Guluv
Soru
Ehl-i Beyt İmamları hususunda aşırıya gitmek ve guluv nedir? Bunun neden ve hedefleri nelerdir? Şia bir Müslüman bu tehlikeli husustan nasıl uzak kalabilir?
Kısa Cevap
“Guluv (aşırılık)” sözlükte fazlalık ve uzamak anlamındadır. Başka bir ifadeyle had ve ölçüyü aşmaktır veya daha iyi bir tabirle her şeydeki ölçü ve konumdan çıkmak ve öteye geçmek aşırılıktır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de aşırılığa şöyle işaret etmektedir:
“Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin.”
Aşırılığın mertebeleri vardır ve onları üç önemli mertebede sınıflandırmak mümkündür:
1. Uluhiyet ve tanrılık mertebesindeki aşırılık.
2. Nübüvvet ve peygamberlik mertebesindeki aşırılık.
3. Allah’ın sıfat ve fiilleriyle ilintili özelliklerden biri hakkında aşırılık.
Resulullah (s.a.a) ve Masum İmamlar (a.s) iki önemli yöntem ile aşırılık olgusuyla mücadele etmişlerdir. Birincisi, İslam’ın hak inançlarını ve özellikle de On iki İmam mezhebini hakikat taliplerine açıklamalarıydı. Bu önemli iş, tevhit ve tek tanrıya tapmayı eksene alarak, bunun usul ve çerçevesini açıklayarak, nübüvvet ve imametin usul ve temellerini belirterek ve de peygamber ve imamın evrenin Rabbiyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu izah ederek gerçekleşiyordu. İkinci yöntemleri ise aşırılık yapanların sapmış hareketleri karşısında durmak, onlara karşı tavır takınmak ve düşüncelerini yahut daha iyi ifadeyle hayallerini ahmakça ve düzeysiz saymakla gerçekleşiyordu. Aşırılıktan kurtulmanın ve böyle bir düşünce yoksulluğunun bataklığına batmamanın yolu aşağıdaki hususlara dikkatle mümkündür:
1. İki emanete yani Allah’ın kitabına ve Peygamberin ailesine bağlanmak.
2. Aşırılığı ortaya çıkaran sebep ve nedenleri tanımak ve de cehalet ve aşırı sevgi gibi bu nedenlerden uzak durmak.
3. Aşırıların naklettiği hadislere güvenmemek.
4. Düşmanların İslamî merkez ve toplumlarda böyle zehirli düşünceleri yaymak ve neşretmek için kurgulayıp uydurdukları yanlı komplo ve tertiplere dikkat etmek; Rusya, İngiltere ve Siyonizm tarafından desteklenmiş ve himaye edilmiş ve edilmekte olan Babilik, Bahailik ve Kadiyanilik gibi fırkaları ortaya çıkaran komploları bilmek.
Ayrıntılı Cevap
Belirtilen sorunun yanıtı hakkında bir araştırma ve inceleme yapmadan önce mukaddime olarak aşırılığın herhangi bir İslam mezhebine özgü olmadığını hatırlatmalıyız. O halde aşırılık, Budizm dininde olduğu gibi Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinde de mevcuttur. Elbette aşırılığın bireysel bir görüş mesabesinde olduğuna dikkat etmek gerekir; yani özel öğretileri olan bir fırka ve ideoloji çerçevesinde zuhur etmemektedir. Bu yüzden aşırılık yapanların ölümüyle birlikte aşırılıktaki yöntemin de ortadan kalkıp yok olduğu müşahede edilmektedir. O halde aşırılık şahsa bağlıdır ve bunu ortaya çıkaranların ölümüyle de ortadan kalkıp yok olmakta ve sadece kendisinden bir isim kalmaktadır.[1] Belki de bu önemli hususa dikkatle aşırılığın menşe ve kökünün küfür ve ateizm olduğu söylenebilir;[2] çünkü temelleri aşk, akıl ve Yüce Allah’a imandan müteşekkil olan gerçek bir dinde, din ve misyon sahibinin ölümüyle böyle bir iman ediş daha sağlam ve muhkem olur ve bu da tam olarak aşırılığın aksinedir. Bu kısa mukaddimeden sonra aşırılığın sözlükte fazlalık ve uzamak olduğunu hatırlatmalıyız. Örnek olarak ağız suyu bitki tanesini uzattı ve büyüttü diye söylenmektedir.[3] Lisanu’l-Arab’da şöyle belirtilmiştir: Aşırılık had ve ölçüyü aşmaktır. Yahut itidal haddinden çıkmaya aşırılık denmektedir.[4] Her şeydeki had ve ölçüden çıkmak aşırılıktır, diyenler de olmuştur.[5] İbn Esir, guluv (aşırılık) kelimesinin kök ve aslını yükseklik ve irtifa ve de her şeydeki had ve ölçüyü aşma olarak bilmektedir.[6] Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de her türlü aşırılığı men etmiş[7] ve şöyle buyurmuştur:
