Hz. Ali’nin (A.S) Küfe Camiindeki Münacatı
Mehdi Semavati | Rıza Taheri | Muhsin Farahmand | Mahmud Kerimi |
اَللّـهُمَّ اِنِّى اَسْـاَلُكَ اْلاَمَانَ يَوْمَ لاَ يَنْـفَعُ مَالٌ وَ لاَ بَنُونَ اِلاَّ مَنْ اَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ وَ اَسْـاَلُكَ الْاَمَانَ يَوْمَ يَعَـضُّ الظَّالِمُ عَلىَ يَـدَيْهِ يَـقُولُ يَا لَيْـتَـنِى اتَّـخَذْتُ مَعَ الرَّسُـولِ سَـبِيلاً
Bismillahirrahmanirrahim
Allahumme innî es’eluke’l-emâne yevme lâ yenfeu mâlun velâ benûne illâ men etallahe bi-galbin selîm. Ve es’eluke’l-emâne yevme yeez-zuz-zâlimu ala yedeyhi yegûlû ya leyteni’t-tehaz-tu mea’r-Rasûli sebîla.
Anlamı:
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Allah’ım! Sadece tertemiz bir kalple Alla-h’ın huzuruna çıkan hariç mal ve evlatların in-sana hiçbir yararı olmadığı günde senden aman diliyorum. Zalimin hasretle ellerini ısıracağı ve “Keşke ben Elçiye itaat yolunu tutsaydım!” diyeceği günde senden aman diliyorum.
وَ اَسْـاَلُكَ الاَمَانَ يَوْمَ يُعْـرَفُ الْمُجْـرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَـيُؤْخَذُ بِالنَّـوَاصِى وَالاَقْـدَامِ وَ اَسْـاَلُكَ الاَمَانَ يَـوْمَ لاَ يَجْـزِى وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَ لاَ مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَـيْئاً اِنَّ وَعْدَ اللهِ حَقٌّ وَ اَسْـاَلُكَ الاَمَانَ يَوْمَ لاَ يَنْـفَعُ الظَّالِِمِينَ مَعْـذِرَتُهُمْ وَ لَـهُمُ اللَّعْـنَةُ وَ لَـهُمْ سُوءُ الدَّارِ
Ve es’eluke’l-emâne yevme yu’rafu’l- mucri-mûne bi-sîmahum feyu’hazu bi’n-nâvasî ve’l-eg-dâm ve es’eluke’l-emâne yevme lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidi-hi şey’en inne va’dallahi haggun ve es’eluke’l-emâne yevme lâ yenfeu’z-zâlimîne ma’ziratu-hum ve lehum’ul-la’netu ve lehum sûu’d-dar.
Anlamı:
Günahkârların yüzlerinden tanınacağı, saç-ları ve ayaklarından tutulacağı günde senden a-man diliyorum. Babanın oğul yerine ve evlâ-dın da baba yerine cezalandırılmayacağı günde senden aman diliyorum. Doğrusu Allah’ın vaa-di haktır. Zalimlere mazeretlerinin bir fayda sağlamayacağı, onların, Allah’ın rahmetinden uzak ve kötü bir menzilde olacağı günde sen-den aman diliyorum.
