İlim sayılamayacak kadar çoktur. O halde her şeyin en güzelini almaya çalışın. Kenz’ul-Fevaid, 2/31 Hz. Muhammed (s.a.a)

İmam Ali’nin Yahudi Alimlere Cevabı

İmam Ali’nin Yahudi Alimlere Cevabı

 

            Ömer bin Hattab halife olduğunda birkaç yahudi alimi yanına gelerek “ Sen Muhammed’in dostu ve ondan sonra emir sahibisin dediler. Biz sana çeşitli konular hakkında sorular sormak istiyoruz. Eğer bu sorulara cevap verebilirsen. İslam dininin hak din ve Muhammed’in gerçek peygamber olduğuna inanacağız. Eğer cevap veremezsen İslam dininin batıl ve Muhammed’in yalancı olduğunu anlarız. ”

 Ömer “ istediğinizi sorun” dedi.

Bunun üzerine yahudi alimleri sorularını sormağa başladılar. “ Bize göklerin kilidini ve anahtarlarının ne olduğunu söyle. İçindekiyle birlikte yüzen mezar nedir? İnsanlardan ve cinlerden olmamasına rağmen kavmini uyaran kimdir? Yeryüzünde yürüyüp de ana rahminden doğmamış olan beş şey nedir? Keklik ve horoz öterken ne der? Kurbağa vırıklarken ne der? At kişnerken ne der? Eşek anırırken ne der? Toygar kuşu öterken ne der? ”

Ömer başını yere eğdi ve “Ömer’e bilmediği sorular sorulunca bilmiyorum demesinde bir ayıp yoktur. Çünkü bu soruları bilmiyorum ” dedi.

Yahudiler ayağa kalkarak “ Muhammed’in peygamber olmadığına ve İslam’ın batıl olduğuna tanıklık ettik” dediler. Bunun üzerine Selman el-Farisi ayağa kalkarak biraz beklemelerini söyledi ve Hz. Ali’nin yanına giderek “ Ey Ali İslam’ın yardımına yetiş ” dedi. Hz. Ali “ Ne oldu ki? ” diye sordu. Selman olanları anlattı. Ömer Hz. Ali’nin geldiğini görünce ayağa kalktı ve “ Ey Ali sen her sorunu çözersin ” dedi.

Hz. Ali yahudilere dönerek. “ Bana istediğinizi sorun ” dedi. “ Peygamber (SAA) bana ilimden bin kapı öğretti ve her kapıdan bana bin kapı açıldı. Sorularınıza cevap vereceğim. Yalnız bir şartım var size tevratınızda yazdığı gibi cevap verirsem dinimize girecek misiniz? ”

Yahudiler “ Evet ” dediler.

“ O zaman sorularınız sorun. ”

“ Bize göklerin kilidini ve anahtarlarının ne olduğunu söyle ”

“ Göklerin kilidi Allah’a ortak koşmaktır. Çünkü kul müşrik ise  hiçbir ameli kabul edilmez. Bunun anahtarı ise Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık etmektir. ”

“ Peki içindekiyle birlikte yüzen mezar nedir? ”

“ Yunus bin Metta’yı yutan balıktır ki onunla yedi denizde dolaştı. ”

“ İnsanlardan ve cinlerden olmadığı halde kavmini uyaran kimdir? ”

“ O Davut oğlu Süleyman’nın karıcasıdır. Kavmine dedi ki: Ey karıncalar yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları bilmeden üzerinize basmasınlar. ”

“ Yeryüzünde yürüyüp de ana rahminden doğmamış olan beş şey nedir? ”

“ Bunlar Adem, Havva, Salih’in devesi, İbrahim’in koyunu ve Musa’nın asasıdır. ”

“ Keklik öterken ne der? ”

“ Rahman tahtına oturdu der ”

“ Horoz öterken ne der? ”

“ Allah’ı zikredin ey gafiller der ”

“ At kişnerken ne der? ”

“ Allah’ım mü’minler kafirlerin üzerine yürüdüğü zaman onlara yardımcı ol der ”

