Zahid insan halktan kaçınca sen onu talep et. Zahid insan halkı talep edince sen ondan kaç. Gurer’ul-Hikem, 4078-4079 İmam Ali (a.s)

Hz. Peygamberimiz (s.a.a) Şehid midir?

Hz. Peygamberimiz (s.a.a) Şehid midir?

Soru

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler geldi geçti. Ölürse, yahut öldürülürse topuklarınızın üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? Topuklarının üzerinde dönen kimse Allah’a hiçbir suretle zarar vermez ve Allah şükredenlerin karşılığını yakında verecektir.” âyeti (Al-i İmran Sûresi, 144) Resulullah’ın (s.a.a) şehid olduğunu gösterir mi?

Kısa Cevap

Sorudaki âyetin nüzul sebebi, Uhud Savaşı’nda Müslümanlar arasında Peygamber’in (s.a.a) öldüğü söylentisinin yayılmasıdır. Birçok Müslüman savaş meydanından kaçmış, bazıları da Peygamber’in (s.a.a) ölümüyle İslam dininden çıkıp putperestlerin reislerinden güvence dileme düşüncesine kapılmışlardı. Bu arada âyet nazil olarak savaştan kaçan Müslümanları, dinlerinde sabit olmadıkları için kınamış ve Peygamber yaşasa, ölse veyahut öldürülse bile dinlerinden dönmemeleri gerektiğini vurgulamıştır.

Öyleyse âyette geçen öldürülse kelimesi yalnızca bir faraziye olup, Peygamber öldürülse bile Müslümanlardan dinlerinden dönmemelerini ve görevlerini ihmal etmemelerini istemektedir. Dolayısıyla âyette Peygamberin (s.a.a) şehadetine dair herhangi bir delil yoktur.

Ayrıntılı Cevap

Resulullah’ın (s.a.a) rıhlet veya şehadeti, üzerinde tartışılan ve araştırma yapılan meselelerden olup, tarih ve hadis kitaplarında O’nun (s.a.a) şehid olduğuna dair deliller sunulmuştur.

“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler geldi geçti. Ölürse, yahut öldürülürse topuklarınızın üzerinde (İslamı bırakıp küfür ve cahiliyete) gerisin geriye mi döneceksiniz? Topuklarının üzerinde dönen kimse Allah’a hiçbir suretle zarar vermez ve Allah şükredenlerin karşılığını yakında verecektir.”[1]

Ayetinin Resulullah’ın (s.a.a) şehid olduğunu göstermesi hususuna gelince, öncelikle âyetin nüzul sebebine bakmak gerekir. Nüzul sebebi şöyledir:

Müslümanlarla putperestler arasındaki savaşın en şiddetli anında birisi “Muhammed öldü!” diye bağırdı. Bu söz söylendiği sırada Amr b. Kamie Harisî adlı biri, bir taş atarak Peygamberimiz’in mübarek dişinin kırılmasına, alnının ve alt dudağının parçalanmasına neden oldu. Düşman bu fırsattan yararlanıp Peygamberimiz’i (s.a.a) öldürmek istedi. İslam’ın bayraktarlığını yapanlardan biri olan Mus’ab b. Umeyr, saldırıları önlerken şehid oldu. Peygamber’e çok benzediği için düşman Peygamber’in toprağa düştüğünü zannederek bu haberi yüksek sesle savaş meydanının her tarafına yaydı.[2]

Haberin yayılması putperestlere moral verirken, Müslümanları da büyük bir sarsıntıya uğratmıştı. Müslümanların büyük çoğunluğu şaşkınlığa uğramış ve hızla meydandan kaçmışlardı. Bazıları da Peygamberin ölümüyle İslam dininden çıkıp putperestlerin reislerinden güvence dileme düşüncesine kapılmışlardı. Ancak içlerinden Ali (a.s), Ebu Dücane, Talha gibi birkaç sahabe kaçmayarak, fedakârca mücadele veriyor ve diğerlerini de istikamete davet ediyorlardı. Sonunda Resulullah’ın (s.a.a) yaşadığı ve bu haberin yanlışlıkla veya yalan olarak ortaya atıldığı anlaşıldı. Bu arada âyet nazil oldu ve savaştan kaçan Müslümanları dinlerinde sabit olmadıkları için şiddetle kınadı.[3] Söz konusu âyet, İslam dininin şahıslara bağlı olmadığını ve Peygamber savaş meydanında öldürülse bile Müslümanların vazifesinin tereddütsüz olarak mücadeleye devam etmek ve dinleri üzerinde sabit kalmak olduğunu göstermektedir. Zira Peygamberin ölümü veya şehadetiyle İslam sona ermez. Aksine İslam hak din olup sonsuza dek kalacaktır.[4]

Demek ki âyette geçen öldürülse kelimesi yalnızca bir faraziye olup, Peygamber öldürülse bile Müslümanlardan dinlerinden dönmemelerini ve görevlerini ihmal etmemelerini istemektedir. Dolayısıyla âyette Peygamber’in (s.a.a) şehadetine dair herhangi bir delil yoktur.

–—


[1]     Âl-i İmran, 144.

[2]     Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c.3, s.115, Daru’l-Kutubu’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1374.

[3]     a.g.e.

[4]     a.g.e. s.116; Fahru’r-Razi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer, Mefatihu’l-Gayb, c.9, s.377, Dar-u İhyau’t-Turasi’l-i Arabiyye, Beyrut, h.k. 1420.