Gaybet-i Suğra ve Kübra
Seccat KARAKUŞ/Erenler 4-5
On birinci İmamın şehadetinden sonra, Hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıllık süre, İmam Mehdi (a.s)’ın “Gaybet-i Suğra” –küçük gizlilik- dönemidir.[i] O tarihten itibaren Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceği zamana kadar geçen süreç “Gaybet-i Kübra” -büyük gizlilik- dönemidir.
Gaybet-i Suğra’da halkın İmam Mehdi (a.s) ile irtibatı tamamen kesilmemekle beraber sınırlıydı. Ehl-i Beyt dostları, Ehl-i Beyt mektebinin büyüklerinden olan “özel naipler” vasıtasıyla sorunlarını İmam’a iletip cevap alabiliyorlardı. Bu dönem, halk ile İmam arasındaki irtibatın tamamen kesildiği ve halkın, İmam’ın genel vekilleri olan Ehl-i Beyt mektebine bağlı müçtehit ve fakihlere başvurmakla görevlendirildiği “Gaybet-i Kübra” dönemine bir hazırlık olarak tanımlanabilir.
Eğer Gaybet-i Kübra ansızın ve birden gerçekleşseydi, düşüncelerin sapmasına ve zihinlerin onu kabullenmemesine sebep olabilirdi; ama Gaybet-i Suğra müddetince zihinler yavaş yavaş hazırlık kazandı ve daha sonra Gaybet-i Kübra başladı. Yine Gaybet-i Suğra zamanında, özel naipler vasıtasıyla İmam (a.s) ile sağlanan irtibat ve bu süreç zarfında Ehl-i Beyt dostlarından bazılarının İmam Mehdi (a.s)’ın huzuruna varmaları, onun doğum ve hayatı meselesini de daha fazla sabitleştirdi. Eğer Gaybet-i Kübra bunlardan önce olmuş olsaydı, belki de bu mesele bu kadar açık olmayacak ve bazıları şüpheye düşecekti. Allah Teala kendi hikmetiyle, (Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s)’ın da bildirdikleri gibi) Ehl-i Beyt izleyicilerinin İmamlara olan inançlarının sarsılmaması, Hz. Mehdi (a.s)’ı ve ilahi kurtuluşu beklemeleri, gaybet zamanında Allah’ın dinine sarılıp kendilerini eğitmeleri ve İmam Mehdi (a.s)’ın kıyamı için Allah’ın emri gelinceye kadar dini vazifelerini yerine getirmeleri için, tam gaybete hazırlık gayesiyle kısa müddetli “Gaybet-i Suğra” ve ondan sonra uzun müddetli “Gaybet-i Kübra” olmak üzere, İmam Mehdi için iki çeşit gaybet takdir etti.
Dört Sefir
Gaybet-i Suğra zamanında Ehl-i Beyt büyüklerinden dört kişi İmam Mehdi (a.s)’ın özel naibi olmuştur. Onlar İmam’ın huzuruna gider, halkın sorularını İmam’a iletir, İmam’ın da mektupların kenarına yazdığı cevapları halka iletirlerdi.
Bu dört naibin dışında İmam (a.s)’ın çeşitli şehirlerde de vekilleri vardı; onlar da bu dört naip vasıtasıyla halkın meselelerini İmam (a.s)’a ulaştırıyorlardı. İmam (a.s) tarafından onlara mektup ve fermanlar çıkarılmıştı.[ii] Merhum Seyyid Muhsin Emin'in belirttiği gibi, dört kişi mutlak ve umumi temsilci idiler, diğerleri ise bazı hususi işler için görevlendirilmişlerdi. Bu vekiller arasında Ebu Hüseyin Muhammed bin Cafer bin Esad, Ahmed bin İshak-ı Eş’ari, İbrahim bin Muhammed-i Hamedani ve Ahmed bin Hamza bin Yesee gibi müminler vardır.[iii]
Dört naip ise sırasıyla şunlardır:
1- Ebu Amr Osman bin Said-i Amri,
2- Ebu Cafer Muhammed bin Osman bin Said-i Amiri,
3- Ebu’l-Kasım Hüseyin bin Ruh Nevbahti,
4- Ebu’l-Hasan Ali bin Muhammed Semeri.