“ Kurbağa vırıklarken ne der? ”

“ Yüce rabbim denizlerin içinde tesbih edilendir der. ”

“ Eşek anırırken ne der? ”

“ Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun der ”

“ Toygar Kuşu öterken ne der? ”

“ Allah’ım Muhammed’e ve Ehli Beytine kin güdenlere lanet et der ”

Yahudiler üç kişiydiler. İkisi dediler ki: Tanıklık ederiz ki, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de onun Peygamberidir. Üçüncüsü ise “ Ey Ali arkadaşlarımın kalbine iman ve tasdik girdi. Ancak benim sormak istediğim bir sorum daha var. ” dedi. “ İstediğin sor  ” dedi Hz. Ali.

Yahudi “ Bana öldükten 309 yıl sonra Allah’ın dirilttiği topluluktan haber ver. ”dedi. Hz.Ali “ Bunlar Ashab-ı Kehf’tir. Peygamberimize inen Kur’an’da bunların hikayeleri mevcuttur. İstersen sana hikayelerini okurum  ” dedi.

Yahudi  “ Kitabınızı okuduk ” dedi. “ Eğer gerçekten alimsen bana Ashab-ı Kehf’in isimlerini, bulundukları şehrin ismini, kehfin içinde bulunduğu dağın ismini, kehf isminin nerden geldiğini açıkla. Bana onların hikayelerini baştan sona kadar anlat! ”

Hz. Ali “ Resulullah bana onların hikayesini anlattı ” dedi. “ Cahiliye döneminde Efsus denilen bir Rum şehri vardı. İslamiyet geldikten sonra adı Tartus oldu. Onlara hükmeden iyi bir kral vardı. Kralları öldükten sonra Fars krallarından Dıkyanus askerleriyle Efsusu işgal etti. Efsus’u krallığına merkez yaptı ve içinde büyük bir saray inşa etti. ”

Yahudi “ Eğer gerçekten alimsen bana o sarayı tarif et. ”dedi.

Hz. Ali “ Ey yahudi kardeşim; uzunluğu ve genişliği bir fersah olan mermerden bir saray inşa ettirdi. Sarayda dört bin altın kaplamalı sütun ve bin kadar altından kandil vardı. Kandillerin içinde uzun kat kat sıralanmış gümüş taneleri vardı. Sarayın doğusuna ve batısına  yüz seksen asker koymuştu. Güneş doğduğu zaman buradan doğuyor, battığı zaman yine buradan batıyordu. Sarayda altından ve çeşitli mücevherlerden yapılmış uzunluğu seksen genişliği kırk zira’ (karış) olan bir taht vardı. Tahtın sağında ve solunda seksen tane altından koltuk vardı. Sağında kumandanları solunda hükmü altında bulunan kralları oturturdu. Tahtına oturur ve tacını başına giyerdi.”

Yahudi “ Eğer gerçekten alimsen tacın neyden yapılmış olduğunu söyle. ”dedi.

Hz. Ali “ taç denizden çıkarılmı değerli incilerden yapılmış olup dokuz köşesi her köşesinde yıldızlar gibi parlayan değerli taşlar vardı. Kral kendine kumandan çocuklarından elli kişi edindi. Onları yanından hiç ayırmadı. Bilgin evlatlarından altı kişiyi kendisine vezir yaptı. Hiçbir işini onlara danşımadan yapmadı. Üçü sağında üçü solunda otururdu.  ”

Yahudi “ eğer gerçekten alimsen bana bu altı kişinin isimlerini söyle. ”dedi.

