İmam Ali (a.s) ın Yakarışı
Ebu Derda şöyle diyor:
Karanlık gecelerden birinde, Medine’de Ben-i Neccar hurmalıkları arasından geçiyordum. O esnada hüzün dolu bir gamlı ve inilti kulağıma ilişti. Sese yaklaştığımda gecenin karanlığında kuytu bir köşede birisinin Allah Teala’ya şöyle münacat ettiğini duydum:
“İlahî! Nice helak edici günahlarıma karşı, hilimli davranarak beni ansızın cezalandırmadın; nice suçlarımın üzerini örterek lütuf ve kereminle onları aşikar etmedin. İlahi! Gerçi ömrüm sana isyan etmekle geçmiş ve günahlarım amel defterimi doldurmuştur; ama benim ümidim, senin mağfiret ve hoşnutluğundan başka bir şey değildir.”
Bu kalp okşayıcı, etkileyici ses, beni öylesine kendisine cezp etti ki elimde olmaksızın o sese doğru hareket ettim, aniden gözüm Ali bin Ebi Talib’e ilişti. O Hazretin dua ve münacatına mani olmamak ve o yakarıştan mahrum kalmamak için ağaçların arasına saklandım.
Ali bin Ebi Talip, o ıssız karanlık gecede iki rekat namaz kıldı, sonra en içiten dualarla hüzün dolu gözyaşlarını dökerek yakarışını sürdürdü.
Hz. Ali (a.s)’ın münacatlarından biri de şu idi:
“Ey Rabbim! Senin affını düşündüğümde, günahlarım küçük geliyor; senin şiddetli azabını düşündüğümde ise musibetim büyüyor.”
Daha sonra duasına şöyle devam etti:
“Âh! Amel defterimde benim unuttuğum ama senin kaydettiğin günahları okumuş olursam o zaman ‘Onu tutun’ diye emredeceksin. Yakalanıp da ailesi kendisini kurtaramadığı, kabilesinin kendisine bir fayda sağlayamadığı ve meleklerin kendisine merhamet etmediği kimsenin vay haline!”
Daha sonra duasını şöyle sürdürdü:
“Ciğer ve böbrekleri yakan, organları birbirinden ayıran ateşten dolayı vay halimize! Cehennemin şiddetli yakıcı alevinden dolayı eyvah!”
Ebu Derda sözünün devamında şöyle diyor:
Hz. Ali (a.s) yine şiddetle ağladı, bir müddet sonra ondan artık bir ses duyulmuyordu, hiçbir hareket ve kımıldama da görülmüyordu. Kendi kendime şöyle dedim: “Gece uyumadığından dolayı kesinlikle uykuya dalmıştır.” Şafağın sökmesi yaklaştı, onu namaz için uyandırmak istedim. Bundan dolayı onun yanına gittim, yanına varır varmaz onu, kuru bir ağaç gibi yere düşmüş olduğunu gördüm. Hareket ettirdim, hareket etmedi; seslendim cevap vermedi. Bu durumu görünce; “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedim.
Ebu Derda sözünün devamında şöyle diyor:
Ben suretle Hz. Ali’nin (a.s) evine doğru koştum, Hazretin durumunu onlara bildirdim.
Fatıma (a.s) şöyle dedi: “Ebu Derda! Olay nedir?”
Ben Hz. Ali’nin durumunu onlara anlattım. Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu:
“Ebu Derda! Allah’a and olsun ki, o baygınlıktır; Allah korkusuyla kendisinden geçmiştir.”
Daha sonra bir kap suyla Hz. Ali’nin yanına döndük, O Hazretin yüzüne su serptik, böylece kendisine geldi, gözlerini açtı, benim şiddetle ağladığımı görünce bana bakarak şöyle buyurdu: “Ebu Derda! Neden ağlıyorsun?”
Cevaben dedim ki: “Kendine yakıştırdığın şeyden dolayı ağlıyorum.”
Buyurdular ki: “Ey Ebu Derda! Beni hesaba götürdüklerinde, günahkarlar azaba yakin ettiklerinde, katı yürekli melek ve cehennem zebanileri (görevlileri) beni kuşattıklarında, Kahhar Allah’ın huzurunda durduğumda, dostlar beni ilahi emre teslim ettiklerinde ve dünya ehli halime acıdıklarında durumun nasıl olacak? Elbette sen, her gizli ve saklı şeyleri bilen bir Allah’ın karşısında yer aldığımda bana herkesten daha çok acıyacaksın.” [1]
[1] – Bihar, c. 41, s. 11; c.87, s. 195.