Gaybet Zamanında İmam (a.s)’ın Varlığının Faydaları
S. Suca KARAKUŞ/Erenler 4-5
Masum imamın varlığının hikmetini bilmeyen bazı kimseler; “İnsanların ulaşamadığı gaip imamın ne faydası var?” diye sorarlar. Oysa masum önderin varlığının hikmetini, sadece aşikâr olup insanlara yol göstermek ve toplumsal sorunları çözmek gibi işlerle sınırlamak, gerçekte masum önderin makamını idrak etmemekten kaynaklanmaktadır. Gerçek şudur ki, her ne kadar insanlar, masum önderin aşikâr olmaması yüzünden gaybet döneminde birçok feyizden mahrum kalıyorlarsa da, birçok yönden de masum önderin varlığından faydalanmaktadırlar. Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki halifesi olan masum imam gibi kâmil hüccetlerin varlığının hikmeti Hz.Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamları’ndan gelen hadislerde ele alınmış ve varlıklarının bazı hikmetlerine işaretle yeryüzünün ilâhî hüccetten yoksun kalmasının imkânsız olduğu vurgulanmıştır. Bu hikmetlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a) İnsan-ı kâmil olan masum önder (a.s), madde âlemi ile rububî âlem arasında bir rabıtadır.
Hz. Resulullah (s.a.a) Allah’ın son hücceti olan Hz. Mehdi’nin gaybet edeceğinden söz edince, kendisine yöneltilen: “Gaybet döneminde Hz.Mehdi’nin varlığının ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklindeki bir soruya:
“Beni peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, insanlar gaybet döneminde, bulutların arkasında kalan güneşten faydalandıkları gibi ondan faydalanırlar” [1] cevabını vermiştir.
Yine “Yenabiu’l-Mevedde” adlı kitapta Süleyman A’meş bin Mehran yoluyla İmam Sadık (a.s)’dan nakledilir ki, İmam Zeynelabidin (a.s) şöyle buyurdu: “Biz, Müslümanların imamı, dünya ehlinin hüccetiyiz. Yıldızların gök ehline güvence ve kurtuluş vesilesi olduğu gibi, bizler de yer ehlinin güvence kaynağı ve kurtuluş vesilesiyiz. Bizim hürmetimize, Allah istemedikçe gökten bir şey yere düşmez. Bizim vasıtamızla Hakk’ın rahmet yağmuru yağmakta ve yeryüzü bereketlerini çıkarmaktadır; eğer biz yeryüzünde olmasaydık, yeryüzü üzerindekileri yutardı. Allah Teâlâ, Adem (a.s)’ı yarattığı günden beri yeryüzü hiçbir zaman hüccetsiz kalmamıştır. Ama bu hüccet bazen zahirdir ve tanınır, bazen de gaip ve gizlidir. Kıyamete kadar da yeryüzü hüccetsiz kalmayacaktır. Eğer imam olmazsa Allah’a (hakkıyla) ibadet edilmez.” [2]
b) Yaratılışın gayesi olan, tam bir marifetle her şeyin tek yaratıcısı olan yüce Allah’a ibadet etmek, ancak masum önderin varlığıyla gerçekleşir.
Bakınız; melekler insan türünün fesatlarıyla iyiliklerini mukayese ederek: “Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan akıtacak birini mi var edeceksin?”[3] şeklindeki sözleriyle onun yaratılışına itiraz edip insanın yaratılışını istemediklerini izhar edince, Allah Teâlâ, insan türünün babası olan Hz. Adem’in, Allah’ı kâmil olarak tanımasına, O’na kulluk ve ibadet etmesine vesile olacak mülk ve melekut âlemi hakkındaki kâmil ilmini meleklere gösterip onların bundan aciz kaldıklarını kanıtlayarak, insan türünün nelere layık olduğunu ve ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini belgelemiş ve onların insan hakkındaki bilgilerinin yetersiz olduğunu gözleri önüne sererek yanıldıklarını kanıtlamıştır.
Böylece Hz. Adem (a.s), âlemlerin Rabbinin emriyle üstün bilgisini meleklere kanıtlayınca, melekler, insan türünden olan ilâhî hüccetlerin varlığının hakikatini ve onların Allah yanındaki yüce makamını gördüler ve beşer türünden olan insan-ı kâmilin Allah’ı hamd ve tesbih etmesiyle, kendilerinin tesbih ve kutsamalarının mukayese edilemeyeceğinin, yaratılışından endişe duydukları beşer türünden böyle seçkin kişilerin de varolacağının, dolayısıyla da beşerin yaratılışının yerli yerinde, layık ve tercih edilir bir yaratılış olduğunun bilincine vardılar.