Hz. Ali “ Sağındakiler Temliha, Mekselmina, Mehselmina idi. Solundakiler ise Fmertalyus, Keştus ve Sadinyus idi. Kral her konuda onlara danışırdı. Hergün avluda oturup yanına insanlar toplanınca içeri üç kişi geçerdi. Birincisinde içinde misk dolu altından bir kap bulunurdu. İkincisinde  içinde gülsuyu bulunan gümüşten bir kap vardı. Üçüncüsündeyse bir kuş vardı. Kuşa emir verdiğinde kuş uçar ve gülsuyuna dalardı. İkinci emri verdiğinde kuş gülsuyundan çıkar ve miske dalardı. Üçüncü emri verdiğindeyse kuş uçar kralın üstüne gelir ve kanatlarındaki gülsuyu ve miski kralın üzerine silkelerdi. Kral hükmünde otuz yıl boyunca hiçbir ağrısı olmadı. Hiç hastalık geçirmedi. Kendisinde bunu görünce, haddini aştı, azgınlık gösterdi, Allah’ı reddederek tanrılık iddasında bulundu ve sapıklığa düştü. Kavminin büyüklerini çağırarak onlardan kendisine tapınmalarını söyledi. Kabul edenlerin her istediğini yaptı. Kabul etmeyenleri ise öldürttü. Tüm kavmi onu tanrı kabul etti. Uzunca bir zaman ona ibadet ettiler.

Bir gün tacı başında tahtta otururken kumandanlarından biri Fars askerlerinin isyan ettiğini ve kendisini öldürtmek için harekete geçtiklerini söyledi. Kral bunu duyunca o kadar sinirlendi ki tacı yere düştü. Sağında duran üç vezirin en akıllısı olan Temliha olanları gördü ve kendi kendine eğer Dıkyanus dediği gibi ilah olsaydı, niye üzülsün, niye uyusun ve niye diğer insanlar gibi hacet gidersin diye düşündü. Halbuki bunlar bir tanrının sıfatı olamaz. Altı vezir hergün birisinin yanında toplanıyorlardı. O akşam sıra Temlihadaydı. Onda toplandılar, yediler, içtiler. Ama Temliha hiçbir şey yemedi ve içmedi.

Arkadaşları meraklanıp “ Hayırdır Temliha neden bir şey yemedin? ” diye sordular. Temliha “ Kardeşlerim içime öyle bir ateş düştü ki beni yemeden içmeden alıkoydu. ” dedi. Arkadaşları “ o ne Temliha ? ” diye sordular.

Temliha “ Düşüncelerim gökyüzüne daldı. Bir yere asmadan ve altına direk koymadan semayı havada kim tuttu? Kim ayı ve güneşi belli bir düzeyde yarattı? Kim yıldızlarla geceyi süsledi? Sonra düşüncelerim yeryüzüne daldı. Sonsuz uzay boşluğunda bu dünyayı kim yarattı? İçinde bulunduğu sistemi kim düzenledi? Kim kendi atmosferi içinde onu hapsetti? Kim büyük büyük dağlarla onu dengede tuttu? Daha sonra düşüncelerimi kendi nefsimde derinleştirdim. Kim beni annemin karnından bebek halinde çıkmamı sağladı? Kim bana rızkından verdi de onun nimetiyle yaşadım? Bütün bunları yapan kral Dıkyanus olabilir mi? ” dedi.

Arkadaşları dediler ki “ Senin kalbine düşen bizim de kalbimize düşmüştür. Sen bize yol göster.” Temliha “ Ey kardeşlerim kendime ve size bu zalim kraldan gökyüzünü ve yeryüzünü yaratana kaçmaktan başka bir yol göremiyorum. ” diye cevapladı.

Atlarına binip şehirden üç mil kadar uzaklaştıktan sonra Temliha onlara “ kardeşlerim şu an dünya malı elimizden gitti.ve bizim de onunla işimiz bitti. Atlarınızdan inin ve yürüyün. Belki Allah bu vesileyle yolumuzu açık kılar ve bu durumdan bize bir çıkış yolu sağlar. ” dedi. Atlarından inip yedi fersah kadar yürüdüler. Yürümeye alışık olmadıkları için ayakları kanamaya başladı. Yolda bir çobanla karşılaştılar. Ona sende su veya yoğurt bulunur mu diye sordular. “ Dilediğiniz bende mevcuttur ” dedi çoban. “ Ancak ben sizde kralların simasını görüyorum ve sanırım bir şeyden kaçmaktasınız. Bana hikayenizi anlatın. ”. Dediler ki: “ Biz öyle bir dine girdik ki yalan söylemek bize helal değildir. Doğru söylemek bizi kurtaracak mı?” . Dedi ki: “ Evet ”. Ona başlarından geçeni anlattılar. Çoban biraz düşündükten sonra “ kalbinizdeki şüphe benim içime de düşmüştür. Beni koyunları sahiplerine götürünceye kadar bekleyin. Sonra size döneceğim. ” dedi. Dönmesini beklediler. Geldiğinde yanında köpeği de vardı.”

