Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim arasında Ehl-i Beyt’imin misali, Nuh’un gemisi misalidir. Ona binen kurtulur, ondan yüz çeviren ise helak olur. (Bihar’ul Envar c.27, s.113) Hz. Muhammed (s.a.a)

Hz. Hatice Allah Resulü’nden Başkasıyla Evlenmiş midir?

Hz. Hatice Allah Resulü’nden Başkasıyla Evlenmiş midir?

MUSA AYDIN

Derginin geçen sayısında da hatırlattığımız gibi, bu bölümde Hz. Hatice'nin Resulullah'tan başkasıyla evlenmediği görüşünü ispatlamaya çalışacağız.*

Bazı tarihçiler, Allah Resulü'nün evlendiği hanımlarının -Aişe hariç- hepsinin dul olduğunu, Hz. Hatice'nin ise, Peygamber'den önce, "Atik b. Abid el-Mahzumî" ve "Ebu Hâle et-Temimî" isimli iki şahısla evlendiğini, hatta bunlardan evlât sahibi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Ancak biz bu rivayetlerin doğruluğundan şüpheliyiz ve bunların uydurulmasında, daha çok siyasî emellerin yattığını ve bazıları için fazilet ve üstünlük üretmenin amaçlandığını düşünmekteyiz. Bu konudaki bazı delillerimizi kısaca şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Her şeyden önce bu rivayetleri inceleyen bir kimse, onların arasında birçok çelişki ve ihtilâfın bulunduğunu açıkça görebilir. Örneğin, bazı rivayetlerde "Ebu Hâle" künyesini taşıyan şahsın isminin "Nebbaş b. Zürare", bazısında "Zürare b. Nebbaş", bazısında "Hind", bazısında ise "Malik" olduğu geçmektedir. Bazı rivayetler onun sahabî olduğunu, bazısı ise olmadığını ileri sürmektedir. Bazısı onun Atik'ten önce, bazısı ise sonra Hz. Hatice'yle evlendiğini söylüyor. Sonra rivayetler, Hz. Hatice'nin bu kişilerden "Hind" isminde bir çocuğunun olduğunu ileri sürmüş, ancak bazısı bu çocuğun kız çocuğu olup Atik'e ait olduğunu, bazısı ise erkek çocuğu olup diğer kocasına ait olduğunu söylemiştir. Yine erkek olduğunu iddia eden rivayetlerin bazısında bu çocuğun taun hastalığından öldüğü, bazısında ise Cemel Savaşı'nda Hz. Ali'nin cephesinde şehit düştüğü iddia edilmiştir.(1)

2) Bu iddiaların aksini iddia ve rivayet eden âlimler ve tarihçiler de vardır. Örneğin; İbn-i Şehraşub, Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib adlı kitabında şöyle diyor: "Ahmed Belâzurî, Ensab'ul-Eşraf adlı kitabında, Ebu'l-Kasım el-Kûfî, el-İstiğase adlı kitabında, büyük Şia âlimi Seyyid Murtaza eş-Şafî adlı kitabında, Şia'nın bir diğer büyük âlimi Ebu Cafer et-Tusî, Telhis'üş-Şafî adlı kitabında, Allah Resulü'nün Hz. Hatice'yle bakire olduğu hâlde evlendiğini rivayet etmişlerdir. Ayrıca, el-Envaru ve'l-Bide' isimli kitapta, Rukayye ve Zeyneb'in Hz. Hatice'nin kız kardeşi Hâle'nin kızları olduğu ileri sürülmüştür. Bu görüş de, bizim naklettiğimiz rivayeti güçlendirmektedir."(2)

3) Ebu'l-Kasım el-Kûfî, yine aynı kitabında şunları kaydetmektedir:

"Gerek Sünnî, gerekse Şiî, eser sahipleri ve haber nakilcilerinin (tarihçilerin) hepsi icmaî bir şekilde şöyle rivayet etmişlerdir: "Kureyş eşrafı, büyükleri ve zenginlerinden, Hatice'yle evlenmek için ona talip olmayan kalmadı. Ancak o, onların hepsini reddetti ve hiçbirisiyle evlenmedi. Sonradan Resulullah (s.a.a) ile evlendiğinde, Kureyş kadınları ona öfkelenerek küstüler ve şöyle dediler: 'Kureyş'in eşrafı ve emirleri sana talip oldular; fakat sen onların hepsini reddedip Ebu Talib'in parasız, malsız, yetim ve fakir yeğeniyle evlendin?!' "(3)

Şimdi, böyle bir konuma sahip olan Hatice'nin, Kureyş büyüklerini ve eşrafını bırakıp da Temimli bir bedevîyle evlenebileceğine hangi akıl sahibi ihtimal verebilir?! Görüş ve teşhis sahibi kimseler bunu en muhal, en itibarsız sözlerden saymazlar mı?!

4) Maddî manevî hiçbir değer, şan ve şöhrete sahip olmayan bir bedevîyle evlenmesi, kendilerini reddeden Hatice'yi yermek, onu küçümseyip alay etmek için Kureyşlilerin elinde en iyi bir koz ve en güzel bahane değil miydi? Resulullah'la evlendiğinde olduğu gibi. Halbuki hiçbir kaynakta böyle bir şeye rastlanmamıştır.

Bazıları, Haris b. Ebî Hâle isimli birisinden bahsederken, onun Hatice'nin oğlu olduğu ve Mekke'de Allah Resulü davetini ilk açığa vurduğunda, Müslümanların verdiği ilk şehit olduğunu iddia etmiş ve bunu, Hz. Hatice'nin önceden başka birisiyle evlendiğine delil olarak göstermeye çalışmışlardır.(4)

Buna vereceğimiz cevap şudur: Evvelâ; bu şahsın Hz. Hatice'nin oğlu olduğu iddiası hiçbir delile dayanmamaktadır ve zahiren Hz. Hatice'nin Ebu Hâle isminde birisi ile evlendiği rivayetine dayanmaktadır. Biz de zaten bunun yanlış olduğunu ispatlamayaa çalışmaktayız.

Saniyen; "Haris" denen bu şahsın ilk İslâm şehidi olduğu iddiası da doğru değildir; zira bu iddiayla çelişen birçok meşhur rivayet mevcuttur. Örneğin, İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ammar'ın babası ve annesi öldürüldüler ve o ikisi Müslümanlardan ilk şehit düşen kimselerdir."(5)

Yine sahih bir senetle şöyle rivayet edilmiştir:

"İslâm'da ilk şehit Sümeyye'dir. Allah ona rahmet eylesin."(6)

Aynı şey Mücahid'den de nakledilmiştir.(7)

Bazıları, Sümeyye'nin ilk kadın şehit, Haris'in ise ilk erkek şehit olduğunu iddia etmek istemişlerse de, bu iddia da geçersiz bir iddiadır. Zira: Evvela; İbn-i Abbas'ın rivayeti gereği, ilk erkek şehit de Ammar'ın babası Yasir'dir. Saniyen; "şehid" kelimesi birçok diğer kelime gibi Arapça'da kadın erkek arasında müştereken kullanılan bir kelimedir. Nitekim yukarıda naklettiğimiz rivayette Sümeyye için de "şehid" tabiri kullanılmıştır.

HZ. HATİCE'DEN OLDUĞU SÖYLENEN RESULULLAH'IN KIZLARI

Ebu'l-Âs b. Rebî' ve Osman b. Affan ile evlendikleri söylenen Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm isimli kızlara gelince; bunların da yine birçokları tarafından Resulullah'ın Hz. Hatice'den dünyaya gelen kızları olduğu, birisinin Ebu'l-Âs b. Rebî' ile, diğerlerinin de Osman b. Affan ile evlendikleri iddia edilmiş ve daha çok bu görüş şöhret kazanmıştır. Fakat bize göre, bu iddia da doğru değil ve söz konusu kızlar Resulullah'ın gerçek kızları değillerdir.

Bu görüşümüzün delillerini de aşağıda kısaca açıklamaya çalışacağız:

Evvela; bu görüşü reddeden ve başka bir görüş ileri süren tarihçiler de vardır. Ebu'l-Kasım el-Kûfî ve diğer bazıları şöyle kaydetmişlerdir: "Hatice'nin 'Hâle' isminde bir kız kardeşi vardı. Benî Mahzum kabilesinden birisi onunla evlenince, onun için 'Hâle' isminde bir kız çocuğu doğurdu. Hatice'nin kız kardeşi bu adamdan ayrıldıktan sonra bu sefer Benî Temim kabilesinden 'Ebu Hind' isminde birisiyle evlendi; onun için de 'Hind' isminde bir çocuk doğurdu. Benî Temim'den olan bu adamın Hâle'den başka bir eşi daha vardı ki, ondan da 'Zeynep' ve 'Rukayye' isminde iki kız çocuğu oldu. Sonra Zeynep ve Rukayye'nin anneleri, ardından da babaları vefat etti. Bunun üzerine Hâle'nin o adamdan olan 'Hind' isimli çocuğu babasının kabilesine döndü. Ortada kalan Hâle ve kocasının iki çocuğu Zeynep ve Rukayye'yi de Hz. Hatice kendi yanına aldı. Sonradan Hz. Hatice Resulullah'la evlenip, Hâle de vefat edince Zeynep ve Rukayye isimli çocuklar, Hz. Hatice ve Resulullah'ın kefaleti altına girdiler… Öte yandan Araplar, üvey evlâdı da gerçek evlât telakki ettikleri için bu iki kız da Resulullah'ın kızları olarak anılmaya başlandı. Halbuki bunlar, Peygamber'in değil, Hâle'nin kocası Ebu Hind'in kızları idiler…"(8)

Görüldüğü gibi Hz. Hatice'ye isnat edilenler, kız kardeşi hakkında söylenenlere birçok açıdan benzerlik arz etmektedir. Belki de Hz. Hatice hakkında -kasıtlı veya kasıtsız- yapılan yanlışların birçoğu da buradan kaynaklanmaktadır.

