İmam Sadık (a.s)’ın İlmî Mevkisi
Erenler 4-5
İmam Sadık (a.s) Döneminde İlim Ve Medeniyetin Durumu
İmam Sadık (a.s)’ın dönemi; İslâmî düşünce, medeniyet ve kültür ile diğer milletlere ait medeniyet, kültür ve inançlar arasında geçen ilmî etkileşim ve gelişim asrı olma özelliğini taşımaktadır. Bu dönemde, tercüme alanında hızlı bir gelişme oldu. Felsefe ve diğer ilimlerle ilgili birçok kitap yabancı dillerden Arapça’ya çevrildi. Müslümanlar bu ilimlere karşı büyük ilgi gösterdiler ve onlarla ilgili tartışma ve araştırmalara daldılar. Birtakım ıslâh ve eklemelerle o ilimlerin genişleme ve derinleşmesine vesile oldular. Böylece İslâm toplumunda, ilmî ve kültürel alanda bir Rönesans dönemi başlamış oldu ve büyük bir hızla yayılan ilmî araştırmalar sonucu Müslümanlar, tıp, astronomi, kimya, fizik, matematik vb. ilim dallarında önemli ilerlemeler kaydettiler. Bu arada mantık, felsefe, düşünce ve inanç ilkelerini ihtiva eden kitaplar Yunanca, Farsça ve diğer dillerden Arapça’ya tercüme edildi ve Müslümanlar yeni felsefî düşünce ve inanç çizgileriyle aşina oldular.
Açıktır ki, bu medeniyet ve kültür etkileşimi sonuçsuz kalamazdı. Sonuçta Müslümanlar arasında birtakım inkârcılığa dayalı yeni düşünceler, şüpheler ve kelâmî fırka ve inançlar belirmeye başladı. İşte böyle bir hengâmede İslâmî düşünce, kuvvetli inanç mekanizmasıyla bu batıl anlayışlarla savaşa girişmiş, ciddî bir ilmî ve kültürel çekişmeden sonra bütün batıl inançları kendi önünde eğilmeye mecbur etmiş ve sel gibi İslâm toplumuna akan bu batıl anlayışların önüne set çekmiştir. Bu ilmî ve fikrî çekişmeler, etkileşimler ve gelişimler İmam Sadık (a.s) dönemine denk gelmiştir. O dönemde İslâm toplumu değişik sahalarda meydana gelen birçok gelişmeler sonucu siyasî, toplumsal ve ekonomik alanda birçok problemle karşı karşıya kaldı ki bu meselelerin hepsine, İslâm anlayışına göre cevap vermek kaçınılmaz gerçeklerden biriydi. Neticede İslâm alimleri daha faal olmak durumunda kaldılar ve doğal olarak değişik fıkhî mezhepler ortaya çıktı. Bütün bu anlatılanlar göz önüne alındığında, İmam Sadık (a.s) dönemindeki fikrî, kültürel ve ilmî ortamın genel görüntüsünü zihinde canlandırmak mümkündür.
O dönemin ilmî ve kültürel vaziyetini genel hatlarıyla tanıdıktan sonra şimdi İmam Sadık (a.s)’ın bu ortamdaki etkili rolünü açıklayabiliriz.
İmam Sadık (a.s)’ın İlmî Makamı
İmam Sadık (a.s), işte böylesi bir ilmî, fikrî, kültürel ve akidevî çekişmenin yaşandığı bir ortamda hiçbir ilim ve marifet erbabının karşı koyma imkânı olmayan bir dinî lider ve ilim ve irfan makamı olarak kendi ilmî ve akidevî sorumluluklarını yerine getiriyor, ilim ve irfan çeşmeleri fışkıran kimsenin ulaşamayacağı bir zirve misali, kendi dönemindeki ilim ve irfan erbabını marifet ve ilim nuruyla aydınlatıyor ve İslâm binasının sarsılmaz temelini oluşturuyordu.
Böylece zalimlerin ve birtakım saray kulu tarihçilerin, İmam (a.s)’ın şahsiyetini karalamak için gösterdikleri daimî çabalara rağmen, İmam (a.s)’ın şahsiyeti parlak bir yıldız gibi İslâm semalarında parlamaya devam etmekte ve İslâm dinin ilmî merciliğini korumaktaydı.
