İmam Bâkırın (a.s) İmamet Dönemi
İmam Bâkır"ın (a.s) 19 yıllık imamet dönemi (h:95-114) şöyle özetlenebilir:
Babası -İmam Seccad (a.s)- ömrünün son anlarında onu kendi yerine ve Şia"nın önderliğine tayin eder ve bunu, diğer evlatları ve akrabaları huzurunda gerçekleştirir. Rivayetlerin dilinde ilim veya Resulullah"ın (s.a.a) silahını ihtiva eden bir sandığı ona göstererek buyurur: "Ey Mu-hammed, bu sandığı evine götür."
Sonra da yanındakilere dönerek, "Dirhem ve dinar değil, ilim sandığıdır bu." buyurur.[1]
İmam bu tabirleri kullanarak, ilmî-fikrî (ilim) önderliğin ve inkılâbî komutanlığın (Peygamberin silahı) mirasçısı olarak tanıtır, İmam Muhammed Bâkır"ı (a.s).
Şiîliğin ilkeli ve inkılâbî davetini yaymak için İmam ve samimi dostlarının başlattığı faaliyet, daha ilk günlerde yeni bir şekil aldı. Bu davet, Medine ve Kufe gibi Şia nişin beldelere, özellikle Emevî saltanat merkezinden uzak kalan İslâm topraklarının bazı bölgelerini de katarak Şiî düşünce tarzı kapsamına aldı. Bu bağlamda, Şiî tebligatının en çok etkili olduğu ve rivayetlerde de vurgu yapıldığı yerin Horasan olduğunu görmekteyiz.[2]
Bu yorucu süreç içinde İmam ve yaranını, dur-durak bilmez harekete sevk eden, ısrarla ilâhî vazifeyi hatırlatmasının saikı, sosyal ve düşünsel gerçeğin üzücü bir durumda oluşudur.
Toplum bireyleri, bir yandan, almış oldukları yıkıcı ve kof eğitim neticesinde her geçen gün sosyal yozlaşma batağına gömülüyor ve halkın geneli de yöneticileri gibi, imamet makamının kurtuluş çağrısına kulak asmıyor ve bu durum "Davet ettiğimizde, bize icabet etmezler."[3] cümlesiyle tarihe geçiyordu; diğer yandan da, mezkur sapıklıktan kurtulmak için tutunabilecekleri hiçbir dal kalmamıştı. Bu insanları hidayete götürecek Şia"nın himmet ve çağrısı olmasaydı hepten dalalette kalacaklardı. Yukarıdaki hadisin devamında, bu gerçeğe şu cümle ile vurgu yapmıştır:
"Kendi hâllerine bıraktığımız takdirde ise, başka hiçbir vesileyle hidayet bulamazlar."[4]
Bu sosyal yozlaşma ve dengesizliğin bilincinde olan İmam, düşünsel ve kültürel alanda inhirafın müsebbibi olan satılmış şair ve âlimler karşısına dikilerek serzeniş akımı başlatır. Ola ki o uyuşuk vicdanları veya en azından olup bitenlerden bihaber müritlerinin vicdanlarını uyandırsın.
Dönemin şairlerinden olan Kesir"i şu cümlelerle serzeniş eder:
"Abdülmelik"i översin öyle mi?!"
Kesir de bunun altından çıkmak için pişkinlikle şöy-lesi bir yorum getirir:
"Ben, hidayet önderi olarak övmedim onu. Sadece aslan, güneş, deniz, ejderha ve dağ gibi sözcükler kullanarak aralarında bir benzerlik kurmak istedim. Aslan köpek türünden bir hayvan, güneş donuk bir cisim, deniz cansız bir gövde, ejderha pis kokulu bir sürüngen, dağ ise taş yığınıdır. İmam, bu anlamsız ve yersiz yorum karşısında manidar bir tebessüm eder.
