Ailesinin geçimini kazanmak için zahmet çeken kimse Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. el-Bihar, 103/13/59 Hz. Muhammed (s.a.a)

Hz. Fatıma’yla (s.a) İlgili Hadis

Hz. Fatıma’yla (s.a) İlgili Hadis

Soru

“…Fatıma olmasaydı ikinizi de yaratmazdım.” hadisinin senedini ve ne anlama geldiğini açıklayınız.

Kısa Cevap

Cennetu’l-Asime kitabının yazarı bu rivayeti, Salih b. Abdulvahhab’ın eseri olan Keşfu’l-Lealî’den naklediyor. Yine Mustedrek-u Sefineti’l-Bihar adlı kitap, Merhum Fazıl Merendî’nin eseri olan Mecmeu’n-Nureyn’den aktarmaktadır. Cevahiru’l-Kelam kitabının yazarının anne tarafından dedesi ve Ziyau’l-Âlemin adlı eserin yazarı da bu hadisi kitabında getirmiştir.

“…Fatıma olmasaydı ikinizi de yaratmazdım” hadisinin açıklaması için kısaca şöyle diyebiliriz: Ubudiyyet (kulluk) makamı olmasaydı nübüvvet ve imamet amacına ulaşmayacaktı. Çünkü nübüvvet ve imametin hedefi insanı mutlak abd (kul) makamına ulaştırmaktır. Bu makam Hz. Peygamber’de (s.a.a) ve Hz. Ali’de de (a.s) vardı ama Hz. Fatıma’da (s.a) sadece bu makam tecelli etti. Dolayısıyla bu rivayette daha çok Hz. Fatıma’nın üzerinde durulmuştur.

Ayrıntılı Cevap

Giriş

Hz. Fatıma’nın yüce makamı hakkında birçok hadis vardır. Bu hadislerin bazılarının manası sadece Ona (s.a) özgü olan ve insanı hayran bırakan makamlarına işaret etmektedir. Hadislerde de belirtildiği üzere Fatıma kelimesi, insanların kendisini tanımaya güçleri yetmediği kimse manasına gelmektedir.[1] Sanki Allah’ın gizli sırrı Fatıma’da saklanmış ve sanki Allah’ı ve hak irfanı tanımayla Hz. Fatıma’yı tanımanın yakın bir ilişkisi vardır. Nitekim Fatımiyyet zihinlere, tanıyamama sıfatını, hicapta olmayı ve ilahi haremde ikamet etmeyi getirmektedir.

Hz. Fatıma’nın (a.s) zahirde peygamber ve imam olmadığını biliyoruz. Öyleyse âlemde böyle bir makama sahip olmaya neden olan hakikat, zâhirî nübüvvet ve imametin dışında bir şeydir. Bu kutsi hakikate ne ad verirsek verelim yine de Onun künhüne kesinlikle yetişemeyiz. Ama söz âleminde ona “ubudiyyetin (kulluğun) hakikati” diyebiliriz. “Abd (kul)” olmak kelimenin tam manasıyla kendinden hiç bir şeye sahip olmamak ve bütünüyle Allah’a ait olmak demektir. Allah’ın kulu Allah’ın aynasıdır. İşte bu yüzden İmam Sâdık (a.s) ubudiyyetin hakikati hakkında “Ubudiyyet, özü rububiyyet olan hakikattir.” [2] diye buyurmaktadır. Bu hakikat insanın kaybolmuş hakikati ve irfan sırlarından bir sırdır.

Bir başka rivayette Fatıma’yı tanımanın, Kadir gecesini tanımak olduğu belirtilmiştir.[3] Bütün ariflerin hedefi Kadir gecesinin hakikatini idrak etmektir. Ermiş arif, Kadir gecesinde Kur’ân’ın nazil olma olayına şahit olan kimsedir.

Öte yandan İmam, batınî makamında Kur’ân-ı Natık makamına sahiptir. Yani imametin sırrı Kur’ân’ın gaybi hakikatini almaktır. İşte imametin zatı da Hz. Fatıma’nın (s.a) hakikatiyle bu şekilde, çok özel bir bağla bağlanmaktadır.

İnsanların gördüğü nübüvvet makamıdır, dinin kemali olan imamet ise nübüvvet vasıtasıyla ulaştırılmış ve ancak has bir gurup tarafından anlaşılabilmektedir. Herkesin imamet makamından bilemediği (Allah’ın sırrını bilen mahremlerin dışında) şey ise ismet hicabı ve gayret-i ilahiyye’de saklı olan Fatıma’nın varlığının sırrıdır.

Öyleyse imamet, nübüvvetin sırrı, ibadetin özü de imametin sırrıdır. Ancak buradaki nükte şudur: Bu üç makam ve mertebe Allah Resulü’nde tam bir vahdet ve kemal haddinde vardır. İşte bu yüzden on dört masumun içinde en üstün makam Hz. Peygamber’in (s.a.a) makamıdır. Bununla birlikte Muhammedî imamet makamı Hz. Ali’de (a.s), ubudiyyet makamı da Hz. Fatıma’da tecelli etmiş ve belirgin özellik olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre Hz. Muhammed’in (s.a.a) varlık hakikatinin zuhurunun seyri hakkında, “ubudiyyet makamı nübüvvet ve imamet makamından daha üstündür” demek gerekir. Dolayısıyla Hz. Fatıma’nın varlığında gerçekleşen şey bir insanın ulaşabileceği en son makamdır. Nübüvvet ve imametin hedefi de zaten budur.

