Ben, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah ve babam Ali bin Ebi Talib’in yolunda hareket etmek için kıyam ettim. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s.89. İmam Hüseyin (a.s)

Hz. Peygamber’in Vasiyeti

Hz. Peygamber’in Vasiyeti

Soru

Peygamberimiz (s.a.a) vefat etmeden önce ashabının kendisinden sonra asla sapmaması için bir şey yazmak istediğinde Hz. Ali (a.s) neden bir şey söylemedi? Oysa O, cesur birisiydi, Allah’tan başka kimseden korkmazdı ve hakkı söylemeyenin dilsiz şeytan olduğunu da biliyordu.

Kısa Cevap

Peygamberimiz’in (s.a.a) isteğinin (vefat etmeden önce vasiyet yazmak için kalem ve kağıt isteğinin) engellenmesi tarihin meşhur olaylarındandır. Bu olaya “Perşembe günü Olayı” da denmiştir. Hz. Ali’nin (a.s) bu olayda susması onun gerçekleştiğinin reddini göstermez. Aksine onun deliline bakmak lazım. Acaba bu susmak Onun (a.s) cesaretiyle çelişiyor mu, çelişmiyor mu?

Tarih kitaplarında ve diğer kaynaklarda yazılan kalem ve kağıt olayına baktığımızda şu noktalar karşımıza çıkmaktadır:

1- Kur’an, bir şahsın sayıklamakla itham ettiği Peygamberimiz (s.a.a) hakkında şöyle buyurmaktadır:

“O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. Onun (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.”

Vesayet ise risalete ait olan en önemli işlerdendir.

2- Allah Resulü’nün (s.a.a) yanında ve hasta halinde çekişmek ve tartışmak yanlıştı ama bu yanlış yapıldı. O şahsın muhalif görüşleri bu tartışmaları daha da çoğalttı ve Allah Resulü’nün (s.a.a) daha fazla eziyet olmasına neden oldu.

3- Bir gurup, Resulullah’ın (s.a.a) vasiyetini yazmasına engel olan şahsa itiraz etti ama çekişme daha da büyüdü, o şahıs ve onun taraftarları yazma işini kabul etmediler. Sonunda Peygamber (s.a.a) herkesi yanından uzaklaştırdı. Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kaynaklarında geçen bazı rivayetlerde bu şahsın Ömer b. Hattab olduğu belirtilmiştir.[1]

4- Hz. Ali’nin (a.s) velayeti ve hakkaniyeti o kadar açık ve bilinen bir şeydi ki onun vasi oluşunda kimsenin şüphesi yoktu. Hz. Ali’nin (a.s) Peygamber’in (s.a.a) evinde susması yukarıda işaret edilen bazı maslahatlardan dolayı idi. Sakife olayının ardından hakkının elinden alınmasına itiraz etmiş, ancak İslam’ın ve Müslümanların maslahatı için susmuş ve yönetimlere emin bir müşavir olmuştur.

Ayrıntılı Cevap

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için önce “Kalem ve Mürekkep” veya “Yevm-il Hamis (Perşembe Günü)” diye bilinen olayın kendisini anlatmamız gerekiyor:

Ehl-i Sünnet’in muhaddislerinin önde gelenlerinden ve Sahih-i Buharî’nin yazarı olan İmam Buharî, İbn Abbas’tan şöyle naklediyor:

“Resulullah’ın (s.a.a) vefatına yakındı. İçlerinde Ömer b. Hattab’ın da bulunduğu bir gurup Peygamber’in (s.a.a) evinde idiler. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bana kalem ve kağıt getirin size öyle bir şey yazayım ki benden sonra asla sapmayasınız.” Ömer b. Hattab dedi ki: “Peygamber’in (s.a.a) ağrıları şiddetlendi; bizim yanımızda Allah’ın kitabı var, o bize yeter!” Peygamber’in eşleri ve evde olanlar tartışmaya başladılar. Kimisi Ömer’le aynı görüşteydi, kimisi de ona karşıydı. Tartışma ve çekişme uzayınca Peygamber (s.a.a) “Gidin başımdan! Benim yanımda böyle çekişmeniz uygun değildir.” [2] diye buyurdu

Buharî bir başka yerde İbn Abbas’tan şöyle rivayet ediyor:

