizi ilgilendirmeyen şeyleri sormayın. Sizden istenilmeyen şeyleri görmek için kendinizi zahmete düşürmeyin. Ferecin çabuk olması için çok dua ediniz. Çünkü dua sizin ferecinizdir (Kurtuluşunuzdur).

Ey İshak bin Yakup (Allah'ın) selamı sana ve hidayete tabi olanlara olsun."

Yalanci Naiplerin Çalişmalarinin Başlamasi

İleride de görüleceği gibi, yalancıların naiplik iddia etmeleri, ikinci naip Muhammed b. Osman’ın zamanında başlamıştır.

Birinci naip Osman b. Said’in zamanında, yoldan çıkanlar, çeşitli sebeplerden dolayı çalışma yapamamışlardı. Bu yüzden bu dönemde yalancıların naiplik iddiasında bulunma konusu gündem de değildi. Olsaydı da çok zayıf bir şekilde vardı ki hissedilmemekteydi. Bu dönemde İshak-ı Ahmer ve Baktani gibilerin olma ihtimali varsa da bunların ikinci dönemde oldukları ihtimali de vardır.

Yalancı naiplerin birinci naibin döneminde  olmamalarının çeşitli sebepleri vardır:

1- Osman b. Said tanınmış ve güvenilir şialradan idi. Daha öncede değindiğimiz gibi O, küçük ğaybetten önce hem İmam Hadi (a.s)’ın, hem İmam Hasan Askeri (a.s)’ın vekilleri idi. Hatta bazılarına göre İmam Cevad (a.s)’ında vekili idi. İmamlar (a.s)’ın yanında yıllarca kaldığı için şiilerin içinde önemli bir yere sahipti. Bu yüzden yalancılar Onun zamanında varlıklarını göstermediler.

2- Siyasi ve içtimai şartlar kimsenin yalan yere niplik iddia etmesine müsait değildi. Ğaybet-i Suğra’nın ilk zamanlarında Abbasiler bütün imkanlarıyla İmam Mehdi (a.s)’ı ve yaranlarını bulup, onları öldürmek istediklerinden, Osman b. Said’den başka kimse ölümü göze alamıyordu. Bu yüzden Onun bu dönemde ki naipliği büyük cihaddan sayılıyordu.

3- İmam (a.s)’ın halkla olan irtibatının naiplerinin vesilesiyle olduğu, halkın içine tam olarak yerleşmemişti. Halkın böyle bir şeye adet edebilmesi için zamanın geçmesi gerekiyordu. Bu da birinci dönemde gerçekleşiyordu. Yalancılar, halkın böyle birşeye adet edindiklerini gördüklerinde kendilerinin naip olduğu iddia etmeye başladılar.[83]

İkinci naip Osman b. Said’in döneminde İmam (a.s)’ın vekili olduklarını iddia eden yalancılar şunlardır:

1- Ebu Muhammed Hasan şerii

2- Muhammed b. Nusayr Numeyri

3- Ahmed b. Hilal Abartai

4- Ebu Tahir Muhammed b. Ali b. Bilal.

5- Ebubekr Muhammed b. Ahmed b. Osman. Ebubekr Bağdadi diye meşhurdu. Muhammed b. Osman’ın kardeşinin oğluydu.

6- Hüseyin b. Mensur Hallaç . Hüseyin b. Mansur’un yalan yere naipliğini iddia ettiği söyleniyor. Ama O sofilerdendi. Fakat Şeyhin “el -Ğaybet” adlı eserinde naklettiği mektuplar onun da naiplik iddiasında bulunduğunu göstermektedir.

Hüseyin b. Mansur’un hakkında bir çok söz vardır. Biz sadece İmam Mehdi (a.s)’a ait olanları beyan edeceğiz.

7- Şelmeğani, üçüncü naib Hüseyin b. Ruh’un zamanında yalan yere naiplik iddia edenlerdi.

Ebu Muhammed Hasan Şerii

Şeyh Tusi onun hakkında şöyle diyor: ilk olarak yalan yere Hz. Mehdi (a.s)’ın naibi oldğunu iddia eden şahıs, Şerii diye tanınan birisiydi. Alimlerden bir grup Ebu Muhammed Telakubra’dan O’da Ebu Ali Muhammed b. Hamanam’dan, şeriinin künyesinin Ebu Muhammed olduğunu naklediyorlar. Telakubra şöyle diyor: “Adının Hasan olduğu zannediyorum. O, İmam Hadi (a.s)’ın, O’ndan sonra da İmam Hasan Askeri (a.s)’ın sahabelerinden sayılıyordu.

İlk olarak Allah’ın kendisine vermediği makamı ilan eden o idi. O bu makama layıkta değildi. Allah’a ve O’nun hüccetlerine yalan söyleyen ilk O idi. Onların makamına yakışmayan şeyleri nisbet vermişti. Onlar bundan uzaktırlar. Bu yüzden şiilerde onu melun bilip, ondan uzak durdular. İmam Zaman (a.s) onu lanet eden bir mektup yazdılar. Ebu Muhammed Telakubra şöyle diyor:

“Bu akidesineden sonra ve mülhitliği açığa çıkmaya başladı. Yalncılar önce İmam (a.s)’a iftira diyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: “Biz, İmamın vekilleriyiz. “İmanları zayıf olan bazıları da onlara inanıp, alaka gösteriyorlardı. İşleri doruğa çıkıyordu. Ama sonunda çözülüp gidiyorlardı. Onlardan bazılar Şelmeğani v.b. gibidirler, Lanetullahi aleyhim ecmain.”[84]

2- Muhammed b. Nusayr Numeyri

Ebu Abbas b. Nuh şöyle diyor: “Ebu Nası Hibetullah b. Muhammed, bana, Muhammed b. Nusayr-i Numeyri’nin İmam Hasan Askeri (a.s)’ın sahabelerinden olduğunu söyledi. İmam (a.s) vefat ettikten sonra Muhammed b. Osman’ın makamına sahip olduğu iddiasında bulunup, şöyle diyordu: “Ben Hz. Mehdi (a.s)’ın naibiyim.” Ama Allah onu rezil etti. Çünkü mülhid ve cahilliği ortaya çıktı. Muhammed b. Osman’da ona lanet edip, ondan uzak durdu. Kendisini ondan gizledi. Numeri Şarii’den sonra yalan yere naiplik iddiasında bulundu.”[85]

Muhammed b. Nusayr Numeyrinin Bozuk Akidesi

Onun kafir ve ilhadi fikileri vardı. Bu fikirlerini halkın içine yaymaya çalışıyordu.

O peygamber olduğunu iddia ediyordu. Ve imam Hadi (a.s)’ın onu bu makama seçtiğini söylüyordu. Tenasuh inancına sahipti. İmam Hadi (a.s)’ın Allah’ına inanıyordu. Mahrem kadınlarla yakınlaşmayı caiz biliyordu Livatı helal etmişti. Numyeri bütün bunları tevazuyu ve  fail’in lezzet almasına sebep olacağını söylüyordu. O şöyle diyordu: Allah bunların hiç birini kullarına haram etmemiştir.[86]

Onun taraftarları, ibadetleri terkedip, haramları helal sayıyorlardı. Onlar, “Yahudilik haktır. Biz onlardan değiliz. Hırıstiyanlık haktır, biz onlardan değiliz.[87]

Numeyriyye fırkası, Muhammed Nusayr Nurmeyri’ye ait olan bir fırkadır. Onlar, İmam Hadi (a.s)’ın zamanında O’nun (a.s) İmametine inanıylardı. O’ndan (a.s) sonra yoldan çıkıp, Muhammed b. Nusayr Numeyrinin peygamber olduğunu iddia ediyorlardı. Ve İmam Hadi (a.s)’ın onu seçtiğini söylüyorlardı.[88]

3- Ahmed b. Hilal Abartai (Hilali)

Ahmed b. Hilal, birinci naibin vefatından sonra Hz. Mehdi (a.s)’ın ikinci naibi Muhammed b. Osman’ın vekaletini indar edip, yoldan çıktı. O doğru yoldan çıkmadan önce yüksek bir şahsiyeti sardı. Ama yoldan çıktıktan sonra, İmam (a.s), Hüseyin b. Ruh’un vasırasıyla onu lanetleyen bir mektup yolladı. Ve şialara, ondan uzaklaşmasını emretti.[89]

İmam (a.s)’ın üçüncü naibi Hüseyin b. Ruh, Abbası halifelerinden Muktadirin (H.K. 321’de halife idi) zinadanında, şelmeğani hakkında bazı sabubelere mektup yolladı. İmam (a.s), Ahmed b. Hilal’den de beri olduğu mektupta şöyle belirtmiştir: “Halka haber ver, biz ondan (şelmeğani) beriyiz. Nasıl ki onun benzerlerinden olan Şarili Numeyri,ltilali[90]

4- Muhammed b. Ali b. Bilal (Bilali)

Muhammed b. Osman’ın vekilliğine muhalif olanlardan bir diğeri, Ebu Muhammed b. Ali b. Bilal dir. Bilal diye meşhurdur. İmam (a.s)’ın mallarını harcamış ve onları geri vermedi. İmam Zaman (a.s)’ın vekili olduğunu iddia ediyordu.[91]

O, yoldan çıkmadan önce 10 ve 11. İmamlarla (a.s) yakın irtibatı olup, önemli vekillerden sayılıyordu. Rical alimleri onu çok övmüşlerdi. Ama bu övgülerin hepsi yoldan çıkmadan önceki zamana aitti. Ama ömrünün sonuna doğru nefsine ve şeytana uyup, geçmiş bütün amellerini hiç etti ve İmam (a.s)’ın lanet ettiği insanların arasına girdi. O, yalan yere Hz. Mehdi (a.s)’ın vekili olduğunu iddia ediyordu.[92]

5- Ebubekir Bağdadi:

Adı Muhammed b. Ahmed b. Osman’dır. İkinci naib Muhammed b. Osman’ın kardeşinin oğlu ve birinci naib Osman b. Saidin torunudur.

Amcası Muhammed b. Osman yoldan çıktığını biliyordu. Ama başkalarının haberi yoktu.[93] Bu yüzden, Muhammed b. Osman özle sahabelerle oturup, İmamlar (a.s)’ın söz ve hadisleri üzerinde birbirleriyle sohbet ettiklerinde, Ebubekir Bağdadi içeriye girdiği zaman Muhammed b. Osman çevresindekilere, “Susun, bu gelen sizin dostlarınızdan değildir” diyordu.[94]

6- Nüseyin b. Mansur Hallaç

O daha çok sofı fırkasına mensuptur. Elbette sofi alimlerinin onun hakkında çeşitli düşünceleri vardı. Bazıları onun kendi gruplarından olmayıp, teşeyyü olduğunu söyluyorlar. O, halife Muktedirin mahkemesinde sünni olduğunu, şii olmadığını itiraf etmektedir.

Şeyh Tusi gibi alimler, Onun naipliğini iddia eden yalancılardan olduğunu söylüyorlarsa, bunun anlamı onun şii olduğu ve velaketi kabul ettiği anlamında değildir. Aksine O, her fırka yada grupla onların inançlarına göre hareket ediyordu. Buyüzden şiilerin arasına geldiği zaman, onların vekalet inancından faydalanmıştır. Bu şekilde onlara nüfuz etmek istiyordu. Öyleyse, onun yalan yere naipliği iddia ettiğini kabul etsek bile, şii olduğunu kabul etmemiz gerekmiyor.

İmam-I Zman (A.S)’In İkinci Naibinin Gizli Şeylerden Haber Vermesi

Daha öncede değindiğimiz gibi, İmam Zaman (a.s)’ın ikinci naibinin döneminde (yaklaşık 562- 305 H.K. yılları arasında) bazıları İmam (a.s)’ın ğaybetini fırsat bilip kendilerini İmam (a.s)’ın naipleri olarak tanıtmışlardı. Bu şekilde içtimai bir şöhret ve makama kavuşup şiilerin İmam (a.s)’a akıttıkları malları şer’ı bir izinleri olmadan kullanmak istiyorlardı. Bu yüzden Muhammed b. Osmanın vazifelerinden biri, yalan yere naiplik iddiasında bulunanları yalanyıp, rezil etmek, kendi naipliğini ispat edip, şiilere bu konuda güven itimad vermekti. Muhammed b. Osman’ın naip olduğuna dair delillerden birisi, Hz. Mehdi (a.s)’ın inayetiyle Mektuplar ve başka yollarla ğaybi haberler vermesiydi. Böylece şiiler ona doğru yöneliyor ve güvenli bir şekilde ona yaklaşıyorlardı. Onunla işbirliği yapıp, ötekilerin yalancı olduklarında şüphe etmiyorlardı.