Ebu Amr Osman bin Said, halkın güvenine mazhar olan çok değerli bir şahsiyet idi. İmam Hadi (a.s) ile İmam Hasan Askeri (a.s)’ın vekilliğini yapmıştır.[iv] O, İmam Mehdi (a.s)’ın emri ile İmam Hasan Askeri (a.s)’ın kefenleme ve defnetme işlemini de üzerine almıştır.[v] Ona, Askeriyeye ait mahallede ikamet ettiğinden dolayı “Askeri” lakabı verilmişti. O, saray memurlarının, İmam (a.s)'a yaptığı hizmeti farketmemeleri için yağ satıcılığı yapar, [vi] Ehl-i Beyt dostlarının İmam Hasan Askeri ve İmam Ali Hadi (a.s)’a gönderdikleri humus ve zekatı yağ kaplarına koyarak İmam'a ulaştırırdı.[vii] Ahmed bin İshak-i Kummi der ki: “İmam Ali Hâdi'nin (a.s) huzuruna müşerref olup, arz ettim ki: “Ben her zaman burada (Samirra’da) olamıyorum, sadece burada bulunduğum zamanlar sizi ziyaret etme şerefine nail olabiliyorum, böyle zamanlarda bir sorunla karşılaşırsam kime başvurayım?”
İmam buyurdu ki: “Bu Ebu Amr (Osman bin Said-i Amri), güvenilir ve emin bir kişidir, size benim tarafımdan ne derse bendendir. Benim tarafımdan size ne ulaştırırsa benden ulaştırmıştır.”
Ahmed bin İshak der ki: “İmam Ali Hâdi (a.s)'ın vefatından sonra, İmam Askeri (a.s)'ın yanına gittim ve aynı sözümü ona da tekrarladım, o hazret de değerli babaları gibi: ‘Ebu Amr, emin ve geçmiş İmamlar’ın güvenini kazanmış, benim hayatımda ve hayatımdan sonra inandığım kişidir. Size bir şey söylerse benden söylemiş ve bir şey size ulaştırırsa benden ulaştırmıştır’ dedi.” [viii]
Bu değerli şahıs, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan sonra İmam Mehdi (a.s)’ın fermanı üzerine naipliğini üstlendi. Ehl-i Beyt dostları sorunlarını ona iletiyor, İmam'ın cevabı da onun vasıtasıyla onlara ulaşıyordu. [ix]
Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetlerinden rahmetli Muhakkik Damad “Sırat-ı Müstakim” adlı kitabında şöyle yazmıştır: “Şeyh Osman bin Said-i Amri, İbn-i Ebi Ganim-i Gazvini’nin ‘İmam Ali Hâdi (a.s) vefat ettiği zaman evladı yoktu!’ dediğini, bunun üzerine Ehl-i Beyt dostlarının onunla kavga edip İmam'a bir mektup yazdıklarını ve bunun üzerine İmam’ın onu yalanlayan bir mektup yazdığını ve cevabının, Ehl-i Beyt dostlarına bir delil, mucize olması için de bu mektubu mürekkepsiz, yani kuru kalemle beyaz bir kağıdın üzerine yazdığını nakleder. İmam (a.s) tarafından verilen cevabın metni şöyledir:
“Bismillahirrahmanirrahim.