Saniyen; söz konusu kızların Peygamber'in (s.a.a) kızları olduğunu iddia edenlerin kendilerinin naklettikleri rivayetler arasında akıl almaz çelişkiler mevcuttur; meselâ bir taraftan şöyle rivayet ediyorlar: "Rukayye ve Ümmü Gülsüm cahiliyet zamanında 'Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu da.' ayeti nazil olduğunda, Ebu Leheb ve eşi, babalarının dinine girdiklerini gerekçe göstererek çocuklarına Resulullah'ın kızlarını boşamalarını emrettiler; onlar da henüz cinsel bir ilişkide bulunmadan eşlerini boşadılar. Ardından Osman b. Affan Rukayye ile evlenip onunla birlikte bi'setin beşinci yılında Habeşe'ye hicret etti. O sırada hamile olan Rukayye, geminin içerisinde çocuğunu bir kan pıhtısı hâlinde düşürdü. Daha sonra Habeşe'den döndüklerinde Medine'de vefat etti.(9)

Diğer taraftan aynı adamlar yine şöyle rivayet ediyorlar. Meselâ Makdisî diyor ki: "Hatice cahiliyet zamanında, Abdumenaf isminde bir erkek çocuk, İslâm'dan sonra ise iki erkek ve dört kız çocuk olmak üzere şu isimlerdeki çocukları doğurmuştur: Kasım; -ki bu çocuğa atfen Allah Resulü'ne 'Ebu'l-Kasım' deniyordu- bu çocuk büyüyünceye kadar yaşadı, sonra vefat etti.

Küçük yaşta vefat eden Abdullah, Ümmü Gülsüm, Zeyneb, Rukayye ve Fatıma."(10)

Veya Kastalânî ve Diyarbekrî şöyle diyorlar: "Allah Resulü'nün bi'setten önce Abdummenaf isminde bir çocuğu oldu ve bununla birlikte Resullah'ın çocuklarının sayısı on ikidir; Abdumenaf hariç hepsi İslâm'dan sonra dünyaya gelmişlerdir."(11)

Zübeyr b. Bekkar ve diğer birçoğundan ise şu bilgiler rivayet edilmiştir: "Abdullah, sonra Ümmü Gülsüm, sonra Fatıma, daha sonra da Rukayye, hepsi sırayla İslâm'dan sonra dünyaya gelmişlerdir."(12)

Tarihçi Süheylî de Resulullah'ın bütün çocuklarının İslâm zamanında doğduğunu kaydetmektedir."(13)

Yine bazıları, Rukayye'nin hepsinden, hatta Hz. Fatıma'dan küçük olduğunu söylemişlerdir."(14)

Şimdi bütün bunlardan sonra, Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün cahiliyet zamanında Ebu Leheb'in çocuklarıyla evlendiğini nasıl iddia edebiliyor ve bu açık çelişkiyi göremiyorlar?!

Yine İslâm'dan sonra dünyaya gelen Rukayye'yi hemen Osman'la evlendirebiliyorlar; halbuki bütün tarihlerin yazdığına göre Habeşe'ye birinci hicret, bi'setin 5. yılında gerçekleşmiştir. Hatta eğer İslâm'ın ilk yılında dünyaya geldiğini kabul etsek dahi beş yaşındaki bir çocuğun nasıl evlendiğini ve hemen hamile kalıp gemide çocuk düşürdüğünü söyleyebiliriz?! Kaldı ki onlar daha da ileriye gidip, önce onu Ebu Leheb'in çocuklarıyla evlendiriyorlar; sonra da boşatıp, Osman b. Affan'la evlendiriyorlar!!

Yine diyorlar ki: "Ebu Leheb ve eşi, "Mesed Suresi" indiğinde, çocuklarına, Resulullah'ın kızlarını boşamalarını emrettiler. Onlar da boşadıktan sonra, Osman b. Affan Rukayye ile evlendi."(15)

Bu da yine birçok rivayetleriyle çelişmektedir; zira:

a) Birçok rivayete göre (ki doğrudur da) bu sure, Müslümanlar Şi'b-i Ebî Talib'de muhasara altında tutuldukları sırada inmiştir.(16) Bu ise önceki söyledikleriyle çelişmektedir. Zira söz konusu muhasara bi'setin altıncı yılında gerçekleşmiştir. Yani Habeşe'ye hicretten bir yıl sonra. Gördüğünüz gibi iki rivayet arasında yılların fasılasını gerektiren bir çelişki söz konusudur.

Bazıları bu surenin, "Yakın akrabalarını korkut." (Şuarâ, 214) ayeti indikten sonra gerçekleştirilen toplantıda, Ebu Leheb'in Resulullah'a hakaret etmesinin ardından nazil olduğunu söylemişlerse de, bu doğru değildir. Zira hem ayetlerin siyakı, hem de bu konudaki rivayetler(17) bu surenin ayetlerinin toplu bir şekilde nazil olduğunu göstermektedir. Bu surenin son ayetlerinde Ebu Leheb'in eşi Ümmü Cemil'in Allah Resulü'ne ettiği eziyet dile getirilerek şiddetli bir şekilde kınanmıştır.

Açıktır ki Kureyşlilerin Resulullah'a eziyetleri, biraz önce verdiğimiz "İnzar Ayeti" indikten sonra, Resulullah'ın onların ilâhlarına ve düşüncelerine açıkça karşı çıkmasının ardından başlamıştır.

Bu sure (Mesed Suresi) hakkında nakledilen diğer bir rivayet de bizim bu sözümüzü teyit etmektedir; şöyle ki: "Allah Resulü'nü görmek için gelen elçi heyetler, Resulullah'ı amcası Ebu Leheb'e sorar ve; 'Sen onu daha iyi bilirsin.' diye Peygamber (s.a.a) hakkındaki görüşlerini almak isterlerdi. O da onlara, 'Bu adam sihirbazdır.' cevabını verir; onlar da Resulullah ile görüşmeden geri dönerlerdi. Yine bir gün gelen bir heyete aynı cevabı verdi; fakat ne hikmetse bunlar, öncekilerin aksine, 'Şu adamı görmeden geri dönmeyeceğiz.' dediler. Ebu Leheb bu sefer, 'Biz uzun zamandır, onu delilikten kurtarmaya çalışıyoruz; kahrolası adam!' dedi. Ebu Leheb'in bu sözleri Resulullah'a ulaşınca, Hazret buna üzüldü ve (Allah Resulü'ne teselli amacıyla) bu sure nazil oldu."

Öte yandan biliyoruz ki çeşitli temsilci heyetlerin Mekke'ye gelerek Resulullah ile görüşmeleri, İnzar Ayeti'nin inmesinden yıllar sonra gerçekleşmeye başlamıştır. Bu da gösteriyor ki Mesed Suresi'nin İnzar Ayeti'yle ilintili olarak inmesi yersiz bir iddiadan ibarettir.

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise şudur: "Eğer Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün Mesed Suresi'nin inmesi ve müşriklerin eziyetlerinin başlamasının ardından boşanmalarının gerçekleştiğini söylersek, o zaman şu sorunun cevabını vermemiz gerekecektir: Neden o uzun zamana kadar, Ebu Leheb'in çocukları hiçbir mazeret ve engel bulunmadığı hâlde eşleriyle cinsel ilişkide bulunmamışlardı? Halbuki yine aynı rivayetlerin açık iddiasına göre Osman onlardan birisiyle evlenir evlenmez cinsel ilişkiye girerek hemen hamile bırakmış ve eşi Habeşe'ye giderken gemide çocuk düşürmüştü!!

Öte yandan Mısırlı büyük yazar Tevfik Ebu İlm'in "Tarihu Ehl'il-Beyt" isimli kitabında naklettiği bir rivayet de dikkatimizi çekmiş ve yukarıda bahsettiğimiz görüşlere daha bir şüpheli bakmamıza vesile olmuştur. O şöyle diyor: "…Rukayye'ye gelince, o Utbe b. Ebî Leheb ile evlenmiş ve henüz onun eşiyken vefat etmiştir."(18)

Bu rivayet gereği Ebu Leheb'in oğlunun Rukeyye'yi boşadığı iddiası da şüpheli duruma düşmekle birlikte, buna gösterdikleri sebep (Mesed Suresi'nin inişi ve kızların Müslüman oluşu) de itibarını kaybeder ve surenin Şi'b-i Ebî Talip muhasarası zamanında nazil olduğu iddiası daha da güçlenmiş olur.