“Ey ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayınız ve Allah Teâlâ’ya karşı haktan başkasını söylemeyiniz.”[8]
Bir başka âyette inançlarda aşırılık hakkında şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Ey Kitap ehli! Hakkın dışına çıkarak dininizde aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve dümdüz yoldan da şaşmış bir milletin arzu ve keyiflerine uymayın.”[9]
Yüce Allah aşağıdaki âyetlerde aşırılık yapanların inançlarını şöyle beyan etmektedir:
“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular.”[10]
Aynı şekilde şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun, “Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur.”[11]
Aynı şekilde bir başka âyette de şöyle buyurmaktadır:
“Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur dediler.”[12]
Şehit Sadr aşırılığın mertebeleri olduğuna inanarak onu şöyle sınıflandırmaktadır:
1. Ulûhiyet ve Tanrılık mertebesindeki aşırılık.
2. Nübüvvet mertebesindeki aşırılık
3. Allah’ın sıfat ve fiilleriyle ilintili özelliklerden biri hakkında aşırılık.
Ulûhiyet ve tanrılık mertebesindeki aşırılığın manası, hakkında aşırılık yapılan şahsın Tanrı addedilmesi ve bazı örneklerde de böyle bir şahsın tanrının ortağı sayılmasıdır. Bu ortaklık da iki halin dışında değildir: Ya o şahıs tanrının dengi ve eşi derecesindedir veya bir ulûhiyet mertebesinde yer alacak şekildedir. Bazen de ulûhiyetteki aşırılık tanrının bir şeyde hulul etmesi veya onunla bir olması anlamında yorumlanmaktadır.
Yukarıda zikredilen tüm şıklar küfürdür. Böyle bir inancın gereği tanrıyı inkâr etmek olduğundan birinci tür küfür sayılmaktadır. İkinci türün küfür sayılmasının nedeni de tevhit ve tek tanrıya tapıcılığı inkâr etmeden dolayıdır. Üçüncü tür ise hulul ve birliğin Yüce Allah dışında başka bir varlığın ulûhiyet ve tanrılığına inanmayı gerektirmesi nedeniyle küfürdür. Nübüvvet makamındaki aşırılıkta bazen hakkında aşırılığa kaçılan şahsa peygamberden daha yüksek ve üstün bir makam verilir ve kendisi Allah ile peygamber arasındaki irtibat bağı ve rabıt olarak lanse edilir. Bazen hakkında aşırılık yapılan şahıs peygambere eşdeğer ve denk görülür. Elbette peygamberin misyonu onu kapsamaz. Her iki tür de küfürdür. Çünkü şehadetin belirlenmiş manasıyla ve sorumlu insanların Resulullah’ın (s.a.a) peygamberliğine yönelik tanıklığıyla çelişmektedir. Sıfat ve fiillerdeki aşırılık ise bir sıfat ve fiilin gerekli had ve ölçüyü taşımayan bir şahsa verilmesi ve o şahsın böyle bir sıfat ve fiilin örneği olmaması manasındadır. Eğer belirtilen sıfat ve fiil dinin gereklerinden olup Allah’a özgüyse, bu kısım dinin gereklerini inkâr etmeye girer ve küfür sayılır. Aksi takdirde ise küfür sayılmaz.[13]
Şehit Sadr’ın (r.a) aşırılığı birkaç türe ayırıp türlerini beyan etmesi gibi, Merhum Seyyid Abdûlala Sebzevarî de aşırıları ve aşırılık yapanları beş kısma ayırmış ve şu şekilde açıklamıştır:
1. Hakkında aşırılık yapılan şahsın tanrılığına inanmak. Aşırlık yapan kimse onun ezeli ve kadim rab olduğunu ve ondan başka bir tanrının olmadığını sanır. Böyle bir sanıya kapılan kimsenin kesinkes Yüce Allah’ı inkâr ettiğini ve bu yüzden kâfir olduğunu söylemek gerekir.