İmam Sadık (a.s), babaları vasıtasıyla Allah Resulü’nden aldığı ilim ve irfan ile ilâhî bir önder olarak dinin korunması ve yayılması hususundaki vazifesini yerine getirmekteydi. O, Mescid-i Nebevî’de büyük bir Ehl-i Beyt okulu kurmak için babası İmam Muhammed Bâkır (a.s) ile birlikte çalıştı. Böylece İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve Cafer Sadık (a.s) o dönemdeki fakih, müfessir ve muhaddislerle birlikte çeşitli ilim erbabına İslâmî ilimleri öğretmeye başladılar ve tefsir, hadis, ahlâk ve inanç gibi İslâmî ilimlerin yanı sıra, diğer mevzularda bile o dönemin büyük bilim adamlarının müracaat ettiği yegane merci hâline geldiler. İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sadık (a.s) İslâmî ilimleri yaymada o kadar çaba harcamışlardır ki, hiçbir İslâm büyüğünden tefsir, hadis, fıkıh ve ahlâk gibi İslâmî mevzularda bu iki imamdan geldiği kadar bilgi bizlere ulaşmamıştır. Büyük fakihler fıkhı bu iki imamdan öğrenmişlerdir, büyük muhaddisler hadisi bu iki imamdan almışlardır, büyük ilim ve irfan erbabı ilim ve irfan hususunda bu iki imam huzurunda diz çökmüşlerdir. Bu iki imamın gayretleri sonucunda ilim ve marifet ağacı her yere köklerini ulaştırmayı başardı. Bundan dolayı görüyoruz ki dönemin bütün büyük alimleri, fakihleri, muhaddisleri, kelâmcıları, filozofları ve hatta tabiat bilginleri bile, İmam Sadık (a.s)’ın yüce ilmi karşısında saygıyla eğilmiş ve onun ilimdeki yüce mevkiini itiraftan kendilerini alamamışlardır.
Bizim böylesi bir kısa yazıda, İmam Sadık (a.s)’ın ilmî makamını beyan eden din büyüklerinin ve ilim erbabının söylediklerinin hepsini nakletmemiz imkânsızdır. Bunun kendisi ciltlerce kitap yazmayı gerektirir. Dolayısıyla biz sadece birkaç bariz örneğine işaret etmekle yetineceğiz.
Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen kelâmcılarından olan Şeyh Müfit (r.a) diyor ki: “İmam Bâkır (a.s)’ın vefatından sonra, çocukları arasından İmam Sadık (a.s) imamet makamına ulaştı. İmam Sadık (a.s), ister Şia, ister Sünnî toplumu nezdinde kardeşleri arasında fazilet ve ilim bakımından en iyi, en tanınmış ve en seçkin olanıydı. İmam Sadık (a.s)’dan naklen bütün İslâm âlemine yayılan ilim ve irfan, İmam’ın kardeşlerinin hiçbirinden nakledilmemiştir. Çeşitli görüş ve meşreplere sahip olan hadis bilginleri, İmam’dan ilim istifade eden kimselerin isimlerini kaydederken aşağı yukarı dört bin kişinin adını kendi kitaplarında nakletmişlerdir.[1]
Yine Ehl-i Beyt mektebinin büyük şahsiyetlerinden Seyyid Muhsin el-Emin diyor ki: “Hafız bin Ukde ez-Zeydî Rical kitabında, İmam Sadık (a.s)’dan hadis nakleden dört bin güvenilir kişinin adını ve yazdıkları eserleri nakletmiştir.”[2]
Yine Necaşî, Rical kitabında Ali bin Veşşa’dan şöyle naklediyor: “Küfe mescidinde dokuz yüz din bilgini gördüm ki hepsi de ‘İmam Sadık (a.s) bize şöyle hadis nakletmiştir’ diye söze başlıyorlardı. İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyordu: ‘Benim hadisim babamın hadisidir; babamın hadisi, büyük dedemin hadisidir; büyük dememin hadisi ise, Ali bin Ebu Talib’in hadisidir; Ali bin Ebu Talib’in hadisi ise, Resulullah (s.a.a)’in hadisidir, Resulullah’ın hadisi ise Allah Teala’nın sözüdür.’ ”[3]
Yine İbn-i Şehraşub, “Menakıb-ı Âl-i Ebî Talib” adlı kitabında, Ebu Nuaym’in “el-Hilye” adlı kitabından naklen demiştir ki: “Ömer bin Mıkdam şöyle demiştir: ‘İmam Cafer Sadık’a baktığımda simasından onun peygamberler sülâlesinden olduğunu anlardım. İçinde onun sözü bulunmayan fıkıh, hadis, nasihat ve hikmet gibi alanlarda yazılan bir kitap yoktur. Mutlaka bu gibi eserlerin tamamı ‘Cafer Sadık şöyle buyurmuştur’ diye söze başlarlar. Bunu, Ehl-i Sünnet’in önde gelen tefsircilerinden olan Nakkaş, Sa’lebî, Kuşeyrî ve Kazvinî kendi tefsirlerinde nakletmişlerdir.’ ”[4]
Yine İbn-i Şehraşub, Ebu Nuaym’in “el-Hilye” adlı eserinden şunları nakletmiştir: “İmam Cafer Sadık (a.s)’dan hadis nakledenler arasında Malik bin Enes, Şu’be bin Haccac, Sufyanî Sevrî, İbn-i Cerih, Abdullah bin Ömer, Ruh bin Kasım, Süfyan bin Uyeyne, Süleyman bin Bilâl, İsmail bin Cafer, Hatem bin İsmail, Abdulaziz bin Muhtar, Veheb bin Halid, İbrahim bin Tahan vb. büyükler bulunmaktadır.”