Bu arada, devrimciliği ve ilkeliliğiyle tanınan yüce şair "Kumeyt" kalkarak Haşimi kasidelerinden birini inşat eder. Böylece bu tür sanat karşısında farklı bir sanat ortaya koyarak yorumu, oracıkta bulunanlara ve bu olayı duyacak olanlara bırakır.[5]
Halk nezdinde yüce itibar ve kişilikle anılan İbn-i Abbas"ın meşhur öğrencisi İkrime, bir gün İmamın ziyaretine gelir. İmamın vakar, maneviyat, ruhî ve ilmî enginliğinin etkisinde kalarak, elinde olmaksızın İmamın eteğine sarılıp hayretle şöyle der: "İbn-i Abbas gibi büyük insanlarla haşır neşir olduğum hâlde hiç böyle bir duruma düşmemiştim."
İmam bu söze cevaben buyurur:
"Yazıklar olsun sana, ey Şamlıların naçiz kölesi! Şu anda sen, Allah"ın izniyle yücelen ve içerisinde (Allah"ın) ismi anılan evlerdesin."[6]İmam, uygun bulduğu her fırsatta Şia"nın içler acısı ve perişan durumunu, hakim güçlerin, kendisi ve yaranı üzerindeki baskısını dile getirmekle gafil insanların duygularını dinamize etmeyi, ölü ve durgun kanlarına can katmayı ve de uyuşmuş kalplere canlılık bahşetmeyi hedeflemektedir. Kısacası, insanları ciddi eğilim ve inkılâbî yönelişlere hazırlama gayreti içindedir.
"Nasıl sabahladınız ey Peygamber evladı!" diye soran birine İmamın cevabı şöyledir: "Nasıl sabahladığımızı ve nasıl olduğumuzu bilmenizin zamanı gelmemiş midir?! Bizim durumumuz, Firavunların hüküm sürdüğü toplumda, erkek çocukları öldürülen ve kadınlarına yaşam hakkı verilen İsrail oğulları durumuna benzemektedir. Biliniz ki bunlar (Ümeyyeoğulları), oğullarımızı öldürmekte, kadınlarımızı ise esir etmektedir."
Damarlarda donmuş kanı coşturan bu sözlerden sonra, asıl konudan ibaret olan Şia davasını ve Ehlibeyt hükümetini dile getirir: "Hz. Muhammed"in (s.a.a) Arap olduğuna dayanarak Araplar, her milletten üstün olduklarını savundular ve bu düşünce karşısında her kes boyun eğdi. Kureyş kabilesi, Hz. Muhammed"in (s.a.a) kendilerinden olduğuna sarılarak Kureyş"in üstünlüğünü ileri sürdü ve diğer kabileler buna teslim oldu. Bu iddianın doğruluğuna inanıyor iseler, biz Kureyş"in diğer boylarından daha üstünüz. Çünkü biz Hz. Muhammed"in (s.a.a) evlatları ve Ehlibeytiyiz, bu yakınlıkta da kimse bizimle ortak değildir."
Bu sözlerin tesiriyle bir hayli duygulanan adam, "Andolsun Allah"a, Peygamber ailesine sevgi besliyorum!…" der.
Fikrî, kalbî ve amelî (velayet) yönden tam bir bağlılık sınırına getirdiği adama, İmamın şuur ve bilinç verici son sözü şöyledir:
"Öyleyse kendini belalara hazırla! Andolsun Allah"a, bela bizim Şiîlerimize, dağın eteğine doğru yol alan selden daha yakındır. Emniyet rahatlığının önce bize sonra size ulaştığı gibi, bela da önce bize sonra size isabet eder." [7]İmam ile Şiîler arasındaki ilişki sınırlı olmakla birlikte bir hayli özelliklere de sahipti. İmam bu ilişkilerinde, canlı bir beden ile uzuvları arasında bağlantı sağlayan beyin, diğer aza ve organları besleyen kalp konumundadır.