وَ اَسْـاَلُكَ الاَمَانَ يَوْمَ لاَ تَمْلِكُ نَـفْسٌ لِـنَفْسٍ شَيْئاً وَالاَمْـرُ يَوْمَـئِذٍ لِلَّهِ وَ اَسْاَلُكَ الاَمَانَ يَوْمَ يَـفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخِيهِ وَ اُمِّهِ وَ اَبِـيهِ وَصَاحِبَتِهِ وَ بَنِيهِ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَـئِذٍ شَـأْنٌ يُغْـنِيهِ وَ اَسْـاَلُكَ الاَمَانَ يَوْمَ يَـوَدُّ الُْمُجْرِمُ لَوْ يَفْـتَدِى مِنْ عَذَابِ يَوْمَئِذٍ بِبَـنِيهِ وَ صَاحِبَـتِهِ
Ve es’eluke’l-emâne yevme lâ temliku nefsun li-nefsin şey’en ve’l-emru yevmeizin lillâh ve es’-eluke’l-emâne yevme yefirru’l-mer’u min ahîhi ve ummihi ve ebîhi ve sâhibetihî ve benîhi li-kul-limriin minhum yevmeizin şe’nun yuğnîh. Ve es’-eluke’l-emâne yevme yeveddu’l-mucrimu lev yef-tedî min azâbi yevmeizin bi-benîhi ve sâhibetihi,
Anlamı:
Hiç kimsenin kimse üzerinde güç sahibi ola-mayacağı ve yetkinin yalnız Allah’a has olacağı günde senden aman diliyorum. İnsanın karde-şinden, annesinden, babasından, karısından ve evlâtlarından kaçacağı ve herkesi meşgul ede-cek bir işle uğraşacağı günde senden aman di-liyorum. “Suçlu o günün azabından kurtul-mak için eşini ve kardeşini, kendisini barındı-ran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde
وَاَخِيهِ وَفَصِيلَتِهِ الَّتِى تُؤْوِيهِ وَمَنْ فِى الاَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ يُنْجِيهِ كَلاَّ اِنَّهَا لَظَى نَزَّاعَةً لِلشَّوٰى مَوْلاَىَ يَا مَوْلاىَ اَنْتَ الْمَوْلَى وَاَنَا الْعَبْدُ وَهَلْ يَرْحَمُ الْعَبْدَ اِلاَّ الْمَوْلَى مَوْلاىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْمَالِكُ وَاَنَا الْمَمْلُوكُ وَهَلْ يَرْحَمُ الْمَمْلُوكَ اِلاَّ الْمَالِكُ
Ve ahihi ve fasiletihilletî tu’vîhi ve men fi’l-ardi cemîan, summe yuncîhi kella innehâ leza nezza-aten li’ş-şeva. Mevlâye ya mevlâye, ente’l-mevla ve ene’l-abdu ve hel yerhemu’l-abde ille’l-mevlâ, ya mevlâye ente’l-maliku ve ene’l-memlûku ve hel yurhemu’l-memlûke ille’l-malik.
Anlamı:
bulunanların hepsini vermek ister. Hayır –hiçbir zaman bu imkânı bulamayacak-! O –ce-hennem ateşi- alevlenen bir ateştir. Deriler kavurur, soyar.” Böyle bir günde senden a-man diliyorum. Mevlam, ey mevlam! Sen mev-lasın, ben ise bir kulum; kula mevladan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen -varlığımın- sahibisin, ben ise sahip olunan; sahip olunana sahip olandan başka kim merha-met eder?
مَوْلاىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْـعَزِيزُ وَ اَنَا الذَّلِيلُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الذَّلِيلَ اِلاَّ الْعَـزِيزُ مَـوْلاَىَ يَا مَـوْلاَىَ اَنْتَ الْخَـالِقُ وَ اَنَا الْمَخْلُوقُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْمَخْـلُوقَ اِلاَّ الْخَـالِقُ مَوْلاَىَ يَا مَـوْلاَىَ اَنْتَ الْعَـظِيمُ وَ اَنَا الْحَـقِيرُ وَ هَلْ يَـرْحَمُ الْحَـقِيرَ اِلاَّ الْعَظِيمُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْقَوِىُّ وَ اَنَا الضَّعِيفُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الضَّـعِيفَ اِلاَّ الْـقَوِىُّ
Mevlâye ya mevlâye, entel azizu ve ene’z-zelîl, ve hel yerhamu’z-zelîle ille’l-aziz. Mevlâye ya mev-lâye, ente’l-haligu ve ene’l-mehlûg, ve hel yerha-mu’l-mehlûge ille’l-hâlig. Mevlâye ya mevlâye, en-te’l-azîmu ve ene’l-hagîr, ve hel yerhamu’l-hagîre ille’l-azîm. Mevlâye ya mevlâye, ente’l-gaviyyu ve ene’z-zaîf, ve hel yerhamu’z-zaîfe ille’l-gaviyy.
Anlamı:
Mevlam, ey mevlam! Sen azizsin, ben ise zelil; zelile azizden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen yaratansın, ben ise yaratılan; yaratılana yaratandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen yücesin, ben ise hakir, hakire yüce olandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen güçlüsün, ben ise zayıf; zayıfa güçlüden başka kim merhamet eder?
مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْغَنِىُّ وَ اَنَا الْفَقِيرُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْفَقِيرَ اِلاَّ الْغَنِىُّ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْمُعْطِى وَ اَنـَا السَّائِلُ وَ هَلْ يَرْحَمُ السَّائِلَ اِلاَّ الْمُعْطِى مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْحَىُّ وَ اَنَا الْمَـيِّتُ وَ هَلْ يَرْحَـمُ الْمَـيِّتَ اِلاَّ الْحَىُّ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْبَاقِى وَ اَنـَا الْـفَانِى وَ هَلْ يَرْحَـمُ الْـفَانِىَ اِلاَّ الْبَاقِى
Mevlâye ya mevlâye, ente’l-ğaniyyu ve ene’l-fagîr, ve hel yerhamu’l-fegîra ille’l-ğaniyy. Mevlâ-ye ya mevlâye ente’l-mu’tî ve ene’s-sâil, ve hel yerhamu’s-sâile ille’l-mu’tî. Mevlâye ya mevlâye ente’l-hayyu ve ene’l-meyyit, ve hel yerhamu’l-meyyite ille’l-hayy. Mevlâye ya mevlâye ente’l-bâ-gî ve ene’l-fanî ve hel yerhamu’l-fâniye ille’l-bâgî
Anlamı:
Mevlam, ey mevlam! Sen zenginsin, ben ise yoksul; yoksula zenginden başka kim mer-hamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen bağışta bulunansın, ben ise sail; saile bağışta bulunan-dan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen dirisin, ben ise ölü; ölüye diriden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mev-lam! Sen bâkisin, ben ise fâni; fâniye bâkiden başka kim merhamet eder?
مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الدَّائِمُ وَ اَنَا الزَّائِلُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الزَّائِلَ اِلاَّ الدَّائِمُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الرَّازِقُ وَ اَنَا الْمَرْزُوقُ وَهَلْ يَرْحَمُ الْمَرْزُوقَ اِلاَّ الرَّازِقُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْجَوَادُ وَ اَنَا الْبَخِيلُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْبَخِيلَ اِلاَّ الْجَوَادُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْمُعَافِى وَ اَنَا الْمُبْتَلَى وَ هَلْ يَرْحَمُ الْمُبْتَلَى اِلاَّ الْمُعَافِى
Mevlâye ya mevlâye ente’d-dâimu ve ene’z-zâilu ve hel yerham’uz-zâile ille’d-dâim. Mevlâye ya mev-lâye ente’r-razzâgu ve ene’l-merzûg, ve hel yerha-m’ul-merzûge ille’r-râzigu. Mevlâye ya mevlâye en-te’l-cevadu ve ene’l-bahil, ve hel yerham’ul-bahîle il-le’l-cevad. Mevlâye ya mevlâye ente’l-muafî ve e-ne’l-mübtela ve hel yerham’ul-mubtelâ ille’l-muâfi,
Anlamı:
Mevlam, ey mevlam! Sen ebedisin, ben ise geçici; geçiciye ebediden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen rızıklandıran-sın, ben ise rızıklanan; rızıklanana rızıklandı-randan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen cömertsin, ben ise cimri; cimriye cömertten başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen afiyet verensin, ben ise derde tutulan, derde tutulana afiyet verenden başka kim merhamet eder?
مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْكَبِيرُ وَ اَنَا الصَّغِيرُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الصَّغِيرَ اِلاَّ الْكَبِيرُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْهَادِى وَ اَنَا الضَّالُّ وَ هَلْ يَرْحَمُ الضَّالَّ اِلاَّ الْهَادِى مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الرَّحْمٰنُ وَ اَنَا الْمَرْحُومُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْمَرْحُومَ اِلاَّ الرَّحْمٰنُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ السُّلْطَانُ وَ اَنَا الْمُمْتَحَنُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْمُمْتَحَنَ اِلاَّ السُّلْطَانُ
Mevlâye ya mevlâye entel kebîru ve ene’s-sağî-ru ve hel yerham’us-sağîre ille’l-kebîr. Mevlâye ya mevlâye ente’l-hâdî ve ene’z-zâll, ve hel yerha-m’uz-zâlle ille’l-hâdî. Mevlâye ya mevlâye, ente’r-rahmanu ve ene’l-merhûm, ve hel yerham’ul-mer-hûme ille’r-rahmân. Mevlâye ya mevlay, ente’s-sul-tanu ve ene’l-mumtehen, ve hel yerham’ul-mum-te-hene ille’s-sultân.
