Hiç ölmeyecekmişsin gibi dünya için, yarın ölecekmişsin gibi ahiretin için çalış. Tenbih’ul Havatir, 2/234 Hz. Muhammed (s.a.a)

İhtilaftan İtilafa İslami Mezhepler

İhtilaftan İtilafa İslami Mezhepler

İslam’ın en önemli özelliği müspet anlamda gerçekçi olmasıdır. Yani İslam insanın ontolojik gerçeğini resmi bir şekilde tanıyıp tekâmülü için olası programları düzenler.

İslami Realizm

İslam’ın en önemli özelliği müspet anlamda gerçekçi olmasıdır. Yani İslam insanın ontolojik gerçeğini resmi bir şekilde tanıyıp tekâmülü için olası programları düzenler. İlahi ilmin yol göstericiliği ile ihtiyaç ve sorunlarını itidale riayet ederek çözmeye çalışır ve bütün yeteneklerini ortaya çıkarır. Gerçekçiliğin olumsuz anlamı ise mevcut duruma teslim olmak, bunu olduğu şekliyle kabul etmek ve gerçeklikten uzak idealizmin hayalci idelerini benimsemektedir

İslam’ın diğer umumi özellikleri olan fıtri, dengeli, esnek, kapsayıcı, evrensel vs. olması bu ilkenin bir nevi tefsiridir.

İslam; dinlerin sonuncusu, bunların tekmil edicisi ve kıyamet gününe kadar insanlık yolunun son programıdır. Bu yüzden İslam’ın programı ümmet fertlerinin teorik ve pratik ilişkilerini tanzim etmektir.

Beşeri düşüncenin tabiatı, fıtratın umumi çerçevesi ve bunun sabit ilkeleri ile kesin gereksinimleri dışında bilhassa insani düşüncenin –istisnai bazı durumlar haricinde- tafsilatında ve cüz’iyatında vahdet ve teklik ile belli bir uyumu yoktur. Bunun mukabilinde ümmetlerin esaslı konulardaki pratik tutumları hiçbir şekilde zayıflık ve ayrılık kabul etmez. Bundan ötürü İslam’ın programları pratik zeminlerde reel vahdeti dillendirmektedir.

Vahdetin Temelleri

Bu konuyu ele almadan önce bu hususta etkili birçok unsurun olduğu bilinmesi gerekir. Bu unsurlar şunlardır:

1- Teorik ilkeler ve yukarıda dillendirilen İslam’ın umumi özellikleri hususunda uyumluluk.

2- Kur’an’ın ve nebevi kelamın dile getirdiği vahdet, hiçbir farklılık olmadan ümmetin bütün fertlerini kapsar.

3- Vahdet; içtimai konuların idaresinde Müslümanlar arasındaki ortak sorumluluktur.

4- Hayatın gereksinimleri ve kanunların birliği; İslam ümmetinin hüviyet birliğinin ihsası için hukuki, iktisadi ve içtimai tekâmül hedef ve yönelimler ile ibadet sloganlarında vahdet gibi gerekli programları kapsar.

5- Duygusal, ahlaki ve insani davranışlarda vahdet; gönüllerin birbirlerine yakınlaşmasına, nefret duygularının ortadan kalkmasına, insanlar arasındaki itimadın artmasına, birbirlerinin haklarına riayet etmelerine, iman kardeşliğinin umumileşmesine, şahsi menfaatlerinin ikinci plana itilmesine, işbirliği ve fedakârlık duygularının gelişmesine vesile olur.

6- Neticede ümmete, siperde bekleyen düşman tehlikesi ve onların Müslümanların hüviyetini yok edip mevcudiyetini ortadan kaldırmak için fırsatlar peşinde olduğunu bu yüzden devamlı Müslümanların hareketlerini kontrol ettiklerini hatırlatmaktadır. Bu düşman hedeflerine ulaşmak için hiçbir ilke ve değere bağlı değildir. Bütün iç sorun ve ihtilaflarını bu kirli hedefe ulaşmak için unutmuş ve İslam ümmetini yok etmek için kutsiyetten uzak bir ittihada sarılmıştır. Eğer Müslümanlar müttehit olmazlarsa büyük bir fitne ve komplo kendilerini beklemektedir.

Fikri İhtilaflar

Fikir ve düşünce alanında İslam farklı görüşleri kötülememiş ve bunların doğal şeyler olduğunu söylemiştir. Kur’an peygamberler arasındaki fikri ihtilafları zikretmektedir:

وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَفَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ

Davut ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk. Biz hüküm vermeyi Süleyman’a kavratmıştık. Zaten her birine hükümranlık ve ilim vermiştik. Davut ile birlikte, Allah’ı tespih etmeleri için dağları ve kuşları onun emrine verdik. Bunları yapan bizdik.[1]

Bazen ilmi hakikatlerin keşfi Hz. Musa ile Salih kulun olayında olduğu gibi ihtilafla sonuçlanabilir.

Caiz Olan Fikri İhtilaflar ve Bunun Kaideleri

Caiz olan fikri ihtilafların kaide ve kuralları vardır. Bunlar aşağıda zikredilmiştir:

1- Sabit fıtri ilke ve temeller ile kesin delillerle ispatlanmış konulara zarar vermemesi gerekir. Zira verilmesi muhtemel söz konusu zarar İslam’ın aslından şüpheye neden olur ve insanı İslam dairesinin dışına çıkarır.

2- Delil ve burhana dayalı olup lağvedilmekten ırak olmalıdır. Hakeza son dönemlerde ortaya çıkan ve mukaddes İslam şeriatını nefsanî istekler, maddi arzular ve şahsi menfaatler doğrultusunda yorumlayan beyanlardan uzak olmalıdır.

3- İlkeli ve ilmi bir ortamda mantıklı ve sonuç verici diyalog ekseninde olmalıdır. Diyalog tarafları her türlü hile, desise ve entrikadan uzak ilmi yeterliliğe sahip karşılıklı saygı esasına dayanarak konuşmalı ve aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir.

a- İlmi yeterliliği olmayanlar tartışmaya girmemelidirler.

b- Cedel, hile ve entrikadan sakınılmalıdır.

c- Diyalog ortamı itham, tehdit, tekfir ve suçlamalardan ırak olmalıdır.

d- Fikri çatışmayı reel hayata taşımamalıdırlar.

e- Sadece karşı tarafın dile getirdiği sözleri ona nispet vermelidir. Ancak –her ne kadar bu gereksinimleri inkâr da etse- sözlerinin gereksinimlerinden dolayı kendisinden cevap istenmemelidir.

f- Pratik semereleri olmayan sonuçsuz mevzulara girmemelidirler.