Sonra İbn-i Şehraşub şöyle devam etmiştir: “Yine Ebu Nuaym demiştir ki: ‘Muslim de kendi Sahih’inde İmam Sadık (a.s)’dan hadis nakletmiş ve İmam’ın hadisiyle delil getirmiştir.’ ”
Sonra İbn-i Şehraşub başkalarının da; “İmam Malik, Şafiî, Hasan bin Salih, Ebu Eyyub Sistanî, Ömer bin Dinar ve Ahmed bin Hanbel, İmam Sadık (a.s)’dan hadis nakletmişlerdir.” dediklerini vurgulayarak Malik bin Enes’in İmam Sadık hakkındaki: “İlim, amel, takva, fazilet ve ibadette, İmam Sadık (a.s)’dan daha üstün birisini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir düşünce tasavvur dahi etmemiştir.” sözüne yer vermiştir.[5]
Meşhur tarihçi Yakubî ise, İmam Cafer Sadık’ı şöyle tanıtmıştır: “O, Allah’ın dini konusunda halkın en üstünü ve en bilgilisiydi. O öyle birisiydi ki, ilim ehli ondan bir şey naklettiklerinde; ‘Alim şöyle buyurmuştur’ diyorlardı.” [6]
“Yirminci Yüzyıl Ansiklopedisi”nin yazarı, Ferid Vecdî ise, İmam Sadık (a.s)’dan bahsederken şöyle demiştir: “Ebu Abdullah Cafer ibn-i Muhammed es-Sadık, İmamiyye mezhebine göre On İki İmamların altıncısıdır. O, Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin önde gelen büyüklerinden biridir. Ona konuşmasındaki doğruluğundan dolayı ‘Sadık’ lakabını vermişlerdir. O, insanların en faziletlilerindendi. Onun kimya dalında birtakım makaleleri vardır.”[7]
Ferid Vecdî sözlerinin devamında şöyle diyor: “İmam Sadık’ın öğrencisi Cabir bin Hayyan, İmam Sadık (a.s)’ın risalelerini içeren bin sayfalık bir kitap yazmıştır. Bu risaleler beş yüz makaleden oluşmaktaydı.”[8]
Ebu’l-Feth Şehristanî ise, “el-Milel ve’n-Nihel” adlı eserinde İmam hakkında diyor ki: “O, din hakkında çok geniş bir ilme sahipti. Hikmette, kâmil edep sahibiydi. Dünyaya ilgisizlik ve isteklerinin önünü almada herkesten ileriydi. O, Medine şehrindeyken kendine meyleden dostlarına ilim ve hikmet sırlarını öğretiyordu. O, daha sonra Irak’a gitmek zorunda bırakıldı. Hükümetin ona olan suizannından dolayı bir müddet Irak’ta nezaret altında kaldı. Oysa o, hükümeti ele geçirmek için hiç kimseyle mücadele etmedi. O, şöyle diyordu: “İlim ve hikmet deryasında yüzen birisinin, kokuşmuş su birikintisine ne ihtiyacı var?! Hakikat kalesinin zirvesine yükselmiş birisinin düşmekten ne korkusu olabilir?!”[9]
El-Ezher Üniversitesi’nin üstatlarından Muhammed Ebu Zühre, “İmam Sadık” adlı kitabının giriş bölümünde o hazret hakkında şöyle diyor: “Ehl-i Sünnetten yedi alimi tanıtan kitaplar yazdıktan sonra Allah’ın yardımıyla İmam Sadık (a.s) hakkında bir kitap yazmaya karar verdim. Onun hayatına diğerlerinden sonra başlamamın nedeni, onun makamının onlardan eksik olması değildir. Aksine o, onların yedisinin de üstünlüğüne sahip olmakla birlikte onların en üstününden daha üstündür. Ebu Hanife, ondan hadis naklediyor, onu halkın en bilgilisi ve fakihlerin en kapsamlı ilim sahibi olarak görüyordu. İmam Malik, onun hadis ve diğer ilim derslerine hazır oluyordu. Onun Ebu Hanife’ye de üstatlık etme üstünlüğü vardır. Sadece Ebu Hanife ve Malik’in üstatlığını yapması, onun ne kadar büyük bir şahsiyet olduğunu göstermeye yeterlidir. O, bir eksiklikten dolayı kimseden geri bırakılamaz, bir kimse de bir üstünlükten dolayı ondan öne geçirilemez. Bundan daha önemlisi o, ilim, şeref, dindarlık ve takvada Medine’nin büyüğü olan Zeynelabidin’in torunudur. İbn-i Şahabî, Zührî ve tabiînden birçoğu ona öğrencilik etmişlerdir. O, ilim deryasını yarıp safına ulaşan Muhammed Bâkır (a.s)’ın oğludur. Allah Teala onda, Haşimî ve Muhammed (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden olması hesabiyle hem zatî, hem de izafî şerefi toplamıştır.”[10]
İmam Sadık (a.s)’ın İlmî Mektebi
Şimdiye kadar anlattıklarımızdan İmam Sadık (a.s)’ın alim, fakih ve muhaddislerin en üstünü, üstadı ve önderi olduğu anlaşılmıştır. Buna binaen demek olur ki, o hazret kendi döneminin imam ve üstadı olduğu gibi bütün asırların da imam ve üstadıdır.