2. Zorunlu varlık olduğunu kabul ederek harici bir şahsın tanrılığına inanmak. Böyle bir inanç şirk, ona inanan da müşrik sayılır ve kendisine fıkhın necaset hükmü uygulanabilir. Çünkü ulûhiyette Allah’ın ortak ve dengi yoktur. Oysa bu inancı taşıyan kimse rablikte ve onun varlık niteliğinde Allah için bir ortak ve denk gözetmiştir.
3. Allah’ın harici bir şahsa hulul ettiğine inanmak. Bunun kesin neticesi de insan zatına özgü yemek, içmek, yatmak vb. insanla ilgili tüm fiillerin tanrılığa isnat edilmesidir. Böyle bir sanı dinin gereklerini inkâr etmeyi getireceğinden küfürdür. Elbette selim akıl Yüce Allah’ı bu cismani unsurlardan münezzeh bilir.
4. Harici bir şahsın Yüce Allah’ın zatında fenaya ermesine inanmak.[14] Böyle bir ferde küfür hükmü verilebilir; çünkü dinin gereklerini inkâr etmiştir.
5. Harici bir şahsın Yüce Allah’ın sıfatlarının mazharı olduğuna, bu makamın Yüce Allah tarafından ona verildiğine ve bu makamda onun teyit edildiğine inanmak.[15] Elbette Allah’a ve peygambere şehadet getirmenin gereği olarak böyle bir şahsın Müslüman olduğu hatırlatılmalıdır.[16]
Şia’nın çok kıymetli mirasına müracaat ederek aşırılık fenomeninin tüm düzeylerde Şiilerin sert bir tepkisiyle karşılaştığını ve bunun karşısında duranların başında da Şia İmamların geldiğini anlamaktayız. Elbette Peygamber (s.a.a) bu sapık düşünceler karşısında durmada onlardan daha önce davranmış ve bu önemli hususu iki yolla yani hak ve hakikati açıklayarak ve aynı şekilde tevhit ve tek tanrıya tapınmanın doğru ve nurani yolunu her çeşit sapkınlık ve eğrilikten ayırarak gerçekleştirmiştir. İlk etapta Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) Kur’an-ı Kerim âyetlerine isnatta bulunarak tüm merhale ve mertebelerinde tevhit meselesine odaklanmış olduğunu müşahede etmekteyiz. Değişik rivayetler ve aynı şekilde Şia âlimlerinin tefsirleri, bu önemli hususu yansıtmaktadır ve onlara müracaat ederek bu meselenin hakkaniyetine tanıklık edilebilir.[17] İkinci etapta da Son Peygamber’in (s.a.a) İslam toplumunda her türlü sapkın davranışı engellediği gözükmektedir. Hadis kaynakları, Peygamber’in (s.a.a) aşırılık fenomenine karşı aldığı tavırlar ile doludur. Örnek sıfatıyla şu rivayete işaret edilebilir:
Eba Rafi’ Karzî ve Seyyid Necranî Peygamber’e (s.a.a) hitaben şöyle dediler: “Ey Muhammed sana tapmamızı ve seni tanrı olarak adlandırmamızı istiyor musun?” Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurdu: “Allah’a sığınırım. Ben bir olan Allah dışında hiçbir şeye tapmam ve O’na tapmaktan başka bir şey emretmem. Ben böyle bir şey için gönderilmedim ve buna emir olunmadım.” [18]
İmamlar da Peygamber’in yolunu seçerek hiçbir gurup karşısında göstermedikleri tutum ve karşı koyuşu aşırılar karşısında sert bir şekilde sergilemişlerdir. Burada sadece değişik ve muteber rivayetlerde yer alan bazı örneklere işaret ediyoruz:
İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:
“İnsanı duru iman ve inançlarından uzak kılan en yakın şey, aşırılar ile oturup kalkmak, onların sözlerine kulak vermek ve de sanılarını onaylamak ve teyit etmektir. Babam babasından ve o da ceddi Allah Resulü’nden şöyle aktarmıştır: “Ümmetimden iki gurup İslam’dan nasiplenmemiştir: Gulat ve Kaderilik.” [19]
Bir başka rivayette de Ebu’l-Hasan İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor:
“Allah aşırılara lanet etsin. Onlarla oturup kalkmayın, kendilerini onaylamayın ve onlardan uzak durun; zira Yüce Allah onlardan uzaklaşmıştır.” [20]
Ebu Haşim Caferî şöyle demektedir: İmam Rıza’ya (a.s) aşırılar ve tefviz edenler hakkında sordum ve kendisi şöyle cevap verdi:
“Aşırılar kâfir ve tefviz edenler de müşriktir. Hatta bir zerre kadar dahi onlarla oturup kalkmak, birlikte olmak, onlara güvenmek, kendileriyle arkadaşlık yapmak, irtibatlı olmak, evlenmek, onlara yer vermek, güven vermek ve yardım etmek Allah’ın, elçisinin ve biz Ehl-i Beyt’in velayetinden çıkmaya neden olur.” [21]
Elbette bu alanda birçok rivayet vardır ve biz bu miktarı belirtmekle yetiniyoruz. Şia’nın makamı yüksek fakihleri de aşırıların küfre sapıp dinden çıktıklarına dair icma ve görüş birliğine varmış ve bu henüz sürmektedir. Urvetu’l-Vuska’da şöyle yer almaktadır: Aşırıların, Nasibîlerin ve Haricîlerin necis oluşlarında kuşku yoktur.[22]
Vesiletu’n-Necat’ta şöyle belirtilmiştir: Kâfirin ve Müslüman taifesinden olup küfrüne hükmedilmiş Haricîler, Nasibîler ve aşırılardan bir ferdin ölü guslü caiz değildir.[23] Sorunun birinci kısmına cevap verdikten sonra şimdi ikinci kısmına yani aşırılığın neden ve hedeflerinin ne olduğuna ve Şia bir Müslümanın bu düşünsel beladan nasıl kurtulacağına değiniyoruz.
Aşırılığın Nedenleri:
Aşırılığın neden ve hedeflerini tanıdığımızda kesinlikle onun içindeki gizli tehlikenin büyüklüğü ve potansiyeli de öğrenmiş olacağız. Aşırılığın nedenleri şunlardan ibarettir:
1. Aşırı ve haddinden fazla sevgi.
2. Düşünsel sapma ve düzeyi düşük görüşler.
3. Arzular, tutkular ve halkın mallarını yağmalamak. Bazı aşırıların aşırılık izharında bulunma güdüsünün temelinde halkın mallarına tamah etmek ve şer’î haklara egemenlik olduğu ciddi olarak söylenebilir. İmamlar (a.s) bazı rivayetlerde bu sıfatlara işaret etmiştir. İmam Hasan Askerî (a.s) bazı aşırıları kınayarak şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın laneti bizim adımızla halkın mallarını mülk edinenlerin üzerine olsun.” [24]
Bu önemli husus Şia imamlarının gerçek ashabı ve takipçileri nezdinde de aşikâr ve açıktı. Şerik bin Abdullah Necefi Kufî şöyle demektedir: “Onlar (aşırılar), halkın mal ve dirhemlerini almak için sahte hadisleri İmam Sâdık’a (a.s) isnat ederlerdi.”[25]
4. Ahlâkî anormallikler ve İslami değerlere yönelik lakaytlık. Bazı aşırılar, aşırılık örtüsü altında haramları helal ediyordu.
