Hz. Zehra (a.s) Ali’nin Evinde
Ali (a.s) Fatıma ile evlenince Hz. Peygamber (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Kendine bir ev bul." Ali bir ev aradı. Sonunda Hz. Peygamber'in (s.a.a) evinin az gerisinde bir ev buldu ve Fatıma ile o evde dünya evine girdi.
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.a) kızının yanına geldi ve dedi ki: "Seni bizim eve taşımak istiyorum." Hz. Fatıma (a.s) şöyle dedi: "Harise b. Nu'man ile konuş, o benim evimin taşınmasını üstlensin." Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Harise b. Nu'man bizim yerimize birçok şeyi üstlendi. Ondan böyle bir şeyi istemekten utanıyorum." Harise bu olayı duydu. Hemen Resulullah'ın (s.a.a) yanına geldi ve dedi ki: "Ya Resullallah! Duyduğuma göre, Fatıma'yı kendi evine taşıyormuşsun. Şunlar benim evlerimdir ve Neccaroğulları'nın evlerinin içinde benim evlerimden daha yakın olanı yoktur. Hiç şüphesiz ben ve malım Allah ve Resulü içiniz. Allah'a yemin ederim ki ya Rasulallah! Benden aldığın mal, geride bıraktığın maldan daha çok sevimli gelir bana." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Doğru söyledin. Allah sana bereket versin." Böylece Resulullah (s.a.a) Fatıma'yı Harise'nin evine taşıdı.[1]
Böylece Hz. Fatıma (a.s) koca evine taşınmış oldu. Bu, aynı zamanda risalet ve nübüvvet evinden imamet ve velâyet evine taşınması anlamına geliyordu. Her iki durumda da kutsallığın ve temizliğin egemen olduğu bir atmosferde yaşıyordu. Zühd ve sade hayat azameti sarmıştı her yanını. Din ve ahiret işlerinde kocasına yardımcı oluyordu.
Ali (a.s), Fatıma'ya (a.s) yaraşır bir saygı gösteriyordu. Sırf eşi olduğu için değil. Resulullah'ın (s.a.a) en çok sevdiği insan olduğu için. Dünya kadınlarının efendisi olduğu için. Nuru, Resulullah'ın (s.a.a) nurundan olduğu için. Bütün erdemleri ve değerleri şahsında topladığı için.
İmam Ali (a.s) ile Fatıma'nın (a.s) Harise b. Nu'man'ın evinde ne kadar kaldıkları kesin olarak bilinmiyor. Fakat Resulullah'ın (s.a.a), mescidine bitişik bir yerde ona bir ev yaptığını ve eşleri için yaptığı odalarda olduğu gibi bu evin bir kapısının mescide açılmasını sağladığını biliyoruz. Hz. Fatıma (a.s) Allah'ın evine bitişik ve Resulullah'ın (s.a.a) evine komşu bu yeni eve taşındı.
Resulullah efendimiz (s.a.a) bu nebevî fidanı yalnız bırakacak, gözetmeyecek, bağrına basmayacak ve direktifleriyle yönlendirmeyecek değildi. Karı-koca Resulullah'ın (s.a.a) gölgesinde, onun yanı başında yaşamlarını sürdürdüler. Resulullah (s.a.a), Fatıma'nın (a.s) evlenmesinden sonra, hiç kimseye göstermediği sevgiyi ona gösterdi, başka hiç kimseye vermediği öğütleri verdi ve başka hiç kimseye yapmadığı tavsiyeleri yaptı. Babası ona (a.s) hayatın anlamını öğretmişti. Ona, hayatın özünün insanlık olduğunu, mutlu bir evliliğin İslâmî ahlâk ve değerlere dayandığını ve bu mutluluğun maldan, saraylardan, ziynet eşyalarından, mobilya takımlarından, göz alıcı sanat galerilerinden çok daha değerli olduğunu fısıldamıştı.
Fatıma (a.s) kocasının himayesinde göz aydınlığını ve ruh mutluluğunu yaşıyordu. Sadelik ondan hiçbir zaman ayrılmaz, hayatın kaba ve haşin yanları eksik olmazdı. O ideal bir eşti. Müslümanların kahramanı Ali'nin (a.s) eşi. Resulullah'ın (s.a.a) veziri, ilk danışmanı, zafer ve cihat sancağının taşıyıcısı. Bu yüzden Hz. Fatıma'nın (a.s) bu ağır sorumluluk düzeyinde olması bir zorunluluktu. Annesi Hatice Resulullah'ın cihadına, sabrına katıldığı, hayatın acımasızlıklarına ve risaletin meşakkatli davetine katlandığı gibi, o da Ali'nin cihadına, sabrına katılmalı, hayatın acımasızlıklarına katlanmalı ve risaleti tebliğ ederken davetin zorluklarına sabretmeliydi.
Fatıma (a.s), Allah'ın kendisine biçtiği rolü hakkıyla yerine getirdi. O, risalete uygun yaşayan salih Müslümanın, örnek Müslüman kadının bir timsaliydi.
[1]- et-Tabakat, İbn Sa'd, 8/22, Daru'l-Fikr basımı