Yine değindiğimiz üzere, İmam Sadık (a.s) ve babası İmam Muhammed Bâkır (a.s), Medine’de Meccid’ün-Nebi’de Ehl-i Beyt ilim merkezini kurmuşlardır. İmam Sadık (a.s) babasından sonra bu merkezi daha da genişleterek İslâm dinini ve tevhit inancını savunmaya devam etmiştir. İmam (a.s) vasıtasıyla, isimleri rical kitaplarında geçen ve sayısızca eser veren birçok alim, fakih, muhaddis, filozof ve tabiat bilgini yetişmiştir. İmam Sadık (a.s), babaları ve Ehl-i Beyt’ten olan evlâtlarının çabalarıyla, halk gerçek İslâm’a yönelmiştir.
Şunu da belirtmeliyiz ki İmam Sadık (a.s), kendi görüşüyle hareket eden bir müçtehit değildi, o sadece Peygamber (s.a.a)’in ve Ehl-i Beyt’in Allah Resulü’nden aldığı ilim mirasını taşımaktaydı. Müslümanlar, ondan fetva alıyor ve görüşlerine ittiba ediyorlardı. Onun mektebi, Peygamber’in sünnetlerinin devamı ve vahyin muhtevasının keşfi niteliğindeydi.
İmam (a.s)’ın döneminde, birçok fıkhî ve itikadî mezhepler ortaya çıkmıştı ki, İmam (a.s)’ın bunlar karşısındaki tavırları, fikrî yönlendirme, ilmî tartışma ve şer’î eleştiri niteliğini taşımaktaydı.
İmam Sadık (a.s)’ın ilmî çalışmalarında kullandığı yöntemi incelendiğinde başlıca iki hedefi güttüğü anlaşılmaktadır:
İmam Sadık (a.s)’ın birinci hedefi, kendi döneminde yaygınlık kazanan sapık kelâmî ve felsefî fırkaların tevhide aykırı batıl inançlarına karşı İslâm’ın öz tevhit inancını korumaktı. İmam Sadık (a.s), tevhit inancının asaletini muhafaza edebilmek için tevhit inancıyla ilgili en cüz’î konuları bile açıklığa kavuşturmuştur. İmam Sadık (a.s), tevhit inancını cebir ve tevfiz gibi sapkın düşünce akımlarına karşı savunabilsinler diye, Hişam bin Hakem gibi öğrencilerini felsefe ve kelâmda uzmanlaştırmış, münazara ve tartışma adabını onlara öğretmiştir. İmam Sadık (a.s)’ın, ilmî eserleri ve münazara yöntemine göz atan herkes bu gerçeği net bir şekilde görecek ve gerçek tevhidi tanıma şansı bulacaktır.
İmam Sadık (a.s), bir taraftan tevhit inancını müdafaa maksadıyla “Deysanî” ve “İbn-i Ebi’l-Avca” gibi küfrün temsilcileriyle fikrî mücadeleye girişirken, diğer taraftan da Ehl-i Beyt’e rablık ve ilâhlık sıfatlarını yakıştıracak derecede ileri giden gulâtla da mücadele etmiştir. İmam (a.s), tevhit çizgisinden dışarı çıkan bu gruplardan berî ve uzak olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Nitekim ilâhî temsilciler olan babaları da onlardan uzak olduklarını daha önceden beyan buyurmuşlardı. Tarih, bu gibi sapık düşünceler karşısında İmam Cafer Sadık (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt İmamları’nın takındıkları açık tavırlarıyla ilgili çok net bilgiler bize vermektedir.
