Helalden istifade et ailene güzel iyilikte bulun ve her halinle Allah’ı zikret. Gurer’ul-Hikem, 6131 İmam Ali (a.s)

Hz. Fatımanın Doğumu

Hz. Fatımanın Doğumu

Hamilelik günleri tamamlandı, doğum zamanı iyice yaklaştı. Hatice karnındaki bebekle arkadaşlık kuruyor ve onun doğacak olmasından dolayı derin bir sevinç yaşıyordu. Doğum vakti gelince, böyle durumlarda kadınların yapacakları işleri yapmak üzere gelmeleri için Kureyş kadınlarına ve Haşimoğulları kadınlarına haber gönderdi. Kadınlar ona şu haberi ilettiler: "Bize isyan ettin. Sözümüzü dinlemedin. Ebu Talib'in yetimi, hiçbir malı olmayan bir yoksulla, Muhammed'le evlendin. Biz gelmeyeceğiz ve yükünü hafifletmek için hiçbir şey yapmayacağız." Hatice buna çok üzüldü. O, bu şekilde derin üzüntüler içindeyken, dört tane uzun boylu kadın yanına geldi. Haşimoğulları kadınlarına benziyorlardı. Hatice, onlardan korktu. Onlardan biri şöyle dedi: "Ey Hatice! Üzülme. Biz Rabbin tarafından sana gönderilmiş elçileriz. Biz senin kardeşleriniz. Ben, Sara, bu da Mezahim kızı Asiye'dir. O senin cennetteki arkadaşındır. Bu da İmran kızı Meryem'dir. Bu ise, Musa b. İmran'ın (a.s) kız kardeşi Gülsüm'dür. Senin doğum esnasında çekeceğin zorlukları hafifletmek için Allah bizi sana gönderdi." Böylece biri Hatice'nin sağında, biri solunda, biri önünde, biri de arkasında oturdu. Derken temiz ve pak olarak Fatıma (a.s) doğdu.

Fatıma doğunca, onun pak bedeninden bir nur yükseldi. Bu nur, bütün Mekke evlerine girdi. Önünde oturan kadın Fatıma'yı aldı ve Kevser suyuyla yıkadı. İki beyaz hırka çıkardı. Birini bedenine sardı, birini de üzerine örttü. Sonra Fatıma'yı konuşturmaya çalıştı. Fatıma (a.s) şehadet getirdi (kelime-i tevhidi söyledi) ve bu kadınlara selâm verdi. Kadınların her birini isim vererek selâmladı. Kadınlar ona gülümsediler. Dediler ki: "Ey Hatice! Temiz, pak, arı ve uğurlu olarak al onu. Ona ve soyuna bereket verilmiştir." Hatice sevinçli ve güler yüzle çocuğunu aldı. Göğsünü verdi. Derhal sütü kaynamaya başladı.[1]

Hatice'nin bir çocuğu dünyaya geldiğinde onu süt anneye verirdi. Fatıma (a.s) doğduğunda ise Hatice'den başka kimse onu emzirmedi.[2]

Doğum Tarihi

Tarihçiler, Hz. Fatıma'nın doğum tarihi hakkında ihtilâf etmişlerdir. Fakat İmamiyye mezhebi tarihçileri arasında meşhur olan görüş, Hz. Fatıma'nın (a.s) bisetin beşinci senesinin cemaziyelahir ayının yirminci gününe denk gelen cuma günü dünyaya geldiği yönündedir. Başka tarihçiler ise, bisetten beş yıl önce doğduğunu söylemişlerdir.[3]

Ebu Basir, İmam Ebu Abdullah Cafer b. Muhammed'den (a.s) şöyle rivayet eder: "Fatıma (a.s), Peygamberimizin (s.a.a) doğumunun (milâdının) kırk beşinci senesinin cemaziyelahir ayının yirminci gününde dünyaya geldi. Mekke'de sekiz yıl, Medine'de ise on yıl kaldı. Babasının ölümünden yetmiş beş gün sonra, hicretin on birinci senesinin cemaziyelahir ayının üçüncü gününe denk gelen salı günü vefat etti."[4]

Hz. Fatıma'nın isimleri: Sıddıka; çok tasdik eden (Allah'ın selâmı ona olsun). Hz. Fatıma (a.s) babasının sözlerini tasdik eder, onları davranışlarıyla da doğrulardı. Sözlerini eksiksiz yerine getirirdi. O, es-Sıddıkatu'l-Kübra idi. Torunu Sadık'tan (a.s) da rivayet edildiği gibi, asırlar onun marifeti ekseninde döndüler.[5]

Mübareke: Ondan çok hayır kaynaklandığı için bu ismi almıştır. Kur"ân onu Kevser diye isimlendirir. Bunun nedeni de Hz. Peygamber"in (s.a.a) soyunun onun aracılığıyla devam etmesidir. O, tertemiz imamların anasıdır. O, Resul-i Ekrem"in (s.a.a) temiz zürriyetinin anasıdır. Soyun çokluğu -ki Muhammedî (s.a.a) risaleti savunmuş, zalimlere ve sapmışlara karşı direnmenin yükünü üstlenmiş bir zürriyettir- çok hayır demektir. Ya da Allah"ın, Resul"üne verdiği çok hayrın en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim Kevser Suresi"nde buna değinilir.