İmam ile Şiîler arasındaki ilişkiye ışık tutan mevcut bilgiler, bir yandan fikrî eğitimin çok net bir şekilde gerçekleştirildiğini ve öte yandan da ilişkilerin en ince detayları üzerinde bile hesap yapıldığını göstermektedir.
İmamın en yakın dostu ve sırdaşı olan Fuzeyl b. Yesar,[8] bir hac mevsiminde İmamın maiyetindedir.
İmam, Kâbe etrafında dönen hacılara bakarak şöyle der: "Cahiliyet döneminde de aynı şeyi yaparlardı! Oysa ki bu insanlar bize doğru akın etmek, bizi sevmek, bize bağlanmak ve yardımlarını bize sunmakla yükümlüdürler. Kur"ân-ı Kerim (İbrahim"in dilinden) şöyle buyurur:
"Allah"ım! Halkın kalplerini bunlara istekli kıl."İmam kendisiyle ilk defa karşılaşan Cabir-i Cu"fi"ye, Kûfeli olduğundan kimseye bahsetmemesini ve kendini Medineli gibi göstermesini tavsiye etmekle, imamet ve Şiîlik sırrını taşıma kabiliyeti olan bu yeni öğrencisine sır saklama dersi verir. "İmamın sırdaşı" unvanını alan da bu yetenekli ve kabiliyetli öğrencidir.
Nü"man b. Beşir şöyle bir olay anlatır: Bir yıl hac ziyaretinde Cabir ile birlikteydim. Son günümüzde vedalaşmak için Medine"de İmam Bâkır"ın (a.s) huzuruna varıp sevinçle yanından ayrıldı.
Kûfe"ye dönerken konakladığımız bir yerde bir adam yanımıza geldi. -Nü"man, gelen adamın özelliklerini ve Cabir"le kısa konuşmasını da nakleder- Cabir"e bir mektup verdi. Cabir, mektubu öpüp gözünün üstüne koyduktan sonra açıp okudu. Mektubu okudukça yüzündeki üzüntü ve hüznün daha bir belirginleştiğini hissediyordum. Mektubu sonuna kadar okuduktan sonra katlayıp eşyaları arasına koydu. Kûfe"ye varıncaya kadar hiç gülmedi, hep mahzundu. Kûfe"ye vardıktan bir gün sonra Cabir"in ihtiramını gözetme amacıyla ziyaretine gittim. Hayretimi gizleyemediğim bir manzarayla karşılaştım. Cabir çocuklar gibi kamışa binmiş, boynuna koyun ekleminden bir gerdanlık takmıştı ve hiçbir anlamı olmayan şiirler okuyordu. Evden dışarı çıkıp bana baktı ve hiç bir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim ve elimde olmaksızın bu hâline ağlamaya başladım. Çocuklar etrafımızı sardılar. Cabir hiçbir şeye aldırmadan yürümeye başladı. Nihayet geniş bir araziye vardı. Çocuklar da onu takip ediyordular. Her kes birbirine "Cabir b. Yezid delirmiştir." diyordu.
Birkaç gün sonra Hişam b. Abdülmelik"ten Kûfe valisine bir mektup geldi. Mektupta şöyle diyordu: "Cabir b. Yezid-i Cu"fi"nin kim olduğunu araştır, bul ve boynunu vurup bana gönder."
Vali araştırmaya koyuldu, etrafına sorunca: "Emir sağ olsun! Cabir fazilet, hadis ve ilimden nasibini almış bir insandı. Bu yıl hacca gitmişti, döndükten sonra delirdi ve şimdi kamışlıkta bir kamışa binmiş çocuklarla oynuyor."