İmam Sadık (a.s)’ın has ashabından olan Südeyr diyor ki: “Ebu Abdullah İmam Cafer Sadık (a.s)’a dedim ki: ‘Bir grup, sizin rab olduğunuzu sanıyor ve Kur’ân’daki; ‘O, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır.’ ayetini bu manaya tevil ediyorlar.’ İmam (a.s) cevaben buyurdu ki: ‘Ey Südeyr, benim kulağım, gözüm, derim, etim, kanım ve tüylerim (yani bütün varlığım) onlardan berîdir. Allah Teala da onlardan berîdir. Onlar, benim ve babalarımın dininde değillerdir. Andolsun Allah’a ki, kıyamet gününde bir araya geldiğimizde Allah onlara gazap edecektir.’ ”[11]
İlginçtir ki birçok sapık fırka, Ehl-i Beyt adını kullanarak kendi batıl inançlarını kamufle etmeye çalışmışlardır. Allah’a hamdolsun ki, bu fırkaların hepsi yok olup gitmiştir. Bugün Ehl-i Beyt’in sunduğu asil İslâm’ı takip edenler, halis tevhit inancına sahip ve her türlü batıl inançtan uzak, gerçek Ehl-i Beyt dostlarıdırlar. İslâmî mezheplerin en büyüklerinden birini oluşturan Ehl-i Beyt mektebine tâbi olanlar, günümüzde İran, Irak, Lübnan, Hicaz, Pakistan, Hindistan, Türkiye ve diğer birçok mıntıkalarda yaygın olarak yaşamaktadırlar. İslâm’ın özünden ibaret olan bu yol, İmam Cafer Sadık (a.s)’a atıfla Caferî mezhebi, Allah Resulü’nün pak soyundan gelen On İki Pak Ehl-i Beyt İmamlarının imametine inanılması hesabiyle de “İsna Aşerî” (On İki İmamcı) ismiyle anılmış, bu itikadı paylaşanlara da “On İki İmam Şiası” ismi verilmiştir. Ayrıca Türkiye’mizde bu itikat, Ehl-i Beyt evlâtlarından Hacı Bektaş-i Veli hazretlerinin çabalarıyla yaygınlık kazanması nedeniyle “Bektaşîlik” ve keza Ehl-i Beyt soyundan gelen diğer seyyidlerin katkıları nedeniyle de “Alevîlik” isimleriyle de meşhur olmuştur.
Ehl-i Beyt mektebi taraftarları, Tevhit inancında, fıkıhta ve diğer İslâmî konularda On İki Masum İmam kanalından gelene uymuş ve böylece de tamamen gerçek Muhammedî İslâm yoluna bağlı kalmışlardır. Bu mektebin başlıca özelliklerinden biri de, Ehl-i Sünnet mezheplerince, içtihat ilkeleri olarak kabul gören kıyas, istihsan, sedd-i zerayi gibi ilkeleri reddetmektir. Elbette bu ilkeler, Ehl-i Sünnet mezheplerinin tamamı tarafından da ittifak edilen ilkeler değildir.
Ehl-i Beyt mektebinde, Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber-i Ekrem’in sahih sünneti, fıkhî içtihatta en önemli iki temel kaynak olarak kabul edilir. Akıl ve Ehl-i Beyt alimlerinin icması ise, Kur’ân ve sahih sünnetin açık beyanlarının bulunmadığı yerlerde ikinci dereceden kaynaklar sayılır. Bu mektebin önemli özelliklerinden birisi de, Ehl-i Sünnet mezheplerinin aksine içtihat kapısının kapandığını reddetmesidir. Bu yüzden Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen alim, fakih ve filozoflarının İslâm düşüncesinin zenginleştirilmesi ve İslâmî değer ve ilkelerin savunulmasında önemli rolleri olmuştur. Ehl-i Beyt mektebinin önde gelen şahsiyetlerinden olan büyük İslâm tarihçisi Aga Buzurg-i Tahranî (Ö: Hicrî 1389), Ehl-i Beyt mektebi bilginlerinin değişik ilim dallarında yazmış oldukları kitapları tanıtan kapsamlı bir kitap yazmıştır. “Ez-Zarîa İlâ Tesanîf’iş-Şia” ismini taşıyan bu değerli eser, büyük boy olarak 25 ciltten oluşmakta ve 11573 sayfayı içermektedir. Bu büyük eserde Ehl-i Beyt mektebi alimlerinin yazmış oldukları binlerce kitap yazarlarıyla birlikte tanıtılmıştır.
Irak’ın Necef-i Eşref şehri, Ehl-i Beyt mektebinin en eski ve en büyük ilmî merkezlerinden birisidir. Bu ilim merkezi, bundan takriben bin yıl önce Hicrî-Kamerî 460 yılında vefat eden büyük Ehl-i Beyt fakihi Ebu Cafer Tusî’nin Bağdat’ta bulunan ilmî merkezinin mutaassıp Ehl-i Sünnet gruplarınca tahrip edilerek, Ehl-i Beyt mektebinin ana kaynakları da dahil olmak üzere binlerce cilt ilmî kitabı içeren büyük kütüphanesinin yakılması üzerine oraya zorunlu göç etmesiyle kurulmuş ve günümüze kadar varlığını korumuştur. Tarih boyunca bu ilim merkezinden sayıları yüzlerle ifade edilen büyük fakih, müçtehit, filozof, kelâmcı, ilim ve irfan ehli, dahası beşerî ilimler olan matematik, tıp ve astronomi dalında bile büyük ilim adamları yetişmiştir. Bu merkez bugün de aynı işlevliğini devam ettirmektedir. Türkiye’miz hariç, Ehl-i Beyt mektebi taraftarlarının yoğunlukta olduğu hemen her bölgede devamlı olarak böylesi ilim merkezleri var olmuş, bugün de varlıklarını sürdürmektedirler. Umarız ki, Türkiye’mizde de ilim ve irfanın gelişmesi ve İslâmî kardeşliğin daha da pekişmesi için benzeri ilim merkezlerinin oluşmasına müsaade edilir.