Anlamı:
Mevlam, ey mevlam! Sen büyüksün, ben ise kü-çük; küçüğe büyükten başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen hidayet edensin, ben ise sa-pan; sapana hidayet edenden başka kim merhamet e-der? Mevlam, ey mevlam! Sen Rahmansın, ben ise merhamet edilecek olan; merhamet edilecek olana Rah-mandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mev-lam! Sen güç sahibisin, ben ise imtihan edilen; imtihan edilene güç sahibinden başka kim merhamet eder?
مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الدَّلِيلُ وَاَنَا الْمُتَحَـيِّرُ وَهَلْ يَرْحَـمُ الْمُتَحَـيِّرَ اِلاَّ الدَّلِيلُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْغَفُورُ وَاَنَـا الْمُذْنِبُ وَهَلْ يَرْحَـمُ الْمُذْنِبَ اِلاَّ الْغَفُـورُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْغَالِبُ وَاَنـَا الْمَغْلُوبُ وَهَلْ يَرْحَـمُ الْمَغْلُوبَ اِلاَّ الْغَالِبُ مَوْلاَىَ يـَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الرَّبُّ وَاَنَـا الْمَرْبُوبُ
Mevlâye ya mevlâye ente’d-delîlu ve ene’l-mu-tehayyir, ve hel yerham’ul-mutehayyire ille’d-delil. Mevlâye ya mevlâye, ente’l-ğafûru ve ene’l-muznib ve hel yerham’ul-muznibe ille’l-ğafûr. Mevlâye ya mevlâye, ente’l-ğalibu ve ene’l-mağlûb, ve hel yer-ham’ul-mağlûbe ille’l-ğalib. Mevlâye ya mevlâye, ente’r-rabbu ve ene’l- merbub.
Anlamı:
Mevlam, ey mevlam! Sen kılavuzsun, ben ise yolunu şaşırmış; yolunu şaşırmışa kılavuz-dan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen bağışlayansın, ben ise günahkâr; günahkâra bağışlayandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen galipsin, ben ise mağlup; mağluba galipten başka kim merha-met eder? Mevlam, ey mevlam! Sen eğitensin, ben ise eğitilen; eğitilene eğitenden başka kim
وَ هَلْ يَرْحَمُ الْمَرْبُوبَ اِلاَّ الرَّبُّ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اَنْتَ الْمُتَكَبِّرُ وَ اَنَا الْخَاشِعُ وَ هَلْ يَرْحَمُ الْخَاشِعَ اِلاَّ الْمُتَكَبِّرُ مَوْلاَىَ يَا مَوْلاَىَ اِرْحَمْنِى بِرَحْمَتِكَ وَارْضَ عَنِّى بِجُودِكَ وَ كَرَمِكَ وَ فَضْلِكَ يَا ذَاالْجُودِ وَالاِحْسَانِ وَالطَّوْلِ وَالاِمْتِنَانِ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِِمِينَ
ve hel yerham’ul-merbûbe ille’r-rabb. Mevlâye ya mevlâye, ente’l-kebîru ve ene’l-hâşiu ve hel yer-ham’ul hâşia illel mutekebbir. Mevlâye ya mevlâ-ye, irhamnî bi-rahmetike ve’rze annî bi-cûdike ve keramike ve fazlike ya ze’l-cûdi ve’l-ihsân ve’t-tavli ve’l-imtinan, bi-rahmetike ya erham’er-rahimin.
Anlamı:
merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen eş-siz yücesin, ben ise hakir ve düşkün; hakir ve düşkün olan birisine eşsiz yüce olandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Rah-metinin hakkı için ba-na merhamet eyle. Bağı-şının, lütfünün ve fazlının saygınlığı için ben-den razı ol. Ey bağış, ihsan, fazl ve nimet sahi-bi! Rahmetinin hakkı için -duamı kabul buyur- ey merhametlilerin en merhametlisi!