Bir Başka Çelişki:

Zübeyr b. Bekkar ve İbn-i Asakir, Cafer b. Muhammed'den, o da babasından şöyle rivayet etmektedir: "Resulullah'ın oğlu Kasım Mekke'de vefat etti. Allah Resulü, oğlunun defin merasiminden dönüşünde, Âs b. Vail ve oğlu Amr b. Âs'ın yanından geçerken, Âs Resulullah'ı gördüğünde, 'Şimdi ben şunu kızdıracağım." dedi ve şöyle devam etti: 'Hiç şüphesiz bu adam artık soyu kesik, ocağı sönük duruma düştü.' Bunun üzerine Allah-u Tealâ, 'Hiç şüphesiz soyu kesilen sana kin ve buğz besleyen düşmanındır.'(19) ayetini indirdi.

Bir diğer rivayette ise şöyle diyor: "Önce Resulullah'ın oğlu Kasım dünyaya geldi, sonra Zeynep, sonra Abdullah, sonra Ümmü Gülsüm, sonra Fatıma, daha sonra da Rukayye. Sonra önce Kasım, daha sonra da Abdullah vefat edince Âs b. Vail, 'Onun nesli kesildi; o ebterdir.' deyince söz konusu ayet nazil oldu."(20)

Bazıları ayetin, Âs b. Vail değil, oğlu Amr b. Âs hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir.(21) Süddî ve İbn-i Abbas'ın rivayetinde, Resulullah'ın bir oğlunun, bir diğer rivayette ise bir evlâdının vefatının ardından Âs b. Vail'in söz konusu sözü söylemesi üzerine indiği nakledilmektedir.(22) Meşhur sözü söyleyenin, Âs b. Vail değil, Ukbe b. Ebî Muayt(23) veya Ebu Leheb(24) veya Kureyş(25) olduğu da söylenmiştir.

Hatta bir rivayette, Resulullah'ın oğlu İbrahim'in vefatı münasebetiyle Ebu Cehl'in Resulullah hakkında söylediği sözler üzerine söz konusu ayetin nazil olduğu söylenmektedir.(26) Öte yandan tarihçiler arasında; Kasım'ın Resulullah'ın (s.a.a) en büyük evlâdı olduğu meşhurdur.(27) Önceden verdiğimiz rivayet ise, Kasım'ın bi'setten sonra vefat ettiğini, Abdullah'ın ise Kasım'dan bir ay sonra vefat ettiğini söylüyordu. Buna bir de, kesinlik kazanan Abdullah'ın bi'set sonrası doğup vefat ettiği gerçeğini eklersek, olay daha bir netlik kazanmış olacaktır.

Aşağıdaki rivayetleri de göz ardı etmemeliyiz; diyorlar ki:

"Kasım vefat ettiği zaman iki yaşındaydı."(28)

"Kasım yürüme çağına gelinceye kadar yaşadı."(29)

Belâzurî ise ikisinin arasını toplamış ve şöyle demiştir: "Kasım iki yaşına geldiği ve yürüdüğü bir sırada vefat etmiştir."(30)

Bazı diğer rivayetler, Resulullah'ın evlâtlarının süt emdikleri bir çağda vefat ettiklerini kaydetmiş, bazısı "bi'set sonrası" tabirini eklemiş,(31) bazısı ise şu ifadeyi kullanmıştır: "Çocuklarının hepsi de çok küçük yaşta vefat etmişlerdir."(32) Mücahid'in Kasım hakkındaki görüşü ise şudur: "O yedi gün (veya yedi gece) yaşadı."(33) Diğer bir rivayette de "On yedi ay yaşadı." tabiri kullanılmıştır.(34) Tarihçi Süheylî ise şöyle diyor konu hakkında: "Kasım yürüme çağına varmıştı, ancak henüz sütten kesilmemişti."(35)

Bu konuda üç ayrı rivayet ise şu şekildedir:

"Kasım ve Tayyib, henüz küçük yaşta iken Mekke'de vefat ettiler."(36)

"Kasım hayvana binecek ve at sürecek kadar büyüdü."(37)

"Kasım vefat ettiği sırada dört yaşında idi."(38)

Buraya kadar Kasım'ın küçük yaşta öldüğünü değişik rivayetlerin diliyle cüz'î farklarla aktardık. Şimdi Kasım'ın ne zaman dünyaya geldiğine bakalım:

Müsned-i Feryabî'de, Kasım'ın İslâm'dan sonra dünyaya geldiğini içeren bilgilere ilâveten, bunu teyit eden aşağıdaki iki rivayete de yer verilmiştir:

a) "Kasım vefat ettiğinde dört yaşındaydı. Ondan bir ay sonra da Abdullah, henüz sütten kesilmemişken vefat etti. Hz. Hatice: 'Ya Resulallah, keşke yaşasaydı da sütten kesseydim.' dediğinde, Allah Resulü: 'Onun süte doyup kesilmesi cennette gerçekleşecektir.' buyurdu."(39)

b) "Resulullah (s.a.a), Kasım'ın vefatından sonra Hatice'nin yanına geldiğinde onu ağlar şekilde buldu. Hz. Hatice: 'Ya Resulallah!' dedi, '(Göğsümde) Kasım'ın sütü çoğaldı; eğer yaşayıp da süt emme süresini tamamlasaydı, (ayrılığının) tahammülü daha kolay olurdu benim için.' Cevabında Allah Resulü şöyle buyurdu: 'Onun için cennette, süt emme süresini tamamlatacak süt annesi tahsis edilmiştir.' Hz. Hatice: 'Böyle olduğunu bilince daha kolay olur benim için.' deyince, Allah Resulü: 'İstersen cennetten sesini sana duyurabilirim.' buyurdu. Hz. Hatice ise: 'Ben Allah'ı ve Resulü'nü tasdik ediyorum.' cevabını verdi."(40)

Süheylî bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Bu hadis, Kasım'ın cahiliyet zamanında ölmediğini gösteriyor."(41)

Bu iki rivayet, hem Kasım vefat ettiği sırada Allah Resulü'nün peygamberliğe eriştiğini, hem de henüz süt emdiği sırada vefat ettiğini, dolayısıyla da büyük ölçüde bi'setten sonra dünyaya geldiğini gösteriyor.

Kısacası bir yandan, Kevser Suresi'nin Kasım'ın vefatı üzerine bi'setten kaç yıl sonra nazil olduğunu, yine Kasım'ın doğumu ve vefatıyla ilgili verdiğimiz diğer rivayetleri, diğer taraftan Ümmü Gülsüm ve Rukayye'nin Kasım ve Abdullah'ın vefatından sonra dünyaya geldiklerini dikkate aldığımızda, bu iki kızın kesinlikle bi'setten kaç yıl sonra dünyaya geldiğini anlamış oluyoruz. Hâl böyle iken, onların cahiliyet zamanında Ebu Leheb'in iki oğlu ile evlenmeleri, onlardan boşandıktan sonra da Rukayye'nin Osman b. Affan ile evlenip bi'setin beşinci yılında Habeşistan'a hicret ederken gemide çocuk düşürmesi nasıl düşünebilir?!

Gerçi bu konuda Ebu Hilâl el-Askerî aykırı bir rivayet de nakletmiştir; ancak rivayetin içerisinde açık çelişki bulunmaktadır. O şöyle diyor: "Kasım ve Tahir, nübüvvetten önce vefat ettiler. Resulullah (s.a.a) Kasım'ın cenazesinden döndüğünde Âs b. Vail ve oğlu Amr'ın yanından geçerken Amr, 'Şimdi ben ona karşı düşmanlığımı sergileyeceğim.' dedi. Bunun üzerine Âs şöyle dedi: 'Hiç şüphesiz o ebter (soyu kesik) oldu.' Ardından Allah-u Tealâ, 'Şüphesiz sana düşmanlık besleyen var ya, işte odur asıl ebter olan.'(42) ayetini indirdi."

Görüldüğü gibi bu rivayet, önce Kasım'ın nübüvvetten önce öldüğünü, ardından bu münasebetle Kevser Suresi'ndeki ayetin indiğini söylüyor. Oysa hepimiz bilmekteyiz ki, Allah Resulü'ne ayetler nübüvvetten sonra nazil olmaya başlamıştır. Bazıları ayetin olayın hemen ardından değil, birkaç yıl sonra nazil olup, önce yaşanan bir olaya değindiğini ileri sürebilir belki; ancak bu oldukça uzak bir ihtimaldir ve bildiğimiz gibi genellikle ayetler olayların yaşandığı sırada inmiştir.

Elbette bu yanlışlığın bir kalem hatasından kaynaklanarak "nübüvvetten sonra" yerine "nübüvvetten önce" yazılmış olması mümkündür.

RESULLAH'IN EN KÜÇÜK KIZI KİMDİR?