Nü"man olayın akışını şöyle anlatır: "Vali mutmain olmak için Cabir"i görmeye gitti. Cabir"i, kamışa binmiş bir vaziyette çocuklarla oynadığını görünce, "Allah"a şükürler olsun ki beni onun katlinden uzak kıldı." dedi."[9]
Bu örnek, İmamın yakın ashabıyla olan ilişkisinin keyfiyetini açıklamakla birlikte, teşkilatî bir ilişki ve bağlılığın varlığını ve hükümetin de bu müslih insanlara karşı baskıcı tutumunu yansıtmaktadır. Bu arada -her şeyden çok kendi gücünü korumayı ve konumunu güçlendirmeyi düşünen- egemen güç, İmam ile yakın dostları arasındaki ilişkiden ve toplu etkinliklerinden hepten de habersiz değildi; mevcut istihbaratı değerlendirerek çalışmaların künhüne inme ve karşı taktik geliştirme çabası içindeydi.[10]
Gitgide İmamın ve Şiîliğin genel ortamının, haksızlıklara itiraz ve muhalefet görünümü kendini hissettiriyordu ve bu, Şia İmamlarının yaşam tarihinde yeni bir dönemin başladığını müjdeliyordu.
Tarih, hadis ve siyer kitaplarında, İmam Bâkır"ın (a.s) muhalif ve nispeten sert çıkışlarından bahsedilmiyor ise de bu, o döneme hakim yoğun baskıdan ve İmamın siyasî yaşamından haberdar tek merci olan dostlarının korunması için takiyyenin kaçınılmazlığından kaynaklanmaktadır; ama bunlarla birlikte uyanık düşmanın planlı tepkilerine bakarak herkesin faaliyetinin arkasındaki hakikate ulaşmak mümkündür. Hişam b. Abdülmelik gibi güçlü ve yönetici ruhlu biri -ki Belazuri"ye göre en güçlü Emevî halifesidir-[11] İmam Bâkır (a.s) veya bir başkasına asık surat gösteriyorsa bunun sebebi, karşı tarafın tutum ve davranışlarından bir tehdit sezinlemesi ve varlığını kabullenememesidir.
İmam Bâkır"ın (a.s) düşünce ve teşkilat alanında değil, sadece ilmî alanda faaliyeti olsaydı şayet, halife ve erkanı, kesinlikle şiddet ve baskı uygulamayı çıkarlarına aykırı bulurlardı. Çünkü bu durumda, hem İmamı -ki bunu, Fahh şehidi Hüseyin b. Ali"nin kıyamında tecrübe etmişlerdi- ve hem de azımsanmayacak sayıda olan İmamın dostlarını ciddi bir muhalefete sevk etmiş ve öfkelendirmiş olacaklardı.
Aslında vurgu yapmak istediğimiz, İmam Bâkır"ın (a.s) ömrünün sonlarında egemen düzenin nispeten baskıcı tutumu karşısında İmamın da nispeten sert tepki gösterdiği gerçeğidir.
———————————————————————————-
[1]- Bihar"ul-Envar, c.46, s.229
[2]- Ebu Hamza Sumalî"nin rivayeti buna örnek teşkil etmektedir. Bihar"ul-Envar, c.46, s.357 ve c.46, s.338
[3]- Bihar"ul-Envar, c.46, s.288.
[4]- Bihar"ul-Envar, c.46, s.288.
[5]- Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.207.
[6]- Bihar"ul-Envar, c.46, s.258.
[7]- Bihar"ul-Envar, c.46,s.360.
[8]- İmamın, Fuzeyl hakkındaki övgülerinden haberdar olmak için bakınız: Kamus"ur-Rical, c.97, s.343.
[9]- Kamus"ur-Rical, c.2, s.329. Bihar"ul-Envar, c.46, s.282.
[10]- Cabir"in öyküsü, benzeri nice olaylar ve Medine valisinin İmam Bâkır"ı (a.s) tehdit eden haberini nakleden Abdullah b. Muaviye"nin rivayeti de bu gerçeği açık bir şekilde desteklemektedir. Bu hususta bakınız: Bihar"ul-Envar, c.46, s.246.
[11]- İlk Abbasiler, s.116.