“Fatıma Olmasaydı…” Hadisi

Hz. Fatıma’nın (s.a) makamı ve mertebesi hakkında Peygamber ve diğer Masum İmamlardan gelen rivayetler, yine Onun (s.a) hakkında Yüce Allah’ın buyurduğu birçok hadis-i kutsi[4] yukarıda anlatılanlara delil teşkil etmekteler. Ama Hz. Fatıma’nın özel makamına açıkça işaret eden ve bazı âlimlerinde kendi kitaplarında naklettikleri şu hadis-i kutsi -İslâm Peygamberi’ni muhatap alarak- şöyle buyurmaktadır:

“Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım, Ali olmasaydı seni yaratmazdım ve Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.”[5]

Hadisin senedine gelince, Rical ilminin kaidelerine göre bu hadis her ne kadar zayıf hadisler grubundan ise de birçok büyük Şia âlimi onu kitaplarında nakletmişlerdir. Cennetu’l-Asime kitabının yazarı hadisin son kısmını (Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım),Salih b. Abdulvahhab Arendes’in eseri Keşfu’l-Leali’den (s.148) naklediyor. Müstedrek-u Sefineti’l-Bihar (c.3, s.334) adlı kitap da onu Merhum Fazıl Merendî’nin eseri Mecmeu’n-Nureyn’den aktarıyor. Cevahiru’l-Kelam kitabının yazarının anne tarafından dedesi ve Ziyau’l-Âlemin adlı eserin yazarı da bu rivayeti kitabında getirmiştir.

Mirza Ebulfazl Tahranî, Şifau’s-Sudur fi Şerh-i Ziyareti’l-Aşur (s. 84 ve sonrası) adlı eserinde şöyle nakleder: “Salih b. Abdulvahhab ve ondan önce gelen bazı raviler meçhuldürler ama bu durum rivayetin yalan olduğuna delil olmaz.”

Ayrıca belirtmek gerekir ki Masumların özel makamlarına ait olan bu tür rivayetlerde ravinin meçhul olması olağan bir şeydir. Zira Ehlibeyt İmamlarının zamanında toplumsal ilişkilerde sorun yaşamayan fıkhî hükümlerin ravilerinin aksine itikadî meselelerin ravileri (takiyye şartlarından dolayı) normal muaşeretten uzak kişilerdi. Güncel konularda belli çevrelerle ilişkileri olmadığından adalet ve güvenirlikleri incelenmezdi. Bu yüzden onların meçhul olması -özellikle (ricalî) kaidelere uygun olursa- hadisin itibarına herhangi bir zarar vermez. Masum İmamın bu konularda böyle kimseleri muhatap alması onların “sırdaş” kimseler olduğunu göstermektedir. Nitekim Ehlibeyt İmamlarının makamları hakkındaki bu sözlerin benzerleri böyle kimseler tarafından nakledilmiştir.[6]

Hadisin ne manaya geldiği konusuna gelince diyoruz ki, hadis birkaç kısımdan oluşmaktadır:

1- İnsan-ı kâmilin, yaratılış âleminin gayesi olması.

2- İmamet makamının nübüvvetten daha üstün olması.

3- Ubudiyyet makamının diğer bütün makamlardan üstün olması.

Hadiste söz konusu bu üç makama şu ibarelerle işaret edilmiştir:

“Sen olmasaydın âlemi ve kâinatı yaratmazdım.”

Hadisin bu bölümü başka hadislerle de teyit edilmiştir. Bunun manası şudur: İnsan-ı kâmil, hilkat âleminin asıl hedefi, Allah’ın nazarının asıl merkezi ve Onun hilkat âlemindeki iradesinin icra edildiği yerdir. Bu konu hakkında filozoflar ve ariflerin birçok açıklaması var ki, biz onlardan birini getiriyoruz: Âlemin vahdet yönü olmasaydı, kesret (çokluk) olmazdı. İllet (sebep) ve malülün (sonuç) arasında uygunluğun olması, her yönden vahid olan ve hiç bir kesretin olmadığı âlemin ilk illeti ile kesret ve çeşitliliği olan âlemin malulleri arasında bir vahdetin gerçekleşmesini gerektirmektedir ki, bir yandan vahdetle irtibatı olmalı, diğer yandan kesret âlemiyle uygunluğu olmalıdır. Bu da her varlığın işi değildir, yalnızca âlem-i nefs’de gerçekleşir. Bu önemli iş yalnızca Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) nefislerinin yapacağı bir iştir. Öyleyse Peygamber olmasaydı âlemde vahdet olmazdı, vahdet olmadığında kesret de olmazdı.[7]