Allah sizi ve bizi fitne ve sapıklıktan korusun. Sizlerden bir grubun din ve emir sahiplerinin doğumunda şek ve şüphe ettiği bize ulaştı. Bu haber bizi üzgün ve müteessir etti, elbette bu üzgünlük asıl sizin içindir; bizim için değil. Çünkü Allah ve hak bizimledir. Birinin bizlerden uzaklaşması korkmamıza sebep olmaz, bizi Allah yarattı, diğer yaratıkları da bizim hürmetimize ihya etti. Niye şüpheye kapılmışsınız? İmamlarınızdan (a.s) size ulaşan şeyin gerçekleşeceğini bilmiyor musunuz (geçmiş imamlar Kaim (a.s)’ın gaybet edeceğini bildirdiler)? Acaba Allah Teala'nın, Adem'in zamanından geçmiş İmam'ın zamanına kadar halkın sığınması için sığınaklar ve aracılıklarıyla halkın hidayet bulacağı alametler bıraktığını ve bir bayrak gizlendiğinde diğer bir bayrağın açığa çıktığını, bir yıldız battığında başka bir yıldızın doğduğunu görmediniz mi? Allah’ın geçmiş İmam (on birinci İmam)’ın ruhunu aldıktan sonra kendi dinini batıl mı ettiğini sanıyorsunuz? Yaratıklarını kendine hidayet edecek sebep ve vesilelerden yoksun bıraktığını mı zannediyorsunuz? Asla böyle değildir! Hoşlanmadıkları halde kıyamet kopuncaya ve Allah'ın emri zahir oluncaya kadar da böyle olmayacaktır. Öyleyse Allah'tan korkun, bize teslim olun ve işleri bize bırakın, ben size nasihat ettim, Allah bana ve size şahittir. [x]
Osman bin Said, ölümünden önce İmam Mehdi (a.s)’ın emriyle oğlu Ebu Cafer Muhammed bin Osman’ı İmam Mehdi (a.s)’ın vekil ve naibi olarak tanıttı.
Muhammed bin Osman da babası gibi Ehl-i Beyt mektebinin büyüklerinden olup takva, adalet ve yücelik bakımından Ehl-i Beyt dostlarının güven ve saygısını kazanmıştı. İmam Hasan Askeri (a.s) da onun ve babasının güvenilir ve itimat edilir olduğunu daha önceden belirtmişti. Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyeti rahmetli Şeyh Tusi şöyle yazar: “Bütün Ehl-i Beyt dostları onun adaleti, takvası, emanete sadık olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.”[xi]
Birinci naip Osman bin Said’in vefatından sonra onun ölümü ve oğlunun naipliği hakkında İmam Mehdi (a.s) tarafından şöyle bir tevki[xii] gelmiştir:
“Doğrusu biz Allah’tanız ve yine ona dönenleriz. O’nun emrine teslim ve O’nun takdirine rıza göstermişiz. Baban kutlu yaşadı ve tertemiz öldü. Allah ona rahmet etsin, onu imamları ve efendilerine kavuştursun. Üstün ve yüce Allah’a, İmamlar’a yakınlık kastıyla onların işlerinde çalışmaktan geri kalmadı. Allah onu nurlu kılsın; hatalarını bağışlasın.”
Tevki’nin diğer bir kısmında ise şöyle buyurmuştur:
“Allah senin sevabını artırsın, bu musibetten dolayı sana güzel sabır versin. Siz yaslı olduğunuz gibi biz de yaslıyız. O ayrılığıyla, seni de, bizi de yalnız bıraktı. Allah, göçtüğü yerde onu sevindirsin. Kutluluğunun en yüce delili şu ki, Allah ona, kendisinden sonra yerine geçmesi, onun işini yüklenmesi ve onu rahmetle anmasını sağlamak için senin gibi bir oğul vermiş. Ben, Allah’a hamd olsun derim, çünkü onun yerine geçmenle canlar huzur içinde; üstün ve yüce Allah’ın seni onun yerine geçirmesiyle, gönüller rahatlamış oldu. Allah yardımcın olsun, sana güç, kuvvet versin, yardım etsin, başarı versin; dostun, koruyucun, görüp gözetenin olsun.” [xiii]
Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen şahsiyetlerinden olan Abdullah bin Cafer-i Humeyri der ki: “Henüz Osman bin Said dünyadan göçmeden İmam Mehdi (a.s), bize kendi el yazısıyla gönderdiği bir mektupta Ebu Caferi (Muhammed bin Osman bin Said-i Amiri), babasının yerine atadığını bize bildirmişti.[xiv]
Yine İmam Mehdi (a.s)’ın İshak bin Yakub-ı Kuleyni’ye cevap olarak yazdıkları başka bir tevkide şunlar yer almıştır:
“…ama Muhammed bin Osman-ı Amiri, Allah ondan ve babasından razı olsun, doğrusu ben ona inanıyorum. Onun benim tarafımdan yazdığı şey benim yazdığım şeydir.” [xv]
Abdullah bin Cafer-i Humeyri der ki: “Muhammed bin Osman'dan Hz. Mehdi'yi gördün mü diye sordum buyurdu ki:
-Evet, Onunla son olarak Ka'be'nin kenarında görüştüğümüzde şöyle buyurdu: “Allah'ım! Bana vadesini verdiğin şeyi gerçekleştir.”[xvi] Yine Müstacar’de[xvii] onun: “Allah'ım düşmanlarımdan intikam al” dediğini gördüm.”[xviii]
Yine Muhammed bin Osman diyor ki: “Hz. Mehdi (a.s) her yıl hac töreninde hazır bulunur, milleti görür ve tanır, halk da onu görür, fakat tanımaz.”[xix]
Muhammed bin Osman kendisi için bir mezar hazırlamış ve üzerini sace (bir çeşit elbise ve bez) ile örtmüştü ve onun üzerine de Kur’an’dan ayetler ve Masum İmamların isimlerini yazmıştı, her gün onun içine giriyor ve bir cüz Kur’an okuduktan sonra dışarı çıkardı.[xx]
Bu değerli zat, ölmeden önce öleceği günü haber vermiş ve haber verdiği günde de vefat etmiştir.[xxi] Bu zat, İmam Mehdi (a.s)’ın emriyle vefat etmeden önce ziyaretine gelen Ehl-i Beyt büyüklerinden bir gruba; Ebu-l Kasım Hüseyn bin Ruh Nevbahti’yi kendinden sonraki naip ve İmam ile irtibatı olan şahıs olarak tanıtarak: “O, benim yerime geçecektir, işlerinizde ona müracaat ediniz” buyurmuştur.[xxii] Ebu Cafer Muhammed bin Osman-ı Amiri Hicri 305 yılında vefat etmiştir.[xxiii]
Hüseyn bin Ruh-i Nevbahti
Ebu-l Kasım Hüseyn bin Ruh Nevbahti, dost ve düşman yanında özel bir azamet ve değere sahipti. Akıl, takva, fazilet ve ileri görüşlülüğüyle tanınır, çeşitli fırkaların geneli onu sever ve sayardı. İkinci sefir Muhammed bin Osman-ı Amri’nin zamanında bazı işlerin mesuliyetini taşıyordu. Muhammed bin Osman’ın yakın dostları arasında Cafer bin Ahmed bin Mutil-i Kummi herkesten daha fazla onunla samimi ve irtibatta idi. Hatta Muhammed bin Osman’ın hayatının son zamanlarında yemeği Cafer bin Ahmed’in ve babasının evinde hazırlanıyordu. Ashab arasında Cafer bin Ahmed bin Mutil’in ikinci sefirin yerine geçme ihtimali daha yüksekti. Hatta Muhammed bin Osman ihtizar halindeyken Cafer bin Ahmed onun baş tarafında ve Hüseyn bin Ruh ayak tarafında oturmuşlardı.[xxiv] Bu arada Muhammed bin Osman, Cafer bin Ahmed’e dönerek buyurdu ki: “İşleri Ebu’l Kasım Hüseyn bin Ruh’a bırakmam emredilmiştir.” Bunun üzerine Cafer bin Ahmed yerinden kalkarak Hüseyn bin Ruh’un elinden tutup Muhammed bin Osman’ın baş tarafına oturtmuş, kendisi de onun ayak tarafına geçmiştir.[xxv]
Hz. Mehdi (a.s) tarafından, Hüseyin bin Ruh hakkında gelen tevki şöyledir:
“Biz onu tanıyoruz, Allah Teala hayır ve rızasını ona tanıtsın ve hükmü ile ona yardımcı olsun, onun mektubundan haberdar olduk, bizce güvenilir ve inanılır bir kişidir. Kalbimizde onu sevindirecek kadar bir makam ve sevgisi var, Allah iyiliğini artırsın. Doğrusu Allah, her şeyin velisidir. Her şeye kadirdir, ortağı olmayan Allah’a hamd olsun ve Allah’ın selamı peygamber olarak göndermiş olduğu Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine olsun.”