Demek ki, aslında yaratılışın gaye ve felsefesini açıkça ortaya koyan şey, bütün meleklerin baş eğdiği bu seçkin kişilerin varlığıdır. Çünkü seçkin kişilerin ibadetleri eşsizdir ve hiçbir ibadet onların ibadetlerinin yerini dolduramaz. O halde ilâhî hüccetlerin varlığı, beşerin başlangıcı ve ilk yaratılışı için ikna edici bir delil olduğu gibi, hayatın ve beşeriyet silsilesinin devamı için de ikna edici yegane delildir. Sonuç olarak ilâhî hüccet insanlık toplumunda daima mevcut olmalıdır.
Eğer varlık nimeti bizi de kapsıyorsa, bu, insan-ı kâmil olan liyakatli kişilerin varlıklarının bereketindendir. Eğer insan-ı kâmil olan bu değerli zatlar olmasaydı, biz de var olmazdık. Varlık elbisesini giymiş olduğumuz şu anda dahi, eğer onlardan biri aramızda olmazsa, varlık hikmetimizi kaybeder, yok olup gideriz. O halde insan-ı kâmil olan ilâhî hüccetler, yalnız maarif ve ilimlerde biz insanoğlunun velinimeti olmakla kalmayıp, varlık nimetinde de velinimetlerimiz, yine onlardır.
Ehl-i Beyt İmamları tarafından gelen Ziyaret-i Camia’de şöyle geçer:
“Ey velinimetlerim! Övgünüzü sayıp bitiremem ve hakikatinizi gerçek anlamıyla övemem, makam ve mevkinizi nitelendirmekten acizim, iyilerin nuru ve salihlerin hidayet edicisi sizsiniz; siz, her şeye gücü yeten Allah’ın hüccetlerisiniz. Allah, yaratılışı sizinle başlattı ve sizinle bitirecektir. O, sizin hatırınız için yağmur yağdırır ve sizin hatırınız için gökyüzünün yere kapanmasını engeller ve sizin hatırınız için üzüntüleri giderir, zorlukları bertaraf eder.”
İmam Sadık (a.s) değerli babaları İmam Bakır (a.s)’dan naklediyorlar ki:
“…Bizim ibadetlerimizle aziz ve celil Allah’a ibadet edilir, eğer biz olmasaydık Allah’a hakkıyla ibadet edilmezdi.” [4]
Yine birçok rivayetlerde buyurmuşlardır ki: “Yeryüzü hiç bir zaman masum bir öndersiz bırakılmaz.” [5]
İmam Bâkır (a.s) buyurmuşlardır ki: “Vallahi, Allah Hz.Adem’in ruhunu aldığı vakitten itibaren yeryüzünü masum imamdan mahrum bırakmamıştır. Halk onun vasıtasıyla Allah’a ulaşır. O, Allah’ın halka hüccetidir ve yeryüzü Allah’ın halka hücceti olan imam olmaksızın bir an bile bâki kalmaz.” [6]
c) Masum İmam (a.s) insanları manevi boyutta hidayet eder.
Masum imam, zahiri ameller merhalesinde hidayet edici ve kılavuz olduğu gibi, manevi hayat aşamasında da hidayet edicidir ve amellerin hakikati onun hidayetiyle hedefine ulaşır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Onları öyle rehberler kıldık ki, emrimizle halkı doğru yola sevk ederler ve onlara hayırlı işleri vahyettik.”[7] Başka bir yerde de buyuruyor ki: “Ve içlerinden, sabrettikleri için onları emrimizle doğru yola sevk edecek rehberler tayin etmiştik.” [8]
Büyük Ehl-i Beyt tefsircisi Tabatabai şöyle yazar: “Bu ve benzeri ayetlerden anlaşılmaktadır ki, İmam (a.s), zahiri hidayet ve aydınlatmanın yanı sıra soyut ve melekler âlemi cinsinden olan bir çeşit manevi hidayete de sahiptir. Onlar, batini hakikat ve nuraniyetleri ile halktan iyi kimselerin kalbinde tesir ve tasarruf eder ve onları yaratılışlarının son hedefi olan kemal derecelerine cezbederler.” [9]
Demek ki, ilâhî hüccet ve halkın hidayetçisi olarak Hz. Mehdi (a.s)'ın varlığını gerekli gören biz Ehl-i Beyt dostlarının bu inancına; “Hz. Mehdi (a.s)'ın gaybeti bu maksadı bozuyor, gaybeti nedeniyle halkın ulaşma imkânı olmayan bir imamın varlığının ne faydası var?” şeklinde itiraz edenler, gerçekte imametin gerçek manasının bilincine varmamışlardır.
