Amel terazisinde güzel ahlaktan daha ağır gelen bir şey yoktur. Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/37/98 Hz. Muhammed (s.a.a)

Halifetullah Makamı

Halifetullah Makamı

Soru

Acaba Halifetullah (Allah’ın halifeliği) makamı herkes için midir? Bu makamdan daha üstün bir makam var mıdır? Bütün insanlarda yaratılışta kapasite olarak halifetullah olma yeteneği var mıdır? Kullukta kemalin en son makamımıdır? Bundan başka makamlar var mıdır?

Kısa Cevap

Arapça literatürde halife yahut hilafet kavramları “hulf: başın gerisi” kökünden türemiş ve birinin yerine gecen manasında kullanılmıştır. Başka birisinin yerine geçmek ise somut işlerde kullanıldığı gibi, kuramsal ve hakikî işlerde de kullanılır.

Bakara Sûresinin 30. âyetinde geçen “Ben yeryüzünde muhakkak bir halife kılacağım…” cümlesinden açıkça anladığımız, Allah’ın halifesi olma makamının sadece Hz. Âdem’e özgü bir makam olmadığı, bilakis tüm insanlar için potansiyel olarak var olan bir makam olduğudur.

Sonraki âyetlerden de anlaşılana göre, Allah’ın yeryüzünde halifesi olmak için gerekli olan Allah’ı ve onun isimlerini tanımaktır. Bu ise insanın kulluk vazifesini en güzel şekilde yerine getirmesine bağlıdır. Lâkin tüm insanlar Allah’a olan kulluklarını istenildiği şekilde yerine getirmediklerinden Allah’ın halifesi olamamaktadırlar. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak sadece Allah’a tam bir teslimiyet ile boyun eğenler için geçerlidir, aksi takdirde meleklerin bile layık olmadığı bu yüce makama büyük cinayetler işleyen bir insanın ulaşması düşünülemez.

Elbette herkes aynı derecede Allah’ın halifesi olma makamına sahip değildir. Zira kimin Allah’ın isimleri hakkındaki bilgi ve marifeti daha çoksa ve ne kadar o isimlerin mazharıysa, ilahî hilafet makamı da o denli yüksektir.

Âyet ve rivayetleri incelediğimizde bu tanıma ve mazhariyeti kendisinde en üst seviyede bulunduranlar; Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Fatime (s.a) ve 12 imamdır (a.s).Dolayısıyla Allah’ın halifesi olmada en üst derecede bulunan on dört masumdur. Sonrasında ise diğer peygamberler ve peygamberlerden sonra da Allah’a kullukta kusur etmeyen, salih, bilgili ve bildiğine amel eden insanlar gelmektedir.

Acaba bir insan için düşünebileceğimiz en üst makam Allah’ın halifesi olmak mıdır yoksa bundan daha üstün bir makam var mıdır?

Halifetullah/Allah’ın halifesi kavramını iyice incelediğimiz takdirde, bundan daha üstün bir makamın olmadığını anlıyoruz. Zira halife, yerine geçen anlamındadır. Allah kelimesi ise yüce Allah’ın tüm diğer sıfatlarını kapsayan ve kendisinde bulunduran bir isimdir. Nitekim Allah’ın halifesi olan aslında diğer bütün kemal sıfatlarında halifeliğini üstlenmiş kimsedir. Öyleyse bu makamdan daha üstün bir makam bulunmamaktadır.

Ayrıntılı Cevap

Yukarıda sorulan sorunun çok daha iyi anlaşılması için öncelikle iki noktaya değinmemiz gerekmektedir:

1- Halife ve hilafet kavramları “hulf” kelimesinden türemiş ve birinin yerine geçen anlamındadır. Bu hilafeti üç şekilde düşünebiliriz: Bazen somut işler için kullanılır:

“O düşünmek veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbirine halef kılmıştır.”[1]

Bazen kuramsal işler için:

“Ey Davut, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet…”[2]

Bazen ise hakikî işler için kullanılır. Örneğin Hz. Âdem’in yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak tayin edilmesi gibi:

“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim, dedi…”[3]

2- Yüce Allah, insanı yarattığı zaman ona kendi ruhundan üflemekle, kendi halifesi olma potansiyelini insana vermiş oldu.

“Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”[4]

Bu âyetin dışında, Bakara Sûresinin 30. âyetindeki “yeryüzünde bir halife tayin edeceğim” âyetinden de açıkça Hz. Âdem’in Halifetullahlığından bahsedilmektedir ve bu hilafet sadece Hz. Âdem’le sınırlı değildir, onun soyundan da bu makama ulaşacak kimselerin olacağı anlaşılmaktadır. Çünkü: Birincisi, âyette geçen “hilafetin tayini” cümlesi Arap grameri açısından “cümle-i ismiye” dir ve böyle cümleler her zaman devamlılığa işaret eder. İkincisi, meleklerin: “Yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” sorusundan anlaşılan bu hilafet makamının Hz. Âdem’den sonra da devam edeceğidir. Zira kan döküp, fesat çıkaracak olanlar başkalarıdır, melekler burada masum olan Hz. Âdem’i kastetmemişlerdir. Eğer maksatları Hz. Âdem olsaydı şüphesiz yüce Allah: “Âdem kan döküp fesat çıkarmaz” diye buyururdu.

Fakat ilahî hilafet makamına ulaşmak; Allah’ın isimlerini tanımaya ve bu tanıma kulluğa bağlıdır. Kuşkusuz bazı insanlar da Allah’a kullukta kusur ettikleri ve ona gerektiği gibi kul olmadıklarından, Allah’ın isimlerini tanıyamamakta, dolayısıyla onun hilafetine ulaşamamaktadırlar. Çünkü meleklerin bile layık olmadığı bu yüce makama cinayetler işleyen bir insanın ulaşması düşünülemez.[5]

Diğer taraftan tanımanın farklı dereceleri olduğu için Allah’ın hilafeti de herkes için aynı derecede değildir. Kim ilahî isimleri daha güzel tanır ve kendisinde mazhar kılarsa, o derece ilahî hilafetteki makamı yükselir.

Âyet ve rivayetleri incelediğimizde bu tanıma ve mazhariyeti kendisinde en üst seviyede bulunduranlar, Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Zehra (s.a) ve 12 imamdır (a.s), dolayısıyla Allah’ın halifesi olmada en üst derecede bulunan on dört masumdur. Sonrasında ise peygamberler ve peygamberlerden sonrada Allah’a kullukta kusur etmeyen, salih, bilgili ve bildiğine amel eden insanlar gelmektedir.

İnsan için bu makamdan daha üstün bir başka makam var mı sorusuna gelince, kesinlikle olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü “Halifetullah/Allah’ın halifesi” kavramını iyice incelediğimiz takdirde, bundan daha üstün bir makamın olmadığı anlaşılır. Zira halife, yerine geçen anlamındadır. Allah kelimesi ise yüce Allah’ın tüm diğer sıfatlarını kapsayan ve kendisinde bulunduran bir isimdir. Nitekim Allah’ın halifesi olan aslında diğer bütün kemal sıfatlarında halifeliğini üstlenmiş kimsedir. Öyleyse bu makamdan daha üstün bir makamı düşünemeyiz.

–—


[1]      Furkan Sûresi,62.

[2]      Sad, 26.

[3]      Bakara, 30.

[4]      Hicr, 29.

[5]      Recebî, İnsan Şinasi, s. 153-154.