3- Öncelikle diyalog tarafları arasındaki ortak noktalar dile getirilmeli ardından da ortak zeminlerin geliştirilmesine çalışılmalıdır. Akabinde ortak noktaların icra ve tahakkuku için işbirliği yapmalı ve sonunda da geri kalan ahlaki hususlar hakkında birbirlerinden özür dilemelidirler.

Bu diyalog sürecinin İslami dairenin ötesine geçip diğer dinlerin taraftarlarını ve hatta daha geniş bir alanda insanlığın bütün medeniyet ve kültürlerini kapsayacağı açıktır.

Mezhebi İhtilaflar

Yukarıda açıklanan hususlar çerçevesinde mezhebi ihtilafları ele aldığımızda bunun çok doğal bir şey olduğu görülecektir. Nitekim birçok muhakkik de karmaşık ilmi araştırmalarında geniş bir şekilde bu konuyu ele almış ve aşağıdaki mülahazalardan dolayı şeriatta içtihat ilkesinin daima devam etmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

1- Dini hükümlerin temel taşı kitap ve sünnettir. Lakin bu hükümler ve belki de bütün dini ilimler herkesin anlayacağı sadelikte beyan edilmemiştir. Bunların iyi bir şekilde anlaşılması ve sonucun öncüllerden istinbat edilmesi için uzun bir ilmi çaba gerekmektedir.

2- Asr-ı Saadet döneminden her ne kadar uzaklaşmış olsak da bu çabalara o kadar ihtiyaç duyulduğunu görürüz. Zira birçok hadis ipham perdeleri ardında kalmakta veya dile getirildiği şartlar unutulmakta ya da kendisi ile birlikte olan karineler bize ulaşmamaktadır. Buna ilave olarak izah yöntemi değişmekte ve birçok hata ve yanıltıcı şeyler komplocular tarafından hadislere ilave edilmektedir.    

3- Yaşam tarzlarındaki değişiklikler, ihtiyaçlardaki karmaşıklıklar, insani münasebetler ve ilişkiler, nassın kendisine işaret etmediği sonradan çıkan meseleler… ve daha birçok konunun insanı şüpheden uzaklaştıracak temel veya ilmi kaideler çerçevesinde incelenmeye ve kendisine ait hükümlerin istinbat edilmesine ihtiyaç vardır.

4- Bütün bunlara ilave olarak, İslam’ın bütün boyutları göz önünde bulundurulduğu zaman İslami yönetim, icra, akide, ahlak ve duyguların birbirleri ile uyum içinde olmalarını sağlamak amacıyla daima uzman ve yardım sever insanlara ihtiyaç vardır. 

Bu insanlar, ahkâmın icrasının gereksinimi olan ameli münazaalarda hakem olma salahiyetine sahip olmalıdırlar.

 Bundan dolayı Müslüman âlimlerin de belirttikleri gibi içtihat, daima hayatın gereksinimlerinden biridir. İslam düşmanları bile İslam’ın esnekliği ve ümmetin korunmasında içtihadın rolünü derk etmişlerdir. Bu yüzden ulemanın toplum üzerindeki etkisiyle mücadele etmektedirler.

Müçtehidin İçtihat Sürecinde Benimsediği Öncüllerinin Zararları ve Bunu Engelleme Yolları

İçtihat fiili daima müçtehidin zihni düşüncelerinin etkisini benimsemesiyle paralel bir olgudur. Müçtehidin görüşleri ve düşünceleri, ilmi geçmişi, zevki ve geçmiş inançları ve düşünceleri dini metinlerdeki çıkarımlarında etkilidir. Hatta iki müçtehidin ortak bir konuda ve şer’i bir nasstan iki farklı ilmi sonucu çıkarması olasıdır. Her ne kadar şer’i nasslar ilahi ilimde tek bir hükme ve tek bir hakikate sahip olsa da bu, müçtehidin istinbatlarında şahsiyetinin etkisindendir. Buna rağmen müçtehitlerin elde ettikleri şeyler kendileri ve mukallitleri için hüccettir.

Buradan çıkarmamız gereken sonuç şudur: Müslüman düşünürlerin çıkarımlarının İslam’ın kendisi olarak ve değiştirilmesi imkansız ilkeler şeklinde algılanmaması gerekir. Tabii şer’i nassların senet ve delaletleri kesin olması bu beyanın dışında kalır. Zira bu hususlarda içtihat yapılamaz. İçtihat; zan ve ihtimalin olduğu yerde geçerlidir.

Ferdi ahkâmın istinbatı ile mukayese edildiğinde içtihat sürecinde müçtehidin geçmiş ilmi birikimleri, iktisadi veya siyasi nizamlar gibi İslami mektep, düzen veya sistemi keşfetme hususunda olduğu zaman tehlikesi daha açık bir şekilde görülür.

Ayetullah Şehit Muhammed Bakır Sadr bu olgunun köklerini bulma hususunda bazı nedenlere işaret etmiştir. Bunların en önemlileri şunlardır:

1-      Müçtehidin istemeden içinde yaşadığı şartları tevcih etmesi

2-      Dini nassları belli bir çerçevede görmek ve anlamak

3-      Şer’i delilleri sadır olduğu zamanın şartlarından ve illetlerinden ayırması

4-      Şer’i delil hususunda önceden hükümde bulunmak

İçtihada ve İslami düşünceye muhalif bazı insanlar bu hakikatten, içtihada itiraz etmek ve müçtehidin rolünü asgari seviyeye indirgemek amacıyla vesile olarak istifade etmişlerdir. Ama aslında –önceden de belirttiğimiz gibi- biz, muhaliflerin hiçbir halel getiremeyecekleri alanlara sahibiz. Bunlar da, suduru ve delaletleri kesin olan nasslar ile bunlardan alınmış hükümler ve kesin mefhumlardır. Aynı zamanda bunların hüccet olduklarını belirten kesin delillere de sahibiz. Bunlar, itirazdan masun kalan geniş bir alanı kapsamaktadır. Buna ilave olarak içtihattan başka yolun olmadığı ve ihtimallerin hâkimiyeti altında olan sınırlarda bile âlimler geçmişlerinden etkilenmemek için mümkün olduğu oranda ihtiyata riayet etmektedirler. Bu, her kanun veya metnin tefsiri için en doğal yoldur.