Bu tevki hicri kameri 305 yılında, Şevval ayının 6'sında, pazar günü gönderilmiştir.[xxvi] Bir çok kitap yazmış olan Bağdat'ın büyük kelam alimlerinden ve Nevbahti soyunun büyüğü olan Ebu Sehl-i Nevbahti'den “Niçin şeyh Ebul Kasım Huseyn bin Ruh sefirlik mevkisine erişti de, siz bu makama erişmediniz?” diye sorduklarında şöyle demiştir:
-Onlar (İmamlar–a.s-), herkesten daha iyi bilirler ve seçtikleri kimse daha liyakatli ve daha münasiptir. Ben davranış ve tartışması sert olan biriyim. Eğer ben Hz. Mehdi (a.s)'ın sefiri olsaydım ve şimdi Ebul Kasım Huseyin bin Ruh'un (sefirlik sebebiyle) bildiği gibi Hz. Mehdi (a.s)'ın yerini bilseydim ve (İmam'ın hakkında muhaliflerle tartışmaya girseydim ) zor durumda kalsaydım (kendimi kontrol edemeyip) İmam'ın yerini bildirmem mümkündü. Ama Ebul Kasım (sır saklama ve kaçınmada öyle bir kişidir ki) eğer İmam onun gömleği altında gizlense ve onu kesici aletlerle lime lime etseler, yine de ondan ayılmaz (ve onu düşmana göstermez).[xxvii]
Ebu’l Kasım Hüseyin bin Ruh, yaklaşık 21 yıl İmam’ın naipliğini yapmış, ölmeden önce İmam’ın emriyle naipliği Ebu-l Hasan Ali bin Muhammed-i Semeri’ye bırakmıştır. O, hicri 326 yılının Şaban ayında vefat etmiştir; mezarı Bağdat’tadır.
Ali bin Muhammed-i Semeri
“Muntehe’l-Makal” kitabının yazarı, dördüncü sefir Ebu’l Hasan Ali bin Muhammed-i Semeri hakkında şöyle yazar: “O, anlatılamayacak kadar büyük bir şahsiyete sahipti. Bu değerli zat, İmam Mehdi (a.s)’ın emri ile Hüseyin bin Ruh’tan sonra İmam (a.s)’ın sefiri olarak Ehl-i Beyt dostlarının sorunlarını halletmek için görevlendirilmiştir.”[xxviii]
Rahmetli Muheddis-i Kummi şöyle yazar: “Ebu’l Hasan Semeri, bir gün yanındaki insanlara, ‘Allah size Ali bin Babaveyh-i Kumi'nin mateminde mükâfat versin, o, şu anda dünyadan göçtü’ buyurdu. Onlar saat, gün ve ayı not aldılar; 17 veya 18 gün sonra Ali bin Babaveyh-i Kumi'nin o tarihte vefat etmiş olduğunu öğrendiler.”
Ali bin Muhammed Sameri Hicri 329 yılında vefat etmiştir.[xxix] Vefatından önce Ehl-i Beyt dostlarından bir grup onun etrafında toplanarak: “Senden sonra yerine geçecek olan sefir kimdir” diye sorduklarında şu cevabı vermiştir:
“Ben bu konuda bir kimseye vasiyet etmekle görevli değilim.”[xxx] Sonra da Hz. Mehdi (a.s) tarafından bu konuda gönderilen hükmü Ehl-i Beyt dostlarına gösterdi. Onlar da bu hükümden kopya aldılar, hükmün metni mealen şöyledir:
Bismillahirrahmanirrahim.
Ey Ali bin Muhammed-i Semeri! Allah senin musibetinde kardeşlerinin mükafatını arttırsın, sen altı gün sonra dünyadan göçeceksin, onun için, işlerini derleyip toparla; ölümünden sonra yerine geçmek üzere birisi hakkında tavsiyede bulunma, doğrusu “Gaybet-i Kübra” başlamıştır ve Allah Teala izin vermedikçe zuhur olmayacaktır. Zuhur, ancak O’nun izniyle olacaktır. Bu da ancak uzun bir zaman sonra, kalplerin taş kesilmesi ve yeryüzünün zulümle dolmasından sonra olacaktır. Çok geçmeden izleyicilerimden beni gördüklerini -sefir unvanıyla irtibatta olduklarını- söyleyenler gelecektir. Ama bilin ki, Süfyani’nin çıkmasından ve yüksek çığlık[xxxi] duyulmasından önce bu iddiada bulunan herkes yalan söylemektedir. Güç ve kuvvet, ancak Allah’tandır.[xxxii]
Gerçekten de İmam’ın buyurduğu gibi Ali bin Muhammed-i Semeri altı gün sonra dar-ı faniden göçmüş ve Helenci caddesinde, Ebu İtab Nehri’nin kenarında toprağa verilmiştir.[xxxiii]
İmamın hususi sefirleri halkın en takvalı, en asaletlisi ve Müslümanların en çok güvenip itimat ettikleri kimselerdi. Gaybet-i Suğra boyunca Ehl-i Beyt muhipleri soru ve müşküllerini onların vasıtasıyla İmam (a.s)’a ulaştırıyor, İmam (a.s) da cevabını onların vasıtasıyla Ehl-i Beyt dostlarına gönderiyordu. O zaman bu gibi irtibat herkes için mümkündü, hatta yüce şahsiyetli kimselerden bazıları hususi sefirler vasıtasıyla İmam'ın (a.s) huzuruna gidip hazretle görüşmeye muvaffak bile oluyorlardı.