Burada ikinci naibin naklettiği ğaybi haberlerden birini getiriyoruz:

Ebu Cafer Muhammed b. Osman’ın kızı Ümmü Kulsum şöyle diyor: Bir gün, Kum ve çevresinden, İmam (a.s)’a verilmek üzere bir miktar malı Muhammed b. Osman’ın yanına getirmişlerdi. Onların gönderdikleri şahıs, Bağdat’a gelip, gönderilen malları Muhammed bi Osmana teslim ettikten sonra, geri gönecekleri sırada Muhammed b. Osman malları getiren şahısa şöyle dedi: “Emanetlerden birisi kaldı, onu vermedin. O nerededir?” O da: “Efendim, yanımda bir şey kalmadı, hepsini verdim.” Muhammed Osman’da “hayır vermedin. Bir şey daha var. Git yanında ne varsa ara. Ve sana ne verdiklerini düşün.” O adam da gidip bir kaç gün düşündü, eşyalarını aradı ama bir şey bulamadı. Arkadaşlarınında haberi yoktu. Muhammed b. Osman’ın yanına gelip, “Bana ne verdilerse hepsini size teslim ettim, yanımda başka bir şey yoktur,” dedi. Muhammed b. Osman ona şöyle dedi: “Buyuruyorlar (Yani İmam Zaman (a.s) buyuruyor.): Filancının oğlu filancının verdiği iki takım savaş elbise elimize ulaşmadı.”

O şahısta şöyle cevap verdi: “Evet efendim. Allah’a and olsun öyledir. Ama şu anda onları nereye bıraktığımı bilmiyorum.”

Sonra kaldığoı yere döndü. Yanında ne getirdiyse yeniden gözden geçirdi. Arkadaşlarına da eşyalarını aramalarını söyledi. Onlarda birşey bulamadı. Tekrar Muhammed b. Osman’ın yanına geldi. Olayı O’na anlattı. Muhammed b. Osman O’na şöyle dedi: “Buyuruyorlar (yani Hz. Mehdi (a.s) buyuruyorlar): “Pamuk satan Filancının oğlu filanın yanıa git. Çünkü onun pamuk anbarına iki koli pamuk götürmüştün. Onlardan birinin üzerine şöyle şöyle yazanı aç. İki takım elbisenin orada olacağını göreceksin.” O adam, Muhammed b. Osman’ın sözlerine çok şaşırmıştı. Hemen sözü edilen yere gitti ve kolilerden işaretli olanı açtı. Pamukların içinde saklı olan elbiseler buludu. Onları alıp, Muhammed b. Osman’ın yanına götürdü. Ve O’na teslim edip şöyle dedi: “Onları tamamen unutmuştum; çünkü kolileri bağladığımda saklı kalsınlar diye pamukların içine koydum.”

Muhammed b. Osman’in Nakletiği Hadisler

O’nun niyabet süresi uzun olduğu için Hz. Mehdi (a.s)’ın doğumunda ğaybetine kadar olan döneme ait bazı gerçekleri beyan edebilmişti. İmam Medi (a.s)’ın hakkında ve daha başka konularda O’ndan (a.s) hadisler nakletmiştir. Onlardan bazılarını aşağıda getiriyoruz. Bu hadislerden, Muhammed b. Osman’ın hassas konumu e ağır vazifesi açıkca anlaşılmaktadır.

A) İkinci Naibin Mehdi (A.S)’In Doğumuyla İlgili Hadisleri  Nakletmesi

1) Kıyas b. Esed şöyle diyor: Muhammed b. Osman’ın (a.s) yanında idim. O şöyle diyordu. Hz. Mehdi (a.s) dünyaya geldiği zaman başının üstünden bir nur göğe yükseldi. Sonra yüzünü yere koyup, Allah’a secde etti. Daha sonra başını kaldırıp şöyle buyurdu: “Allah kesin olarak bildirdiki kendisinden başka ilah yoktur. Meleklerle, bilgi sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler. O üstün Tanrı’dan, o hüküm ve hikmet sahibinden başka tapacak yoktur. Allah katında din, ancak islam dinidir.”[95] Sonra Muhammed b. Osman şöyle ekledi: “Hz. Mehdi (a.s) cuma günü dünyaya geldi.”[96]

B) İmam Mehdi(A.S)’ın Adının Söylenmesinin Haram Olduğu Hususunda Hadisler

1- Muhammed b. Hammam şöyle diyor: Muhammed b. Osman Amri (r.a)’ın şöyle dediğini işittim. İmam (a.s)’ın kendi hattıyla ki ben hattını tanıyordum -bir mektup geldi (Yani Hz. Mehdi (a.s) onu  yazmışlardı). O mektupta şöyle yazılıydı: “Kim bir toplulukta benim adımı söylerse, Allah’ın laneti onun üzerine olsuln.” Ebu Ali Muhammed b. Hammam şöyle diyor: İmam (a.s)’a ne zaman zuhur edeceği hakkında bir mektup yazdım. Şöyle bir cevap geldi: “Zuhur için vakit tayin edenler yalancılardırlar.”[97]

2- Ali b. Sadaka-i Kummi şöyle diyor: Muhammed b. Osman birşey sormadan bir mektup (Hz. Mehdi (a.s) tarafından ) geldi. İmam (a.s)’ın ismini soranları aydınlatmak için bir cevaptı, bu: (o mektupta şöyle yazılı idi:) “İsim konusunda ya susacak ve cenneti kazanacklar, ya da konuşup, cehennemi hakkedeckler.” Çünkü İmam (a.s)’ın ismini soranlar onu öğrenip, yayacaklar. Böylece (yayıldığında) O’nun yerinide bilecek ve düşmanların dikkatini oraya çekecekler.”[98]

Bu mektupta, İmam (a.s)’ın isminin söylenmesinin haram olmasının sebebi beyan edilmiştir. Bu sebepten şu anlaşılmaktadır: İmam (a.s) ‘ın adının söylenmesinin haram olması, belli bir zaman ve dönem içindir. Bu dönem, İmam (a.s)’ın ismi yayıldığında, düşmanın takibine sebep olacak ve O’na (a.s) zarar verilecek olan dönem ve zamandır. Ve o dönem, küçük ğaybet dönemidir.

C) Muhammed b. Osmanı’ın İmam Mehdi (A.S)’La Görüşmeleri

Muhammed b. Osman’dan nakledilen bazı hadisler, onun İmam (a.s)’ı hatta İmam(a.s) çocukken bile gördüğünü İmameti dönemindede görüşmeleri oduğunu göstermektedirler. O hadislerden bazılarını aşağıda getiriyoruz:

1- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Muhammed b. Osman Amri (a.s) ‘e şöyle dedim: “Ben, sizden, Hz. İbrahim (a.s)’ın, Allah-u Teala’dan sorduğu soruyu sormak istiyorum. “An o zamanı da, hani İbrahim, rabbim demişti, ölüyü nasıl diriltirsin? Allah, inanmıyormusun demişti de İbrahim, evet, inanıyorum ama kalbim yatışsın, yakine ulaşsın demişti.”[99] Bana söyleyin Hz. Mehdi (a.s) gördünüz mü. Muhammed b. Osman’da “evet” diye cevap verdi.

2- Cafer b. Muhammed b. Malik Fezzari şöyle diyor: Muaviye b. Hakim, Muhammed b. Eyyub, b. Nuh ve Muhammed b. Osman (r.a) hepsi bana şöyle dediler: İmam Hasan Askeri (a.s) oğlunu ki kırk kişiydik, evinde bize gösterip şöyle buyurdu: “Ben de sonra bu İmamınız ve aranızda benim halifemdir. Ona itaat edin. Benden sonra dininiz konusunda ayrılığa düşmeyin. Yoksa helakete uğrarsınız. Bilin bugünlerden sonra artık onu görmeyeceksiniz.”[100] Biz İmam Hasan Askeri (a.s) ‘ın huzurundan ayrıldık ve birkaç gün sonra dünyadan göçtüler.[101]

3- Abdullah b. Cafer Himeyeri şöyle diyor! “ Muhammed b. Osman Amri (r.a) ‘ın şöyle dediğini işittim. “Andolsun Allah’a İmam Mehdi (a.s) her yıl hac zamanında Mekke’ye gelmektedir. O halkı görüyor ve tanıyor. Halkta onu görüyor ama tanımıyorlar:”

4- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Muhammed b. Osmandan şöyle sordum: “İmam Mehdi (a.s)’ı gördün mü?” O da şöyle cevap verdi. “Evet, son olarak Allah’ın evinde (Mescid-ul Haram)’da gördüm. İmam şöyle buyuruyordu: “Allah’ın bana vaadettiği şey gerçektir.”[102]

5- Muhammed b. Osman şöyle diyor: “O Bab-ul Müstecar”da Kabe’nin perdesini tutmuş ve şöyle buyuruyor halde gördüm: “Allah’ım benim vesilemle düşmanlarından [103] intikam al.”[104]

Duay-ı Sumat’ı Muhammed b. Osman nakletmiştir. Bu duayı Cuma günleri akşama yakın saatlerde okumak müstahaptır. Merhum Şeyh Abbas Kummi şöyle yazıyor: “Duay-ı Şebbur diye tanınan duay-ı Sumat’ı cuma günlerinin akşama yakın saatlerinde okumak müstehaptır. Bu meşhur dualrdandır. Geçmiş alimler bu duaya çok önem vermişlerdir. Şeyh Tusi “Mısbah”ta, Seyyid b. Tavus “Cemal-ul Usbu”da ve Kefaı-ni çeşitli kitaplarında muteber senetlerle Muhammed b. Osman Amri (r.a)’ten, İmam Bakır (a.s)’dan ve İmam Cafer-i Sadık (a.s)’dan nakletmişlerdir. Allame Meclisi bu duayı Bihar-ul Envar’da[105] açıklamalı bir şekilde nakletmiştir.”[106]

Muhammed b. Osmanın (R.A) Çalışma Metodu.

“B” ve “C” gruplarında naklettiğimiz hadislerden şu anlaşılmaktadır: Muhammed b. Osman şiilerin yönlendirilmesinde ve teşeyyü mezhebinin rehberliğinde bir özel metoda sahipti.

Bu hadisler, O’nun fikirlerini iki cephede odaklaştırdığını göstermektedir. Bir taraftan vekiller ve şiilerin eminleriyle irtibatta geçip, İmam (a.s)’ın toplumdaki varlığını ve İmam Hasan Asker (a.s)’ın halifesi olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. Bu metod, O’nun İmam (a.s)’la olan görüşmelerini konu edinen rivayetlerden anlaşılmaktadır. O, çeşitli yer ve zamanlarda, güvenilir şiilere İmam (a.s)’ı defalarca gördüğünü sölüyordu. Bazı zamanlarda ise İmam (a.s)’a ait bazı alametleri O’nun (a.s) bulunduğu yerleri söylüyordu. Böylece zihinlerde olan bazı şüpheleri gidermiş oluyordu. Öte zamanın özel şartlarını nazara alarak İmam Mehdi’ (a.s)’ın adını söylememelerini istiyordu. Vekillerine defalarca İmam Mehdi (a.s)’ın adını söylememelerini öğütlemişti. Çünkü Abbasiler, 11. İmam (a.s)’ın halifesi olamadığını zannediyorlardı. bu zanlarında da kalmalıydılar. Bunun faydası şuydu: Abbasiler, şiilerin rehberi yok biliyorlardı ve şiilerin rehbersiz kıyam etmeyeceğine inanıyorlardı. Böylece şiilere zulüm tehlikesinden korumuş oldu. etmekten el çekecek ve onları katletmeye gerek duymayacaklardı.

İkinci Naib’in Vefati.

Ebu Cafer Muhammed b. Osman H.K 305 yılında Camadi-ul Ahir ayının son gününde vefat etti. Naiplik süresi yaklaşık 40 yıl sürdü. O, Ölmeden iki ay önce vefatını haber vermişti. Kabri, Kufe yolunun başında, yaşadığı evin mahallesinde, annesinin kabrinin yanındadır.[107]

Ebûl Kasım Hüseyin b. Ruh Nûbaht-i

“Dört vekillerden biri olan” üçüncü özel vekil Hüseyin b. Ruh-i Nubahtî dir. O Bağdat şiâları arasında özel bir şöhrete sahip idi ve Muhammet b. Osman-ı Emrin’in güvenip itimat etmiş oldğu şahıslardan biriydi.

Muhammed b. Osman Ölümünden iki üç yıl önce, bazı şiaları Hüseyin b. Ruh-ı Nûbaht’ıya muracat ettirerek imam hakkı olan malları ve başka diyer malları ona götürmelerini istedi. Böylece onun imamı zaman (a.s) tarafından vekillk etmesi ortamını hazırlıyordu. ve her kim bu konuda şüpheye düşecek olursa onlara özellikle vurgulamaktaydı ki bu emir İmamı Zaman (a.s) tarafından verilmiştir.