Yahudi ayağa kalkarak “ Ey Ali eğer gerçekten alimsen bana köpeğin hangi renkte olduğunu ve ismini söyle. ” dedi.

Hz. Ali “ Ey yahudi kardeşim köpeğin üzerinde siyah benekler vardı. Adı da Kıtmir’di. ”

“ Köpeği gördükleri zaman köpeğin kendilerini ele vermelerinden çekindiler. Taşlarla onu kovmağa çalıştılar. Köpek ayakları üzerine oturdu, başını önüne eğdi. Fasih ve anlaşılır bir dille  dedi ki: “ Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederken neden beni kovuyorsunuz. Bırakın sizi düşmanlarınızdan koruyarak Allah’a yaklaşayım. ” köpeği bıraktılar. Çoban onları bir dağa çıkardı ve birlikte bir mağaraya gizlendiler.”

Yahudi “ Ey Ali bu dağın ve mağaranın adı nedir? ” diye  sordu.

Hz. Ali dedi ki: “ Ey yahudi kardeşim dağın adı Naacilus, mağaranın adı ise Vasid idi. Mağaranın avlusunda yemiş dolu ağaçları, ve fışkırıp akan 0kaynak suyu vardı. Su ve yemek ihtiyaçlarını giderdiler. Karanlık batığındaysa mağaraya girip uyudular. Köpekse kapıda kaldı. Allah ölüm meleğine ruhlarını almasını emretti ve  uyurken sık sık sağ ve sola çevirmesi için kişi başına iki melek görevlendirdi.

Kral Dıkyanus bayramından geri döndüğünde vezirlerini sordu. Durumu öğrenince seksen bin askeriyle birlikte izlerini sürmeğe başladı. Dağa vardılar ve mağarayı buldular. Kral mağaraya yaklaştı ve onların yerde uyuduklarını gördü. Yanındakilere “ İsteseydim onları cezalandırabilirdim fakat kendi nefislerine verdikleri cezanın yanında hafif kalır. Bana mimarları çağırın.” der. Mimarları getirtir. Ve mağaranı ağzını çamur ve taşlarla kapattırır. Daha sonra yanındakilere şöyle dedi. “ onlara deyin ki eğer söyledikleri gerçekse gökteki tanrısı onları buradan çıkartsın. ”

Mağaradakiler üçyüz dokuz yıl sonra Allah’ın onlara ruh üflemesiyle güneş doğarken uyandılar. Birbirlerine “ bu akşam yüce Allah’ı ibadette dalgınlığa düştük. Haydi kaynağa gidelim. ” Bir baktılar ki kaynak suyu artık akmıyor ve ağaçlar kurumuş. Birbirlerine bu çok garip kaynak nasıl bir gecede kurur ve ağaçlar nasıl kurur. Allah onlara açlık hissini verdi. “ kim bize şehirden yemek getirecek ” dediler. Telmiha onlara dedi ki “ Kardeşlerim size benden başka kimse yemek getirmeyecek yalnız çoban kardeşim bana elbiselerini ver ben de sana elbiselerimi vereyim. ”  Telmiha çobanın elbisesini giydi ve şehre indi. Fakat geçtiği yerleri bir türlü çıkaramıyordu. Şehrin giriş kapısına varıncaya kadar yürüdü. Kapıya baktığında üzerinde  Le ilehe illallah isa ruhallah (Allah’tan başka ilah yoktur ve isa onun ruhudur.) diye yazıldığını gördü. Telmiha hayretler içinde kaldı. Gözlerini ovmaya başladı. Kendisini uykuda gibi hissetti. Kendine gelinceye kadar uzun süre bekledi ve şehre girdi. İncili okuyan çeşitli gruplarla karşılaştı. Hiç tanımadığı insanlarla karşılaştı. Daha sonra pazara kadar ulaştı. Orda bir firincıyla karşılaştı. “ Bu şehrin adı nedir? ” diye sordu fırıncıya. Fırıncı “ Efsus ”dedi. “ Peki kralınızın adı nedir? ” diye sordu Temliha. Fırıncı “Abdurrahman ” dedi. “ Eğer dediklerin doğruysa benim durumum çok şaşırtıcıdır. Bana bu dirhemlerle yemek ver  ” dedi Temliha elindeki eski paraları uzatarak. Dirhemler ağır ve büyüktü. Fırıncı dirhemleri görünce çok şaşırdı.”