Merhum Şeyh Tusi “İhticac” kitabında şöyle yazar:
“İmam (a.s)’ın açık emri ve önceki sefirin sonrakini tanıtması ve tayin etmesi olmadan İmam’ın özel vekillerinden hiçbiri sefirlik iddiasında bulunmamış, Ehl-i Beyt dostları da, İmam Mehdi (a.s) tarafından onların sözlerinin doğruluğu ve sefirliklerinin gerçekliğine delalet eden bir mucize ve alamet görmedikçe, onların hiçbirinin sözünü kabul etmemişlerdir.”[xxxiv]
Gaybet-i Suğra'nın müddetinin son bulmasıyla Gaybet-i Kübra dönemi başlamış, şimdiye kadar da devam etmektedir. Gaybet-i Suğra döneminde halk, hususi sefirler vasıtasıyla sorunlarının cevabını Hz. Mehdi (a.s)'dan alabiliyorlardı. Gaybet-i Kübra dönemi başladığı andan itibaren artık bunun mümkün olamayacağı bizzat İmam Mehdi’nin kendisi tarafından hususi sefirler aracılığıyla Ehl-i Beyt dostlarına bildirilmiştir. Ancak bu dönemde de Ehl-i Beyt muhipleri öyle sahipsiz olarak kendi başlarına bırakılmamış ve bu dönemde sorunlarının halli için hazretin umumi sefirlerine müracaat etmeleri gerektiği, hususi sefirlerine verilen tevkilerle beyan edilmiştir.
Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetlerinden olan rahmetli Keşî şöyle yazar: “Hz. Mehdi (a.s) tarafından gönderilen tevkide şöyle geçmektedir: ‘Artık dostlarımızın, bizce güvenilir olan kimselerin bizden naklettikleri şeylerde şüphede kalmaları için hiçbir özür ve bahaneleri yoktur. Dostlarımız sırrımızı onlara bıraktığımızı ve onlara verdiğimizi bilmekteler.” [xxxv]
Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetleri olan Şeyh Tusi, Şeyh Saduk ve Şeyh Tabersi de, İshak bin Ammar’dan şöyle nakletmişlerdir: “Mevlamız Hz. Mehdi (a.s) Ehl-i Beyt mektebi izleyicilerinin gaybet zamanındaki vazifeleri hakkında şöyle buyurmuştur: ‘Karşılaştığınız olaylarda, hadislerimizi rivayet edenlere müracaat ediniz. Çünkü onlar, benim sizin üzerinize olan hüccetlerimdir, ben de onlara Allah’ın hüccetiyim.”[xxxvi]
Merhum Tabersi de “İhticac” adlı kitabında İmam Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakleder:
“Nefsini kontrol altında tutan, dinini koruyan, heva ve hevesine muhalif olan, mevlasına (İmamlara -a.s-) itaat eden fakihlerden birini taklit etmek avam halk için gereklidir.” [xxxvii]
Böylece Gaybet-i Kübra döneminde Müslümanların meselelerini halletmek hususunda Ehl-i Beyt mektebine bağlı fakihler sorumlu kılınmıştır. Gerçi Ehl-i Beyt mektebine bağlı fakihlerin, masum imama ulaşma imkanı olmayanların sorunlarını çözmede fetva ve hüküm verme yetkileri, önceki masum imamlar tarafından da beyan ve tasvip edilmiştir. Ama Ehl-i Beyt mektebine bağlı fakihlerin genel anlamdaki resmi görevleri, Gaybet-i Kübra’nın başladığı tarihten itibaren başlamış, İmam Mehdi (a.s)’ın zuhuruna kadar da devam edecektir.
