Alimin sürçmesi, geminin kırılması gibidir. Böylece yolcularını boğar ve kendisi de batar. el-Bihar, 2/58/39 İmam Ali (a.s)

İmam Hasan (as)’ın Şehadeti

İmam Hasan (as)’ın Şehadeti

Hasan (a.s).

Meşhur lakapları: Mücteba, Sibt-i Ekber.

Künyesi: Ebu Muhammed.

Baba ve annesi: Ali (a.s) ve Fatımat’üz-Zehra (s.a).

Doğum yeri ve yılı: Hicretin 3. yılı Ramazan ayının yarısında Medine-i Münevvere’de doğmuştur.

İmamet dönemi: On yıl (40-50).

Zamanındaki gasıp halife: Muaviye b. Ebî Süfyan

Şahadet yeri ve tarihi: Hicretin 50. yılı, Sefer ayının 28’inde (bir görüşe göre Sefer ayının 7’sinde) 47 yaşındayken Muaviye’nin emriyle kendi hanımı olan Ca’de vasıtasıyla zehirlenerek Medine’de şahadete erişti.

Mezar-ı şerifi: Bakî mezarlığındadır.

İmam Hasan (a.s)’ın hayat dönemini üç bölüme ayırmak mümkündür:

1- Çocukluk dönemi olan Peygamber (s.a.a)’in hayatta olduğu dönem (yaklaşık 8 yıl).

2- Peygamber (s.a.a)’den sonra babasıyla birlikte olduğu dönem (takriben 29 yıl).

3- İmamet dönemi (on yıl).

Muhammed b. Müslim şöyle diyor: İmam Bakır (a.s)’dan şöyle buyurduğunu duydum:

“İmam Hasan (a.s)’ın vefat zamanı gelip çattığında, kardeşi Hüseyin (a.s)’a şöyle buyurdu:

“Kardeşim! Sana bir vasiyetim var, onu koru (yerine getir). Ben öldükten sonra, gusül ve kefen işlerinden sonra beni ceddim Resulullah (s.a.a)’i ziyaret etmek için O’nun kabrine götür, sonra annemin mezarına götür ve sonra da Baki mezarlığında defnet. Bil ki, Humeyra (Ayşe) tarafından –ki halk onun Allah’a, Peygamberine ve Ehlibeytine olan düşmanlığını bilmektedir- bana bir musibet yetişecektir.”

İmam Hasan (a.s) vefat edince, O’nu tabuta bırakıp Hz. Peygamber (s.a.a)’in musallasına    -cenazelere namaz kılınan yere- götürdüler. İmam Hüseyin (a.s) cenaze namazını kıldı, sonra cenazeyi mescide götürdüler ve oradan da Resulullah (s.a.a)’in kabrine götürdüler. Bu arada casuslardan birisi Ayşe’nin yanına giderek: “Beni Haşim, Hasan’ın cenazesini Peygamberin yanında defnetmek istiyor” dedi.

Ayşe, eğerli bir ata binerek hızla dışarı çıktı. -O, İslam’da eğerli ata binen ilk kadın idi- Gelerek dedi ki: “Oğlunuzu evimden dışarı çıkarın. O, benim evimde defnedilemez, Allah Resulünün hicabını yırtamazsınız.”

İmam Hüseyin (a.s) buyurdular: “Sen ve baban daha önce Allah Resulünün hicabını yırttınız ve O’nun evine, kendisine yaklaşmasını sevmediği kimseleri (Ebu Bekir ile Ömer’i) soktunuz. Ey Ayşe! Allah bu işinden dolayı seni hesaba çekecektir.”[1]

İmam Hüseyin’in İmam Hasan’a Ağlaması

Mufazzal b. Ömer, İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Bir gün İmam Hüseyin (a.s), (vefatına yakın bir zamanda) İmam Hasan (a.s)’ın yanına vardı. Gözü kardeşine takılınca ağladı. İmam Hasan (a.s); “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.

İmam Hüseyin (a.s); “Ağlamamın sebebi, sana yapılacak olanlardan dolayıdır” dedi.