İbn Abbas, Peygamberimizin (s.a.a) şöyle dediğini rivayet eder:

"Kızım Fatıma beşerî bir huridir. Hayız kanı görmez, Allah onu ve sevenlerini ateşten koruduğu için "Fatıma" adını almıştır."[6]

Resulullah (s.a.a) bir diğer hadiste de şöyle buyuruyor:

"Fatıma, insan hurilerdendir. Cenneti özlediğimde, onu öperdim."[7]

Enes b. Malik"in annesi şöyle der: "Fatıma, on dördünde ay gibiydi. Ya da bulutların altından çıkan güneş gibiydi. Kızıla çalan bir beyazlığı vardı. Saçları simsiyahtı. İnsanlar içinde Resulullah"a (s.a.a) en çok benzeyen oydu."[8]

Her türlü kirden ve pislikten arındığı için Tahire lakabı verilmişti. İmam Bâkır"dan (a.s) da rivayet edildiği gibi, hayatının hiçbir gününde hayız ya da loğusalık kanı görmemiştir.[9] Nitekim Kur"ân-ı Kerim Tathir Ayeti"nde onun her türlü kirden temizlenmiş olduğuna tanıklık etmiştir.

Hz. Fatıma"nın (a.s) bir lakabı da "Raziye", bir diğeri de "Merziyye"dir. Çünkü o, kendisi için takdir edilen dünyanın acılarına, zorluklarına, musibetlerine ve bunlardan dolayı alacağı sevaba razıydı. Kur"ân-ı Kerim"in "İnsân Suresi"nde haber verdiği gibi, Rabbinin katında razı olunmuş biriydi. Rabbi, onun çabasından razı olmuş ve onu en büyük korkudan emin kılmıştı. O, haklarında "Allah onlardan razıdır, onlar da Allah"tan razıdırlar."[10] buyurulanlardan biridir. Rabbinden çok korktuğundan kuşku yoktur; onun hayatı bunun tanığıdır.

Muhaddese; meleklerin konuştuğu kimse demektir. Melekler -peygamber olmadıkları hâlde- İmran kızı Meryem, Musa"nın annesi ve İbrahim"in karısı Sara -ki ona İshak"ı, ardından da Yakub"u müjdelemişlerdi- ile konuşmuşlardı.

Resulullah (s.a.a) ona "Ümmü Ebîha" yani "Babasının anası" künyesini takmıştı. Bu, onun değerine, saygınlığına yönelik bir işaretti. Çünkü hiç kimseyi, Peygamberimiz (s.a.a), onu sevdiği kadar sevmiyordu. Hiç kimse Peygamber (s.a.a) yanında onun derecesine ve konumuna yetişememiştir. Hz. Peygamber (s.a.a), ona, evlâdın annesine yaptığı muamelenin aynısını yapıyordu. Nitekim o da, Hz. Peygamber"e (s.a.a) annenin evlâdına davrandığı gibi davranıyordu. Çünkü Peygamber"i (s.a.a) kucaklıyor, yaralarını sarıyor ve acılarını hafifletiyordu.

Onun hakkında, "Ümmü"l-Eimme" (İmamların Anası) künyesi de kullanılmıştır. Çünkü bütün İmamlar onun neslinden gelmiştir ve İmam Mehdi (a.s) de onun soyundandır.[11]

 


[1]- Delailu'l-İmame, s.8-9. Nüzhetu'l-Mecalis 2/227; Biharu'l-Envar, 16/80-81; el-Emalî, Şeyh Saduk, s.475.

[2]- Avalimu'l-Ulum 11/46 (el-Bidaye ve'n-Nihaye'den naklen).

[3]- Tezkiretu'l-Havas, Abdurrahman b. Cevzî, s.306, Nazmu Düreri's-Sımteyn, Muhammed b. Yusuf el-Hanefî, s.175; Zehairu'l-Ukba, Taberî, s.62; Makatilu't-Talibiyyin, Ebu'l-Ferec el-İsfahanî, s.30; Şiî kaynaklar: İbn Şehreaşub 3/357, Usul-i Kâfi, Kuleynî, 1/458, Biharu'l-Envar, 43/6-9.

[4]- Delailu'l-İmame, s.10.

[5]- Biharu'l-Envar, 43/105; el-Menakıb, 3/233

[6]- Tarih-i Bağdad, 12/331, Hadis no: 6772; Kenzü"l-Ummal, 12/109

[7]- Tarih-i Hatib el-Bağdadî, 5/87; el-Gadîr, 3/18

[8]- el-Müstedrek, Hakim, 3/161

[9]- Biharu"l-Envar, 43/19

[10]- Mâide, 119

[11]- Yenabiu"l-Mevedde, 2/83; Muntahabu"l-Eser, s.192; Kenzü"l-Ummal, 12/105.