Usul İlminin Görevi

Fıkıh Usulü ilmi sahip olduğu dakik kaideleriyle aşağıdaki yollarla içtihat fiilini tanzim eder.

a- “Muhareze kanıtlar” konusu, gerçek şer’i hükümleri elde etmek için başvurulan bir yöntemdir. Lâfzî şer’i kanıt, konum hakkındaki geniş incelemeler, kelime çekimleri, delalet, zahirin hüccet olması ve bunun mısdakları gibi konuları kapsamakla beraber akli delaletlerin incelenmesi, ahkâmlar ve konular arasındaki içsel nispet, aidiyet ve bunun öncüllerini de ihata eder.

b- Muhareze kanıtların olmadığı yerde “İstishab konusu” gibi sorumluluk belirleyen kanıtların incelenmesi.

c- Öne sürülen deliller hakkındaki çelişkilerin geniş bir şekilde incelenmesi.

Usul ilmine ilave olarak fıkıh ilminde de içtihadın düzeni için kural ve kaideler mevcuttur.

Bazı âlimler de şeriatın hedeflerinden olduğu kesinleşen şeyleri içtihada sokmak için “şer’i maksatlar” meselesine olumlu yaklaşmışlardır.

Biz de İslam’ın aşağıda belirtilen genel ve umumi özelliklere teveccühünü yukarıdaki kaideye ilave edebiliriz.

İslam; gerçekçidir, insan fıtratı ile uyum içindedir, vasat yoldur, kapsayıcı ve ihata edicidir, ebedidir, mükemmeldir, eczalar ve hükümler arasındaki karşılıklı ilişkiyi gözetir, evrenseldir…

Bu özelliklerden dolayı İslam şeriatını tanıma ve uygulamada içtihadın rolünü asgariye indirmekten başka bir yol yoktur.

İslami Mezheplerin Ortaya Çıkması

Hayatta olduğu dönemlerde Allah Resulü (s.a.a)’e ulaşmak rahattı ve insanlar ilahi ahkâmı ve İslami mefhumları bilmek için doğrudan o hazrete müracaat ediyorlardı. Her ne kadar bazı sahabeler ahkâmda istinbat girişiminde bulunmuş ve peygamber tarafından teyit edilmişse de o dönemlerde içtihada ihtiyaç yoktu.[2]

O dönemlerde var olan ihtilaflar çok sade ve düşük seviyelerdeki ihtilaflardı. Nihayet İslami hâkimiyetin sınırları genişledi ve “نفر” ayeti de nazil olunca içtihadın esası belirlendi ve vahit haberin hüccet olmasının ilk temelleri atıldı. Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُوا كَآفَّةً فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُوا فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُوا قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُوا إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ

(Ne var ki) müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.[3]

Allah Resulü (s.a.a)’in vefatından sonra doğal bir şekilde içtihat çok önemli bir unsur olarak ön plana çıktı. Tabiin döneminde önemini koruyup devam ettirmekle beraber etkisini de artırdı. Nihayetinde İslami mezheplerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Üstat Siyas, ikinci yüzyılın ilk yarısından dördüncü yüzyılın ikinci yarısına kadar İslam dünyasının 138 mektep ve fıkhi mezhebin tesisine şahit olduğunu hatta bazı şehirlerin kendilerine has mezhepleri bile olduğunu söylemektedir.[4] Üstat Esed Haydar ise o güne kadar İslami mezheplerin bazı açıdan sayılarının elliden fazla olmadığını söylemektedir.[5]

Bazı düşünürler tabiinden sonra tesis edilen mezhepleri iki gruba ayırmaktadırlar:

1- Başkaları tarafından benimsenmeyen ve ortadan kalkan ferdi mezhepler

2- Kurucuları ve taraftarlarının eserlerinin gölgesinde gelişip ilerleyen mezhepler[6]

Unutulmuş Mezhepler

1- Hasan Basri’nin mezhebi (h. 23–110)

2- İbni Ebi Leyla’nın mezhebi (h. 74–148)

3- Uzai’nin mezhebi (h. 88–157)

4- Süfyan Suri’nin mezhebi (h. 97–161)

5- Leys bin Sa’d’ın mezhebi (ö. h. 175)

6- Davut bin Ali İsfahani Zahiri’nin mezhebi (h. 202–270)

7- İbrahim bin Halit Kelbi’nin mezhebi (ö. h. 240)

8- Muhammed bin Cerir Taberi’nin mezhebi (h. 224–310)

9- Süleyman bin Mehran Ameş’in mezhebi (ö. h. 148)

10- Amir bin Şer Habil Şabi’nin mezhebi (ö. h. 105)

Ve diğer birçok mezhep…

Günümüze kadar varlıklarını sürdüren mezhepler ise şunlardır:

1-      On iki imam Şiası

2-      Zeydi mezhebi

3-      Hanefi mezhebi

4-      Şafii mezhebi

5-      Maliki mezhebi

6-      Hanbeli mezhebi

7-      Ebazi mezhebi

Burada mezheplerin ortaya çıkış, yayılma ve yok oluş sebeplerini incelemeyeceğiz. Muhakkikler mezheplerin ihtilaf nedenleri konusunda yaptıkları ilmi araştırmalarında bu sebeplerin nedenlerine de değinmişlerdir.

Örneğin İbni Rüşt zahirin hüccet olmasının mebnası keza kıyasın hüccet olması hakkındaki araştırmasında bu konuya değinmiştir.[7] Seyyid Muhammed Taki Hekim de istinbatın usul ve temellerini buna ilave etmiştir.[8] Bize göre istinbat yöntemi ve merhalelerini de buna ilave etmek gerekir. 

İlmi ve metodolojik amil ve illetlere ilave olarak, ilmi verilerin ölçüsü, ferdin şahsiyeti, müçtehidin psikolojik durumu ve konuları tahlil etme yeterliliği gibi epistemolojik amillerin etkileri de göz önünde bulundurulabilir. Tabii siyasi, tarihi, içtimai amillerin rolleri ve müçtehidin maslahatçı yaklaşımlarından da gafil olunmamalıdır.

Konu hakkında gözden ırak tutulmaması gereken önemli noktalar şunlardır:

1- İslami mezheplerin ortaya çıkması; İslami bilgi ve rasyonelliğin değişim ve tekâmülü ile peygamberin yokluğundan ve ilahi vahyin kesintisinden oluşan boşluğu doldurma isteğinin göstergesidir. Bir taraftan ihtiyaçların artması, olayların çokluğu ve içtimai münasebetlerin karmaşıklığı bir taraftan da fıkhi ilimlerin teksifi ve yeni konuların gündeme gelmesi bu değişim ve tekamüle neden olmuşlardır. Dolayısıyla bu süreç çok doğal, doğru ve medeni bir süreç sayılmaktadır.