İmam Sadık (a.s)’ın ikinci hedefi, İslâm dinini yaymak, İslâmî öğretileri daha da pekiştirmek ve gerçek içeriğini ortaya koymaktı. Dolayısıyladır ki, Ehl-i Beyt İmamları’nın hiçbirinden İmam Sadık (a.s)’dan nakledildiği kadar hadis nakledilmemiş ve fıkhî hükümler başta olmak üzere o hazretten İslâmî öğreti ve içeriğine dair gelen açıklamalar hiçbir Ehl-i Beyt İmamı’ndan gelmemiştir. O hazretten gelen hadis ve açıklamaların Ehl-i Beyt mektebine bağlı alimlerce İslâmî hüküm ve öğretileri çıkarmada esas kabul edilmesi ve bu mektebe Caferî mezhebi ismi verilmesi de işte bu yüzdendir.
Burada şunu da belirtmeliyiz ki, İmam Sadık (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt İmamları’nın Allah Resulü’nden naklettikleri hadislerle, fıkhî hükümler, Kur’ân-ı Kerim ve Allah Resulü’nün sünnetinin açıklanması ve genel anlamda İslâmî öğretinin içeriğine dair açıklamaları dört ana kitapta toplanmıştır. Bu kitaplar sırasıyla şöyledir:
1- el-Kâfi: Ebu Cafer Muhammed Kuleynî Razî’nin (Ö. Hicrî-Kamerî 328, 329). Bu değerli kitap, on altı bin yüz doksan dokuz hadisi içermektedir.
2- et-Tezhib: Ebu Cafer Muhammed bin Hasan Tusî’nin (Ö. H.K. 460)
3- el-İstibsar: Aynı zatın.
4- Men La Yehzuruhu’l-Fakih: Hicrî 381 yılında vefat eden büyük Ehl-i Beyt alimi Şeyh Saduk’un.
İmam Sadık (a.s)’ın İlimlerinden Bir Demet
Ne bu makale, ne de yüzlerce başka kitap ve makale, İmam Sadık (a.s)’dan gelen ilim ve maarif deryasını yansıtamaz. Ancak makalemizin hüsnü hatmi olarak o ilâhî hüccetten tevhit, ibadet, ahlâk, toplum, siyaset vb. mevzularda gelen nurlu beyanlarından bir demet sunmakla makalemizi sona erdireceğiz.
İlmin Değeri:
İmam Sadık (a.s), Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İlim öğrenmek, her Müslüman’a farzdır. Biliniz ki Allah Teala, ilim peşinde olanları sever.” [12]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Peygamberler, Allah’ın kullarına hüccetidir. Allah Teala ile kulları arasındaki hüccet ise akıldır.” [13]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Kim ilim öğrenir, onunla amel eder ve başkalarına öğretirse, melekut âleminde büyük olarak çağrılır ve hakkında: “O, Allah için öğrendi, Allah için amel etti ve Allah için başkalarına öğretti.” denir.” [14]
Hadislerin Doğruluğundaki Ölçü
İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki:
“Allah Teala’nın kitabı ve Hz. Peygamber’in sünneti her şeyin merciidir. Hangi hadis, Allah’ın kitabıyla çelişirse batıldır, yalandır.” [15]
İmam Sadık (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu nakledilmiştir:
“Her hak için bir hakikat ve her doğruluk için bir nur vardır. Öyleyse Allah’ın kitabına uyanı tutun, çelişeni ise atın.” [16]
Tevhit:
İmam Sadık (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Birisi, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek dedi ki: ‘Ey Müminlerin Emiri, kulluk ederken hiç Rabb’ini gördün mü?’ Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdu: ‘Yazıklar olsun sana! Ben görmediğim Rabb’e kulluk etmem.’ Sonra da şöyle devam ettiler: ‘O baştaki gözle görülmez; ancak O’nu kalpler iman hakikatleriyle görür.’ ”[17]
Yine o hazret şöyle buyurmuştur:
“Allah Teala, kendisine haksız yere izafe edilenlerden, o izafe edilen şeylerle vasıflandırılmaktan ve mahlukatına benzetilmekten münezzehtir. Bil ki Allah Teala’nın sıfatları, Kur’ân’da belirtilen sıfatlardır. Öyleyse Allah Teala’ya iftira etmeyin, O’nu bir şeye benzetmeyin ve O’nu vasıflandırmakta Kur’ân’ın önüne geçmeyin ki dalâlete düşersiniz.” [18]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Yerde ve gökte olan her şey bu yedi şey dışında olamaz: (Allah’ın) isteği, iradesi, kazası, izni, kitabı ve tayin ettiği süresi. Kim, bunlardan birisini bozacağını zannederse, şüphesiz kâfir olmuştur.” [19]