5. Dinî metinlerde gerçek dışı ve yanlış tevil ve tefsirlerde bulunmak.
6. Muhtelif dinlere mensup fertlerin imanı zayıf Müslümanlar arasına sızması, egemenlerin aşırılara müsamaha göstermesi ve hatta onlara eşlik etmesi, Babilik ve Bahailik’te yapıldığı gibi yöneticilerin, aşırıların dini saptıran ve viran eden amellerini desteklemesi ve himaye etmesi gibi teşkilatlanmış ve örgütlenmiş etkenler.[26]
Değişik yöntemlerden yararlanarak aşırılıktan kurtulmak mümkündür ve bunların en önemlileri şunlardır:
1. Dinî merciliği tam tanımlamak, had ve sınırını belirlemek ve de Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) iki emanete bağlanmaya dair vasiyet ve öğüdünü hayata geçirmek. Eğer dindarlığın doğru yolunu delalet ve sapkınlıktan ayırt edip tanımak istiyorsak, Peygamber’in (s.a.a) vasiyeti esasınca Kur’an ve Ehl-i Beyt’e sarılmamız gerekir. Çok açık olduğu üzere Kur’an ve Ehl-i Beyt’e (a.s) sarılmak da Kur’an ve Ehl-i Beyt’i mümkün derecede en güzel ve kâmil olarak tanıyan amel ve takva sahibi âlimleri takip etmeyle tahakkuk eder.
2. Aşırılık fenomeninin ortaya çıkmasına neden olan etkenleri tanımak. Bunların en önemlisi de cehalettir. Cehalet bid’at ve sapkın düşüncelerin ortaya çıkması ve icat edilmesinde temel bir rol oynamaktadır. Bu yüzden insanın ilmin iki boyutunda teçhizatlanması gerekmektedir. Birinci boyut, Allah’ı tam ve kâmil olarak tanımak ve tevhit mertebelerini öğrenmektir. Bu da âlim ve düşünürlerin kalemiyle yazılıp tedvin edilen ve Allah, insan ve varlık hakkında yetkin bir kavrayışa sahip muteber irfan, felsefe ve kelam kitaplarına müracaat ederek ve onları tüm yönleriyle derin bir şekilde ve hakikat arayışı içinde okumayla gerçekleşir. İkinci boyut ise İmamları (a.s), onların Allah yanındaki makamlarını (elbette bir olan yaratıcıyla onların nasıl bir ilişki içinde oldukları kastedilmektedir) ve onların sürekli tekrar ettikleri bir olan Allah’a kulluk etme şiarlarını tanımaktır. Bu yüzden Şia İmamları, insanı Allah’a ve O’nun üstün kullarına doğru yönlendiren hidayet meşaleleridirler.
3. Aşırıların naklettikleri rivayetlere güvenmemek. Bu önemli hususun gereği de rical ilmi kaynaklarındaki aşırıları tanımaktır.[27]