2- İslami mezhepler, İslam medeniyetinin semeresi bol fikri serveti ve inkar edilemeyecek bir gerçekliği sayılmaktadır. Bu, İslami hâkime ve ahkâmın icrasında (taklidin farz olmadığına inanırsak) Müslümanlara ferdi ve içtimai alanda seçme kudreti veren ve ilmi içtihat sonucunda hasıl olan her görüşün resmi ve İslam’a nispet edilmesinin doğru olduğu kanısına izin veren bir fırsattır. Bu durum, İslami toplumun maslahat ve menfaatlerini temin etmek için devlet başkanına geniş olanaklar ve daha iyiyi seçmede kendisine farklı seçenekler sunmaktadır.

Devlet başkanı bu doğrultuda toplumun maslahatını temin edecek İslam’ın farklı düzen ve mekteplerinden değişik fetva ve görüşleri seçip bunlardan bir terkip oluşturduktan sonra birbirleri ile uyum içinde olan tek bir görüşü benimseyebilir. Bu, İslam’ın esneklik hakkındaki görüşünün en iyi beyanıdır.

3- Bu mezheplerin -önceden de belirttiğimiz gibi- İslami yaşam için çok önemli kazanımları vardır ve bunların ortaya çıkmamış olması temennisi gerçeklikten uzak bir temennidir. Ancak bunları İslam tarihinde olumsuz olgulara dönüştüren, dar görüşlü grupçuluğa doğru yönelmeleridir. Bu grupçuluk halet-i ruhiyesi Kur’an-ı Kerim’in tavsiye ettiği yapıcı diyalog ilkesinden her gün uzaklaşmalara ve İslam’ın uzlaşı politikalarının unutulmasına neden olmuştur. Hatta bazen semeresiz, ahlak ilkelerinden ırak nefret nedeni cidallere sebep olmuştur. Nitekim tarihin uzun dönemlerinde Şeyh Yusuf Kardavi’nin tabiriyle Müslümanlar arasında tekfir kapısını açmış ve hasılı kan, gözyaşı ve tefrika olan iç çatışmalara neden olmuştur.[9]

Biz bundan dolayı ciddi bir şekilde İslam’ın uzlaşıcı diyalog ruhunu yaymakla mezhepleri doğal yapılarına geri getirmeye çalışıyor ve bütün Müslümanları ortak unsurları tanımaya davet ediyoruz. Bizler buna “İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Hareketi” adını verdik.

İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Hareketi

Son dönemlerde kendisine “Yakınlaştırma Hareketi” denilen hareketin kökleri İslam’ın en eski dönemlerinde yatmaktadır. Bu hareket asalet ve yaşam sırrını İslam şeriatının derin ilkelerine borçludur. Söz konusu hareketin kökleri İslam medeniyetinde ne kadar fazla yayılırsa veya en azından İslam medeniyetinin ortaya çıkışında katılımı artarsa “mezhepleri yakınlaştırmaya” yönelimin zarureti de herkes için ayan olur.

Bu hareket son dönemlerde etkili bir stratejiye dönüşmüştür. Müslüman âlimler ve İslam dünyasının öncü şahsiyetleri bin dokuz yüz kırklı yılların sonlarında bu mübarek hareketin temellerini attılar ve bunun genel sınırlarını belirlemek için birçok zorluğa katlandılar. Onlar bu hareketin dini temellerini beyan etmek, gelişim zorunluluğunu açıklayıp bunu köklü kılmak ve Müslümanların vicdanlarında yer edinmesini sağlamak amacıyla birçok eser neşrettiler.

Biz bu hareketin yeşeren fidanının sürekli gelişim halinde olmasından ve Allah’u Teâlâ’nın “أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءتُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا” “kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir” ayetinde belirttiği şeçere-i teyyibeye doğru tekamüle halinde olduğunu gördüğümüz için mutluyuz. 

İslami Mezhepleri Yakınlaştırmanın Temelleri

Biz aşağıda belirtilen ilke ve usuller göz önünde bulundurulduğunda istisnasız bütün İslami mezheplerin kabul ettiği vahdet düşüncesinin çok mantıklı olduğuna inanıyoruz. Bu usul ve ilkeler şunlardır:

1- İslam’ın itikadi usulüne iman: Tevhit (zatta, sıfatta, fiilde ve ibadette), Hatem-ul Enbiya Muhammed Mustafa’nın nübüvveti, bütün mefhum ve içeriği ile Kur’an-ı Kerim, mead ve kıyamet günü.

2- İslam’ın bütün erkan ve gereksinimlerine riayet: namaz, zekat, oruç, hac…

3- Kur’an-ı Kerim ve sünneti nebeviye riayet: farklı konularda dini maarifleri bilmek hususunda Müslümanlar için bu ikisi asıl kaynaktır. Varlık ve hayat mefhumları, insanın dünyada dünü, bugünü ve yarını ile ahiret hayatı ve insanın ferdi ve içtimai hayatını düzene koyan kanun ve hükümler buna örnektir. Lakin akıl, kıyas ve icma gibi diğer kaynakların hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Kur’an veya sünnette delilleri olması bundan istisnadır. Aslında diğer kaynaklar kaynak olma özelliklerini kitap ve sünnetten alırlar.

Eğer bir ilke veya teorinin bu iki kaynaktan delilleri olmadığı ispatlanırsa hiçbir geçerliliği kalmaz. Bu ilke veya teorilerin söz konusu kaynaklarla çatışma halinde olmaları durumunda ise onlar kesinlikle tekzip edilir.

Bütün İslami mezhep imamları açıkça bu kaynaktan yararlandıklarını dile getirmişlerdir.

Bu doğrultuda Ehl-i Beyt imamlarından birçok rivayet nakledilmiştir. Örneğin İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Bütün hükümler kitap ve sünnet ile son bulur.”[10]

Malik bin Enes de şöyle demektedir: “Ben bazen doğru bazen de yanlış görüşlere sahip bir insanım. Dediklerimi Kur’an ve sünnet ile karşılaştırın.”[11] İmam Şafii de buna benzer beyanlarda bulunmuştur.[12]

4- İslam’ın, içtihadı “şer’i hükümleri, kaynağından istinbat için insani gücün kullanımı” mahlasıyla ilahi dinin tanınması için istifade edilmesine izin verdiğini benimsemek. İçtihat, İslam’ın esnekliğini ayan kılıp belli başlı ilke ve kurallar çerçevesinde hayatın değişimlerini kapsayarak önemli roller ifa eder. Başka bir ifade ile İslam ile insanın içtihat vesilesiyle ulaştığı farklı sonuçlar arasında -her ne kadar bu sonuçlar müçtehitlerin farklı algılamalarından kaynaklanan ihtilafları içinde barındırsa da- zaruri bir ilişki vardır. Bu konu dini metinlerin eğitiminde “Esbab-ul Hilaf” mahlasıyla incelemeye tabi tutulur.