Çünkü onlar, imamın vazifesinin yalnızca maariflerin dış yüzünü açıklamak ve halkın zahiri kılavuzluğuyla sınırlı olmadığını, halkın zahiri hidayetinin yanı sıra, batini velayet ve amellerin manevi rehberliğinin de masum öndere ait olduğunun farkında değillerdir. Oysa masum imamın asıl görevi, halkın manevi hayatını düzene sokmak ve onlara Hakka’a ulaşmakta kılavuzluk edip destek olmaktır. Masum imamın fizikî huzuru veya gaybetinin ise, bu konuda bir tesiri yoktur. İmam her ne kadar halkın gözünden saklı olsa da, batıni yolla onların nefisleri ve ruhlarıyla bağlantılıdır. Ve her ne kadar şimdiye dek zahir olup evrensel ıslahını yapma vakti gelmemişse de, manevi boyuttaki kılavuzluğu için varlığının zorunlu olduğu açıktır.
Merhum Hace Nasir-i Tusi (r.a) diyor ki: “Onun varlığı bir lütuftur, hakimiyeti de başka bir lütuf, şu anda görünürde olmayışı ise bizim yüzümüzdendir.”
Eğer halk, faydasında şüphe olmayan güneşten uzaklaşmış ve güneşin doğrudan yansıyan nurunun kendilerine ulaşmasına engel olmuşlarsa, bu güneşten kaynaklanan bir hata veya güneşin var olmadığına bir delil değildir; hata güneşten uzaklaşan ve onun nurundan kendini gizleyen halktadır. Bu durumda halk, güneşin hiç bir faydası olmadığını zannetmemelidir. Çünkü güneş olmasaydı, halk sığınaklarında dahi yaşayamazdı.Yine de varlığından uzaklaştıkları ve doğrudan yansıyan nurundan kendilerini gizledikleri bu güneş, onlar için çalışma, beslenme ve hayat imkânı sağlamaktadır.
Nitekim bazı hadislerde gaip İmam (a.s), bulut ardındaki güneşe benzetilmiştir. Süleyman-ı A’maş, İmam Sadık (a.s)’dan: “Halk Allah’ın gaip olan hüccetinden nasıl yararlanacak?” diye sorduğunda, İmam (a.s): “Bulutlar güneşi örtmüş olduğu halde insanların güneşten yararlandığı gibi.” buyurmuşlardır. [10]
Cabir bin Abdullah-i Ensari de Peygamber’den (s.a.a): “Acaba insanlar gaybet zamanında imamdan bir fayda görecekler mi?” diye sorduğunda, Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a):
“Evet,beni peygamberliğe gönderene andolsun ki, onlar güneşten nasıl yararlanıyorlarsa ondan da öylece yararlanacak ve nurundan faydalanacaklardır. O, bulutlar ardında gizli kalsa da insanlar onun varlığından faydalanacaklardır” [11] cevabını vermişlerdir.
d) Masum imam ümit kaynağıdır.
Gaip İmam’a inanmak, kurtuluşu beklemek ve onun zuhurunu gözlemek, insanlara büyük bir ümit vermektedir. Ümit, başarı ve ilerlemede en büyük etkenlerden biridir. Ümidini yitirmiş olan bir topluluk ise, asla başarıya ulaşamaz. Nitekim karargahta bulunan bir komutanın varlığı, askerlere ümit verir ve onların çaba göstermelerini sağlar. Komutanının ölüm haberini duyan bir ordu ise, ileri teknikle donanmış olsa dahi bozguna uğrayıp dağılıverir.
İşte bu yüzden, Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadislerde, kurtuluşu beklemek en büyük ibadet ve hak yolunda şehadete erişmeye eşdeğer sayılmıştır.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kim, biz Ehl-i Beyt’in velayetiyle kurtuluşu bekler bir halde ölürse, Kâim’in (Mehdi’nin) ordusunda yer alan kimsenin derecesinde olur.” [12]
Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Bizim devletimizi bekleyen kimse, Allah yolunda kanını döken ve canını veren kimse gibidir.” [13]
e) İmam dinin korunmasına vesiledir.