[i] – Rahmetli Seyyid Muhsin Emin “A’yan’uş Şia” adlı eserinde Gaybet-i Suğrayı 74 yıl olarak kabul etmiş ve onun başlangıcını İmam Mehdi’nin doğumundan hesaplamıştır. (c.4, 3. kısım, s.15).
[ii] – el-Mehdi, s.182.
[iii] – A'yan'uş-Şiâ, c.4, üçüncü bölüm, s.21.
[iv] – Muntehe’l-Makal, El-Mehdi, s.181.
[v] – A’yanu’ş-Şia, c.4, 3. bölüm, s.16.
[vi] – A’yanu’ş-Şia, c.3, 3. bölüm s.16.
[vii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.344.
[viii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.344.
[ix] – el-Mehdi, s.181; Biharu’l-Envar, c.51, s.346.
[x] – Envaru’l-Behiyye, s.324.
[xi] – Biharu’l-Envar, c.51, s.345-346; Şeyh Tusi’nin “Gaybet” kitabı, s.216 ve 219; El Kunye ve’l-Elkab c.3. s.230.
[xii] -“ Tevki" lügatte bir şeyin kenarına yazma, ıstılahta ise padişah ve halifelerin emir ve fermanlarına denir. Şiâ alimlerinin kitaplarında gaybet zamanında İmam-ı Zaman (a.s) tarafından Şiâlara ulaşan mektup ve fermanlara "Tevkiyat" denir.
[xiii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.349; Kemalu’d-Din, c.2, s.188, 38. hadis; Gaybet-i Şeyh Tusi, s.219-220.
[xiv] – Biharu’l-Envar, c.51, s.349.
[xv] – Biharu’l-Envar, c.51, s.349-350; Gaybet-i Şeyh Tusi, s.220; Keşfu’l-Gumme, c.3, s.457.
[xvi] – Biharu’l-Envar, c.51, s.351.
[xvii] -Mustacar, Rukn'u Yemani’ye yakın Ka'be'nin kapısının karşısında, günahkarların af edilmesi için insanların sığındıkları bir yerdir.
[xviii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.351.
[xix] – Biharu’l-Envar, c.51, s.351.
[xx] – el-Kuna ve’l-Elkab, Necef baskısı, c.3, s.267-268.
[xxi] – el-Kuna ve’l-Elkab, c.3, s.268.
[xxii] – Biharu’l-Envar, c. 51, s.354-355; Gaybet-i Şeyh Tusi, s.326-327.
[xxiii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.352.
[xxiv] – Biharu’l-Envar, c.51, s.353-354.
[xxv] – Biharu’l-Envar, c.51, s.354.
[xxvi] – Biharu’l-Envar, c.51, s.351; Gaybet-i Şeyh Tusi, s.227.
[xxvii] – Biharu’l-Envar, c.51 s.359; el-Kûnye ve’l-Elkab, c.1, s.91.
[xxviii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.358 – 360.
[xxix] – Gaybet-i Şeyh Tusi, s.242-243.
[xxx] – Biharu’l-Envar, c.51, s.360
[xxxi] – “Süfyani’nin çıkışı” ve “yüksek ses” İmam-ı Zaman (a.s)’ın zuhuruna yakın gerçekleşecek iki alamettir.
[xxxii] – Biharu’l-Envar, c.51, s.361; Gaybet-i Şeyh Tusi, s.242-243; merhum Şeyh Saduk’un Kemal-ud Din’i, c.2, s.193.
[xxxiii] – A’yanu’ş-Ehl-i Beyt, c.4, 3. cüz, s.21; Kamusu’r-Rical, c.7, s.512.
[xxxiv] – Biharu’l-Envar, c.51, s.362.
[xxxv] – el-Mehdi, s.182- 183.
[xxxvi] – İhticac, s.283.
[xxxvii] – el-Mehdi, s.182-183.