Bize göre İslam gerçekçi ve fıtri bir din olduğu için içtihat kapısını açık bırakmıştır. Zira resulü dünyadan göçen her şeriatın vahyi kesilir. Eğer bir şeriat asırlarca varlığını sürdürmek isterse -her ne kadar içtihadi istinbatlar bazen müçtehitlerin ön kabullerinden dolayı birbirlerine zıt görüşlerin doğmasına neden olsa da- içtihattan başka yolu yoktur. 

İçtihat mantıklı bir yöntem mahlasıyla kullanıldığı zaman bütün mefhumlar ve akide ile ilgili konularda istinbatı kapsar. (Mefhumlar; bir taraftan itikadi ilkelerle ilgili tasavvur iken bir taraftan da insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olması gibi varlık aleminin gerçekliği ile doğrudan irtibat içindedir.) Bu, bazı ahkâmlar ve hatta İslam’ın bazı tabi’i kanunlar hakkındaki tutumu hususunda da geçerlidir.

5- İslami vahdet ilkesi: Bu, İslam ümmetinin çok bereketli ve önemli özelliklerinden biridir ve bu olmadan hüviyetin kemali iddiasında bulunulamaz.

İslam’ın Müslümanların vahdetinin tahakkuku için Allah’ın ipine sarılma ekseninde mükemmel bir programı vardır. Allah’ın ipinden kasıt; hatadan berî, insanı Allah’a ulaştıracak yoldur. İslam, insanın aslında vahdet, yaratılışta vahdet, hedefte vahdet, kanun ve şeriatta vahdet ve ilahi mesirde vahdet meselesine çok önem vermiştir. İnsanı topluca Allah’a teslim olmaya ve şeytana itaat etmekten kaçınmaya davet etmekte ve vahdetin bol semereli etkisini hatırlatmaktadır. Ahlak ile değeri olmayan ferdi ve grupsal menfaatlerden vazgeçme fidanını külli hedeflere ulaşmak için insanın canına eker. Dil, ırk, vatan, kabile ve renk gibi tefrika nedeni bütün unsurları kendi değer dairesinden silmiş ve ilim, takva ve cihat gibi insani değerlere tekit etmiştir. İnsanları ortak noktaların ortaya çıkarılmasına, akl-ı selim ile hareket edilmesine ve mantık çerçevesinde ilkeli ve sakin bir diyaloga davet etmiştir.

Vahdet ilkesine imanın sonradan izah edeceğimiz bazı gereksinimleri vardır. Bu ilkeye inanmak yakınlaşma hareketinin öncelikli ihtiyaçlarından biridir.

6- İslami kardeşlik ilkesi yukarıda işaret ettiğimiz programın bir parçasıdır. Lakin konunun önemine binaen bu meseleyi geniş bir şekilde burada ele almayı tercih etmekteyiz. Zira kardeşlik İslam’da bütün içtimai ilişkileri düzenler. Bize göre bunun etkisi sadece ahlaki konularla sınırlı değildir. Kanun koyma alanında da etkili olduğu gibi içtihatta dini kardeşlik ilkesine ters düşen hükümlerle karşı karşıya gelmeyi engellediği için içtihat meselesi hususunda da önemli etkilere sahiptir.

Bu ilkeler yakınlaşma hareketinin üzerine bina edildiği önemli ilkelerdir. Mantık dairesinde bunlara inanmak yakınlaşma hareketine inanmayı getirir.

Bu yüzden yakınlaşma söylem ve ahlaki boyutlarla sınırlı olmadığı gibi yasama çerçevesi ile de sınırlı değildir. Yakınlaşma bunlardan öteye geçip medeni ve fikri bütün alanları kapsar. Tam bir yaygınlık kazanması için fıkıh ve düşünce alanında çalışmaları olan bütün âlim ve düşünürlerin katılımı zorunludur. Halkı yakınlaştırma kültürü ile yetiştirmek lazım. Zira İslam yıkıcı olmayan farklı görüşleri doğal karşılamakla beraber tam bir esneklik içinde de bunları ele alır. Ancak hayati iç ve dış ameli meselelerde Müslümanların ihtilafları karşısında hiçbir şekilde susmayı caiz görmemektedir. Bundan dolayı devlet başkanına (İslam ümmetine yön verdiği için) muhalefeti Allah’a muhalefet ve ona itaati Allah’a itaat ile eşit saymaktadır.

Yakınlaştırma Hareketi Taraftarlarının Bağlı Olması Gereken Değer ve İlkeler

Yukarıda dillendirilen öncüllerden sonra yakınlaştırma hareketinin münadi ve âlimlerinin beyan ettikleri aşağıdaki değerleri, uyulması gereken genel sınırlar mahlasıyla izah edip yakınlaşma hareketinin hedeflerinin tahakkuku için başkalarını da bunlara uymaya davet ediyoruz.

1. Ortak İlkelerde İşbirliği

Farklı alanlardaki ortak noktalar çok fazladır. İslami mezhepler itikadi ilkelerde veya yasama alanında birçok ortak zeminlere sahiptirler. Hatta bazı âlimler yasama alanında ahkâmın % 90 ortak olduğunu söylemektedirler. Ahlak ve İslami mefhumlar bir bütün olarak İslami mezhepler tarafından bütün özellikleriyle benimsenmiştir. Her ne kadar olayların değeri ve analizi hususunda ihtilaf varsa da tarih ve medeniyetin esaslı dönemleri hakkında bütün mezhepler aynı görüşlere sahiptirler. Keza bütün Müslümanlar ameli tutumlar hususunda diyalog vesilesiyle içtimai birliktelik ve ortak karar alınmasının zorunluluğuna inanmaktadırlar. Kuşkusuz düşünce bazındaki ortak noktalarda işbirliği toplumsal sağduyunun gelişmesine yardımcı olur. Bundan uzaklaşılması durumunda da bu sağduyu ortadan kalkar. Bu işin neticesi içtimai hareketin genel sürecinde toplumsal sağduyunun derinleşmesidir.

Ferdi, içtimai ve medeni alanlarda işbirliğinin gereksinimi açıktır ve İslami ahkâmın icrası, namaz, oruç, hac, zekat ve benzer ilahi söylemlerin yüceltilmesi ve İslam ümmetinin özelliklerinin tahakkuku için vahdet gibi insan hayatının farklı alanlarını kapsar.

Yakınlaştırma hareketi; ortak noktaları belirleme, halkın ve hatta toplumun önde gelen düşünürlerin bilinç seviyesini artırma hususunda bütün enerjisini ortaya koymalı ve bu ortak noktaların artırılması için üstüne düşen görevi yerine getirmelidir. Örneğin ihtilafların zati olmayıp lâfzî olduğunu göstermeli veya tarafların benimseyeceği üçüncü bir yolu önermelidir.