Yine cebir ve tefviz hakkında kendisinden soru sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Ne cebir doğrudur ve ne de tefviz. Gerçek, bu ikisinin arasında bir şeydir. Doğru olan, budur. Bunu ancak, (Allah Teala’nın ilim verdiği) alim veya onun ilim öğrettiği kimse bilebilir.” [20]
Aydınlatma ve Nasihat:
İmam Sadık (a.s) ceddi Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Kim, kendisiyle başkaları arasındaki işlerde insafa riayet ederse, başkalarının işlerinde de onun hâkimliğine rıza gösterilir.” [21]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Ancak üç haslete sahip olan kimse iyiliği emredip kötülükten sakındırabilir: Emir ve nehiy ettiği şeyi bilen, emir ve nehiy ettiği şeyde adil olan, emir ve nehiy ettiği şeyde yumuşak davranan.”[22]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Dünyaya rağbet etmek, gam ve üzüntü doğurur. Dünyaya ilgisizlik ise, kalp ve beden rahatlığına neden olur.” [23]
Yine buyurmuştur ki:
“İyiliğe emredip kötülükten nehyetmek, Allah Teala’nın hasletlerindendir. Kim, bu iki haslette Allah’ın destekçisi olursa, Allah Teala da onun destekçisi olur; kim de bu hasletlerde O’nu yalnız bırakırsa, Allah Teala da onu yalnız bırakır.” [24]
Yine buyurmuştur:
“Allah’ı yaratıklarından birinin rızasını kazanmak uğruna gazaplandırmayın, O’ndan uzaklaşarak da halkın dostluğunu elde etmeyin.” [25]
Yine buyurmuştur:
“Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler. Başkalarının kadınlarına bakmayınız ki, başkaları da sizin kadınlarınıza bakmasın.” [26]
Yine buyurmuştur:
“Mümin şu sekiz haslete sahip olmalıdır: Buhranda ağır başlı, belâda sabırlı, varlıkta şükredici, Allah’ın verdiği rızka kani, düşmana (bile) haksızlık etmeyen, dostlara yük olmayan, çabasından bedeni yorgun düşen ve insanlara zararı dokunmayan.” [27]
Yine buyurmuştur:
“En üstün ibadet, Allah’ı tanımak ve O’na tevazu etmektir.” [28]
Yine buyurmuştur:
“Bana en sevimli kardeşim, kusurlarımı bana hediye eden (hatırlatan) kimsedir.” [29]
Yine buyurmuştur:
“Güzel huy, dindarlıktır ve rızkı da artırır.” [30]
Yine buyurmuştur:
“Allah Resulü, bir grubu savaşa gönderdi. Onlar savaşta zafer kazanıp dönünce şöyle buyurdu: ‘Aferin olsun sizlere ki küçük cihadı gerçekleştirdiniz, ama büyük cihad sizleri beklemektedir.’ Onlar; ‘Ya Resulullah, büyük cihat nedir?’ diye sordular. Buyurdu ki: ‘Nefisle savaşmaktır.’ ” [31]
“Ali bin Ömer Şeybanî diyor ki: “Ebu Abdullah (İmam Sadık -a.s-)’ı elinde kürek, yüzü tozlu, topraklı ve anlından terler yüzüne akar bir hâlde tarlasında çalışırken gördüm ve dedim ki: ‘Canım sana feda olsun, izin veriniz de yardım edeyim.’ İmam (a.s): ‘Ben, rızk elde etmek için insanın zahmet çekip güneşin altında terlemesini severim.’ dedi.” [32]
Süfyan-i Sevrî şöyle diyor: İmam Sadık (a.s)’ın huzuruna varıp: “Bana sizden sonra sarılacağım (amel edeceğim) bir vasiyette bulunun.” diye arz ettim.
İmam Sadık (a.s); “Ey Süfyan, amel edecek misin?” diye sordu.
Ben: “Evet, ey Resulullah'ın kızının torunu, amel edeceğim.” dedim.
İmam Sadık (a.s) buyurdular ki:
“Ey Süfyan, yalancının yiğitliği, kıskancın rahatlığı, sultanların kardeşliği, mütekebbirin dostluğu ve kötü ahlâklının da efendiliği olmaz.” İmam (a.s) bunları buyurduktan sonra sustu.
Ben: “Ey Resulullah'ın kızının torunu, biraz daha nasihat edin.” dedim.
İmam buyurdu ki:
“Ey Süfyan, arif olman için Allah'a güven. Zengin olman için kısmete razı ol. İmanının artması için halkın sana davrandığı gibi, onlara davran. Günahkârla dost olma. Çünkü, kötü işlerinden sana da öğretir. İşlerinde Allah’tan korkan kimselerle istişare et.” İmam (a.s) bunları buyurduktan sonra yine sustu.
Ben: “Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin.” dedim.