Başka rivayetlerden anlaşılan ki Muhammet b. Osman, İmamı Zaman (a.s)’in emriyle ölümünden iki veya üç yıl önce, Hüseyin b. Ruh-u kendisinin vekili olarak şilara tanıtmıştı. bu konunun oldukça önemle vurgulandığı rivayetlerden muşahide edilmektedir.

Bu özel vurgulamaların sebebi çok açıktır; çünkü Hüseyin b. Ruh hakkında İmam (a.s)’lar tarafından onun güvenirliğini emin biri olduğu ve vekilliği hakkında deliller belirtilmemişti öte yandan Bağdat vekilleri arasında öyle şahıslar vardı ki dış görünüşte Muhammet İb’ni Osman’ın onlarla irtibatı daha bir fazla göze çarpmaktaydı. Bu sebeple şiaların bir çoğu Hüseyin b. Ruh’un vekilliğe seçilebileceğini tasavuur etmiyorlardı.

Onun hakkında zihinlerde bulunan şüphelerin silinmesi için, ikinci vekil onun imamı, zaman (a.s) tarafından vekilliğe seçilmiş olduğununu her fırsattan istifade ederek açıklamaya çalışıyordu. Bu konuyu daha bir güzel şekilde açıklayan hadislere deyinmek istiyoruz:

Ahmet b. ve Abdullah b. İbrahim Nûbaht evlatlarından bir kurup şöyle nakletmekteler:[108]“Muhammet b. Osman’ın ihtizarı sırasında şianın  bazı tanınmış şahsiyetleri: Ebu Ali b. Hâman, Ebu Abdullah b. Muhammet Katib, Ebu Abdullar Baptani, Ebu sehl İsmail b. Ali Nubhti ve Ebu Abdullah b. Vicna v.b toplanarak  hep birlikte Muhammet b. Osmanın yanına giderek şöyle sordular: Eğer sizin baaşınza bir şey gelecek olursa sizden sonra vekiliniz kimdir? Muhammed b. Osman: Benden sonra şu Hüseyin b. Ruh bin Ebi Behri benim vekilim ve sizinle imam-ı zaman arasında o hazretin güvenip, emin ve itimat ettiği bir vekildir. Sizler meselelerinizde ona muracât ediniz ve önemli işlerinizde ona güveniniz. Ben görevli olduğum memurrietimi ona devr ediyorum.”

3) Ebu Ali Muhammet bin Hemam şöyle rivayet etmekte: “Muhammed bin Osman” -Allah ondan razı olsun- ölümünden önce şianin ileri gelen büyüklerini toplayarak şöyle dedi: Eğer benim ölüm hadisem gerçekleşecek olursa, Benim vekilim Hüseyin bin Ruh Nubehtı dir. Ben onu kendi yerime tain etmekle görevlendirildim; sizlerde ona muracat ederek işlerinizde ona güveniniz. (El gıybe 371. sayfa 341. Hadis- Biharul envar 51. cilt 355. sayfa) 4)

Cafer bin Muteyyil şöyle belirtmekte:

“Muhammed bin Osman’ın -Allah ondan razı olsun- ölümü esnasında onun baş ucunda oturmuştum ve onunla konuşarak soru sormaktaydım Hüseyin bin Ruh ise onun ayak tarafında oturmaktaydı; O esnada Muhammed bin Osman bana dönerek şöyle buyurdu: Vasiyetlerimi Hüseyin bin Ruha etmekle görevliyim. Bu sözden sonra ben yerimden kalkarak Ebul Kasım Hüseyin bin Ruh un elinden tutarak kendi yerime oturttum ve kendim ayak tarafına geçtim.

Hüseyin Bin Ruhun Onaylanmasinda İmamı Zaman Tarafindan Verilen İlk Reman

(El geybe 372. sayfa- 314. Hadis)

Ebul Abbas bin Nuh şöyle belirtmektedir: Abuazdan Muhammed bin nefsin hattıyla şöyle yazılmış olduğunu gördüm. O mukaddes şahs (İmamı zaman) tarafından Hüseyin bin Ruh hakkında belirtilen ilk ferman şu şekildeydi: biz onu (Hüseyin bin Ruh) tanımaktayız yüce Allah tüm iyilikleri ve Rızayetini ona tanıttırsın ve Onu kendi yardımıyla saadete eriştirsin, onun amelinden haberimiz vardır o her yönüyle bizim güvenip, emin bildiğimizdir. Onun bizim yanımızda makam ve derecesi vardır ki onu sadetmend etmektedir. Allah nimet ve ihsanını daha bir fazlalaştırsın…

bu emir ve nizane şavval Ayının altısında pazar günü 305 yılında verilmiştir. Bu yazılı emirden anlaşılmaktadır ki takriben ilk dört ayda Hüseyin bin Ruh un imamı zamanla (a.s) yazılı irtibatları var idi.

Hüseyin Bin Ruhun İmamı Zamanın (A.S) Vekili Olarak Göreve Başlaması

Ebu ceferi Emrinin ölümünden ve onun vasiyeti üzerine Hüseyin Bin Ruhun imamı zaman (a.s)’ın vekili olarak seçilmesinden sonra, Ebul Kasım Hüseyin bin Ruh Bağdatta bulunan “Darul Niyabe” (vekil evine) gelerek resemen göreve geçince şianın ileri gelen şahsiyetleri onun etrafına toplandılar. Ebu ceferin hizmetçisi olan “zekaî” Ebu ceferin Asası ve sandığının kilidi elinde olduğu halde gelerek dedi: Ebu cefer bana emrederek ded; beni toprağa verdikten ve Ebul Kasım benim yerime geçtikten sonra bu eşyaları ve içerisinde imam (a.s)’ların möhürü olan bu sandığı ona teslim et. Hüseyin bin Ruh akşama doğru yanında olan toplulukla birlikte “Darul Niyabet’ten” ayrılarak hep birlikte Ebu cefer Muhammed bin Ali şelmağani’nin evine gittiler (1)

Hüseyin bin Ruh Bağdata ki on vekili ve diğer şehirlerde bulunan diyer vekilleri ile imam-ı zaman (a.s)’ın vekilliği vazıfesine başladı. Mantıklı ve akıllı bir program ile dost düşman arasında kendisini çok güzel bir şekilde kabul ettirdi. Nubahti Ailesine yakınlığından ve onların Abbasiler yönetiminde güç ve Adamlarının olmasından ve diğer taraftan şiiliğe eğlimli ve şialardan yana olan, Fırat hanedanının bir çoğunun devlet kademesinde olamsından dolayı ilk etaplarda devlet englellemeleriyle karşılaşmadı. Öte yandan Muhamed bin Osman ölmeden önce onun kendisinden sonra vekil olduğunu bir çok yerde ısrarla belirtmesinden dolayı tüm şialar onun vekilliği hakkında en küçük terdide kapılmadılar. Bundan dolayıdır ki onun zamanında yalan yere vekillik iddasında bulunanlara -Şelmağaniden hariç- çok çok az raslamaktayız. Eğer olmuş olsalar dahi biraz düşündükten sonra Hüseyin bin Ruh’un vekilliğini inkar etmekten el çekmekteydiler.

Hüseyin bin Ruh’un kendisine ait görevlileri vardı ki onların yardımıyla millet ve islam ülkelerinde bulunanlarla irtibatını sağlıyorlardı. Ahvazda onun milletle irtibatını sağlayan Muhammed bin Nefisti ki  Hüseyin bin Ruhûn zamanında imam-ı zamanın ilk fermanı onun tarafından yayınlanmıştı. Hüseyin bin Ali ve Cenna Nusebin de çalışmaktaydıler. Mısırda da görevli elamanları vardı. Azarbaycanda Kasım bin Alaî ve onun yardımıcısı Ebu  Muhammed imran sonra oğlu Hasan Ali- î Hicder ve ondan sonra oğlu Hasan, Ebu Kasımın vekilleri oldular ve 312 yılına kadar Reyde Muhammed bin ceferi Esedi Razi ve Beleğ de Muhammed bin Hasan sirefi milletle Hüseyin bin Ruh arasında irtibat sağlamadaydılar.(1)[109]

Hüseyin Bin Ruh’un Siyasi Yaşantısından Bölümler

Önceden de belirmiş olduğumuz gibi Hüseyin bin Ruhun, “Nubahtı” hanedanına mensub olmasından dolayı “Müktadir” zamanında (295- 320) Abbesi yönetiminde özel bir saygılığına sahip idi hatta onun kendisi bir zamanlar halifenin özel veznadarıydı.[110]

Onun Abbasi yönetimiyle olan irtibatı öyle bir şekildeydi ki vezirlerin deyişmesine göre deyişmekteydi. Halifenin şahsen onunla bir ihtilafı yok idi zira asıl kudret vezirlerin elindeydi.[111] Halifenin kendisi pek önemsenecek bir güce sahip değildi. Özellikle “Müktedir”in hilafeti döneminde, Müktedir küçük yaşta hilafete yetişmiş olduğu için son kararı ya etrafında olanlar veya vezirler vermekteydiler. bu nedenle vezirlerin değişmesiyle siyasi ortamda değişmekteydi ve önceki irtibat bozulup gitmekteydi ve ikinci bir siyaset uygulanmaya başlanıyordu bu sebeple Hüseyin bin Ruhun siyasi yaşantısıda değişmekteydi, öyle ki bazen açık bir halde faliyet etmekteydi, bazı zamanlar ise gizli bir şekilde yaşamaktaydı ve bazı zamanlar ise müktedirin zindanına düşmekteydi. Sevinilecek bir durumdur ki şia ve sünni’nin tarih yazarları onun yaşantısını kaleme almışlar, bunun aksine birinci ve ikinci vekillerin yaşantıları tarihte kaleme alınmamıştır.

Merhum ikbal bu konuda şöyle buyurmaktadır:

Hüseyin bin Ruh vekilliğe seçildiği günden itibaren, Hamit bin Abbasın[112] vezirliğine kadar tam bir saygınlıkla ile Bağdatta yaşamaktaydı ve onun evi Amirlerin, şahsiyetli şahısların ve Azledilmiş vezirlerin gidip geldiği bir yerd idi.[113]

Önceden de belirtmiş olduğumuz gibi, Fırat hanedanı onun şahsına ve görüşüne ihtiram gösterdikleri için ve imamın mezhebinin takipçileri sayıldıkları için bu hanedan iş başında bulundukları muddet içerisinde, hiç bir kimse Hüseyin bin Ruhu ve Ashabını rahatsız etmiyorlardı ve şialar ona vermekle görevli oldukları malları her yandan ona getirmekteydiler. Ama Fırat hanedanının Hamit bin Abbas ve onun adamları tarafından görevden alındı ve bu hanedanının Mallarını,  kölelerini ellerinden almaya başladılar bu sırada Hüseyin bin Ruh oldukça zor anlar yaşadı bu konuyu tamamıyla tefsilatlı açıklayan bir senet elimize ulaşmamıştır. Kesin olarak belirtmek gerkirse İmamın üçüncü vekilinin bu tarihten itibaren 317 yılına yanı hapısten çıkana kadarki yaşanıtısı tarihte açıklanmamıştır. Tarihçilerin belirtmiş olduklarından üç nokta çıkarmak mümkündür:

1- Hüseyin bin Ruh, Devlet mahkemesinin ondan belli bir mal istemesinden dolayı 312 yılında Hapise düştü onun hapıse düşme yılını yani 312. Seneyi iki yoldan elde etmek mümkündür:

a) Şia alimlerinin rivayetleri şahitlik etmektedir ki Hüseyin bin Ruh 312. yılının zi hecce Ayın Halife müktedirin yöntemi esnasında hapiste bulunum aktaydı[114]

b) O hapiste beş yıl kaldı[115] 317. yılının Muharrem ayında hapisten çıktı[116] 317’den beş yıl çıkarılınca 312 yılı çıkan netice olmaktadır.

2- Hüseyin bin Ruh bir sure gizli şekilde yaşadı. O bu müddet zarfında ibnul Ezagır lakabıyla meşhur olmuş olan Ebu Cefer bin Ali şelmağani yi kendi yerine vekil olarak atadı. Şelmağani onunla şiaları arasında vasıta ve elçi durumundaydı.[117] Anlaşılan onun gizli şekilde yaşaması hapise düşmeden önce başlamış çünkü bu tarihten önce şelmağanı gerçek akıde üzerinde bulunmaktaydı ve o zamana kadar imamet yolunun tersine gidip peygamberlik iddasında bulunmamıştı onun doğru yoldan sapması 312 yıllarına denk gelmektedir ve aynı şekilde 312. yılın zihacce ayında Hüseyin bin Ruh onun lanetli biri olduğunu ilan etmiştir. [118]

Hüseyin bin Ruh hapisten kurutulduktan sonra, Bağdata eskiden  oluğu gibi izzet ve ihtiram ile şiaların işlerini hal etmkle meşgul olmaktaydı[119] ve imamiye olanlar ellerinde bulunan malları ona götürmekteydiler ve aynı şekilde Nubahti ailesine mensup olan bir kaç kişi örneğin Ebu Yakup İshak bin İsmail (vefat 322 yılında) ve Ebul Hüseyin Eli bin Abbas (244- 324) ve Ebu Abdullah Hüseyin bin Ali Nubahtı (vefat 326) Halifelik ve Askeri çevrede önemli makamlar elde etmişlerdir. Bu yüzden hiç kimse Ebul Kasım Hüseyin bin Ruhu zorluğa düşürecek sorunlar çıkaramıyordu aksine bu tarihlerde onun evi Bağdatın zengin şahıslarının, saray adamlarının ve eski vezirlerin gidip geldiği bir yer durumundaydı. Hatta onların bazıları Halifenin ve vezirlerin yanında işlerini yürütebilmek amacıyla Hüseyin bin Ruhtan yardım istemekteydiler.