“Bütün bedbahtlıklar ve sorunlar, Peygamber’in (s.a.a) evinde yaşanan tartışmalar nedeniyle o vasiyetin yazılmamasından dolayıdır.”[3]

Bu olay Perşembe günü, yani Allah Resulü’nün (s.a.a) vefatından dört gün önce gerçekleşti. Hatırlatmak gerekir ki Pegamber (s.a.a), Hz. Ali’nin (a.s) velayeti konusunda her türlü muhalefete engel olmak için içlerinde Ebubekir, Ömer, Osman, Ebu Ubeyde Cerrah, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Afv ve Saad b. Ebi Vakkas[4] gibi kimselerin de olduğu bir grubu Üsame’nin ordusuyla İslam ülkesinin en uzak sınırına (Rum sınırına) gönderdi. Oysa Peygamber’in (s.a.a), vefatına az bir zaman kalmışken askeri gücü devletin merkezinden uzaklaştırması zahirde uygun değildi. Çünkü İslam’a yeni girenler, etraftaki kabileler, komşu ülkeler baş kaldırabilirlerdi. Ama Peygamber (s.a.a) bu kararı vererek Hz. Ali’nin (a.s) halifeliğine muhalif olanları Medine’den uzaklaştırmak istemişti. Peygamber (s.a.a) vefatından birkaç gün önce bu orduyu hazırlamış ve şöyle buyurmuştu:

“Kim Üsame’nin ordusuna katılmazsa Allah ona lanet etsin!”[5]

Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) Ammar, Mikdad, Selman gibi dost ve destekçilerini bu orduya katılmaktan muaf tutmuş ve Hz. Ali’nin (a.s) de adı bu orduda geçmemiştir.[6]

Bütün bu tedbirlere rağmen Peygamber’in (s.a.a) vefat ettiği söylentisi çıkınca bir gurup ordudan ayrılmış ve Medine’ye dönerek Peygamber’in (s.a.a) evinde toplanmışlardı. Perşembe günü olayı da bu şekilde gerçekleşti.

Tarih Ömer’e itiraz edenlerin isimlerini yazmıştır. Onlardan biri Cabir b. Abdullah Ensarî’dir.[7]

İbn Abbas’ın hadisine ve rivayet ettiği o olaya bir daha baktığımızda göreceğiz ki, o durumda ve Peygamber (s.a.a) o haldeyken yanında yapılan tartışma ve çekişme asla doğru bir iş değildi. Peygamber’in (s.a.a) vasiyetini yazamamasının nedeni bu tartışma ve çekişmeydi. Ömer b. Hattab itirazda bulunmasaydı ve Peygamber’in (s.a.a) huzurunda böyle bir çekişme olmasaydı vasiyet yazılacaktı.

Bu şekilde Hz. Ali’nin (a.s) bu çekişmeye girmemesinin nedeni de ortaya çıkmış oluyor. Bir peygamberin öğretilerinin ruhu, vahdet ve kalpleri kazanmak üzereyse[8] bu tartışma ve kavgayı uzatmak uygun olmazdı. Ayrıca Peygamber’in (s.a.a) sözlerini kabul etmeyenlerin ve Onu hastalığından dolayı sayıklamakla itham edenlerin Hz. Ali’nin (a.s) sözünü kabul edecekleri ne malum? Ve zaten Cabir bin Abdullah gibi büyük sahabeler ikinci halifeye karşı geldiler ama muhalif grubun baskılarının karşısında bir şey yapamayıp mağlup oldular. İşte böyle bir durumda olumlu ya da olumsuz görüş belirtmek Peygamber’in (s.a.a) yanında tartışma ve çekişmeyi uzatacağı için kesinlikle yanlıştı.