İmam Hasan (a.s) buyurdu:

“Benim başıma gelecek olay, beni zehirleterek öldürmeleridir, ama Ya Eba Abdullah, hiç kimsenin senin günün gibi bir günü olmayacak! Zira otuz bin kişi senin etrafını saracak, ceddimiz Peygamber (s.a.a)’in ümmetinden olduklarını iddia edecekler, İslam dinini kendilerine ait bilecekler ve hepsi seni öldürmek, kanını dökmek, ihtiramını yok etmek, çoluk çocuğunu esir almak ve malını yağmalamak için birbirlerine destek olacaklar. Böyle yaptıklarında Allah-u Teala Ümeyye Oğullarına lanet edecek, gökten halkın başına kan ve toz toprak yağacak, her şey hatta çöldeki vahşi hayvanlar ve denizdeki balıklar bile sana ağlayacaklar.”[2]

Haris Hemdani şöyle diyor:

Hz. Ali (a.s) şehit olduktan sonra, halk İmam Hasan (a.s)’ın hizmetine gelerek şöyle dediler: “Sen babanın vasisi ve vekilisin, bizler senin emrinizdeyiz, ne emrediyorsanız buyurun.”

İmam Hasan (a.s) onların bu sözüne karşılık şöyle buyurdular:

“Allah’a andolsun ki, yalan söylüyorsunuz. Benden daha iyi olana (Hz. Ali) vefalı olmadınız, bana nasıl vefalı olabilirsiniz? Size nasıl itimat edebilirim? Doğru söyleseniz bile, size itimat edemem.”

Birkaç yerde İmam Hasan (a.s)’a karşı vefasızlık ettiler. Nihayet İmam (a.s) Kufe’ye gelerek minbere çıkıp şöyle buyurdular:

“Bu topluma hayret etmek gerekir. Zira ne hâyâ ederler, ne de dinleri vardır. Ben işi Muaviye’ye bıraktım. Allah’a andolsun, size öyle işkence edecekler ki, rahat bir nefes çekmeği arzu edeceksiniz. Eğer etrafımda sadık adamalar olsaydı, bu işi onlara bırakmazdım. Zira hükümet ve velayet Beni Ümeyye’ye haramdır. Ey dünyanın kulları!”

O zaman Kufelilerin çoğu, Muaviye’ye mektuplar yazarak onunla birlikte olduklarını ve istediği taktirde İmam Hasan’ı yakalayıp ona göndereceklerini bildirdiler. Daha sonra İmam (a.s)’ın çadırına saldırarak onu yağmaladılar ve İmam (a.s)’ın ayağına da bir hançer vurup, O’nu yaralı bir halde Kufe’yi terk etmek zorunda bıraktılar.[3]

Sabırlar ettin, dişini sıkıp gamı gönlüne attın,

Ki böylesi ciğer pareleri dost yolunda revadır.

 

İmam Sadık (a.s) yüce babalarından naklen şöyle buyurmuştur:

“İmam Hasan (a.s), aile fertlerine; “Ben, Hz. Peygamber (s.a.a) gibi zehirle öldürüleceğim” diye buyurdular.

“Bu zulmü kim sana yapacaktır?” dediklerinde; “Eş’as b. Kays’ın kızı olan Ca’de (kendi hanımı). Muaviye gizlice ona zehir gönderecek ve onu bu işle görevlendirecektir” buyurdu.

“Onu evinden dışarı çıkar” dediklerinde; “Hiçbir günah işlememişken onu nasıl dışarı çıkarabilirim! Dışarı çıkarsam bile benim katilim o olacak, halk içinde de kendisini mazur gösterecektir” buyurdu.

Bu konuşmanın üzerinden çok geçmemişti ki, Muaviye o kadına birçok hediyeler göndererek yüz bin dirhem ve değerli araziler de vaat etti. Ayrıca onu oğlu Yezit’le evlendireceğini de söyledi. Bunların yanı sıra İmam Hasan (a.s)’a içirmesi için bir miktar zehir de ona gönderdi. İmam (a.s), sıcak bir günde oruçlu olarak eve döndüğünde, Ca’de iftar vakti zehirli bir süt getirdi. İmam (a.s) içer içmez şöyle buyurdu:

“Ey Allah’ın düşmanı! Sen beni öldürdün, Allah da seni öldürsün. Allah’a andolsun ki, bir hayır görmeyeceksin. Muaviye seni aldatmış ve seninle alay etmiştir. Allah seni de, onu da zelil ve rüsva etsin.”

İmam (a.s) iki gün geçmeden dünyadan göçtü. Muaviye de vaadine vefa etmeyerek Ca’de’ye hıyanet etti.[4]

 


[1] – Usul-u Kafi, c. 1, s. 302-303

[2] – Luhuf-u İbn-i Tavus, s. 25

[3] – İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 151

[4] – İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 150