2. İhtilaflı Konularda Birbirlerini Mazur Görmeleri

İçtihat kapısının doğal bir şekilde açık olduğuna, bunun kapatılmasının mümkün olmadığına ve düşünsel ihtilaf sebepleri ile içtihat mahsullerinin var olduğuna inandığımız güne kadar müçtehitlerin farklı fetva ve görüşlerini benimsemek zorundayız. İslam’da görüşler arasındaki ihtilafları yasaklayan hiçbir emir yoktur. Ameli kudreti yok edecek münazaralar, dinde tefrika ve buna neden olacak gruplaşmalar yasaklanmıştır. Bu, İslam’ın ne kadar realist ve mantıklı olduğunun göstergesidir.

Dolayısıyla âlim, öğrenci, müçtehit ve mukallit bütün Müslümanların farklı görüş ve teorilere tahammül etmeleri ve korku, tehdit, iftira ve benzeri yöntemlerden sakınmaları gerekir. Böylece ihtilaflar dostluk ve rahmete dönüşür ve samimiyetin ortadan kalkmasına neden olmaz.

İslam birçok yerde bizim şu anda içinde bulunduğumuz durumumuzda etkili olabilecek sabrı Müslümanlara emretmektedir. İmam Sadık (a.s)’dan şöyle bir hadis elimize ulaşmıştır. Ravi şöyle demektedir: “O hazretin huzurunda bir gruptan söz açıldı. Ben, biz onlardan bizarız. Zira onlar bizim sahip olduğumuz akideyi benimsemiyorlar, dedim. İmam buyurdu ki: Onlar da bizi seviyorlar. Görüşleri sizin görüşleriniz gibi olmadığı için onlardan bizar olduğunuzu söylemeniz mi gerekir? Ben: evet, dedim. İmam buyurdu: Sizin bilmediğiniz ve bizim bildiğimiz bazı gerçekler vardır. Dolayısıyla sizlerden bizar olduğumuzu söylememiz gerekir. İmam akabinde şöyle buyurdu: siz onları sevin ve onlardan bizar olmayın. Bazı Müslümanların imandan bir, bazılarının iki… payı vardır. Dolayısıyla iki pay sahibi Müslüman’ın kendi inançlarını bir pay sahibi Müslüman’a tahmil etmesi doğru değildir.”[13]

Mezhep imamlarının birbirlerine karşı davranışları bu hakikat için çok güzel bir örnektir. Eğer tarihteki bu güzel davranışları ele almak istersek konumuz çok uzar.[14]

Nitekim onlar başkalarına içtihat kapısını kapatmadıkları gibi başkalarının nezdinde görüşlerinin tersini ispatlayan deliller buldukları zaman halkı kendi görüşlerine uymamaya çağırmışlardır. Bu doğrultuda aşağıdaki birkaç beyanı zikretmekle yetineceğiz.

İmam Malik bin Enes: “Ben bazen doğru bazen de yanlış görüşlere sahip bir insanım. Dediklerimi Kur’an ve sünnet ile karşılaştırın.”

İmam Muhammed bin İdris Şafii: “Beyanlarımın hilafına bir hadis bulduğunuz zaman beyanlarımı alıp duvara çarpın.”

İmam Ebu Hanife: “Bu benim görüşümdür ve elde ettiğim en iyi şeydir. Kim daha iyi bir görüşü öne sürerse onu kabul ederim. Sözlerimin delillerini görmeyip bu sözlere göre fetva vermek haramdır.”

İmam Ahmet bin Hanbel: “Başkalarını taklit etmek bilginin azlığının göstergesidir.”[15]

Bu, büyük âlimlerin bu imamlardan sonra kendisine çok önem verdiği hakikattir.

3. Tekfirden ve Bidat İle İthamdan Sakınmak

Biz tekfir konusunu tarihin duçar olduğu musibetlerden biri olarak kabul etmekteyiz. Bir taraftan birçok hadis Müslüman olmayı dakik bir şekilde tanımlarken bir taraftan da Müslümanların tekfir edilmesini haram kılmıştır.[16] Her türlü yenilik kapısını insanın yüzüne kapatan ve hiçbir muhalefeti çekemeyen bu olgu Müslümanlar arasında debi halindeydi. Bazı zamanlar bazı insanların bir kitap kaleme aldıklarına ve bu kitapta zikredilen her hangi bir cümle ile muhalefeti küfürle eşit bildiklerine şahit olmaktayız. Bu hayret verici bir şeydir.[17]

Bundan ötürü biz konuları iman ve küfür dairesinden çıkarmalarını herkesten istemekteyiz. Bunları doğru ve yanlış dairenin içine döksünler ve bu hususta peygamberin kafirlerle münakaşasında bile mantıklı ve ilkeli diyaloga davet eden Kur’an ahlakını benimsesinler. Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:

قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

(Resulüm!) De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: Allah! O halde biz veya siz, ikimizden biri, ya doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık içindedir.[18]

4. Başkalarını Görüşlerinden Dolayı Sorguya Çekmemek

Herkesin görüşünün kendisine nispet edilmesi ve bunların tam bir titizlikle incelenmesi çok mantıklıdır. Lakin bizler görüşlerin gereksinimlerine bağlı olan eleştirilere dikkat etmekteyiz. Neticede tekfir ve bidat ile itham etmeyi seçiyoruz. Hâlbuki bazı zamanlar görüş sahibi söz konusu görüşünün gereksinimlerini kabul etmemektedir. Örneğin iyilik ve kötülüğün akıl ile derk edilebileceğini savunan kimseler bazen muhaliflerini peygamberin sadakatine iman kapısını kapatmakla itham etmişlerdir.

Bu sözlerin benzerlerini Allah’a itaat hususunda söylemektedirler. Bizi Allah’a itaate teşvik eden aklın hükmünden başka bir şey değildir. Bu doğrultuda başka bir grup da tevessüle inananları Allah’tan başkasından yardım istedikleri düşüncesiyle müşrik bilmektedir. Zira şirkin bu inançların gereksinimi olduğunu düşünüyorlar…

İlmi eleştiri ve tahkik benimsenen bir yöntemdir ve biz hiçbir şekilde kelami tartışmalar kapısını kapatmak istemiyoruz. Bu mantık dışı bir iştir. Biz insanları mantıklı diyaloga davet etmekteyiz. Muhalifimiz kendi sözlerinin gereksinimi ile başka bir söze inanmadığı sürece onu mazur biliriz ve hiçbir şeyi ona nispet etmeyiz. Bu yöntemle tefrika nedeni birçok ithamın da önünü almış oluruz.