Örneğin Ebu Ali bin Mûgle (b. Mugale 316- 318 h-k yıllarında Müktedir’in veziri idi.) 325 yılında ondan yardım diledi. Hüseyin bin Ruh ise onun işini hal etmek amacıyla, b. Raib’ın veziri olan Ebu Abdullah Hüseyin bin Ali Nûbahtî, ile sohbet etti ve Abdullah onu Raîb’ın yanına hakim olarak kabul ettirdi. (Bu konu ıhbar-ur Razi Billah ve Al Muttaki lillahi min Kitabul Evrag 87. sayfada nakl olunmuştur.)

Hüseyin Bin Ruh’un İlmi Makamı

İlk asrın tarihçılerinin ve ikinci Asrın hadıs alimlerinin açıklamalarına göre Hüseyin bin Ruh Asrının dahisi ve dost düşman arasında en bilgili şahıslardan sayılmaktaydı. Onun vekillik zamanlarında yapmış olduğu ilmi tartışma ve başkaları tarafından sorulan sorulara güzel bir şekilde cevab vermesi o büyük şahsiyetin ilim derecesinin yüceliğini Tastiklemektedir. Rivayet yönünden onun ilmi boyutunu ele alıp açıklayan bazı hadisleri nakl etmek istiyoruz.

1- Muhammed bin ibrahim bin ishak-ı Talıgani (Allah ona rahmet etsin) şöyle yazmaktadır: Ben Şeyh Ebul Kasım Hüseyin bin Ruh (r.a)in yanında, Aralarında Ali bin İsa Kasri’nin de bulunduğu bir camaatla birlikte oturmuştuk ki bir şahıs kalkarak Hüseyin bin Ruh’a hitaben:

Sizden bir konu hakkında soru sormak istiyorum dedi.

Hüseyin bin Ruh istediğini sor dedi.

O şahıs: Acaba imam Hüseyin (a.s) Allah’ın velisi miydi? Diye sordu.

Hüseyin bin Ruh: Evet dedi.

O şahıs: Acaba Allah’ın düşmanını dostuna musallat etmesi doğrumudur? diye sorunca Hüseyin bin Ruh şöyle cevap verdi: Sana söyleyeceklerimi  dikkatle dinleyerek aklına yerleştirmeye bak! Bunu bil ki yüce Allah (c.c) milletle açık bir şekilde sohbet edip karşı karşıya konuşmaz. Onların cinsinden aynen onlar gibi beşer olan peygamberleri onlara gönderir. Bunlar da örtülü bir şekilde Allah’tan direktif alırlar. Peygamberlerin insanlardan beşeriyet açısından hiçbir farkları yoktur. Onlar da insanlar gibi yemek yemekyerler, pazarda yürürler… Ardından şöyle söylediler: Sizler de bizim gibi beşersiniz. Sizlerden bir şey kabul etmeyiz, o nedenle öyle bir şey getirin ki biz onu yapmaktan aciz olalım ve böylece anlayalım ki siz bizlerden ayrı özel bir şey görmektesiniz ki, bu şey bizim kudretimizin dışında bulunmaktadır. Yüce Allah (c.c) da milletin yapmasından aciz olduğu mucizeyi onlara gösterdi. Onlardan biri (Hz. Nuh (a.s)) mücizesini tufan ile gösterdi ki kavmi uyarıp korkuttuktan sonra ve mazeretlerini ortadan götürdükten sonra gerçekleşmiştir. Bu vesile ile hakka baş kaldıranlar sulara boğuldu. Diğeriyse; (Hz. İbrahim (a.s)) ateşe atıldı ama, ateş ona soğuk ve rahat bir yer oldu. Bir başkası ise; (Hz. Salih (a.s)) sert kayadan bir dişi deve çıkardı ki memelerinden süt akmaktaydı. Bir diğeri ise; (Hz. Musa (a.s) Allah’ın izniyle denizi parçalayıp taştan çeşmeler akıttı ve kuru ağaç olan asasını canavara dönüştürdü ve  böylece asası sihirbazların tüm sihirlerini yuttu. Bir diğeri (Hz. İsa (a.s)) kör olarak dünyaya geleni ve pislik hastalığına muptela olanı iyileştirdi ve ölüyü diriltti. Millete evlerinde yemiş olduğu şeylerden stok edip depoladığı şeylerden haber vermekteydi. Onların sonuncusu ise; (Peygamberi Ekrem (s.a.a) ayı ikiye böldü. Hayvanlar, örneğin deve, kurt v.b onunla sohbet etmekteydiler.

Peygamberler böyle mucizeler getirdiler ve millet bu mucizeler karşısında aciz kaldı. Yüce Allah (c.c) lütuf ve hikmetiyle şunu öyle muhadder kılmıştı ki, peygamberlerini, böyle mucize ve kudretlere sahip olmalarına rağmen bazen gaip bazen de mağlup etmekteydi. Öyle ki bazı yerlerde zafere ulaşır, bazı yerlerde ise yenilgiye uğrarlardı. Eğer yüce Allah (c.c) her zaman onları zafere ulaştırıp yenilgiye uğratarak imtahan etmeyecek olsaydı millet onları  ilah edineceklerdi ve onların belalar, imtahanlar ve sabırlar karşısındaki makam ve dereceleri belli olmazdı.

Bu sebeple yüce Allah (c.c) bu hususta onları da diğer beşerler gibi karar kılmıştır ki, imtahan ve deneme anlarında başarılı olduklarını gösterebilsinler ve düşmanlarına karşı kazanmış oldukları üstünlük ve zaferlerde şükredenlerden  olsunlar, her hallerinde tevazu etsinler, itaatsizlik ve zulmedenlerden olmasın. Böylece kulları bilsinler ki onları yaradan bir Allah vardır, işlerinin konturolu o’nun elindedir. Dahası o’na ibadet edip tapsınlar ve göndermiş olduklarına itaat etsinler. Bu vesileyle hadlerini aşarak peygamberlik ve ilahlık iddia edenler için veya inat edip Allah’ın emrini görmezlikten gelerek günaha koşanlar, melekler ve Allah’ın peygamberlerinin onun tarafından getirmiş oldukları dini inkar edenler için hüccet tamamlanıp, bahane yolları kapansın ve sonuçta iyiyle kötü ortaya çıkmış olsun.

“… Fakat helak olanın, apaçık bir delil görerek helak olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir.” (Enfal süresi 42. Ayet) Muhammed bin İshak – Allah ondan razı olsun- şöyle söylemektedir: “O günden bir gün sonra Ebul Kasım Hüseyin bin Ruhun hizmetine gittim; içimden kendi kendime: “Acaba o, dün söylediklerini kendisinden mi söylüyordu?” diyordum. O esnada Hüseyin bin Ruh’un bana hitaben: “Ey Muhammet bin ibrahim! Ben gökten düşerek uçan kuşların yemi olmayı veya parçalayıcı rüzgârlara maruz kalmayı Allah dinin hakkında bir şeyi kendi nazarıma göre söylemeye tercih ederim! Bu mesele başka bir yerden kaynaklanmaktadır, Allah’ın Hücceti olan İmam-ı Zaman’dan işittim.” (El Gaybeh 324- sayfa 293. hadis – İsbatul Hidayet 1. cilt 117. sayfa, 168 hadis Kemalu Din 2. cilt 507. sayfa 37. Hadis.) (el Gaybeh 388. sayfa 353. Hadis)

Kelâm ilmi dalında “Türk Herui” olarak tanınmış olan alimlerden biri, Hüseyin bin Ruh’tan şöyle sordu: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ın kaç tane kızı vardır? Hüseyin bin Ruh: “dört tane” diye cevap verdi:

-Bunlardan hangisi daha faziletliydi?

-Fatıma (a.s)

Niçin o; kızların en küçüğü olması, dolayısıyla peygamberle irtibatı az olmasına rağmen niçin o daha faziletliydi?

– Hüseyin bin Ruh: Fatıma (a.s)’ın daha faziletli olmasının sebebi onun iki özelliğinden dolayı idi ki o özellikler onu üstün kılmaktaydı. Onlardan birincisi Peygamber Ekrem (s.a)’den miras alması. İkincisi ise peygamberi Ekrem (s.a.a)’in soyunun Fatıma (a.s)’dan devam etmiş olmasıdır. Yüce Allah’ın bunu ona vermesinin sebebi Fatıma (a.s)’ın ne kadar halis ve temiz olduğunu bilmesindendir. Türk Hervi şöyle belirtmektedir: Bu konuyu Hüseyin bin Ruh gibi özet ve açık bir şekilde açıklayan kimse görmedim.”

Hüseyin Bin Ruhun Keşif Ve Kerametleri

Vekillerin faaliyet ve çalışmalarından biri de şiaların vekillikleri hakkındaki şek ve şüphe tozunu onların zihinlerinden temizlemeleri meselesiydi. Bu da bazı sırları ve alametleri açıklamak veya Müracatta bulunanlara delil istedikleri zaman, imamı zaman (a.s)’ tarafından açık deliller göstermekten başka bir yolla gerçekleşmesi mümkün değildi ve üçüncü vekil olan Hüseyin bin Ruh’ta bu konuda istisna edilmez. Zira bu konuya değinen güvenilir kaynaklardan, nakl edilen ve üçüncü vekilin ve imamı zaman (a.s)’ın şialarla olan irtibatlarını sergileyen eğitici gerçek olaylar vardır ki bir kaçını burada nakl etmekle yetineceğiz?

1- Hüseyin bin Ali bin Babevey (Şeyh Saduk’un kardeşi) şöyle nakl etmektedir: Karamitelerin (ismailiye’nin bir fırkasıdır) (311 H-P) yılında ziyarete gitmekte olan Hacılara hucum ettikleri yılı Hemşehrilerimden (Kumdan) olan bir kısım insanlar bana şöyle nakl ettikler: Babam (Ali bin Babevey) (Allah ondan razı olsun) Ebul Kasım Hüseyin bin Ruha bir mektup yazarak imamı zaman (a.s) in huzurundan Hacca gitmek amacıyla ona izin almasını istedi. O Hazret tarafından şöyle emir geldi: Bu yıl gitme! Babam ikinci bir mektup yazarak haccının vacib olduğun halde ertleyebilirmiyiz diye ? sordu. Cevabı geldi: Eğer gitme mecburiyuetinde isen en sonda giden karvanla git.

Çünkü babam en son Kervanla gittiği için hucuma maruz kalmadı ama diyer karvanlarda bulunanların tümü öldürüldüler. (El ğeybe 270. hadis Biharul envar 51. cilt 293. sayfa 1. Hadis)

2- Ebu Cefer Muhammed bin Ali ul Esvet (r.a) şöyle nakl etmektedir: “Muhammed bin Osmanı Emrinin (r.a) ölümünden sonra Ali bin Hüseyin bin musa Babavey (şıh saduğun babası) benden Ebul Kasım Ruhi den İmamı Zaman (a.s)in ona (Ali bin babeveye) dua etmesini rica istedi ki yüce Allah ona bir rica ettim, o ise İmamı Zaman (a.s)in hizmetine beyan etti. Üç gün sonra bana haber verdi ki imamı zaman (a.s)in Ali bin Babeveye dua ettiğini ve kısa zamanda Yüce Allah ona bir erekek çocuk vererek onun sebebiyle millete manfatlar vereceğini ve ondan sonra başka evlatların geleceğinide buyurdu. Ebu Cefer Muhammet bin Esved şöyle belirtmekte: Hüseyin bin Ruhtan o hazeretin benim hakkımda da böyle bir duada bulumasını istedim ama o benim ricamı kabul etmeyerek şöyle buyurdu: Bu isteyin mümkün deyildir. Bu olaydan sonra aynı yıl içerindinde Ali bin Babevey in oğlu Muhammet (şıh saduk) ve ondan sonra ise diyer evlatları dünyaya geldi ama bana evlat nasib olmadı. Şıh Saduk Ebu cefer bin Babavey şöyle belirtmekte: “Ebu cefer muhammd bin ali Esued (r.a) her vakt benim Muhammet bin Hesen bin Ahmet bin velidin ders toplantılarına gittiğimi ve ilmi kitapları okumaya karşı aşırı alakam gördüğü zaman şöyle söylemekteydi. Senin ilme karşı böyle büyük bir alakan olması şaşılacak bir yer deyildir zira sen imamı zaman (Allah zuhurunu tez etsin) in duysıyla dünyaya gelmişsin”. [120]

3- “Ebu Ali Bağdadı” olarak tanınan Hüseyin bin Ali bin Muhammed Kûmm-î şöyle belirtmekte: “b. cavşir” olarak meşhur olan bir şahıs Buhara, şehrinde bana o sıkke altın vererek onu Bağdata şıh Ebul Kasım Hüseyin bin Ruha (r.a) mrememi söyledi, bende onları alarak yala koyuldum “Amvveye”[121] yetiştiğim zaman bilmeyerek onlardan birini kayıp ettim Bağdata ulaştığım zaman onları teslim etmek amacıyla çıkardımda onlardan birinin kayıp olduğunu fark ettim o nedenle gidip aynı ağırlıkta bir altın sıkke alıp tümünü Hüseyin bin Buhun önüne bıraktım. Hüseyin bin Ruh eliyle benim Aldığım Altın sıkkeyi gösererek şöyle buyrdu: O kendi aldığını götür; Zira kayıp etmiş olduğunu o sıke bize ulaştı, işte şurada sonra onu çıkararak bana gösterdi gördüm ki gerçekten de benim yolda kayıp etttiğim altın sıkkesidir.