Cürcanî diyor ki: "Benim yanımda sahih olan görüş şudur ki Rukayye, Resulullah'ın en küçük kızı idi; hatta Fatıma'dan (a.s) da küçüktü."(43)

Bazıları ise Ümmü Gülsüm'ün hepsinden küçük olduğunu söylemişlerdir.(44)

Ebu Ömer de şöyle demiştir: "Fatıma ve bacısı Ümmü Gülsüm, Resullah'ın en küçük kızlarıdır; ancak bu ikisinden hangisinin daha küçük olduğunda ihtilâf edilmiştir. İbn-i Serrac demiştir ki: "Ben Ubeydullah el-Haşimî'nin şöyle dediğini duydum: 'Fatıma, Resulullah kırk bir yaşındayken dünyaya gelmiştir.' "(45)

el-İstîab kitabında bu rivayete, "Rukayye'nin Fatıma'dan daha küçük olduğu söylenmiştir." cümlesi de ilâve edilmiştir.(46)

Bazıları ise Hz. Fatıma'nın, kızların en küçükleri olduğunu ileri sürmüş ve bu görüşü sahih bilmişlerdir.(47)

Her hâlükârda eğer biz Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün Hz. Fatıma'dan küçük olduğunu kabul edersek, sonuca varabilmemiz için bu sefer Hz. Fatıma'nın doğum tarihine bakmamız gerekecek.

Yine kaynaklara baktığımızda, bazıları Hz. Fatıma'nın bi'setten önce,(48) bazıları bi'set yılında,(49) bazıları Resulullah kırk bir yaşında iken,(50) bazıları ise bi'setin ikinci yılında(51) doğduğunu iddia etmişlerdir. Biz ise, sonradan vereceğimiz delillere dayanarak Hz. Fatıma'nın bi'setin beşinci yılında dünyaya geldiğine inanıyoruz.

Şimdi bu görüşlerin hangisini alırsanız alın, bi'setten biraz önce veya bi'setten sonra dünyaya gelen Hz. Fatıma'dan daha küçük kızların Ebu Leheb'in iki oğluyla evlenmeleri, boşandıktan sonra da Rukayye'nin Osman b. Affan ile evlenip bi'setin 5. yılında Habeşistan'a hicret ederken yolda çocuk düşürmesi makul bir ihtimal olabilir mi?!

Şimdi Hz. Fatıma'nın bi'setin 5. yılında dünyaya geldiğini gösteren delillerimizi vermeye çalışalım:

Bizimle aynı görüşü (hicretin 5. yılında doğduğunu) paylaştıklarını açıkça ortaya koyanların(52) yanı sıra şu delilleri zikredebiliriz:

a) Hatırlayacağınız gibi bahsimizin başlarında birçok ravi ve tarihçiden(53) nakletmiştik ki, Resulullah'ın bütün çocuklarının (bazıları sadece Abdumenaf'ı istisna etmişti) bi'setten sonra dünyaya geldiklerini ileri sürmüşlerdi. Bu da Hz. Fatıma'nın bi'setten sonra dünyaya geldiğini gösteriyor.

b) Çeşitli mezheplere mensup hadisçi ve tarihçilerin naklettiği birçok rivayete göre, Hz. Fatıma'nın nutfesi, Cebrail'in (a.s) miraç gecesinde Resulullah'a (s.a.a) cennetten getirdiği meyveden bağlanmıştır. Miraç olayı ise en doğru görüşe göre, bi'setin ikinci veya üçüncü yılında gerçekleşmiştir.(54)

Bu rivayetler, Sa'd b. Vakkas, Ümm'ül-Müminin Âişe, Ömer b. Hattab, Sa'd b. Malik ve diğer bazı meşhur şahsiyetlerden, aynı şekilde İmam Cafer-i Sadık'tan nakledilmiştir.(55) Bu rivayetlerin bazısı üzerinde tartışılabilir belki; ancak bunlardan birçoğu tartışma götürmez derecede sahihtirler. Zikrettiğimiz kaynaklara başvurup dikkat eden herkes bunu görebilir.

c) Yine Hz. Fatıma'nın bi'setten sonra dünyaya geldiğini gösteren bir diğer delil şudur: Önceden de değindiğimiz gibi, Hz. Hatice Resulullah ile evlendikten sonra Kureyş kadınları onu kınamış ve ona küsmüşlerdi. Sonradan Hz. Hatice Hz. Fatıma'ya hamile kalınca, henüz annesinin karnındayken onunla konuşuyor ve ona teselli veriyordu. Hz. Hatice, bunu Peygamber'den saklıyordu. Bir gün Resulullah (s.a.a) içeri girdiğinde Hatice'nin (karnındaki bebeği) Fatımay'la konuştuğunu gördü ve, "Ey Hatice, kiminle konuşuyorsun?" diye sordu. Hatice, "Karnımdaki bebekle; o benimle konuşuyor ve beni yalnızlıktan çıkarıyor." dedi. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle buyurdu: "Ey Hatice, işte Cebrail bana onun kız çocuğu olduğunu haber veriyor…"(56)

Bu hadisten anlaşılan şu ki, Hz. Hatice'nin Hz. Fatıma'ya hamile kalması, Hz. Resulullah'ın Cebrail (a.s) ile görüştüğü sıralarda gerçekleşmiştir; bu ise, Resulullah peygamberliğe seçildikten sonra başlamıştır. Yine aynı hadis, bu hamileliğin bi'setten kaç yıl sonra gerçekleştiğini gösteriyor; zira rivayetten bu hamileliğin Kureyş'in Resulullah'a karşı eziyetlerinin başladığı ve Kureyşli kadınların Hz. Hatice'ye küstükleri sırada olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise bi'setten kaç yıl sonra, yani gizli davet süresi sona erip, açık davetin başlamasıyla başlamıştır.

d) Hz. Fatıma'nın bi'setten kaç yıl sonra dünyaya geldiğini gösteren bir delilimiz de şudur: Ebu Bekir Hz. Fatıma'ya talip olduğunda, Allah Resulü onu reddetmiş, ardından aynı talepte bulunan Ömer'e de ret cevabı vermiş ve gerekçe olarak da Hz. Fatıma'nın küçüklüğünü göstermişti. Sonra Hz. Ali (a.s) talip olunca Hz. Fatıma'yı ona nikâhlamıştı.(57) Buna gücenenlere de Allah Resulü şu cevabı vermişti: "Allah'a andolsun ki size engel olup da ona nikâhlayan ben değilim, Allah'tır."(58)

Öte yandan şunu da kesin bir şekilde biliyoruz ki, Hz. Fatıma'nın nikâhlanması hicretin ikinci yılında gerçekleşmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki eğer Hz. Fatıma, bi'setten önce (meselâ bazılarının iddia ettiği gibi 5 yıl önce) dünyaya gelmiş olsaydı, o zaman söz konusu şahıslar talip olduklarında Hz. Fatıma'nın takriben 20 yaşlarında olması gerekirdi. O zaman da, 20 yaşındaki birisi için Allah Resulü'nün, henüz küçüktür deyip, gelenleri reddetmesi makul ve mantıklı olabilir mi?!

HZ. HATİCE, RESULULLAH (S.A.A) İLE NE ZAMAN EVLENDİ?

Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise şudur: Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün Ebu Leheb'in iki oğlu ile evlenmeleri iddiası, ancak Resulullah ile Hz. Hatice'nin, bi'setten bir hayli önce evlenmiş olmaları hâlinde mantıklı olabilir. Şimdi bu evliliğin geçekleşme tarihine bir bakalım:

Rivayetlere baktığımızda, gerçi bu evliliğin bi'setten 15, 16, hatta 20 yıl önce gerçekleştiğini iddia eden nadir görüşler de vardır;(59) ancak bunlara karşılık, bu evliliğin bi'setten on yıl önce,(60) beş yıl önce(61) ve üç yıl önce(62) gerçekleştiğini ileri süren rivayetler de mevcuttur.

Özellikle de son görüşü teyit eden bazı nakiller ve karinelere de rastlanmaktadır; meselâ Beyhakî Hz. Hatice'nin 50 yaşında vefat ettiğini ileri sürüyor.(63)

Hz. Hatice'nin Resulullah'la evlendiği zamandaki yaşını, vefat ettiği sıradaki yaşı ile kıyaslarsak o zaman son görüşün daha mantıklı olduğunu görürüz.

Yine önceden de naklettiğimiz gibi, rivayetler, Hz. Hatice'nin cahiliyet zamanında Abdumenaf'tan başka bir çocuk doğurmadığını ileri sürüyorlardı. Bu da, Hz. Hatice'nin Resulullah'la bi'setten bir hayli önce evlendiği görüşü ile örtüşmemektedir. Zira çok önceden evlendikleri ve zahiren bir mazeret de gözükmediği hâlde onca yıl çocuklarının olmaması çok uzak bir ihtimaldir; bu da bi'sete yakın bir zamanda evlendikleri görüşünü güçlendirmektedir.

Böylece bu delil de, Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün cahiliyet zamanında doğup büyüdüklerini, önce Ebu Leheb'in çocuklarıyla evlendikleri, boşandıktan sonra da Rukayye'nin Osman b. Affan'la evlendiği görüşünün tutarsızlığını, sunduğumuz ve sunacağımız diğer delillerle de yan yana konulduğunda, bu görüşün asılsız olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır.