Hadisin ikinci bölümü şöyle buyuruyor: “Ali olmasaydı seni yaratmazdım.” Bu bölüm imamet makamının nübüvvet makamından üstün olduğu konusuna aittir. Nübüvvetin haber getirmek manasına geldiğini biliyoruz ama imamet daha üstün bir makamdır. Bu makam kâmil bir tevhide ve insanın kendinden (heva ve hevesinden) kurtulduktan sonraki Allah’a ulaşma makamıdır. Kur’ân, Hz. İbrahim’in peygamber olmasına rağmen çeşitli imtihanlardan geçtikten sonra imamet makamına ulaştığını söylüyor. Peygamber Efendimiz de imamet makamına sahipti ama Hz. Ali’nin özelliği imamet, Peygamberimizin zâhirî özelliği de nübüvvet olduğundan imamet makamı Hz. Ali’de (a.s) daha çok öne çıkmıştır.

Dolayısıyla burada, Hz. Ali’nin (a.s) Peygamber’den üstünlüğü asla söz konusu değildir. Burada söz konusu olan şey imametin nübüvvete olan üstünlüğüdür. Çünkü hiç bir şüpheye yer bırakmayan delillerle Peygamber’in makamının Hz. Ali’den (a.s) üstün olduğunu biliyoruz. Bu delillerin en önemlisi Hz. Ali’nin (a.s) kendisinin şu sözüdür: “Ben Muhammed’in kullarından bir kulum.”[8]

Konumuzun veya hadisin üçüncü kısmında buyrulan “Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.” cümlesi ubudiyyet makamına işaret etmektedir. Bu makam her ne kadar Peygamder’de (s.a.a) kemal derecesinde varsa da Fatıma’da (s.a) asıl özellik olarak kendini göstermiştir.

Bu durumda “Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.” ibaresinin açıklaması şöyle olacaktır: Ubudiyyet makamı olmasaydı imamet ve nübüvvet makamı da eksik olacak ve gayesine ulaşmayacaktı. Zira nübüvvet ve imamet “mutlak abd (mutlak kul)” makamına ulaşmak için mukaddimedir. Bu makam Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali’de de vardı, ancak Fatıma’da (s.a) Ona münhasır özellik olarak tecelli etmiştir. Bu yüzden hadiste asıl vurgu Onun (s.a) üzerine olmuştur. Yoksa bu mukaddes zatlarda ikilik ve kesret düşünülemez.

Buna göre ubudiyyet makamı kemal haddinde bir kimsede ortaya çıkarsa nübüvvet ve imametten de üstün olacağı kesindir. Peygamber ve imam bile ubudiyyetten dolayı o makama ulaştılar ve nübüvvet ve imamet sorumluluğunu üstlendiler. Ayrıca Onların Allah katındaki en üstün makamı ubudiyyetin son derecesidir.

Başka bir ifadeyle nübüvvet ve imamet Onların (a.s) yaratılmışlarla olan ilişkilerine aittir; oysa ubudiyyet Onların (a.s) ilahi yönlerini ortaya koymaktadır ki, bu da ubudiyyetin imamet ve nübüvvetten daha üstün olduğunu göstermektedir.

–—


[1]     Biharu’l-Envar, c. 43, s. 65.

[2]     “Ubudiyyet (kulluk) özü rububiyyet olan hakikattir; ubudiyetle elde edilemeyen rububiyette bulunur ve rububiyette gizli olana da ubudiyetle ulaşılır.” Misbahu’ş-Şeria, s. 7, Müessesetu’l-A’lemi.

[3]     Muhammed b. Kasım b. Ubeyd İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Biz onu Kadir gecesinde indirdik, (âyetinde) gece Fatıma’dır, kadir Allah’tır. Kim Fatıma’yı hakkıyla tanırsa şüphesiz kadir gecesini idrak etmiştir…” Meclisî, Biharu’l-Envar, c. 43, s. 65.

[4]     Hz Fatıma’nın makam ve faziletleri hakkındaki hadis-i kutsilerin yalnızca 252 tanesi İsmail el-Ensarî’nin yazdığı “el-Kutsiyye fi Ahadisi’l-Kutsiyye” adlı kitapta toplanmıştır.

[5]     el-Esraru’l-Fatımiyye (Şeyh Muhammed Fazıl Mes’udî) ; Cennetu’l-Asime, s. 148; Müstedreku’l-Sefinetu’l-Bihar (Mecmau’n-Nureyn, s. 14 ve el-Avalim, s. 44’ten naklen), c. 3, s. 334. Bu hadis güvenilir hadislerden olup onu Cabir b. Abdullah el-Ensarî Resulullah’tan (s.a.a), O da (s.a.a) Allah-u Tebareke ve Teâlâ’dan nakletmiştir. (Şeyh Muhammed Fazıl el-Mes’udî, s. 231)

[6]     Muhammed Ali Geramî, Levla Fatıma, s. 141-143, hadisin mefhumu nakledilmiştir.

[7]     a.g.e.

[8]     Kuleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 89.