4- Ebu Abbas bin Nuh, Ebu Abdullah Hüseyin bin surreyi Kummi den şöyle rivayet etmektedir: “(sgrur) siminde süslenmi abid birini Ahvazdan gördüm ama nereli olduğunu unuttum. O şöyle söylemkteydi: Ben lalı idim hiç konuşamıyordum Amcam ve Babam üç dört yaşlarımda beni şıh Ebul Kasım Hüseyin bin Ruh’un (Allah ondan razı olsun) yanına götürdüler ve ondan dilimin Açılması amaciyle imamı zamanda duada bulunmasını istediler. Hüsyin bin Ruh: Sizin İmam Hüseyin (a.s)in heremine “Kerbeleya “ gitmeniz emir olundu. Ben amcam ve Babam Kerbalaya gittik, ziyaret amacıyla boy abdesti aldık ziyaret esnasında Babam ve Amcam serur! diye beni çağrıdılar bende Evet diye cevab verdim. Ebu Abdullah bin Sureh “Serure” nin sesinin kısık olduğunu Belirtmektedir.[122]

Bizim itikatımıza göre imamı zaman (a.s)in özel vekilleri ki onlardan biride Hüseyin bin Ruh tur o hazertle dierek bir irtibat içerinde bulunmaktaydılar. Bazı sırrı olan olayalar hakkında o hazertin izniyle haber vermek, bazı maslahatlardan dolayı idi bununda hiç bir sakıncaıs bulunmamaktadır.

Hüseyin Bin Ruhun Vekillik Dönemi Ve Vefati

Hüseyin bin Ruh, Ebu cefer Muhammed bin Osman Emri nin vefatıyla 305 h-p yılında imamı zaman tarafından vekilliğe tayın olundu ve 326 h-p yılında açıklayacağımız gibi dünyadan göçtü. Bu hesaba göre onun vekillik ömrü takriben yirmi bir yıl devam etmiştir. Onun kabirinin Bağdata olduğunu kesindir Ama acaba bağdatin doğusundamı yoksa batısındamı bulunmaktadır ihtilaf edilmektedir. Şih Tusinin nak etmiş olduğuna göre, onun kabri “Nubahtiyada” bulunmaktadır ve “Nubahti”da nakl olunan alemtlere göre Bağdatin Batısında olması gerkemktedir. Ama günümüzde Bağdatın Doğusunda bulunan kabir Hüseyin bin Ruhun kabrinin alemtlerine çok benzemektedir. (Tarihi siyasiyi geybeti imam devezdehum 209. sayfa 82. dip notunda- Ayenuş El şia 6. cilt 21. sayfa)

Hüseyin Bin Ruh Ve Muhammed Bin Alişelamağani

Hüseyin bin Ruhun niyabetlik zamanında onun mukabilinde cephede olanlardan da biri “b. Ebul ğzapir” olarak meşhur olmuş olan Ebu cefer Muhammed bin Ali şelmağanıdır. O şelmağanın köyüne mensuptur. (El kelam 8. cil 290. sayfa -mucemul Edab 1. cilt 235. sayfa – El bab 2. cilt 206. sayfa) O ilk etapta şianın ileri gelen alimlerinden ve yakın Ashaptan biriydi (Risalı Necaşi 2. cilt 235. sayfa) ve Bağdatın katipleirindendi (Mucemu Edba 1. cilt 235. sayfa) ve oldukça kitap yazmıştır ilk olarak Hüsyin bin Ruhtan emir alıp onun mutilerinden sayılmaktaydı. Ama bir müddet sonra kıskançlık yüzünden doğru yoldan sapıp mezheb deyiştirdi onun yüzünden bir çok insan doğru yoldan saptılar. (El fihrist 305. sayfa Rical el ncaşi 2. cilt 293- 294. sayfalar.) Şıh Tusi “Fıhrıst” isimli kitabında şöyle yazmakta Muhammed bin Ali şelmağani mekeni Ebu cefer ve “B.l Esapr” olarak söhretlenmiş oldukça fazla rivayet ve kitapları vardır ilk etapta hak yolu seçmtir sonra onu bırakarak saçma sapan sözler konuşmaya başladı öyleki Bağdadın halifesi onu tutuklayarak öldürüp dara astırdı. Neccaşi Rıcalında belirtmkededir ki ibnul Ezagır olarak tanınımış olan Ebu cefer Muhammet bin Ali Şelmeğani bizim büyük alimlerinizden sayılmaktaydı. Ama Hüseyin bin Ruha karşı duymuş olduğu aşırı kin ve kıskançlık onun hak olan şia mezhebini bırakrak yanlış bir mezhebe yönelmesine sebep oldu. Akibeti öyle bir yere ulaştı ki onun hakkında imammı zaman (a.s) in tarafından fermanı ilen edilmiştir. Zamanın halifeside onu ölürerek dara astırdı. Şelmağanıyı lanetleyen ferman imamı zaman (a.s) tarafından Hüseyin bin Ruh vasıtasıyla 312 h.p yılında o fermanı çünkü kendisi Abbası halifesi olan “Muktedirin” evinde kendisi Abbası halifesi olan “Muhtedirin” evinde zindanda olduğu için Ebu Ali Muhammed bin Hamam’a gönderdi. O zamanda çünkü Muhammmet bin Hmam’a gönderdi. O zamanda çünkü Hüseyin bin Ruh düşmanların elinde zindanda olduğu için imamı zaman (a.s) ın hizmetine bir mektup yazdı ve o hayreten fermanı yayınlamamak amacıyla izin istedi. Ama o hazret fermanın yayınlanma emrini verdi ve kimseden korkmamalarını istedi ayrıca o hazret kısa bir zamandan sonra özgür olacağı mujdesini verdi. (El geybe 410. sayfa)

İhticaci Tebekside, Şelmağaninin Lant Fermani

(El ihticac 2. cilt 474- 475. sayfalar- Elğeybe 410. sayfa.)

İlan et- (Allah senin ömrunu uzun ve her iyiliklerin sırlarını sana inayet etsin.) Dinlerine ve bağlılıklarına mütmein olduğun kimselere ki Şelmağanı olarak meşhur olmuş olan Muhammet bin Ali Murted olup islam dininden çıkmıştır ve kafir olmuştur ve öyle şeyler iddia etmektedir ki Allahı inkardır ve Allaha yalan ve iftira atmaktadır ve büyük günaha murtekib olmuştur. Onlar ki Allahtan yüz çevirdiler, yalancıdırlar ve büyük bir sapıklığa düşerek Allahın rahmetinden ayrılıp büyük bir zarara uğramışlardır.

Allah (c.c) ve onun peygamberinin huzurunda (şelmağanıden ) ilşkimizi kesip ondan bizar olduğumuzu ilan etmekteyiz; ona lanet etmekteyiz ve Aşıkarda gizlide her yerde her zaman Allah’ın laneti onun üstüne olsun ve (Allah’ın laneti) onun takipçı olup destekleyenlere olsun ve aynı şekilde bu ilamı duyduktan sonra yinede onunla ilişkide bulunanlara olsun.

Bu sebeple onlara (imamiye vekillerine veya tüm şialara) haber ver ki biz onunla dosluğu kesip ondan uzaklaşmaktayız, nasıl ki onun gibileri olan şerie Nemiri, helali ve bilali v.b den edindigimiz tavir gibi ve biz Allah’ın sunnetlerine razıyız.

Allah’a güvenip ondan yardım diliyoruz o her işte bize yeterlidir ve en güzel koruyucudur.” Ebu Ali Muhammed bin Hmam, bu fermanı alıp tüm şianın şıhlarını ve büyüklerini davet ederek onlara okudu sonra onun aynısını yazarak diyer şehirlere gönderdi böylece tüm şia tayıfaları arasında şöhret kazandı böylece her kes ona lanet okuyarak ondan uzaklaştılar.

Şalmağaninin Davasi Ve Akidesi

Şelmağanının davası ve Akaidi tam belli deyildir zira ondan ve onun takipçilerinden bizlere bir kayanak yetişmemiştir. Bu bir gerçektir ki Şelmağanı de aynen Hüseyin bin Mensur Hellac gibi “Hllevlye” idi ve onun bir çok akaidi Hellacın Alkaidinden hiç bir farkı bulunmamaktaydı ve şelmağanı bu yönden Hellacın yolunu takip etmekteydi ve Hüseyin bin Ruh açık ve kesin bir şekilde onun Hellacın sözüne göre hareket ettiğini belirtmektedir. (El geybe 405. sayfa)

Toplu bir şekilde Şelmağanının Akaidini aşağıda belirtilmiş olduğu gibi bir kaç maddede özetlemek mümkündür:

1- Allah her şeyde o şeyin kapasitesine göre ona rusuk etmede (girmede) ve Şelmağanı öyle bir kimsedir ki Allah’ın tüm ruhu ona rusuk etmiştir. Çünkü şelmağanı bu konuda Mesihe ve Hellaca benzetilmitir onu Ruhul kudus (El firepu bey nul firep 265. sayfa- Asa rul Bagiye 214. sayfa) ve Mesih (Mucemul Adab 1. cilt 243. sayfa) ve Hellac (mucemul Adab 1. cilt 235. sayfa -Elgeybe 405. sayfa) diye anılmıştır, lakaplandırlmıştı.

2- Onun Akidesine göre Melaike o kimselerdi ki Nefsin dizginini eline geçirip hakkı tanıyıp görendir. Cennet onu tanıyıp ve onun mezhebine göre hareket edenlerindir. Cehennem se o toplulugu tanımamak ve onun yolunda dönenlerindir.

3- “Azagirye” Namaz orucu ve boy abdestını terk etmeye itikatlari vardı ve sünnet doğrultusunda evlenmezlerdi ve tüm kadınları kendilerine helal saymaktaydılar.

4- Şelağanı’nın önemli Alidesinden biride onun zıtta (karşıta) ya İblise akıdesidir yani o idda etmekteydi ki Allah zıttın vucudunu yaratt ta onun vasıtasıyla onun muhalifliği anlaşılsın ve hatta “Zıtlar”ın makamları evliyaların makamından daha bir yücedir. Zira zıtlar evliyaların yücelmesini sağlamaktadır.

Ebul Kasım Hüseyin bin Ruh, şelmağanıyı lanetleyen ilanı açıklayınca ve her yerde bu meseler meshur olunca millet ondan uzaklaşmaya başladılar ve tüm şiaları ondan çekinmelerini sağladılar böylece o artık hileliklerine ve kurnazlıklarına devam edemez oldu. Pek bir vakit geçmemişti ki “El Razı billah”in emriyle tutuklanarak öldürüldü böylece şialar onun şerrinden rahat oldular. (El geybe 406. ve 412. sayfalar.)

Hz. Mehdi (a.s)’ın özel vekillerinin dördüncüsü ve sonuncusu Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuri’dir ki, Hüseyin b. Ruh Nubahti’den sonra vekillik görevini üstenmiştir.

Merhum “Mamaganî” Rical kitabında şöyle yazmaktadır: “Ali b. Muhammed Semuri, Hüseyin b. Ruh’tan sonra vekil idi ve onun künyesi Ebu-l Hasan’dır. Bu değerli şahsiyetin velalet ve güvenirliği o kadar meşhurdur ki, zikretmeye gerek bile yoktur. O güneş gibi, açıklamaya gerek duymaksızın nurunu yaymaktadır. Onun Hz. Mehdi (a.s)’a vekilliği Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’un vasiyeti üzerine gerçekleşmiştir.[123]

Şeyh Tusu onu “Ali b. Muhammed semuri” ünvanı altında; İmam Hasan Askeri (a.s)’ın ashabından saymaktadır.