Öte yandan Ehl-i Sünnet âlimlerinden Dulâbî ve Diyarbekrî'nin görüşlerine bakılırsa, Osman b. Affan Rukayye ile cahiliyet zamanında evlenmiştir.(64)

Bu ise, iddia edilen Peygamber kızlarının Ebu Leheb'in oğlanlarıyla evlendiğinin doğru olmadığı demektir; zira söz konusu rivayetler, Ebu Leheb'in kızları boşattırmasının sebebi olarak, onların Müslüman olduğunu ileri sürüyorlardı; oysa bu rivayet, Ebu Leheb'in oğlundan sonra Rukayy'le evlendiği söyleyen Osman'ın dahi onunla cahiliyet zamanında evlendiğini ileri sürmektedir!

ÜMMÜ GÜLSÜM HİCRET SIRASINDA NEREDEYDİ?

İşlediğimiz konuda bize yardımcı olacak bir diğer husus, Müslümanların Medine'ye hicreti sırasında Ümmü Gülsüm'ün muammalı durumudur. Cahiliyet zamanında Ebu Leheb'in oğluyla Mekke'de evlenip de sonra ayrılan ve yıllar sonra Medine'de Osman'la evlenen Ümmü Gülsüm'ün, Medine'ye hicret sırasında ortada adı bile yok. Tarihçiler, Müslümanların ardından Hz. Ali'nin, Resulullah'ın kızı Hz. Fatıma da dahil, Fatıma isimli birkaç kadını, Ümmü Eymen'i ve güçsüz müminleri alıp kendisiyle birlikte Medine'ye getirdiğini yazıyorlar. Ancak hiçbir kaynakta Ümmü Gülsüm'ün adından bahsedilmemektedir. Acaba önceden mi hicret etmişti? Sonraya mı kaldı? Kiminle birlikte ve neden?! Güçsüz müminlerin içerisinde miydi? O zaman, neden kız kardeşi Fatıma ve Ümmü Eymen'den ayrı olarak onların içerisine yerleştirilmiş?!

Bütün bunlar, cevap bekleyen muammalı sorulardır. Görüldüğü gibi bazen çok meşhur şeylerin dahi araştırıldığında, en azından öyle zannedildiği kadar da olmadığı ortaya çıkmış oluyor.

ZEYNEP HAKKINDA BİRKAÇ NÜKTE

a) Yazımızın başlarında da değindiğimiz gibi Ebu'l-Kasım el-Kûfî, Zeyneb'in, Resulullah'ın değil, Hz. Hatice'nin kız kardeşinin kocasının kızı olduğunu nakletmektedir.

b) Bazı rivayetlerde şöyle nakledilmiştir: "Hatice, Nebbaş b. Zürare (Ebu Hâle) için üç evlât doğurdu; bunlar Hind, Haris ve Zeynep'ti."(65)

Bu rivayet, Hz. Hatice'yle ilgili tarafından bağımsız olarak, Zeyneb'in Resulullah'ın üvey kızı olduğunu teyit etmektedir. Hz. Hatice'yle ilgili tarafına gelince; biz Hz. Hatice'nin Resulullah'tan önce evlenmediğine inanıyoruz. Bunun delillerini de önceden aktardık; ancak bu rivayette muhtemelen, Hz. Hatice'nin isminin verilmesi, Zeyneb'in Hz. Hatice'nin kefaleti altında olmasından veya Hz. Hatice'nin kız kardeşiyle karıştırıldığından kaynaklanabilir. Kısacası işin bu yanı bizi fazla ilgilendirmiyor; bizi ilgilendiren yanı şudur ki, bu rivayet, Zeyneb'in Ebu Hâle'nin kızı olduğunun öteden beri bilindiğini ortaya koyuyor. Aşağıda vereceğimiz şu iki rivayet de aynı teyidi içermektedir:

"el-Envar" ve "el-Bideu" isimli kitaplardan şöyle naklediliyor: "Rukayye ve Zeynep Hatice'nin kız kardeşi Hâle'nin kızlarıdır."(66)

Yine el-Envar, el-Keşf, el-Lum'e kitaplarından ve Belâzurî'den şöyle nakledilmektedir: "Zeynep ve Rukayye Resulullah'ın üvey evlâtlarıdır…"(67)

Bu rivayetlerde cüz'î bazı yanlışlar ve karıştırmalar olsa da, onlardan şu gerçeği anlıyoruz ki söz konusu kızlar, Resulullah'ın gerçek kızları değil, üvey evlâtlarıdırlar. Ancak onların kimin evlâtları oldukları şimdilik bizi ilgilendirmiyor. Evet; onların, Resulullah'ın kızları olduklarını ileriye süren önceden değindiğimiz rivayetler arasındaki akıl almaz çelişkileri de dikkate aldığımızda, bu iddiamızın haklılık payı daha da artacaktır.

HZ. ALİ'YE AİT BAZI HASLETLER

Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm diye adı geçen ve Ebu Leheb'in iki oğlu, Osman ve Ebu'l-Âs b. Rebî' ile evlendikleri söylenen kızların Resulullah'ın gerçek kızları olmadığını gösteren bir delil de, Hz. Ali'ye özgü bazı haslet ve özellikler hakkında nakledilen rivayetlerdir. Örneğin Ebu'l-Hamrâ, Resulullah'tan (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:

"Ey Ali, sana üç haslet verilmiştir ki, senden başka kimseye, hatta bana dahi verilmemiştir: Sana benim gibi bir kayınpeder verilmiştir; ama bana benim gibi biri verilmemiştir. Sana kızım gibi bir Sıddîka verilmiştir; ama bana onun gibi bir eş verilmemiştir. Sana sulbünden Hasan ve Hüseyin gibi evlâtlar verilmiştir; ama bana benim sulbümden onlar gibisi verilmemiştir; ancak siz bendensiniz, ben de sizdenim."(68)

Şimdi eğer Osman ve Ebu'l-Âs ile evlenen kızlar , Resulullah'ın gerçek kızları olsaydı, Allah Resulu'nün bu sözü doğru olmazdı; zira o durumda onlar da Resulullah gibi bir kayınpedere sahip olmuş olacaklarından, bunun Hz. Ali'ye has bir özellik olarak gösterilmesi yanlış olurdu. Hatta Osman'ın böyle bir vasfa sahip olması daha uygun olurdu. Zira o, (iddiaya göre) Resulullah'ın iki kızıyla evlenmemiş miydi?!

Ebuzer-i Gıfarî'den nakledilen hadis de bunu teyit etmektedir. Ebuzer söz konusu hadiste Resulullah'tan şöyle nakletmektedir:

"Allah-u Tealâ, Arşından -keyfiyet ve zeval söz konusu olmadan- yeryüzüne baktı ve beni seçti; Ali'yi de (bana) damat olarak seçip ona (eş olarak) tertemiz Fatıma-ı Betul'ü verdi ki böyle birisi hiçbir peygambere verilmemiştir. Yine ona Hasan ve Hüseyin verilmiştir ki onların misli başka hiçbir kimseye verilmemiştir. Ona benim gibi bir kayınpeder ve havuz (Kevser havuzu başında dostlarını suya doyurma hakkı) verilmiştir. Yine cennet ve cehennemi bölme yetkisi meleklere değil, ona verilmiştir…"(69)

Bu konuda, Buharî'de Abdullah b. Ömer'den nakledilen uzun bir rivayetin bir bölümü de bizi destekler niteliktedir. Söz konusu rivayette kısaca şöyle denmektedir:

Haricîlerden bir kişi, Abdullah b. Ömer'e gelerek bazı konularda sorular yöneltip tartışıyor ve son olarak, üçüncü halife Osman ve Hz. Ali hakkındaki görüşünü soruyor. Bilindiği gibi Haricîler, üçüncü halifeyi ve Hz. Ali'yi hilâfetleri zamanında meydana gelen fitnelerden dolayı sorumlu tutuyor ve onlar hakkında ağır ithamlarda bulunuyorlardı. İşte bu görüşlerinden hareketle söz konusu Haricî, Abdullah b. Ömer'in onlar hakkındaki görüşünü sormaktadır. Abdullah adama şu cevabı veriyor: "Osman'ı dersen, Allah onu affetmişti;(70) ama siz onu affetmeyi hoş görmediniz. Ali'ye gelince, o Resulullah'ın amcasının oğlu ve damadıdır." Sonra eliyle işaret ederek: "İşte bu da onun evidir ve gördüğünüz gibi (Peygamber'in evinin) içeri(sin)de yer almıştır."(71)

Görüldüğü gibi bu rivayette Abdullah b. Ömer, üçüncü halife Osman'ı savunmak için sadece Uhut Savaşı'na ve kaçanların affıyla ilgili ayete değinmektedir. Fakat Hz. Ali'yi savunurken üç şeyi hatırlatıyor: 1- Resulullah'ın amcasının oğlu olduğunu. 2- Resulullah'ın damadı olduğunu. 3- Evinin Resulullah'ın eviyle yan yana olduğunu.

Bu rivayette bizim şahidimiz, hatırlatılan ikinci husustan ibarettir. Demek istiyoruz ki eğer gerçekten Osman Resulullah'ın kendi kızıyla evlenmiş olsaydı, Abdullah onu da savunurken Hz. Ali gibi onun da Resulullah'ın damadı olduğunu vurgulardı; oysa buna şiddetle ihtiyacı olduğu hâlde Osman hakkında böyle bir isnatta bulunmamaktadır. Bu da onun böyle bir fazilete (Resulullah'ın damatlığı şerefine) sahip olmadığını göstermektedir. Evet, daha güçlü ve daha makul bir delil bulunduğu hâlde, zayıf bir şahidi (işlenen bir suçun affını; Osman'ı da kapsadığını kabul etme farzıyla) zikretmek mantıklı bir girişim olmasa gerek. O hâlde böyle bir şeyin (damatlığın) esasen olmadığını söylemek daha mantıklı olmaz mı?!