5. Diyalogda Saygılı Tutum

Sağlıklı ve mantıklı diyalogun, düşünceleri başkalarına aktarmak için en iyi yol olduğunu hepimiz çok iyi biliriz. Kur’an-ı Kerim sağlıklı bir söyleşi için diyalogun mukaddimesini, diyalogun şartlarını, diyalogun hedeflerini ve diyalogun dilini ihtiva eden ilginç bir görüş öne sürmüştür. Kur’an’ın bu görüşü gerçekten eşsizdir.

Bu konuda Kur’an’ın dillendirdiği nükteler; başkalarının ve iyiliğe tabi olanların sözlerini dinlemek keza başkalarının şahsiyetlerine halel getirmemektir. Ayette şöyle denilmektedir:

قُل لَّا تُسْأَلُونَ عَمَّا أَجْرَمْنَا وَلَا نُسْأَلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ De ki: “Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız.”[19]

Ayette istifade edilen şive, peygamberin, İslam’a iman etmemiş gayrı Müslimlerle diyalogu hakkındadır. Aynı zamanda diyalogu eski kinlerden ve ithamlı ortamlardan uzak bir yöne çekip tarafların diyalog mantığına tabi olmaları için çabalamaktadır. Ayet hatta istifade edilen tabirlere bile riayet etmektedir ve karşı tarafa saygı göstermek açısından her ne kadar içeriği bu anlama gelse de açıkça “Biz günahlarınızdan sorumlu değiliz” dememektedir.

Biz Müslümanlar konu (yakınlaşmanın temelleri) hakkındaki ilkeler hususunda hemfikir olmamıza rağmen nereye ulaşmışız?! Hadiste şöyle denilmektedir: “Bir insanın Müslüman kardeşini tahkir etmesi kötü biri olması için yeterlidir.”[20]

6. Başkalarının Mukaddesatına İhanet Etmekten Sakınmak

Aslında bu ilke önceki konunun devamı niteliğinde ve daha önceliklidir. Zira diğerlerinin mukaddesatına ihanet aksi bir duygusal ortamın meydana gelmesine neden olur ve diyalog için gerekli istikrarı yok eder. Kur’an-ı Kerim insanları böylesi işlerden sakındırmıştır:

وَلاَ تَسُبُّوا الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ فَيَسُبُّوا اللّهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍ كَذَلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ أُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِم مَّرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler. Böylece her ümmete yaptıklarını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri ancak rablerinedir. O, yapmakta olduklarını kendilerine bildirecektir.[21]

Allah’u Teala müminlerin başkalarına karşı davranışlarını bu halet-i ruhiye çerçevesinde açıklamakta ve görüşlerini müşrik bile olsalar başkalarına zorla tahmil etmemeleri için tebliğ görevlerini anımsatmaktadır.

وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُوا وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.[22]

İslam’ın lanet ve hakareti yasaklayan nassları herkesçe bilinmektedir. Eğer bizim müşriklere karşı vazifemiz bu ise ortak hedeflere, dertlere ve arzulara sahip din kardeşleri olan Müslümanlara karşı vazifemiz nedir?!

Kesinlikle itham ihtimali de bilhassa karşı tarafın iman ettiği bazı mukaddesatı kapsıyorsa hiçbir şekilde kabul edilmemektedir.

7. Mezhep Seçiminde Özgürlük

Mezheplerin, İslam’ın kabul ettiği içtihatların birer neticeleri olduğu kanısına vardıktan sonra bunları ilahi rızanın kazanılmasının bir yolu bilmeliyiz. Mezhepler artmaya başladığı zaman bir Müslüman vazifesini eda etmek için inandığı değerler doğrultusunda bunları inceledikten sonra en iyi olduğunu düşündüğü mezhebi seçmelidir. Bu durumda seçimi her ne kadar başkaları için makbul olmasa da hiç kimse onu bu seçiminden dolayı yeremez. Nitekim insanları bir mezhebe tabi olmaya zorlamanın hiçbir anlamı yoktur. Zira iman; tabi olma, kalben kabul etme ve yakin olmadan ibarettir. Bu da ancak delil ve burhan ile elde edilebilir.

Her mezhebin başkalarına ithamda bulunmadan ve başkalarını tehdit etmeden kendi görüşlerini beyan etmesi ve bunları savunması en doğal hakları olduğunu burada belirtmeliyiz. Ancak akait, fıkıh veya tarih ilminin konuları hakkında mantıklı ve sağlıklı mübahaselerin yapılmaması taraftarı değiliz. Belki her türlü fırsatçılığa, konumdan istifadeye, semeresiz cidallere ve görüşün başkalarına tahmil edilmesine karşıyız.

Tarihimizin uzun dönemlerinde görünen bütün tecavüzlerin diyalog kaidelerine bağlı olmamaktan kaynaklandığına inanıyoruz. Zira bütün mezheplerin sahip oldukları tasavvur doğrultusunda İslam kelimesini yüceltmek için çabaladıklarını unutmuşuz.

Yakınlaştırma Sürecinde Âlimlerin ve Düşünürlerin Rolleri

Kuşkusuz yakınlaştırma çabalarında asıl yük bu grubun uhdesindedir. Zira bunlar peygamberin varisleri, ilahi davetin hamilleri ve nesillerin terbiye edicisi olmakla beraber yakınlaştırmanın temellerinden haberdar, İslami safların vahdetinde etkili ve İslam ümmetinin özelliklerinin tahakkukunda müessir kimselerdir.

Eğer özet bir şekilde âlimlerin daha iyi rollerini ifa etmeleri için bazı ilkeler önermek istersek aşağıdaki noktaları dile getiririz.

1- Şeriat algısında orta yol ve itidalin derinleştirilmesi.

2- Müslümanlar arasında diyalog mantığının kapsayıcı kılınması.

3- İstinbat fiilinde usul ilminin etkin rolünü tekrar zinde kılmak.

4- İstinbat fiilinde bilhassa İslam fıkhının uygulanır kanunlara dönüştürmede İslam’ın genel özelliklerine ve “Şeriatın maksatlarına” riayet etmek.

5- Karşılaştırmalı fıkhın canlandırılması.

6- İslami fıkıh mecmuası gibi grupsal içtihat teşekküllerine gerekli önemin verilmesi.