Hz. İmam Hasan Askeri (a.s) onunla sohbetleri bulunmaktadır ki Ali b. Muhammed Semuri’nin o hazretin ashabından olduğuna delalet etmektedir.

Semuri Şia olan dindar bir aileye mensup bulunmaktadıy ki, şiiliğe yapmış oldukları hizmet yönünden olukça meşhur olması, vekillik ve sefirliğinde önemli bir muhalifetle karşılaşmamasını sağlamıştır.[124]

Bu hanedanın bir çok efradı örneğin; Hasan ve Muhammed, İsmail b. Salihinin çocukları ve Ali b. Ziyad’ın Basra’da çık fazla mal, mülkleri vardı. Onlar bu mülklerinin gelirinin yarısını önikinci iamm (a.s)a vakfetmişlerdi. İmam (a.s) her yıl onun gelirini almaktaydı ve onlarla mektuplaşmaktaydı.[125]

Semuri’nin fazilet gösterebilmesi için pek bir fırsatı yoktu. Zira önceki zekiller gibi geniş ve köklü faaliyetler gerçekleştirerek vekillerle olan irtibatlarını önemli bir deyişiklik vücuda getirmemişti. Ama şiilerin onun büyüklüğüne ve güvenirliğine olan inancı, diğer vekiller gibiydi.

Tüm şiiler onu onaylayıp kabul etmişlerdi.Vekiller onu Hz. Mehdi (a.s)’ın gerçek vekili olarak resmiyete tanıyarak vücuhat-i şeriyyei (şeriata ait paraları vb.) ona teslim etmekteydiler.[126]

Öte taraftan, Semuri’nin vekilliği zamanında zulüm, sitem, kan dökmeler doruk noktasına ulaşmıştı. Bu münasip olmayan ortam, onun faaliyetlerinin sınırlı kalmasındaki sebeplerinden sayılmaktadır.

HZ. MEHDİ (A.S) TARAFINDAN ALİ b. MUHAMMED’E HİTABEN YAYINLALAN İLANIN NİŞANENİN METNİ:

Semuri’nin ölümünden altı gün önce Hz. Mehdi (a.s) tarafından yayınlanan nişanede, ilanda, o hazret dördüncü vekilin öleceği haberini vererk, onun ölüm tarihini vile tain etmiştir. Yapılan ilanın metni Gaybet-i Suğra’nın (küçük gaybetib) tamam olup özel vekilliğin kesildiğini ve gaybet-i Kübranın (büyük gaybetin) ve umumi vekilliğin başladığını beyan etmekteydi Bu nişane ve ilan bir çık hadis kitaplarına naklolunmuştur. Biz mukademesinde olan bu mübarek ilannameyi Merhum Tebersi’nin İhticac kitabından nakletmekteyiz.

Merhum Tebersi şöyle yazmaktadır: “Küçük gaybette oldukça methedilen ve İmam-ı Zaman’ın rızasını kazanmış olan kapıcıların, sefirlerin (vekillerin) birincisi Şeyh muvassak Ebu Amr ve Osamn b. Seid-i Emri’dir ki ilk olarak İmam Hadi’nin (a.s) onu bu göreve tayin etmiştir, daha sonra ise oğlu İmam Hasan Askeri (a.s) 0nu görevinde sabit kıldı. O değerli şahsiyette o iki imam hayattayken onların işlerini kendi üzerine aldı. O iki hazretten sonra ise Hz. Mehdi (a.s)’ın işlerini yürütmek görevini üslendi. Şiilerin birçok işi ve sorularının yanıtlanması onun tarafından ilan olmaktaydı. Osman b. Said Allah’ın rehmetine kavuşunca oğlu Muhammed b. Osman onun yerine geçerek onun işlerini yürütme görevini üstlendi. O değerli şahsiyet de vefat edince, Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh Nubahti onun yerine atanmış oldu. Onun da ölmeyisyel Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuti onun yerine geçti. Bunlardan hiç biri Emir sahibi olan Hz. Mehdi (a.s)’dan atanma emri gelmeden bu büyük makama geçmemişlerdir ve makamla bukman şahıs emir üzerine kendisinden sonraki vekili tayin etmekteydi. Şiiler de onların vekilliğini tasdik edip onaylayarak haberi (kerameti) onlar vasıtasıyla Hz. Mehdi (a.s) tarafından belirtilmeyinceye kadar, onların söz ve iddialarını kabul etmemekteydiler.

Ebu-l Hasan Semuri’nin ölüm anları yakşatığı zaman ondan, kendinizden sonra kimi yerinize atamaktasınız? diye sordukları zaman o cevap olarak “Hz. Mehdi (a.s)’ın mektubu, elameti, nişanesini” çıkararak millete gösterdi ki onun metni şundan ibaretti:[127]

Dipnotların açıklanması (1) (Kemalu Dinde “El kaybatu saniye” nakl edilmiştir 2. cilt 516. sayfa 44. Hadis)

(2) El Gaybe ve Kemalu Dinde “vesiyeti şieti” nakl olumuştur Elkaybe: 395. sayfa, Kemalu Din 516. sayfa)

(3) El ihticac 2. cilt, 478.sayfa- Kemalu Din 2. cilt 516. sayfa, 44. Hadis- Elkaybe 395. sayfa 365. Hadis- biharul Enver 51. cilt, 360. sayfa, 7. hadis ve 2. cilt 151. sayfa 1. hadis ve 53. cilt. 318. sayfa ilamul vari 417. sayfa. Elharaic 1129. sayfa. Akidetu şia 48. sayfa v.b…) “Ey Ali Bin Muhamet; Yüce Allah senin ölüm Musibetinde din kardeşlerinin sevabını fazla eylesin sen bu günden itibaren Altı gün sonra vefat edeceksin o nedenle Emrini (Hasab kitabını) toparla ve Vekilik hususunda hiç kimseye vasiyete bulunmaz ki sonradan senin yerine geçsin; zira büyük kaybet yetişmiştir. Artık yüce Allah (c.c)in isteyeceği güne kadar zuhur olmayacaktır. O gün ise uzun muddetlerden sonra; kalpleri kinler, kasavetler bağladıktan ve yer yüzü zulum dolduktan sonra gerçekleşecektir. Kısa bir zaman sonra benim şilarımdan beni muşahide iddasinda bulunanlar olacaktır. Ve gökten çığlık ve feyad gelmeden önce Beni gördüklerini idda edecek olsalar yalancı ve iftira edenlerdendir. Güç ve Kudret yüce Allah’ındır ve selam. Orda bulunanlar imamı zamanı nişanesi olan bu mektup ve ilanı yüzünden numunelerini yazarak onun yanından ayrıldılar. Altıncı gününde ikinci bir kez onun yanına geldikleri zaman can vermek üzere olduğunu görünce ondan senden sonra vekilin kimdir? diye sorduklarında şöyle buyurdu: Yüce Allah (c.c) kendi istek ve iradesiyle sağlayacaktır. Bunu dedikten sonra canını verdi ve ondan işitlilen enson son söz oldu yüce Allah (c.c) Rahmet etsin.

O zamandan itibaren on ikinci imam (a.s) la olan direk irtibat sona erdi ve onun vefatıyla Kaybeti supra “küçük kaybet” sona ererek Kaybeti Kubra “Büyük Kaybet” başlamış oldu.

Şık Tebersinin Rivayet etmiş olduğuna göre Ebul Hasan Ali bin Muhammet semerri 329 h-p yılında vefat etmiştir ve onun Mubarek kabir Bağdata Hlenci olarak Meşhur olmuş olan nehrinin yakınlarında bulunmaktadır. (El keybe 396. sayfa 367. Hadis)

İmami Zaman Tarafindan Dördüncü Vekile Hitaben Yazilmiş Olan Mektub Ve İlanin İncelenmesi Sonucu Ele Geçirilen Sonuç

İmam Mehdi (a.s)’ın Ali bin Muhammed semerriyle olan son görşmesinde bir çok mesleyi önemle vurgulamışlardır ki O hazretin beyanlarından bir kaç sonucu elde etmek mumkundur. Her akıl ve fikir sahibi az bir dikkat edecek olursa o noktaları ele getirmesi mumkundür:

1- Bu nişane, mektup şunu belirtmektedir: Dördündü vekil imamın mektubundan, nışanesinden nasıl ki ondan belirtilmişti Altı gün sonra tain olunan günde vefat etti. Böylece önceden olacak bir şeyden haber verilmesi imamın vekilleri ve şianın ileri gelenleri bu mektubun nişanenin imamı zaman (a.s) tarafından gönderildiğine yakin ettiler. Nasıl ki o hazretin gelecekten haber vermesi üçüncü vekil zamanında doğruluğu sabit olmuştu. (Ahırın Umid- “son umit” 112. sayfa, Tarihi siyasi kaybeti imamı devazdehum (a.s) 212. sayfa tarihil peybe-ul supra 634. sayfa)

2- İmam (a.s) Dördüncü vekile hiç kimseyi kendi yerine tain etmemesini emr etmiştir. Bu emir sefirlerle ve vekilleriyle o hazeretin direk irtibatlarının kesildiyine delalet etmektedir. Bu yüzden İmam buyruğunda kaybetı Kubrasında her türlü vekilliği Red etmektedir. (önceki senet, kaynaklar)

İmam (a.s) son buyruklarında direk irtibatin kesildiğini ilan edince vekiller farlyetlerini durdurdular özellikle Humus toplamaktan kaçındılar. Başak bir deyişle İmam Sadık (a.s)in zamanında kurulmuş olan imamiye teşkilatı bu buyruk ile dağılmış oldu sonra her kim imamin seriri olduğunu idda edecek olursa dinsiz ve sehtakarlıkla ittaham edilmekteydi.

3- Bu Nişane, mektup ikinci kaybetin ya Büyük keybetin başladığını ilam etmekteydi.

4- Allah izin vermedikçe İmam (a.s)’ın zahır, aşıkar olmayacaktır; onun zuhur etmesi “gelmesi” kalplerin merhametleşmesinden, Dünyanın zulum, sitemle ve Fesatla dolmasından sonra gerçekleşecektir.

5- O Hazretin mubarek buyrukları iki deyişilmesi mümkün olmayan elamete denilmektedir ki imam zuhur etmeden önce, gerçekleşecektir. Birincisi ikincisi ise göğün feryatlar, çığlıklar atması.

6- Ayrıca bu buyruktan herkim kaybeti kubrada imamı zaman (a.s)’i görüdüğünü iddia edecek olursa yalancı ve iftira edici olduğu anlaşılmaktadir. Ama bunuda biliyoruz ki güvenilir emin birçok deyerli şahsieti şahısların takriben herkes tarafından kabul edilen olmuş olyalardan da anlatılmış olduğu gibi bir çoklarının imam Mehdi (a.s) ‘ın Mübarek huzurlarına vararak feyizlendiğini kuvvetli senetlerle kitaplarda kayt olmuştur. Bizim bu asrımızda dahı bir çokları bu sadete kavuşmuşlardır.

Nasıl oluyor Kaybeti suğra “küçük kiybet” zamanında dördüncü vekile hitap amacıyla ilan edilen buyrukta, nişanede “ Her kim ve “göyün feryat etmeden” önce o hazreti gördüğünü idda edecek olurlarsa yalancı ve iftraci olarak nitelenmekte” binaenaley o anlatılan olaylarda da “imami görme olayi” hiç bir şek ve şüpemiz bulunmamaktadır öylese bu buyruğu nasıl tefsir ve beyan etmemiş gerekmektedir?

Cevab = Nasıl ki bazı şahsiyetlerinde belirtmiş oldukları gibi “Muşahideyı “görmeyi” ıdda” edenlerin yalancı ve iftıracı olduğundan kast ve amaç o kimseler olabilir ki vekillik iddasında bulunsunlar ve görmek, huzuruna varmak bahaneleri ile kendisini imamla nillet arasında vesıtacı olarak istesinler. Ayrıca bazı şahıslar o hazretin huzuruna varmak şerefine nail olanların hikayeleri dahi bize bir ip ucu ve delil sayılmaktadır ki bu buyruk ta görmeyi kesin olarak inkar etmek amacı bulunmamaktadır. Belki belirli bir şahsın vekil olarak seçilmesi iddasını Redetmek amacıyladır.

Şayet bu buyruktan amaç o hazerti görmenin kendi ihtiyarı (iradesi) dahilinde olduğu iddiasıdır. Yani bir kimse o hazreti görmeyi irtibatın kendi iradesinde olduğunu öyle ki her zaman isteyecek olursa imam (a.s) in Huzurunda giden bilir veya irtibat sağlaya bilir iddasında bulunacak olursa yalancı ve iftiracıdır. Böyle bir iddia Kubrada zamanında hiç kimse tarafından kabul edilemez. Veya birkimse böyle bir mevkiye gerçekten de sahip olmuş olsa ki mümkün deyildir ve eğer olsa dahi başkalarından gizleteceklerdir ve başkalarına izhar etmezler.