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Ey Süfyan, kim kudretsiz izzet, arkadaşsız çokluk ve malsız heybet istiyorsa, günah zilletinden itaat izzetine geçmelidir." İmam (a.s) bunları buyurduktan sonra yine sustu.
Ben: "Ey Peygamber'in kızının torunu, biraz daha nasihat edin" dedim.
İmam (a.s) buyurdular ki:
“Ey Süfyan, babam bana üç tane öğütte bulundu ve üç şeyden de sakındırdı. Buyurduğu üç öğüt şunlardır: "Ey oğlum, kötü arkadaşla arkadaş olan salim kalmaz. Sözüne dikkat etmeyen pişman olur. Kötü yerlere giren suçlanır.”
Ben: Ey Resulullah'ın kızının torunu, seni sakındırdığı üç şey nelerdir? diye sorunca İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Babam beni, nimete haset eden, başa gelen musibete gülen ve söz taşıyan kimseyle arkadaş olmaktan sakındırdı.” .[33]
Yine şöyle buyurmuştur:
“Altı haslet müminde olmaz: Zorluk çıkarmak, hayırsız olmak, haset etmek, inatçılık, yalıncılık ve zalimlik.” [34]
İmam Sadık (a.s) ilim, amel, çaba, cihad ve takvayla dolu bir yaşamdan sonra şu fani yurdu terk ettiler. İmam (a.s), ömrünü ilim ve zühtte, hak ve adaleti savunmada, Allah’a ve hayırlı işlere davette ve kötülüklerden nehyetmekte geçirdi. İmam Sadık (a.s), sadece Allah’a tevekkül eder, bütün zorluklar ve belâlar karşısında sabrederdi. İmam Sadık (a.s), İslâm toplumunu dünya ve ahiret saadetine doğru yöneltmiş, dini savunma ve her türlü sapma ve bidatin önünde durma mantığını bütün nesillere hediye etmiştir. İmam Sadık (a.s), İslâm dininin; kahraman, hamiyetli, güzel ahlâk, güçlü iman ve temiz akide sahibi insanlar yetiştiren bir din olduğunu ilelebet ispatlamıştır. Bu dinin faydalı ilimler sunan, düşünceyi genişleten ve her iki âlemde de hayırlara ulaştıran bir din olduğunu göstermiştir.
İmam Sadık (a.s) Hicrî-Kamerî 148 yılında Medine-i Münevvere’de Rabb’inin likasına yürüdü ve Bakî Mezarlığı’nda babasının, dedesinin ve amcası İmam Hasan (a.s)’ın yanında defnedildi. Öldüğü günde ve kabrinden diriltileceği günde ona selâm olsun. Onun yolunu takip edip, onun sunduğu hidayetle hidayete erenler, saadet ehlidirler.
[1]– İrşad, Şeyh Mufid, s. 370.
[2]– Ayan-uş-Şia, c. 1, s. 161, Seyit Muhsin el-Emin.
[3]– Ayan-uş-Şia, c. 1, s. 161, Seyit Muhsin el-Emin.
[4]– Menakibi Al-i Ebi Talip, 4/247. İbn-i Şehri Aşub.
[5]– Menakibi Ali Ebi Talip, 4/247. İbn-i Şehri Aşub.
[6]– Tarihi Yakubi, 2/381, Ahmet İbn-i Ebu Yakup.
[7]– 20.y.yıl Ansiklopedisi 3/109. Muhammed Ferit Vecdi.
[8]– 20.y.yıl Ansiklopedisi 3/109. Muhammed Ferit Vecdi.
[9]– El- Milel ve’n Nihel, c. 1, s. 147.
[10]– el-İmam es-Sadık s. 3 Muhammed Ebu Zuhre.
[11]– Usul-u Kafi 1/269, Kuleyni (r.a).
[12]– Usul-u Kafi 1/30, Kuleyni (r.a).
[13]– Usul-u Kafi, 1/25.
[14] – Usul-u Kafi, 1/35.
[15]– Usul-u Kafi, 1/69.
[16]– Usul-u Kafi, 1/69.
[17]– Usul-u Kafi, 1/98.
[18]– Usul-u Kafi, 1/100.
[19]– Usul-u Kafi, 1/149.
[20]– Usul-u Kafi,1/159.
[21]– Tuhef’ul Ukul, s. 357.
[22]– Tuhef’ul Ukul, s.385.
[23]– Tuhef’ul Ukul, s. 385.
[24]– Vesail üş-Şia, 6/416.
[25]– Vesail üş-Şia, 6/ 422.
[26]– Mişkat-ül Envar, s. 161.
[27]– Tuhef-ul Ukul, 388.
[28]– Tuhef-ul Ukul,392.
[29]– Tuhef-ul Ukul, 394.
[30]– Tuhef-ul Ukul, 401.
[31]– Vesail eş-Şia, 6/122.
[32]-El-Kafi, 5/76.
[33]– Tuhef’ul Ukul, 404, 405.
[34] Tuhef’ul Ukul, 405