Yahudi “ Ey Ali eğer gerçekten alimsen bana her bir dirhemin ağırlığını söyle. ”

Hz. Ali “ Ey yahudi kardeşim her bir dirhemin ağırlığı on çeyrek(10,25) dirhem kadardı. ( Burada dirhem ölçü birimi olarak kullanılmıştır. Her bir dirhem 3.12 gr. dır.  Ç.N.)”

Hz. Ali kaldığı yerden anlatmağa devam etti. “ Fırıncı ona sen hazine bulmuşsun ya bir kısmını bana verirsin ya da seni krala şikayet ederim. Temliha “ Ben hazine bulmadım. Bunlar üç dirheme sattığım hurmaların karşılığıdır. Üç gün önce buradan gittiğimde bu şehrin insanları Kral Dıkyanus’a tapıyorlardı.” dedi. Öfkelenen fırıncı “ bir hazine bulduğun halde bir kısmını bana vermeyi kabul etmiyorsun. Bu da yetmiyormuş gibi üç yüz yıl önce ölen kendini tanrı sanan birini zikrederek benimle dalga geçiyorsun. ”dedi. Fazla gürültü olunca etraflarında insanlar toplanmağa başladı. Fırıncı daha sonra Temliha’yı krallarının yanına götürdü. Çevresindekilerde onunla birlikte gittiler. Akıllı ve adil bir kralları vardı. Kral durumu sorunca “ bu şahıs bir hazine buldu ”dediler. Kral Telmiha’ya dedi ki: “ Telaşlanma çünkü peygamberimiz İsa ( A.S.) bulunan hazinelerden sadece beşte birini almamızı emretti. Bana bulduğun hazinenin beşte birini ver ve selametle git.”  Temliha “ Ben hazine falan bulmadım. Ayrıca ben bu şehirde yaşıyorum.”dedi. Kral “Sen bu şehirde mi yaşıyorsun?”  diye sordu. Telmiha “ Evet ”dedi. Kral “ bu şehirde kimi tanıyorsun? ”diye sordu. Telmiha ona yaklaşık bin kişinin adını saydı. Fakat kral ve yanındakiler bu şahıslardan kimseyi tanımadılar. Kral “ bu şahısları tanımıyorum ayrıca bu şahısların bizim zamanımızda olduğunu d0a sanmıyorum. Peki senin bu şehirde bir evin var mı? ” dedi. Temliha “ Evet istersen benimle birini gönder evimi göstereyim ” dedi. Kral birkaç kişiyi onunla birlikte yolladı.