Kaybet Suğranin Devam Edemeyeceğinin Delileri

“Küçük Kaybet”

Bir kimse Hz. Mehdi (a.s) in yaşantısı hakkında az bir araştırması olupta edecek olrusa, onun zihninde bu soru takılacaktır ki O Hazretin “Özel vekiller” vasıtasıyla onu dost edinenlerle ve şialarıyla irtıbat halinde bulunmakta ve milletin zorluklarını ve bazı halinde bulunmakta ve milletin zorluklarını ve bazı ihtiyaçlarını gidermekteydi ve onları bazı zamanlar direk olarak, bazı zamanlar ise dolaylı yollarla yol göstermekte oduğu kaybeti suğra niçin sona erdi? Niçin bu azemetli fazilet insanlardan alınmış oldu?

Acaba O Hazretin tüm asırlarda, her zaman Ummet arasında bir vekili oslaydı da onun vasıtasıyla Müselman camıasının Rehberliğini yönetimini kendi eline alarak inhirafların ve bidatların önüne sed çekmesi mümkün deyilmiydi?

Cevab olarak şöyle söylemekteyiz: Kaybetı suğra, kaybeti Kubraya mukademe olup onun ortamını hazırlamak içindi çünkü ilk kaybetin ve zihinler kaybette tanışmamışlardı- Her ne kadar imam Hadi ve imam Hasanul Askeri zamanında o hazretler zihinleri ileride gelecek kaybete hazırlamak amacıyla gözden bir muddet için kayıp olmaktaydılar. Bu sebeple eğer büyük kaybet bir anda gerçekleşecek olsaydı bir çok efradın zihinlerinin karışarak hayretlerle tuhaf ve acayib karşılamalarına belki inkar etmelerine sebep olacaktı. Ve insanların başka yollara sapmasına sebep olacaktı. Kaybet Kubra sebebiyle imamla olan irtibatın kesilmesini kabullenmek bir çok insanlar için çok zor ve rahatsız edici idi.

Zira takriben yetmiş yıl milletin, imamı zamanla özel vekiller tarafından irtibatı gerçekleşmekti. Onların kanalıyla sorunlarını isteklerini sorularını onun hizemtine ulaştırmaktaydılar ve cevab almaktaydılar. Öte tarafatan yine onların kanalıyla O hazretin buyrukları emirleri millete ulaşmaktaydı ayrıca bir çokları o hazretin huzuruna gitmekteydiler. Böylece bu müddet zarfında millete bir alışkanlık meydan geldi.

İmamı Zaman Kaybeti Suğra zamanlarında vekilleri vasitasiyla milletle bir irtibat içerisinde bulunmaktaydı bu muddet zarfında göstermiş olduğu bazı kerametlerle ve bazı gerçekler ya gelecekte olacakları vekillerine aktarması ve bazen bazı insanlarla direk irtibata girmek yoluyla kendi vucudunun varlığını isbat etti ve Kaybetı Suğra’nın imam Mehdi (a.s)in vücüdünün varlığını isbat etmesi kafi idi.

İmam (a.s)in yaşantısını bu muddet içerisinde incelemeye tabi tutacak olursak açık bir şekilde  görmekteyiz ki O hazret yavaş yavaş gizli yaşamı gittikçe fazlalaştırmaktadır; zaman geçtikçe imam (a.s)in kaybı daha bir fazlalaşmaktaydı. Son zamanlara doğru Artık dördüncü vekilin dışında kimse o hazretı Müşahide edememekteydi: Böylece taze nesl imamı zaman (a.s)in Kabetine ve perde arkasından yapmış olduğu Rehberliğine Alışmaya başladılar. Kısa olarak şöyle açıklaya biliriz: Kaybeti Suğradan ele geçirilmek istenen şey ki milletin fikir ve zihninin yönradan gelecek olan Kaybeti Kubraya hazırlamaktı bu netice elde edildi. Artık bu yöntemin devam etmesine bir sebep bulunmamaktaydı. (İmamet ve Mehdiviyet 2. cilt 364. sayfa – Tarihul Kaybetul Suğra 631. sayfa)

Büyük Filosoflardan olan; Seyyid muhamed Bagır sedr (r.a) bu kınu hakkında şöyle belirtmektedir: “Kaybeti Suğradan, Kaybeti Kubraya geçmeklik; Kaybeti Suğradaki ulaşılması gereken hedeflere ulaşıldğına delalet etmektedir. Bu geçici progaram ile şianın imamın birden bira kayıba çekilmesinden doğa bileceyi zararları önleyerek, şianın mogiyeti, durumu imamın kaybetine şekillendi, ta millet yavaş yavaş imamın “Umimi Vekillerini” kabullensinler.

Gerçekleşen bu inkilab ile, İmamın vekiliği belli şahısların elinden çıkarılarak, Adil ve açık gürüşe sahip mucteditlerin eline geçti. Böylece Din ve Dünya işlerinde onları takip edip uymak gerekli edilmiş oldu. (Bahs Havvalul Mehdi 70. sayfa Nişan ez imamı Kayıb “Kayıb İmamın nişanesi” 66. sayfa)

Böylece kaybeti suğra dönemi sona ererek Keybeti Kurbati Suğra dönemi sona ererek Kaybeti Kubra dönemi başladı ta o zamana kadar ki Yüce Allah (c.c) o hazrete zuhur iznini versin.

Dört Vekilin Kisa Öz Geçmişleri (r.a)

1. Osman Bin Seid Emri

İmam Zaman (a.s)in ilk vekili Osman bin Seid Emri dir. Onun yaşantısının başlaması Hz. Hadi (a.s)in zamanıdadır ki o zamanlar (Osman bin Seid) on bir yaşlarında bulunmaktaydı. İmamı Bakır (a.s) dan sonra o sözüne sadık kalarak imam Hasan Askeri (a.s)in Hizmetine girdi ve O Hazretin şahadetine kadar O hazrete vefadar ve sadakatla hizmete bulundu ve o hazretten sonra İmamı zaman (a.s)in özel vekili olarak tanıtıldı. Onun vekillik dönemini takriben beş yıl kayıt etmişlerdir. Onun vekillik zamanında vucuda gelmiş olan has bir ortamn sebebiyle yalan yere vekillik iddasında bulunanlar çok az olmuştur. Fakat iki şahıs onlarda oldukça somut bir şekilde idda da bulunmuşlardır. Birinci vekil, imam Hasan Askeri (a.s)in yerine birini tain etmeden dünyadan gittiği haberini yaymak suretiyle imamı zaman (a.s)ı Abbası’lerin şerrinden korumak istedi. Öte taraftan imamı zaman (a.s) ın hayatta olup yaşadığını şialara anlatıp isbat etmek çabasındaydı. Böylece kaybet meselesini ikna edici delillerle açıklamak istemekteydi. Onun vekillik zamanı “Mutemidin” hilafete olduğu  bir vakte denk gelmektedir.

2- Muhammed Bin Osman Emri

İmam Zaman (a.s) ın ikinci özel vekili Muhammed onun vasıyasıyla ilan olmuştur.

Onun vekillk döneminde yalan yere iddada bulunanlar oldukça fazla olmuştur. Onun önemli faliyetlerinden biride yalan yere vekillik idalarında bulunanlarla devamlı mubarize, mucadele etmesidir. Büyük bir çalışma ve çabayla tüm şiaları onların pençelerinden kurtarmayı başardı ve onlar hakkında imamı zaman (a.s) tarafından lanet ilanları getirerek, kendi velilliğini hakkaniyetini isbatladı. Onun vekillik dönemi “Muremidin” “mutezıd” ve on yıl da “Muktedir”in hilafet dönemlerine denk gelmekteydi. Kendi ölümünü önceden haber vererek 305 h.p yılında vefat etti.

3- Ebul Kasim Hüseyin Bin Ruh Nubahti

İmamı zaman (a.s) ın Üçüncü “Özel vekili Hüseyin bin Ruh Nubahtı dir. O Nubahtı Hanedanına Mensup olduğu için Abbası yönetiminde güzel bir ortama sahip bulunmaktaydı. Bu yolla şiaların bir çok zorluklarını hal etmiştir.

O Hamid bin Abbasın vezirliğinden önce tam bir özgülükle çalışmaktaydı. Ama Hamid bin Abbasın (306 ta 311) vesirliğe geçmesiyle bu vezirin şialara karşı beslenmiş olduğun kinden dolayı onun faliyeleri kısıtlandı ve gizli yaşamaya mecbur kaldı, bu muddet zarfında şelmağaniyı onunla millet arasında vekillik etmesi amacıyla tain etmiştir. O ise bu ortamdan su istifade ederek yalan yere imamı zaman vekilliğini iddia etti. 311 yılında Hamit bin Abbasın vezirlikten Azl edilmesinden sonra sevvum b. Ferat in vezirliğe atanmasıyla O esli ortamı yine kazandı. Ama 312 yılında vezirlikten azl edilerek oğluyla birlikte öldürülmesinden sonra Hüseyin bin Ruh, Muhktedir tarafından ta 317 h.p yılına kadar hapise attırıldı ve 317 h.p yılına kadar hapisten Azad olarak faliyetlerini devam ettirmeye başladı.

Onun vekillik dönemi Muktedirin bir kısım ve biraz da “Razının” Halifelik dönemlerine denk gelmekteydi. Onun vekillik dönemi 12 yıl sürmüştür ve 326 h.p yılında  Allah Rahmetine kavuştu.

4- Ebul Hasan Ali Bin Muhammet Semerri

İmamı Zaman (a.s) ın dördüncü özel vekili Ali bin Muhammed Semeri dir. 326 h.p yılında Hüseyin bin Ruh tarafından vekilliğe tain olundu. O imamı Hasan Askeri (a.s) ın Ashabından dır. Ölümünden bir hafta önce imamı zaman (a.s) tarafından Emir, nişane ilan olunmuştur ki onda imam (a.s) Kaybeti suğra zamanının bitip, Kaybeti Kubra’nın başladığını haber vermiştir. Onun vekillik dönemi 316 ta 329 h.p yılına kadar devam etmiştir ve şaban ayının onbeşinde Allahın Rahmetine kavuşmuştur.

 

 


[1] – Hürr-i Amili, İsbat-ul Hudat, c. 6, s. 386, 97. Hadis.

[2]Nehc-ul Belağa (Feyz-ul İslam), Kelimat-ul Kısar, 139. Söz.

[3] – Kuleyni, Usul-ul Kafi, c. 2, Babun fi-l Gaybet, 15. Hadis.

[4] – Kamil Süleyman, Yevm-il Halas, s. 105; Bihar-ul Envar, c. 52, s. 91; İlzam-un Nasip, c. 1, s. 427.

[5]Kemal-ud Din, s. 256 ve sonrası.

[6] – Fazl b. Hasan Tabersi, İ’lam-ul Vera, s. 416; Yevm-il Halas, s. 147.

[7] – Muhammed b. İbrahim Nu’mani, Kitab-ul Gaybet, s. 170, 1. Hadis; Beşaret-ul İslam, s. 164; Usul-ul Kafi, c. 2, s. 140,Babun Fi-l Gaybet; Muntehab-ul Eser (Babun fi-l Gaybet), s. 251, 26. Bab.

[8]Usul-ul Kafi, c.2, Babun fi-l Gaybet, 12. Hadis.

[9] – Muhammed b. Hasan Tusi, el- Gaybet, s. 162, 120. Hadis; Gaybet-i Nu’mani, s. 171, 5. Hadis.

[10] – Muhammed Rıza Hakimi, Hurşid-i Mağrib, s. 44.

[11]Usul-ul Kafi, c. 2, Babun fi Tesmiyeti Men Reahu (a.s), 1. Hadis.

[12]El-Gaybet, s. 356, 317. Hadis.

[13] – Muhammed b. Ali b. Babeveyh Saduk, Kemal-ud Din, c. 2, s. 483, 4. Hadis; el Gaybet, 247. Hadis; Tabersi, İhticac, c. 2, s. 469.

[14]Bihar-ul Envar, c. 2, s. 88

[15] – Gaybet hakkında ilk asırlarda yazılan kitaplarda bu şahıslara, “Nüvvab” (Naipler) denildiği gibi “Sufera” (Sefirler)ve “Vükela” (Vekiller) de denilmiştir.

[16] – Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdulmuttalib.

[17] – Ali Ekber Feyyaz, Tarih-ul İslam, s. 207

[18] – İmaduddin İsmail Ebu-l Fida, el-Muhtasar fi Ahbar-il Beşer.