Hz. Ali’nin (a.s) vesayeti gizli bir şey değildi, Peygamber (s.a.a) onu defalarca söylemişti. Herkes bunu biliyordu ve herkes için hüccet tamam olmuştu. Suyutî, Tarih-ul Hulefa adlı eserinde bu hadisleri toplamıştır. Bunlardan biri “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” hadisidir ki, onu Tirmizî’den o da Ebi Sariha veya Zeyd bin Erkam’dan nakletmiştir. Yine “Allah’ım! Kim ona yardım ederse sen de ona yardım et ve kim ona düşman olursa sen de ona düşman ol” cümlesini de Ahmed bin Hanbel’den, Taberanî’den, onlar da İbn Ömer, Malik bin el-Hureys, Cerir, Saad b. Ebi Vakkas, Ebi Said Hudrî, Enes, İbn Abbas vs.’den nakletmişlerdir. “Harun’un Musa’ya menzileti ne ise senin de bana olan menziletin odur, ama benden sonra peygamber yoktur” hadisini de Ahmed b. Hanbel’den ve Taberanî’den nakletmiştir.[9]

Evet, büyük Gadir-i Hum olayının üzerinden henüz bir kaç ay geçmemişken ve bu kısa zamanda kimsenin bunu unutmasına imkânı yokken İmam Ali (a.s) bu tartışmaya girmeyi gerekli görmemiştir. Resulullah’ın (s.a.a) evinde, Onun durumunu gözetmek ve Ona karşı saygısızlık etmemek için susmayı tercih etmiştir. Ama sonra konuşmaktan çekinmedi. Aksine Ahmed bin Hanbel’in Müsned’de (1/155), Taberî’nin Tarih’te ve İbn Kesir, İbn Hişam gibilerin de kendi eserlerinde yazdıkları gibi halifelikle ilgili alınan karara itiraz için önce bir gurupla beraber Fatıma’nın (s.a) evinde toplandılar. Sonra mescide gidip halka Gadir-i Hum’a şahid olanları yemin verdirdi ve onların büyük bir çoğunluğu (30 kişi kadar) buna şahitlik ettiler.[10] İslam’ın vahdetine zarar gelmeyinceye ve kan dökülmeyinceye kadar hakkını aramaktan geri durmadı.

Hz. Ali (a.s) itirazlarına devam etseydi iç kargaşalık çıkabilir, gaddar düşmanların eline peygamberini ve rehberini yeni kaybeden topluma darbe vurmak için fırsat geçebilirdi. Nitekim Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra bir çok Arap kabilesi zekat vermemiş ve mürted olmuşlardı.[11]

Evet, Hz.Ali’nin (a.s) endişesi, Resulullah’ın (s.a.a) çektiği onca zahmetin boşa gitmesiydi; kendisini ve ailesini İslam’ın korunması ve gelecek nesillere ulaşması için feda etti. Bu yüzden yıllarca sustu ve Resulullah’tan (s.a.a) sonra gelen hükümetlere güvenilir bir müşavir oldu.

–—


[1]      a.g.e., 5. Hutbe, s. 51.

[2]      Buharî, Kitabu’l-İlm, Bab-ı Kitabetu’l-İlm, c. 1, s. 22-23.

[3]      a.g.e. ve Maalim-i Medreseteyn (Allâme Askerî), c. 1, s. 140.

[4]      Buharî, Kitabu’l-İ’tisam bi’l-Kitap ve’s-Sünne, Bab-u Kerahiyeti’l-Hilaf ve Bab-u Kavli’l-Mariz, Kumu anni; Maalim-i Medreseteyn (Allâme Askerî), c. 1, s. 140.

[5]      Tabakatu’l-Kübra, c. 2, s. 189; Peygamber-i A’zam (s.a.a), Siyer ve Tarih (Bir grup araştırmacı), s. 131.

[6]      Şehristanî, Milel ve Nihel, c. 1, s. 141. (Peygamber-i A’zam (s.a.a), Siyer ve Tarih (Bir grup araştırmacı), s. 131’den naklen.)

[7]      Tabakatu’l-Kübra, c. 2, s. 189; Peygamber-i A’zam (Bir grup araştırmacı), s. 131.

[8]      Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, c. 4, s. 390 ve c. 8, s. 609; Peygamber-i A’zam (s.a.a), Siyer ve Tarih, s. 134.

[9]      Bir çok âyet, Müslümanları vahdete ve çekişmekten uzak kalmaya davet ediyor. Enfal/46’da şöyle buyuruluyor: “Birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz.”

[10]    Suyutî, Tarihu’l-Hulefa, s. 157.

[11]    Allâme Askerî, Maalim-i Medreseteyn, c. 1, s. 489.