Temliha onları şehrin en yüksek evine götürdü. “ bu benim evimdir ” dedi. Sonra kapıyı çaldı. Kapıyı ihtiyarlıktan göz kapaklarını zoraki açabilen yaşlı bir adam açtı. “ ne istiyorsunuz?” diye sordu. Kralın elçisi ona “ Bu şahıs evin kendisine ait olduğunu iddia ediyor ”dedi. İhtiyar adam öfkelendi ve telmiha’ya yönelerek “ Senin adın ne ? ” diye sordu. Telmiha “ Telmiha bin Falsin ”dedi. İhtiyar adam bir daha söylemesini istedi. O da bir daha tekrarladı. İhtiyar adam Temliha’nın ayaklarına kapandı, ellerini öpmeğe başladı ve “ Kabe’nin rabbi üzerine yemin ederim ki bu adam benim dedem. O kral Dıkyanus’tan kaçan ve yeri ve göğü yaratan Allah’a sığınan şahıslardan biriydi. ”dedi. Hz. İsa bize onlardan bahsetti ve “ Onlar yeniden dirilecek  ”dedi. Durumu haber alan kral hemen yanlarına geldi. Temliha’ya arkadaşlarının durumunu sordu. Temliha onların mağarada olduklarını söyledi. Şehri iki hükümdar yönetiyordu. Biri müslüman diğer hiristiyandı. Kral ve Temliha atlarına bindiler yanlarındakiler de onlara katıldı. Mağaraya yaklaştıkları zaman Temliha onlara “ Ey insanlar arkadaşlarım at adımlarını, hayvan seslerini ve silah çınlamalarını duyup Dıkyanus’un  onları öldürmeğe geldiğini sanarak korkabilirler. Bu yüzden biraz bekleyin içeri girip onlara durumu anlatayım.” dedi. Temliha içeri dostlarının yanına girdi. Arkadaşları onu görünce seni Dıkyanus’tan koruyan yüce Allah’a şükürler olsun dediler. Temliha “ Bırakın Dıkyanus’u ne kadar uyuduğumuzu biliyor musunuz? ” dedi. “ Bir veya iki gün  ”dediler. Telmiha “ Tam üç yüz dokuz yıl uyudunuz. Dıkyanus öldü ve üzerinden birkaç yüzyıl geçti.” dedi. “ Halk yüce Allah’a iman etti. Şu an sizin için geldiler. ” ona dediler ki, “ Sen bizi tüm insanlara fitne yapmak mı istiyorsun? ” “ Peki ne yapmak istiyorsunuz  ”diye sordu Temliha. “ Ellerimizi açıp Allah’a dua edelim  ” dediler. “ Allahım bize bizim nefislerimizde gösterdiğin mucizelerin hakkı için ruhlarımızı bizi kimse görmeden al ” diye dua ettiler. Allah ölüm meleğine ruhlarını alması için emir verdi ve mağaranın kapısını kapattı. Daha sonra iki kral yedi gün boyunca dağın etrafında dolaşmalarına rağmen mağaraya giren ne bir kapı ne bir çıkıntı buldular. Böylece Allah’ın kudretini gördüler. Müslüman kral “Benim dinim üzerine öldüler ve ben buraya bir mescid yaptıracağım” dedi. Hirisitiyan kral “ onlar benim dinim üzerine öldüler ve ben buraya bir kilise yaptıracağım  ”dedi. Bu yüzden iki kral arasında savaş başladı. Müslüman hiristiyanı yenince mağara kapısına mescit inşa etti. ”

“ Bu ehli Kehfin hikayesidir. Allah için söyle bu söylediklerim tevratınıza uygun mu oldu? ” Yahudi. “ Ne bir eksik ne bir fazla söyledin. Beni yahudi olarak çağırma şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve elçisidir ve sen de bu ummetin en alimisin. ”

 

Kaynakça:

 

Ebu İshak Ahmet bin Muhammed es-Salebi (Ö.427)  “Arâis et-Tiycân” S.232-239

El-Hilli “Keşf’ül Yakin S.431-446

El-Emini “el-Gadir” C.6, S.148-155

El-Hatip Şeyh Muhammed Ridâ el-Hakîmi “Selüni kable en Tefkudûni”  C.1, S.95-103 H.1416 Mektebet’üs Sadr Tahran Bas.

es-Seyyid Murtada Hüseyni "Fedail'ül Hamse min es-Sıhah es-Sitte" C.2, S.290-300

Merkez el-Mustafa “Selman’ül Farisi” S.272-274

El-Meclisi “Bihâr’ül Envâr” C.14, S.411-419 Özetlemiş.

Er-Râvendi “Kısas el-Enbiya” S.255-261 Özet.

Nimetullah el-Cezairi “Kısas el-Enbiya” S.495-502 Özet.