[19] – Seyyid İsa Sadr, Teşeyyü ve Zaliman-ı Tarih, s. 149; Tarih-i Yakubi c. 3, s. 198’den naklen.

[20]Usul-ul Kafi, c. 2, s. 413.

[21] – a.g.e. s. 432, c. 2.

[22] – Muhammed b. Muhammed b. Numan Mufıd, İrşad, s. 345.

[23]Tarih-i Siyasiy-i Gaybet-i İmam-ı Devazdehum, s. 140.

[24] – Mehdi Pişvai, Sire-i Pişvayan, s. 686.

[25]Tarih-ul Gaybet-il Suğra, s. 395.

[26]Bahsün Havle’l-Mehdi, s. 69.

[27]Bihar-ul Envar, c. 51, s. 303; Mehdi-i Mev’ud, s. 458.

[28]et-Taraif fi Marifeti Mezheb-it Tavaif, c. 1, s. 183-184.

[29]Kitab-ul Gaybet, s. 355.

[30] – Şeyh Abbas Kummi, Sefinet-ul Bihar, c. 6, s. 143.

[31]Sefinet-ul Bihar, c. 6, s. 145-146

[32]Bihar-ul Envar, c. 102, s. 292

[33]el-Gaybet, s. 354

[34]el-Gaybet, s. 354

[35]el-Gaybet, s. 354.

[36]el-Gaybet, s. 414.

[37]Rical-ul Tusi, Bab-ul Ayn, No 36, s. 420.

[38] – a.g.e. No: 26, s. 434.

[39] – a.g.e. Bab-ul Mim, No: 101, s. 509.

[40]Ricalu İbn-i Davud, 1. Kısım, Bab-ul Ayn, No: 99, s. 133.

[41]Rical-us Seyyid Bahr-ul Ulum (elFevaid-ul Ricaliyye diye de tanınmaktadır), c. 4, s. 127.

[42]el-Gaybet, s. 354, 315. Hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 344.

[43]el-Gaybet, s 354, Hadis: 315.

[44]el-Gaybet, s 355, Hadis: 317; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 345.

[45]el-Gaybet, s 357, Hadis: 319.

[46]Kemal-ud Din, c. 2, Bab: 42, Hadis: 6, s. 430.

[47] – En’am/158.

[48] – Bakara/260.

[49]Usul-ul Kafi, c. 2, s. 120, 1. Hadis.

[50]Usul-ul Kafi, c. 2, 4. Hadis, s. 122.

[51]Tarih-i Siyasiy-i Gaybet-i İmam-ı Devazdehum, s. 149.

[52]İhtiyar-u Marifet-ir Rical(Rical-i Keşşi), c. 2, s. 844, No: 1088; Bihar-ul Envar, c. 50, s. 323.

[53]el-İrşad, s. 345; Menakıb, c. 3, s. 525.

[54]Kemal-ud Din, c. 1, s. 43.

[55]el-Gaybet, s. 356, 318. Hadis.

[56] – Kemal-ük Din, c. 2, s. 476, 26. Hadis.

[57]– Kemal-üd Din, c.2, s.510. Bihar-ul Envar, c.53, s.190.

[58]– Meysemî'nin kim olduğu hakkında ihtilaf vardır. Eğer Muhammed bin Hasan bin Ziyad-i Meysemi olursa, bu adam Hz. Rıza'nın ashabından, güvenilir bir şahıstır. Ama Ahmed bin Meysemi olursa Necaşî onun vakıfi olduğunu, yani İmam Musa bin Cafer'in imametinde tavakkuf ettiğini söylemiştir. Her halukârda naklettiği hadislere güvenilebilir. Şia'nın büyük mütekellimlerinden olan Ali bin İsmail bin Şuayb bin Meysem bin Yahya Tammar da olabilir. Muhtar'ın da kim olduğunda ihtilaf vardır. Fazla bilgi için şu kitaplara müracaat edebilir: Cami-ur Ruvat, c.2, s.452; Vesail-üş Şia, c.20, s.390.

[59] – Ankebut/2

[60] – Nisa/53.

[61]– Bihar-ul Envar, c. 53, Bab-u Tevkiat, 9. hadis, s. 178; el-Gaybet, s. 285; el-İhticac, c.2, s.466.

[62]– Tarih-i Samirra, c.2, s.253, ihticac (Tebersi), c.2, s. 468.

[63]– Tabersi, el- İhticac, c.2, s.468.

[64]– Keşşi, İhtiyaru Marifet-ir Rical, c. 2, s. 813

[65]– Tarih-i Samerra, c. 3, s. 318.

[66]– el Gaybet, s.361, 324. hadis; Kemal-ud Din, c.2, s.510, 41.hadis; Bab-u Tevkit. Bihar-ul Envar, c.51, s.347; c. 51, s.347, el-Haraic, c.3, s.112; Müntehab-ul Envar-il Muziyye, s.128.

[67]– Kemal-ud Din, c.2, s. 81, 9. hadis; Bihar-ul Envar, c.51, s.160, 7. hadis; Vesail uş Şia, c.16, Bab. 33, s.247.

[68]– Bihar-ul Envar, c.51, s.326, 45. hadis; Tarih-i Samirra, c.3, s. 321, el-Ğaybet, s. 271, 236. hadis.

[69]– Yani akşam namazı. Mehdi-yi Mev’ud, s.738 ve el- Gaybey, s. 271 adlı kitapların dipnotlarına başvurunuz.

[70]– el- Ğaybet, s.271, Bihar-ul Envar, c.52, s. 15, 13. hadis.

[71]– el- Ğaybet, s.356, 317. hadis.

[72]– el- Ğaybet, s.356, 317. hadis.

[73]– A.K. s.359.

[74]-el- Ğaybet, s.361, Kemal-ud Din, c.2, s.510, Bab-u Tevkiat, 41. hadis.

[75]– el- Ğaybet, s.362, 325. hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s.349.

[76]– el- Ğaybet, s.362, 324. hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s.349, 2. hadis.

[77]– el- Ğaybet, s.362, 326. hadis; İhticac Tebersi, c.2, s. 469.

[78]– Yem-ul Hilas, s.169.

[79]– el -Ğaybet, s.283,   248. hadis; Sefinet-ul Bihar, c.2, s.405

[80]– İhticac-i Tabersi, c.2, s.298 Kemal-ud Din, c.2, s.198. Bihar-ul Envar, c.53, s.182.

[81]– İhticac, Tabersî, c.2, s.281-284. Kemal-ud Din, s.483. Gaybet, Şeyh Tusî, s.180. Bihar-ul Envar, c.53.

[82]– Muhammed bin Ali bin Mehziyar-i Ehvazî, İmam Hadi'nin ashabındandır. Hz. Mehdi'nin de sefirlerindendi: Babası Ali bin Mehziyar ise İmam Rıza, İmam Cevad ve İmam Hadi'nin ashabındandı ve onların vekiliydi. Amcası ve amcaoğlu da İmam-ı Zamanın vekillerindendi. Şüphesi Hasan Askerî (a.s)'ın vefatından sonra kimin o Hazretin naibi olması hususunda idi. Hz. Mehddi (a.f) daha sonra bir mektupla onun şekkini gidermişlerdir.

[83]– Tarih-ul Ğaybet-il Suğra, s.494.

[84]– el- Ğaybet, s. 397, hadis: 368

[85]– el- Ğaybet, s. 398

[86]– el- Ğaybet, No: 371, s. 398, İhtiyar- ol Maarifet-il Rical, c.2, s.805. Şia Fırkaları, s.103. Mu’cem-il Rical-i Hadis, c.17, s.299

[87]– Menukıp, c.1 Fil Reddi- Al- Ğulat

[88]– Şii Fırkaları, s. 102.

[89]– Ahmet b. Hilal.

[90]– el – Ğaybet, s. 411

[91]– el- Ğaybet, s. 400.

[92]– el – Ğaybet, s. 400. Bihar-ul Envar c. 51, s. 269

[93]– Tarih-ul Ğaybet-il Suğra, c.2, s. 507.

[94]– el- Ğaybet, s. 414.

[95]– Al-i İmaran / 18- 19

[96]– Kemal-ud Din, c. 2, sa. 433, Bab-u Milad-il Kaim hadis: 13 Bihar-ul Envar, c. 51, sa. 15, hadis: 19

[97]– Kemal-ud Din,  c.2, Tevkiat, sa. 482, hadis: 3, Bihar-ul Envar, c. 51, sa. 33, Hadis: 10

[98]– el – Ğaybet, hadis: 331, sa. 364 Bihar-ul Envar, c. 51, sa. 351.

[99]– Bakara / 260.

[100]– İmam (a.s), “artık onu görmeyeceksiniz” buyuruyorsa, bunun anlamı çoğunuz görmeyeceksiniz dir. Çünkü Muhammed b. Osman naiplik döneminde O’nu (a.s) görüyordu. İlerideki hadislerde bu konu daha iyi açıklığa kavuşacaktur. (Kemal-ud Din , c. 2, sa. 435, Dipnotta yazılıdır.)

[101] – Kemal-ud Din, sa. 435, Bab Min Şahid-il Kaim, hadis 2, Bihar-ul Envar, c. 52 sa. 25, hadis 19.

[102]– A.K Kemal-ud Din, 9. hadis, el- Ğaybet sa. 364, hadis 330.

[103]– Kemal-ud Din’deki İbaret şöyledir: “Düşmanlarımdan”, el- Ğabbette ise “Düşmanlarında” gelmiştir.

[104]– Kemal-ud Din, 10. hadis.

[105]– Bihar-ul Envar, c. 90, sa. 97

[106]– Külliyat-ı Mefatih-ul Cinan, sa. 95.

[107]– el -Ğaybet, sa. 366. Sefinet-ul Bihar, c. 7, sa: 211. Bihar-ul Envar, c. 51, sa. 352.

[108]– ( El- ğiybe 371. Sayfa 342. Hadis- Biha rûl Envar 51. cilt 355. sayfa)

[109]– (Tarihi siyasiyi geybeti imamı devazdehum 196- 197- 198. Sayfalar.)

[110]– (Elvizraî ve El kitab’ul cehşiyari Geybeti siyasi imamı devazdehum kitabından nak olunmuştur 198. sayfa)

[111]– Vezirlerin devet kademesindeki siyasi tesirlerini anlamak için “Asr ul halifet il Muğtedi billah “i Yazar “Kebisi” kıtabına muracat edilsin 150- 157. sayfalar.

[112]– Cemadiul Ahîrdan 305 ta Rebi ul Ahır 311 .

[113]– Bu konu Tarihi islâmı zehebi’de Havedis ve vifayat 321- 330 190. sarfa Seyrul elamul neba.î 15- cilt 222. sayfa  vefa ni Bi vafiyat 2.cil 3666- 367’da nalk olunmuştur.)

[114]-El ğıybe 410. sayfa

[115]– Onun beş yıl hapiste kalmasını zehbi ve diğerleri zikr etmişlerdir. Muracat edin Tarihi islâm zehebi, hevedis ve vediyat 320- 241 , 190.sayfa, El vafi bil vafiat 12. cilt 366- 367.sayfa.

[116]– Siletul tarih Taberi 98. sayfa

[117]– Elğeybe 303.sayfa 256. Hadis)

[118]– El ğeybe 410. sayfa

[119]– Tarihi islam zehebi havedis ve vafiyat 321- 330 h-p 190. sayfa. Elvafi bil vafiyat 12. cilt 366- 367. sayfalar.

[120]– El ğeybe 320. sayfa 266. hadis Kemalu din 2. cilt 502. sayfa 31. Hadis- Babu tvgiat Biharul envar 51. cilt 335. sayfa)

[121]– Tebristan bir şehrin ismi Kemalu dinin dip notunda 518. sayfa

[122]– El ğeybe 309. sayfa 262. Hadis- Biharul envar 51. cilt 325. sayfa.

[123] – Tankih-ul Magam, c.2, s.305.

[124] – Aherin Umid, s.109.

[125] – İsbat-ul Vesiye, s.216-217. Tarih-i Siyasi-i Gaybet-i İmam-ı Devazdehom (a.s), Aherin Ümit, s.108.

[126] – Kemal-ud Din, c.2, s.517.

[127] – Merhum Şeyh Seduk “Kemal-ud Din” kitabında İmam-ı Zaman’ın bu nişanesi olan bu mektubun senedini şöyle açıklamaktadır: Şeyh Seduk rivayet etmektedir ki, Ahmed b. Hasan mekkteb, şöyle söylemekteydir: Şeyh Ebu-l Hsan Ali b. Muhammed Semuri’nin (Allah ruhunu ad etsin) vefat ettiği yılda ben Bağdat’ta bulunmaktaydım. Vefatından bir kaç gün önce hizmetine gittim. O değerli şahıs Hz. Hz. Mehdi (a.s) tarafından yayınlanmış olan fermanı, mektubunu şu ibaretle bana okudu: Kemal-ud Din, c.2, s.216, hadis:44.