4. Doğru ve sahih düşünceleri yayarak aşırıların düşüncelerine karşı koymak.
5. Aşırı sevgi vadisine çekilmekten uzak durmak. Sevgide aşırılığa kaçmak veya had ve çerçevesini idrak edememek, sapkın düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu yüzden imamlar bizi bu yanlış yoldan sakındırmışlardır. İmam Zeynelabidin (a.s) bu gibi bir sevgiyi kınayarak şöyle buyurmaktadır:
“Yahudiler, Üzeyir’i seviyorlardı ve onun hakkında söylenmedik aşırı bir söz bırakmadılar. Oysaki ne Üzeyir onlardandı ve ne de onlar Üzeyir’den. Hıristiyanlar, İsa’yı (a.s) seviyorlardı ve onun hakkında söylenmedik aşırı söz bırakmadılar. Oysaki ne İsa (a.s) onlardandı ve ne de onlar İsa’dan. Bu gelenek bizim hakkımızda da sürecektir. Yahudilerin Üzeyir ve Hıristiyanların İsa hakkında söylediklerini söyleyecek kadar, bir gurup Şia bizi sevecektir. O halde onlar bizden değildir ve biz de onlardan değiliz.” [28]
6. Sapkın düşünceler ortaya atılırken düşmanların her yönlü örgütlenme, düşünsel tüketim ve desteğini kavramak ve dikkatlice izlemek. İslam toplumu bünyesinde tahripkâr ve sapkın düşüncelerin ortaya atılması ve büyütülmesi noktasında düşmanların komplo ve desiselerinden tam ve kâmil bir şekilde haberdar olmak bizim için elzemdir. Babilik ve Bahailik fırkalarının kurulması Rusya ve İngiltere gibi düşmanların bu türden alçakça komplo ve organizasyonlarının en açık bir örneğidir. Babilik ve Bahailik fırkalarının himaye edilmesi ve desteklenmesi noktasında İngiltere ve Rusya elçiliklerinin rolü tarihe kaydedilmiştir.[29] Nitekim Hindistan’da Kadıyanilik fırkasının himaye edilmesi noktasında İngiltere elçiliğinin rolü de tarihe geçmiştir.[30]
Elbette gözden kaçırılmaması gereken bir nokta da şudur: İlmî bir tetkik ve dikkatli bir bakışla aşırılığı, aşırı olmayan şeyden ayırmak lazımdır. Çünkü ilk bakışta aşırılık olarak addedilen mesela Merhum Sebzevarî’nin beşinci farzı gibi bir takım önerme ve meseleler aşırılık değildir ve hatta İslam öğretilerinde çok derin ve zarif manalara sahiptir. Elbette bunun aşırılık olmadığının anlaşılması da dikkat ve düşünmeyle müyesser olacaktır.
[1] Sad Mutaab el-Mansurî, el-Guluv ve’l-Mevkifu’l-İslami, s.10.
[2] a.g.e., s. 11.
[3] Müfredat-ı Ragıb, s. 377.
[4] Lisanu’l-Arab, c. 6, s. 329.
[5] a.g.e.
[6] İbni Esir, en-Nihaye, c. 3, s. 382.
[7] el-Guluv ve’l-Mevkifu’l-İslami, s. 17.
[8] Nisa, 171.
[9] Maide, 77.
[10] Maide, 17.
[11] Maide, 73.
[12] Tevbe, 30.
[13] Buhusun fi Şerh-i Urvetu’l-Vuska, c. 3, s. 307.
[14] Çok açık olduğu üzere kendisinin maksadı ruhani fena değildir; çünkü bu aşırılık olmamakla kalmayıp ruhun azametinden kaynaklanır.
[15] Belirtilmelidir ki beşinci kısım araştırmacılar tarafından inkâr edilmiş ve aşırılık örneklerinden sayılmamıştır.
[16] Sebzevarî, Muhazzabu’l-Ahkam, c. 1, s. 384-383.
[17] Cafer Subhanî’nin Kur’an Kavramları eserine müracaat ediniz.
[18] Biharu’l-Envar, c. 25, s. 262.
[19] a.g.e., s. 270.
[20] a.g.e., s. 273.
[21] a.g.e.
[22] Urvetu’l-Vuska, c. 1, s. 141.
[23] Vesiletû’n-Necat, İmam Humeynî’nin önsözüyle, s. 63.
[24] Biharu’l-Envar, c. 25, s. 318.
[25] a.g.e., c. 25, s. 303.
[26] el-Guluv ve’l-Mevkifu’l-İslami, s.101, 116’ya bakınız.
[27] Tusi, Rical-i Keşi, Ebu’l-Kasım Hoyi, Mucemu’r-Ricali’l-Hadis ve diğer kaynaklar.
[28] Biharu’l-Envar, c. 25, s. 289.
[29] Daha fazla bilgi için Humayun Himmetî’nin Babiyun ve Bahaiyyun kitabına bakınız. s. 37-38.
[30] Ebu’l-Âla Mevdudî, el-Meseletu’l-Kadıyaniye, s. 72 ve Hebbuddin Şehristanî, el-Mucizetu’l-Halide, s. 17’ye bakınız.