MUHTEMEL BİR ÇÖZÜM YOLU

Buraya kadar ortaya koyduğumuz deliller, Osman ile evlenen kızların, yine Ebu'l-Âs ile evlenen Zeyneb'in Resulullah'ın gerçek kızları olmadığını gösteriyor. Şimdi burada şu sorunun cevabını vermemiz gerekir ki, geldiğimiz bu noktada, acaba Resulullah'ın evlâtlarından bahseden rivayetlerde ismi geçen Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm isimli kızların esasen varlığı da mı şüphelidir; yoksa söz konusu rivayetlere muhtemel de olsa makul bir açıklama getirmek mümkün müdür?

Bize göre, şayet bu rivayetlerde ismi geçen söz konusu kızların varlığını inkâr etmek istemiyorsak, bu konuda ortaya koyulabilecek en makul ihtimal şudur: Evet, Peygamber'in Hz. Hatice'den olan Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm isminde kızları vardı; fakat bunlar (bazı rivayetlerin de değindiği gibi) küçük yaşta vefat etmişlerdir. Yani Peygamber'in hem üvey evlâtlarının ismi Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm'dü, hem de kendi kızlarının; fakat kendi kızları fazla yaşamadan, küçük yaşta vefat etmişlerdir. Ebu'l-Âs ve Osman ile evlenen kızlar ise, Peygamber'in üvey evlâtlarıdır ve o zamanlar halk arasında üvey evlâtlar da gerçek evlât gibi telakki edildikleri için, söz konusu kızlar da sürekli Resulullah'ın kızları diye anılarak öyle meşhur olmuş ve sonrakiler onları Resulullah'ın kızları zannederek kaynaklara da daha çok o şekilde kaydetmişlerdir.

Bu rivayetleri bu şekilde tevil etmekten başka bir çaremiz yoktur; aksi takdirde zikrettiğimiz çelişkilerle karşılaşmamız kaçınılmazdır.

OSMAN'IN RUKAYYE İLE EVLENMESİNE DAİR

Resulullah'ın, üvey kızı Rukayye'yi Osman ile neden evlendirdiği hakkında bazı Ehl-i Sünnet kaynaklarında şu ipuçlarına rastlamaktayız.

"Rukayye, fevkalâde bir güzelliğe sahipti."(72)

"Bir kâhin Osman'a Resulullah'ın peygamberliğini haber vermesinin ardından, o Ebu Bekir'e "Eğer (Peygamber) beni Rukayye ile evlendirirse, Müslüman olurum." diye söz verdi."(73)

Demek oluyor ki Resulullah'ın Osman'ı Rukayye ile evlendirmesi, onu İslâm'a ısındırma amacını taşıyordu.

Öte yandan bazı rivayetler de şöyle diyor: "Sa'd b. Muaz, Hz. Ali'ye (Resulullah'tan) Hz. Fatıma'yı istemesini önerince, Hz. Ali şu cevabı verdi: "Ben ne dünya metaından bir şeye sahibim, ne altınım var, ne de gümüşüm; ne de İslâm'a ısındırılacak bir kâfirim ben; zira ilk Müslüman olan benim."(74)

Yine Umeys kızı Esmâ aynı öneriyi Hz.Ali'ye götürdüğünde ona da benzer bir cevapla şöyle dedi: "Benim ne altınım var, ne de gümüşüm; dini sahih olmayan, İslâm'ı şüpheli birisi de değilim (ki evlilik vasıtasıyla İslâm'a ısındırılmam söz konusu olsun)."(75)

Hz.Ali'nin bu sözünde, belki de evlilikleri benzer gerekçelere dayanan kimselere bir tariz söz konusudur.

Yine Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'yla evlenmesini anlatan bazı rivayetlerde Resulullah'ın Hz. Ali'ye şöyle buyurduğu kaydedilmiştir: "O (Fatıma), senindir ey Ali; sen Deccal değilsin."(76)

Bu hadiste de, Hz. Fatıma'yı önce isteyip de Resulullah'tan ret cevabı alanlara açık bir tariz olduğu için bazıları (İbn-i Sa'd ve Bezzar gibi), hadiste bulunan "Leste" (değilsin) kelimesindeki zamirin şeklini "Lestu" (değilim) şeklinde değiştirerek, "Sen Deccal değilsin." yerine, "Ben Deccal değilim." manası çıkarmış ve Allah Resulü'nün bu cümleyle önceden Hz. Ali'ye verdiği vaade sadık kalıp kızını ona vereceğini vurgulamak istediğini iddia etmiş ve böylece birilerine yönelik olan tarizi halletmeye çalışmışlardır. Oysa bu çabaları da nafiledir; zira:

a) Aynı rivayeti Akilî söz konusu iddiaya yer bırakmayacak şekilde, şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı Hz. Ali'yle evlendirdiğinde Hz. Fatıma'ya hitaben şöyle buyurdu: "Ben seni Deccal olmayan birisiyle evlendirdim."(77)

Bu hadisin kelimelerindeki harekeleri değiştirmek mümkün olmadığı için, yukarıda verdiğimiz manadan başka bir mana çıkarmak mümkün değildir.

b) Resulullah'ın önceden Hz. Ali'ye bu konuda vaatte bulunduğu iddiası da doğru değildir; zira eğer bu doğru olsaydı, Ömer ve Ebu Bekir Hz. Fatıma'ya talip olduklarında, Allah Resulü onlara; "Fatıma henüz küçüktür." cevabını vermez ve Hz. Ali'yle sözlü olduklarını söylerdi.

c) Konuyla ilgili kaynakların birçoğu, kendisine Hz. Fatıma'yı istemesi birçokları tarafından önerilmeden önce, Hz. Ali'nin (kendi tabiriyle) aklının ucundan bile böyle bir şeyin geçmediğini nakletmektedir. Durum böyle iken, Resulullah'ın önceden Hz. Ali'ye söz verdiği iddiası doğru olabilir mi?!

Hadisin manasını bu tür soğuk tevillerle değiştiremeyeceğini anlayan İbn-i Hacer Askalânî, aynı senet ve aynı raviyle naklettiği hadisin son bölümünü ("Sen Deccal değilsin." cümlesini) maalesef makaslayarak nakletmiştir.(78) Bu da onun ne kadar emanet ve insaf sahibi olduğunu yeterince gösteriyor!!

Bunu sadece o değil, daha niceleri ve nice yerlerde gerçekleştirmişlerdir ki, yeri olmadığı için geçiyoruz.

BİRKAÇ NÜKTE

Son olarak birkaç nükteye değinip bu bahsi kapatmak istiyoruz:

1- Zikrettiğimiz bunca delile ve rivayetler arasındaki bunca çelişkiye rağmen, bazılarının Zeynep, Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ü Resulullah'ın gerçek kızları olarak göstermekte ısrarlı davranmalarının altında, belki de Hz. Ali'nin faziletlerine karşılık başkalarına fazilet üretmek niyeti yatmaktadır. İşte bu yüzden görüyoruz ki 3. Halife Osman'a " Zü'n-Nureyn" (iki nur sahibi) lakabını vermişlerdir. Oysa dünya kadınlarının efendisi olan ve Resulullah'ın mübarek neslinin devamını sağlayan gerçek kızı olduğunda zerre kadar şüphe bulunmayan Hz. Fatıma'nın kocası Hz. Ali'den benzer bir lakabı esirgemişlerdir nedense!!

2- Osman'ın Rukayye ve Ümmü Gülsüm ile hiç de mutlu bir hayat yaşamadıklarını ve Osman'ın onlara karşı çeşitli eziyetlerde bulunduğunu kaynaklarda okuyoruz.(79)

3- Bütün bunlara rağmen, ikinci kız (Ümmü Gülsüm) de vefat ettiğinde güya Allah Resulü'nün; "Eğer on kızım olsaydı, yine hepsini Osman ile evlendirirdim."(80) buyurduğunu nakleden kaynaklar, söz konusu Hz. Ali (a.s) olunca, şu utanç verici uydurma hadisi nakletmekte bir beis görmüyorlar:

Güya Hz. Ali (a.s), (Hz. Fatıma'yla evli olduğu hâlde) Ebu Cehl'in kızıyla evlenmeye talip olmuş; bunu duyan Resulullah öfkeli bir şekilde minbere çıkarak bütün ashabın arasında Hz. Ali'nin bu fiilini teşhir ederek onu kınamış ve; "Ebu Talib oğlu eğer bunu yapmak istiyorsa, benim kızımı boşamalıdır; zira Allah'ın düşmanının kızıyla, Allah'ın Resulü'nün kızı bir araya toplanmaz." buyurmuş; ardından da o sıralarda henüz müşrik olan Ebu'l-Âs b. Rebî'nin (Zeyneb'in kocası) damatlığını övmüş?!(81)

Bu kıssayı uyduranlar birçok yerin aksine burada Osman'ı neden unutmuş ve Peygamber'in methine onun yerine Ebu'l-Âs'ı mazhar kılmışlardır acaba?! Belki de Hz. Ali'ye karşı müşrik birisinin övülmesi, ona olan tariz ve hicvi daha da galizleştirir de ondan!! Allah hepimizi nefsimizin ve Şeytan'ın şerrinden korusun.