Hz. Ali (a.s), her dönemde insanların ilâhî önderlere olan ihtiyaçlarını şöyle açıklıyor:
“Yeryüzü Allah için hüccet ve delille kıyam eden İmam’dan yoksun kalmaz. Bazen o imam zahir ve görünürde bazen de gizlidedir. Allah’ın yeryüzündeki hüccet ve delilleri yok olmasın diye böyle takdir edilmiştir. Onlar kaç kişi ve nerededirler? (veya ne zamana kadar korku içerisinde ve gizlidedirler?) Allah’a andolsun ki, sayı açısından azdırlar, ama değer ve makam açısından büyüktürler. Allah Teâlâ, onlar vasıtasıyla kendi hüccet ve delillerini korumaktadır…” [14]
Zamanın geçmesi, şahsi fikir ve değerlendirmelerin dini konulara karıştırılıp din adına sunulması, sapık mekteplerin aldatıcı ve çekici propagandalarının din kılıfında sunulması, fasit ellerin semavi öğretilere uzanması, İslam kanunlarının pratik alandan uzaklaştırılması gibi binlerce faktör el ele vererek, İslam kanunlarından bazılarının unutulmasına, asaletinin yitirilmesine ve tahrif edilmesine neden olur. Vahiy olarak inen bu öğretiler, muhtelif beyinlere temas ederek siyahlaşır ve ilk günkü parlaklığını yitirir. Bu nurun, karanlık fikirlerin çerçevesinden geçmesi sonucunda, ışığı azalır ve yansıması zayıflar.
Durum böyleyken acaba Müslümanlar içinde, İslam’ın yasa ve öğretilerini gelecek nesiller için olduğu gibi koruyacak birinin bulunması gerekmez mi? Acaba yeniden mi vahiy inecektir?! Kesinlikle hayır. Çünkü vahiy kapısı ebediyete dek kapanmıştır. Öyleyse asıl din nasıl korunmalı? Tahrifler ve hurafeler nasıl önlenmeli? Bu, ancak masum bir imam vasıtasıyla gerçekleşir.
Buna ilaveten, İmam Mehdi (a.s) her yıl hac törenine katılır, toplantılara gider, çoğu zaman bazı müminlerin meselelerini bir vasıtayla veya vasıtasız olarak halleder, hatta bazılarının onu görmesi ama tanımaması da mümkündür. İmam (a.s) ise onları görür ve tanır, lütfü bazı iyi kimselere şamil olur. Gaybet-i Suğra ve Kübra zamanında halktan birçok kimse onunla görüşme şerefine ulaşmış, kerametini görmüş ve sorunlarını halletmişlerdir.
Merhum Ayetullah Seyyid Sadruddin-i Sadr şöyle yazar:
“el İhtiyar” kitabında gaybet zamanında Hz. Mehdi (a.s)' ile görüşüp buluşanların hikayeleri de yer almaktadır. Bunun, “Hz Mehdi’yi gördüğünü iddia edeni yalanlayın” diye gelen hadisle çelişir bir yanı yoktur. Çünkü bu rivayetten maksat, aynı rivayetin başından da anlaşıldığı gibi, O Hazretin özel elçisiyim iddiasında bulunanı yalanlamaktır.
İmam Mehdi (a.s) gaybet döneminde pek çok soruları cevaplamış, dini ve dünyevi sorunlardan halkı kurtarmış, birçok hastaya şifa vermiş, çaresiz ve âcizlere hayat vermiş, yolunu yitirmişleri hidayet etmiş, susuzları suya kandırmış, zayıfların elinden tutmuştur.
Bu konuda, muhtelif zaman ve mekanlarda birbirini tanımayan güvenilir kimseler tarafından birçok kitap yazılmış ve sözümüze şahitlik edecek birçok olaya değinilmiştir. Çoğu kez insan bu kitapları okuyup, kitapda geçen olay ve şahitleri tam olarak anlayınca meselenin doğruluğuna kesinlikle emin olmaktadır.” [15]
[1] – Biharü’l-Envar, c.52, s.93.
[2] – Yenabiü’l-Mevedde, c.2, s.217.
[3] – Bakara, 30.
[4] – Usul-i Kafi, c.1, s.193.
[5] – Usul-i Kafi, c.1, s.178, h.2.
[6] – a.g.e., c.1, s.178, h.8.
[7] – Enbiya, 73.
[8] – Secde, 24.
[9] – İslam’da Ehl-i Beyt, s.260.
[10] – Muntehabu’l-Eser, s.271.
[11] – Kemalu’d-Din, c.1, s.265.
[12] – İkmalü’d-Din, c.2, s.357.
[13] – İkmalü’d-Din, c.2, s.327.
[14] – Nehc-ül Belağa kısa sözler no: 139.
[15] – el-Mehdi, s.178- 179.