7- Hukuki, iktisadi ve içtimai hayatın farklı alanlarında İslami düzenlerin keşfi veya görüşlerinin fıkhi boyutuna önem verilmesi. Bu fıkıh cüzi hükümlerin istinbatından farklıdır ve bizleri İslami görüşler ile vez’i mekteplerin görüşleri arasındaki ihtilafları keşfetmemize yardımcı olur. Aynı zamanda devlet başkanına yürütme alanında en iyiyi seçme hususunda farklı seçenekler sunar.

8- Dini konularda “uzmana müracaat etme” ilkesinin yerleşmesi için çalışmak ve bu hususlarda duygusallığın, şahsi istek ve arzuların ortadan kalkmasını sağlamak.

9- Yakınlaştırma hareketinin değerlerinin sağlıklı bir şekilde incelenmesini, Müslüman düşünürlerin vicdanında yer edinmesini ve bunların araştırma, mütalaa ve teliflerine yansımasını sağlama zorunluluğu. Bu değerlerin fıkhi istinbatlarda ve fikri istidlallerde önemli maslahatsal ve açık ilkeler gibi göz önünde bulundurulması gerekir. Daha az önemli olan her hangi bir ahkâmla çelişmesi durumunda usul ilmindeki tezahüm kaidesinin gereksinimi olarak bunlardan mukaddem kılınmalıdır.

Bundan ötürü bazı uluslararası konferanslarda düşünürleri fıkıhların ve farklı görüşlerin yakınlaştırılması için gerekli çalışmalar yapmaya davet ettik. Zira bazı fıkhi konular üzerinde düşünüldüğünde var olan ihtilafların ıstılah veya görüş farklılığından kaynaklanan lafzi ihtilaflar olduğunu görürüz. Nitekim bu konu kıyas ve istihsan gibi usul ilminin bazı konularında da göze çarpmaktadır.

Bu yönelim Allame Şeyh Rıza Muzaffer ve Allame Seyyid Muhammed Taki Hekim’in eserlerinde mülahaza edilebilir.

Burada ihtilaflara ve bunun hayali boyutlarını artırma girişiminde olan birçok kitaba değinmemiz gerekir. Bunlar bütün alanlarda köklü ihtilafların olduğunu ve yakınlaşma için pratik hiçbir yolun olmadığını ve hatta bunun imkansız olduğunu savunmaktadırlar. Bu kitapların hakikatten uzaklaştıklarını ve hedef, istidlal yöntemleri ve bunun ölçütlerinde var olan vahdeti unuttuklarını düşünüyorum.

10- Farklı mezheplere tabi olmalarına rağmen Müslümanların kardeşçe birlikte yaşamaları, işbirliği içinde olmaları, farklı mezhepleri ve yaşam tarzlarını anlayışla karşılamaları ve yıkıcı etkileri olan tarihsel kin ve düşmanlıkları bir tarafa bırakmaları için yakınlaştırma kültürünün geniş alanlara intikalini sağlamak ve İslam ümmetine konu hakkında gerekli bilinci vermek için çabalamak gerekir. Böylece şer’i hükümlerde ihtilaf, tarihi olaylarda farklılık ve içtimai yöntemlerde temayüz İslam’ın genel tefekkür havzasında kaldığı sürece içtihatta ihtilafın nedeni kabul edilip tahammül edilebilir. Bütün müçtehitlerin İslam dışı olduğunu belirttiği görüşler gerekli şekilde inkar edilmelidir.

11- Aşağıda zikredilen hayati konuların her birinde ortak tutumun sergilenmesi ve bunun için ortak çabanın gösterilmesi.

a- İslami ahkâmın icrası.

b- Din çerçevesinde milli hâkimiyetin tahakkuku.

c- Düşmanların İslam ümmetini yok etme ve Müslümanların hüviyetlerini ellerinde alma planlarına karşı durmak.

d- Ümmetin vahdetini korumak ve İhtilaftan kaçınmak.

e- Müslümanların genel menfaatlerinin şahsi ve sınıfsal menfaatlerden öncelikli olması.

12- Aşağıda zikredilen yakınlaştırma kurullarını kurmaya teşvik etmek.

a- Karşılaştırmalı ilimlerin eğitim kurumları.

b- Ortak içtimai birlikler.

c- Farklı alanlarda yakınlaştırma gezileri.

d- Müslümanları yaşadıkları bölgelerde yakınlaştırma cemaatlerinin kurulması.

İslami merkezler ve devletler de yakınlaştırma hareketlerini teşvik ederek, konferanslar düzenleyerek, gerekli projeleri hayata geçirerek, propaganda araçlarından yararlanarak, tefrikaya neden olacak unsurlardan kaçınarak ve mezheplerin esneklik kültürünü yayarak bu alanda önemli roller ifa edebilirler.

Sedat Baran tarafından Farsçadan tercüme edilmiştir.

 

 


[1] Enbiya, 78–79

[2] Bir hadiste şunlar zikredilmiştir: Allah Resulü (s..a.a), Muaz bin Cebel’i Yemen’e göndereceği zaman kendisine sordu: ‘Bir konu hakkında Allah’ın kitabından ve Resulü’nün sünnetinden bir şey bulamadığın zaman nasıl hüküm vereceksin?’ Muaz cevap verdi: ‘içtihat edeceğim’ Tabii bazı âlimler bu hadis hakkında münakaşa etmişlerdir (Bkz Usul-u Fıkhı Muzaffer, c. 3, s. 166)

[3] Tövbe, 122

[4] Tarih el-Fıkh el-İslami, s. 46

[5] El-İmam el-Sadık ve el-Mezheb el-Erbaa, c. 1, s. 160

[6] Tabakat’ul-Fukaha, Mukaddime, s. 57

[7] Bidayet’ul Müçtehit ve Nihayet’ul Muktesid, Mukaddime

[8] El-Usul el-Amme lil Fıkh’il-Mukarin, s. 19

[9] Bkz, Kısset’ul-Tevaif, Ensari, s. 155

[10] Vesail’u Şia, c. 18, s. 79

[11] Celael Uyun, Elalusi, İbni Teymiye’den nakledilmiştir, s. 117

[12] Age, s. 107

[13] Vesailu Şia, c. 16, s. 160

[14] Üstat Vaizzade Horasani’nin Diraset ve Buhus adlı eserinin birinci cildinin 545 sayfasında bu meseleyi ele alan makalesine bakınız

[15] Buna benzer beyanlar çok fazladır ve bunlar farklı kitaplarda nakledilmiştir

[16] Bkz. Cami’ul-Usul, İbni Esir Cezri, Birinci bölüm

[17] Bu hususta elimizde birçok belge vardır ancak bunları açıklamak istemiyoruz

[18] Sebe, 24

[19] Sebe, 25

[20] Bu hadisi Müslim, Ebu Hureyre’den nakletmiştir

[21] Enam, 108

[22] Enam, 107