4- Önceden de değindiğimiz gibi, bu kızlardan bahseden Ehl-i Sünnet rivayetleri, Rukayye ve Ümmü Gülsüm'ün Ebu Leheb'in oğullarıyla evlendiğini vurgularken, ısrarla onların bu kızları, kendileriyle cinsel ilişkiye girmeden bakire olarak boşadıklarını ileri sürmekte, ancak buna engel olabilecek herhangi bir engelden de bahsetmemektedir. Fakat sıra Osman'a gelince durum değişiyor. O, evlenir evlenmez cinsel ilişki gerçekleşiyor; hatta hanımı Habeşe'ye giderken gemide çocuk düşürüyor!!.

Her hâlükârda biz bu konuda elde ettiğimiz verileri, belgeleri yan yana getirerek değerlendirmeye çalıştık. Okuyucularımızdan da istirhamımız tarafsız bir gözle yazıyı dikkatlice gözden geçirip daha sonra insaf kuralları dahilinde muhakeme etsinler. Rabb'im, her konuda doğruları olduğu gibi gösterip, onlara ittiba etme cesaret ve samimiyetini  hepimize nasip buyursun. Amin!  

Dipnotlar:

1- Bu rivayetler ve aralarındaki ihtilâflar için şu kaynaklara bakılabilir: el-Evail, c.1, s.159, el-İsabe, c.3, s.611-612, Üsd'ül-Gabe, c.1, s.12-13-17, es-Siret'ül-Halebiyye, c.1, s.140, Niseb-u Kureyş (Mus'ab Zübeyrî), s.22, Kamus'ur-Rical, c.10, s.431.

2- Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c.1, s.159, Bihar'ul-Envar, Rical'ül-Mamekanî ve Kamus'ur-Rical kitaplarında da aynı şey nakledilmiştir.

3- el-İstiğase, c.1, s.70.

4- el-Evail, c.1, s.311, el-İsabe, c.1, s.293.

5- Sıffîn (Minkarî), s.325.

6- el-İsabe, c.4, s.335, Tabakat (İbn-i Sa'd), c.8, s.193.

7- el-İstîab, (el-İsabe'nin hamişinde), c.4, s.331, el-Evail, c.1, s.312.

8- el-İstiğase, c.1, s.68-69.

9- el-İsabe, c.4, s.304-490, el-Bed'u Ve't-Tarih, c.5, s.17, Tehzib-u Tarih-i Dimaşk, c.1, s.298, Nihayet'ül-İrb, c.18, s.212-214.

10- el-Bed'u Ve't-Tarih, c.5, s.16, c.4, s.139.

11- el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.196, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.272.

12- Neseb-u Kureyş, s.21, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.217, el-Bidayet-u Ve'n-Nihaye, c.2, s.294, Zehair'ul-Ukbâ, s.152.

13- es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.214.

14- el-İsabe, c.4, s.304, (Cürcanî'den naklen), Neseb-u Kureyş, s.21.

15- Kaynaklarından bazısını önceden verdik.

16- ed-Dürr'ül-Mensur (Suyutî), c.6, s.408

17- el-İtkan (Suyutî), c.1, s.37.

18- Tarih-u Ehl'il-Beyt, s.92.

19- ed-Dürr'ül-Mensur. c.6, s.404.

20- el-Vefâ, s.655, ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.404, Tabakat (İbn-i Sa'd), c.1, s.133, Feth'ul-Kadîr, c.5, s.504, Nihayet'ül-İrb, c.18, s.208, Muhtasar-u Tarih-i Dimaşk, c.2, s.262.

21-Delâil'ün-Nübüvve (Beyhakî), c.2, s.69-70.

22- ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.403-404, Lübab'üt-Te'vil, c.4, s.417, el-Cami-u Li Ahkâm'il-Kur'ân, c.20, s.222, et-Tefsir'ül-Kebir, c.32, s.132. Son iki kaynakta bu çocuğun Abdullah olduğu da kaydedilmiştir.

23- ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.404, Feth'ul-Kadîr, c.5, s.503, el-Bahr'ul-Muhit, c.8, s.520, et-Tefsir'ül-Kebir, c.32, s.133, el-Cami-u Li Ahkâm'il-Kur'ân, c.20, s.223.

24- es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, et-Tefsir'ül-Kebir, c.32, s.133, Tefsir'ül-Kur'ân'il-Azim, c.4, s.559.

25-Es-Siqât, c.2, s.142, Et-Tibyân, c.10, s.418, Feth'ul-Kadîr, c.5, s.504, Lübab'üt-Te'vil, c.4, s.417, et-Tefsir'ül-Kebir, c.32, s.132, Tefsir'ül-Kur'ân'il-Azim, c.4, s.559, el-Cami-u Li Ahkâm'il-Kur'ân, c.20, s.222.

26- el-Bahr'ul-Muhit , c.8, s.520, Feth'ul-Kadîr, c.5, s.503-504, ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.404. Fakat bu görüşün doğru olmadığı açıktır; zira hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı'nda ölen Ebu Cehil, henüz İbrahim dünyaya gelmeden kaç yıl önce vefat etmiştir. Bu da söz konusu şahsın Âs b. Vail olduğunu ileri süren rivayeti güçlendirmektedir.

27- ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.404, Delâil'ün-Nübüvve, c.2, s.70, Tabakat, c.1, s.133, es-Sikat, c.2, s.142, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.273, Nihayet'ül-İrb, c.18, s.208, el-Vefâ, s.655, Muruc'üz-Zeheb, c.2, s.291, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.196, Üsd'ül-Gabe, c.5, s.467, Nur'ul-Ebsar, s.43, Zehair'ul-Ukbâ, s.152 , es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.112-217, Muhtasar-u Tarih-i Dimaşk, c.2, s.262.

28- Tabakat (İbn-i Sa'd), c.1, s.133, Siret-u Mağlatay, s.15, Tarih'ul-Hamis, c.1 s.273, el-Vefâ, s.655, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.196, es-Siret'ul-Halebiyye, c.3, s.308, Nur'ul-Ebsar, s.43, Zehair'ul-Ukbâ, s.153.

29- el-Bed'u Ve't-Tarih, c.5, s.16, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, c.196, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.273, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, et-Tebyin Fî Ensab'il-Kureşiyyin, s.87, Zehair'ul-Ukbâ, s.152.

30- Ensab'ül-Eşraf (es-Siret'ün-Nebeviyye), s.396.

31- Tarih'ul-İslâm (es-Siret'ün-Nebeviyye), s.66, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.282, Zehair'ul-Ukbâ, s.152, Behcet'ül-Mahafil, c.2, s.137, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308.

32- Cemheret-u Ensab'il-Arab, s.16

33- Siret-u Mağlatay, s.15, Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib, c.1, s.133, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.273, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.196, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, el-Bed'u Ve't-Tarih , c.5, s.16, Zehair'ul-Ukbâ, s.152.

34- Siret-u Mağlatay, s.15, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1 , s.196, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308.

35- er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.214.

36-Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib, c.1, s.162.

37- el-Mevahib'ül-Ledünniye, c.1, s.196, Behcet'ül-Mahafil, c.2, s.137, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.273, Delâil'ün-Nübüvve, c.2, s.69, ed-Dürr'ül-Mensur, c.6, s.404, es-Siret'ül-Halabiyye, c.3, s.308, Zehair'ul-Ukbâ, s.152, Zad'ül-Mead (İbn-i Kayyim el-Cevzî), c.1, s.25, Siret-u Mağlatay, s.16.

38- Tarih-i Yakubî, c.2, s.32.

39- Tarih-i Yakubî, c.2, s.32.

40- er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.214.

41- er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.214

42- el-Evail, c.1, s.166.

43- el-İsabe, c.4, s.304, el-İstîab, c.4, s.299, Delâil'ün-Nübüvve, c.2, s.70, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.273, el-Vefâ, s.656, Muhtasar-u Tarih-i Dimaşk, s.2, s.262.

44- Zad'ül-Mead, (İbn-i Kayyim), c.1, s.25, et-Tabakat'ül-Kubrâ, c.1, s.133, el-Vefâ, s.655, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, Cemheret-u Ensab'il-Arab, s.16, Nur'ul-Ebsar, s.43, İs'af'ur-Rağibin (Nur'ul-Ebsar'ın hamişinde), s.82 Muhazarat'ül-Evail, s.88.

45- Nihayet'ül-İrb, c.18, s.213, el-İstîab (el-İsabe'nin hamişinde), c.4, s.373-374.

46- es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, el-İstîab, c.4, s.373.

47- Tarih'ul-Hamis, c.1, s.272, Behcet'ül-Mahafil, c.2, s.137, el-Vefâ, s.656, el-Evail, c.1, s.166, Er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.215, es-Siret'ül-Halebiyye, c.3, s.308, Zehair'ul-Ukba, s.1.

48- Bunu söyleyenlerin arasında da görüş farklılığı vardır. Bazıları bi’setten 5 yıl önce olduğunu söylemişlerdir: Tarih’ul-Hamîs, c.1, s.277; Zehair’ul-Ukba, s.52; Mekatil’üt-Talibiyyin, s.48; Sîret-u Mağlatay, s.17, İbn-i Cevzî’den naklen. Bazıları bi’setten 7 yıl önce olduğunu söylemişlerdir: Tarih’ul-Hamîs, c.1, s.278; Zehair’ul-Ukba, s.52. Bazıları da 12 yıl önce olduğunu söylemişlerdir: Tarih’ul-Hamîs, c.1, s.272; Zehair’ul-Ukba, s.52.

49- Tarih'ul-Hulefâ, s.75, Tehzib'üt-Tehzib, Bihar'ul-Envar, c.43, s.8, Hadaik'ur-Riyaz ve İkbal'ül-A'mal'den naklen.

50- Müstedrek'ül-Hâkim, c.3, s.163, Nihayet'ül-İrb, c.18, s.213, Siret-u Mağlatay, s.17, Delâil'ün-Nübüvve, c.2, s.71, Bihar'ul-Envar, c.43, s.8, el-Besair-u ve'z-Zehair, c.1, s.193, Tarih-i Yakubî, c.2, s.20, el-Mevahib, c.1, s.198, et-Tebyin-u Fî Ensab'il-Kureşiyyin, s.91.

51- Bihar'ul-Envar, c.43, s.S9, Nihayet'ül-İrb, c.18, S213.

52- Bihar'ul-Envar, c.43, s.1-10, el-Kâfî, el-Misbah'ul-Kebir, Delâil'ül-İmame, Misbah'ul-Kef'emî, er-Ravza, Menakıb-ı Şehraşub'dan naklen. Muruc'üz-Zeheb, c.2, s.289, Keşf'ül-Gumme, c.2, s.74, Zehair'ul-Ukbâ, s.52, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.278.

53- Mus'ab ez-Zübeyrî, Süheylî, Makdisî, Kastalanî gibi.

54- Miraç konusu ve hangi tarihte gerçekleştiğine dair bilgiler için bak: es-Sahih-u Min Siret'in-Nebiyy'il-A'zam.

55- Bu hadisler için Şia kaynaklarından şu kitaplara bakılabilir: İlel'üş-Şerayi, s.72, Bihar'ul-Envar, c.18, s.315-350-364, c.43, s.4-5-6, el-Envar'ün-Nu'maniyye, c.1, s.80 ve… Müstedrek'üs-Sahihayn,c.3, s.165, Nüzül'ül-Ebrar, s.88, ed-Dürr'ül-Mensur, c.4, s.153, Tarih-i Bağdad, c.5, s.87, Menakıb-u İmam Ali (Meğazilî), s.357, Tarih'ul-Hamis, c.1, s.277, Nazm-u Dürer'üs-Simtayn, s.176, Zehair'ul-Ukbâ, s.36, Muhazarat'ül-Evail, el-Mevahib, c.2, s.29, Maktel'ül-Hüseyn (Harezmî), s.63-64, Mizan'ül-İ'tidal, c.2, s.297, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.202, Yenabi'ul-Meveddet, s.97, Nüzhet'ül-Mecalis, c.2, s.179, Erceh'ul-Metalib, s.239, Vesilet'ül-Meal, s.78-79, Ahbar'üd-Düvel, s.87 ve…

56- Bihar'ul-Envar, c.43, s.2.

57- Hasais-u Emir'il-Mü'minin Ali (Neseî), s.114, Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c.3, s.345, Tezkiret'ül-Havas, s.306-307, Müstedrek'üs-Sahihayn, c.2, s.167-168, Sünen'ün-Neseî, c.6, s.62.

58- Bihar'ul-Envar, c.43, s.92 ve…

59- Tarih'ul-Hamis, c.1, s.264, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.219, Muhtasar-u Tarih-i Dimaşk, c.2, s.275, Siret-u Mağlatay, s.12, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.38-202, er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.216.

60- er-Ravz'ul-Enf, c.1, s.216, el-Mevahib'ül-Lüdünniyye, c.1, s.38-202, Siret-u Mağlatay, s.12, Muhtasar-u Tarih-i Dimaşk, c.2, s.275.

61- el-Evail, c.1, s.16.

62- Siret-u Mağlatay, s.12, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.219, el-Evail, c.1, s.161.

63- Delâil'ül-Nübüvve, c.1, s.71.

64- Tarih'ul-Hamis, c.1, s.275-406, el-Mevahib, c.1, s.197, Zehair'ul-Ukbâ, s.162, İs'af'ur-Rağibin (Nur'ul-Ebsar'ın Hamişnde), s.83.

65- Siret-u Mağlatay, s.12, Nihayet'ül-İrb, c.18, s.171.

66- Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c.1, s.159.

67- Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c.1, s.162.

68- Nazm-u Dürer'üs-Simtayn (Zerendî Hanefî), s.113-114, Maktel'ül-Harezmî, c.1, s.109, Menakıb'ul-Kâşî (el yazma nüshası), s.72, Menakıb (Abdullah Şafiî ) (el yazma nüshası), s.50.

69- Yenabi'ul-Meveddet (Kunduzî el-Hanefî), s.255.

70- Bu cümlede Uhud Savaşı'na işaret edilmektedir. Bilindiği gibi Uhud Savaşı'nda malum olayların ardından, ashaptan birkaç kişi hariç hemen hepsi, Resulullah'ı meydanda yalnız bırakarak kaçmış, sonradan Resulullah'ın hayatta olduğunu öğrenince birçoğu geri dönmüştü. Fakat Allah-u Tealâ yine de onları affetmişti. Osman ise savaştan üç gün sonra Medine'ye geri dönmüş ve Resulullah ona; "Amma da uzun gittin!" diyerek tarizde bulunmuştu.

71- Sahih-i Buharî (Arapça metin), c.3, s.68.

72- Zehair'ul-Ukbâ, s.162, el-Mevahib'ül-Ledünniyye, c.1, s.197, et-Tebyin-u Fî Ensab'il-Kureşiyyin, s.89, Nur'ul-Ebsar, s.44.

73-Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c.1, s.22.

74- Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.207, el-Musannaf (Abdurrazzak), c.5, s.486, Menakıb'ül-Harezmî, s.243.

75- es-Siret'ül-Halebiyye, c.1, s.207, el-Musannaf (San'anî), c.5, s.486, en-Nihaye, c.1, s.14.

76- Tabakat (İbn-i Sa'd), c.8, s.12, Mecma'üz-Zevaid, c.9, s.204, el-Leali'l-Masnua, c.1, s.365.

77- el-Leali'l-Masnua, c.1, s.365.

78- el-İsabe, c.1, s.374.

79- Bu konuda geniş ve kaynaklara dayanan bilgiler edinmek isteyenler, Allâme Seyyid Cafer Murtaza Amilî'nin "es-Sahih-u Min Siret'in-Nebiyy'il-A'zam" kitabına (c.4, s.12 ilâ 18) müracaat edebilirler.

80- Tabakat (İbn-i Sa'd), c.8, s.38, Siyer-u A'lâm'in-Nübelâ, c.2, s.253.

81- Bu konuda iki büyük âlim (Allâme Seyyid Cafer Murtaza Amilî ve Allâme Seyyid Ali Hüseynî-i Milânî) çok geniş bir araştırma yaparak, söz konusu rivayeti, hem senet, hem de muhteva açısından güçlü ve sağlam delillerle (özellikle Sünnî kaynaklara dayanarak) çürütmüşlerdir. Bu konuda şu kaynaklara bakılabilir: es-Sahih-u Min Siret'in-Nebiyy'il-A'zam, c.4, s.53 ilâ 61 ve er-Resail'ül-Aşr (On Risale), 6. Risale. 

 


*– Bu yazının geçen sayıdaki bölümünü okuyan bazı kardeşlerimiz, o bölümde sadece işaretle değindiğimiz bu konuyu (Hz. Hatice’nin önceden evlenmediğini) okuyunca bizi arayıp, bu konuda bazı Şiî kaynaklar da sizin söylediğinizin aksini söylüyor, diye bizden bir açıklama istemişlerdi. Bu kardeşlerimize şunu söyleyebiliriz ki, bu konu, belki de fazla önemsenmediği için şimdiye kadar âlimler tarafından ciddî bir araştırmaya tâbi tutulmamış ve genellikle meşhur olan rivayetler fazla irdelenmeden tekrarlana gelmiştir. Ancak son zamanlarda bazı büyük araştırmacı âlimler, bu konu üzerine ciddî bir şekilde eğilmiş, konuyu çeşitli açılardan incelemiş ve metinde de göreceğiniz gibi olayın hiç de öyle meşhur olduğu gibi olmadığını ortaya koymuşlardır. Biz, bu konuda en çok Üstad Allâme Cafer Murtaza Amilî’nin “Peygamber’in Kızları Mı, Evlâtlıkları Mı?” ve “Resulullah’ın Sahih Sireti” isimli kitaplarındaki araştırmalarından yararlanmış bulunuyoruz.  Rabb'im hepsinden razı olsun.