İMAM SECCAD (A.S)’IN SİRETİYLE İLGİLİ HADİS VE RİVAYETLER – 2
İkinci Bölüm
Seyyid Suca Karakuş
İmam Zeynülabidin (a.s)’ın Yolculuğu
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s), ancak kendisini tanımayan toplulukla yolculuk yapar; ve ihtiyaçlarını gidermekte onların hizmetçilerinden olmasını da şart koşardı. Bir defasında böyle bir topluluk ile yolculuğa çıkmıştı. Bu arada bir kişi onu görüp tanıdı ve onlara: “Bunun kim olduğunu biliyor musunuz” dedi. onlar: “Hayır tanımıyoruz” dediler. O adam: “Bu Hüseyin’in oğlu Ali’dir” deyince, onlar yumulup hazretin elini ayağını öpmeye başladılar ve: “Ey Resulullah’ın oğlu, bizi cehenneme sokmak mı istiyorsunuz? Bu halde sana karşı elimizden yanlış bir hareket veya ağzımızdan yanlış bir söz çıkarsa, sonsuza kadar helak olanlardan oluruz. Niçin kendinizi tanıtmıyorsunuz?” dediler. Hz. İmam Zeynülabidin (a.s) onların cevabında: “Ben beni tanıyan bir toplulukla yolculuğa çıktığımda onlar Allah Resulünün hatırı için bana layık olduğumdan daha fazla ilgi gösterdiler. Sizin de bana karşı aynı şekilde davranacağınızdan korktuğumdan kendimi gizlemem benim için daha sevimli geldi.” diye buyurdu.”[1]
Tevazusu
Kendisine; “Neden alt tabakaya ait topluluklarla oturup kalkıyorsunuz?” diye sorulduğunda; “Ben o kimselerle oturup kalkarım ki, onlarla beraber olmam dinime yarar sağlar” cevabını verdi. Yine kendisine; “Neden yolculuk yaptığında kimliğini arkadaşlarından gizliyorsun?” dediklerinde ise: “Ben mislini veremediğim bir şeyi, Resulullah’ın hatırı için almak istemem.” cevabını verdiler” Yine o hazret şöyle buyurmuştur: “Ben asla Allah Resulüne akrabalığımdan dolayı bir şey yemedim.” [2]
Sadakaları
Ebu Hamza Sümali ve Sefvani Sevri de derler ki; Hz. Zeynülabidin (a.s) gecenin karanlığında sırtında taşıdığı yiyeceği fakirlere dağıtırdı ve buyururdu k: “Gizlice verilen sadaka Rabbin gazabını yatıştırır.” Ehl-i Sünnet’in Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmet bin Hanbel de Muammer’den, o da Şeybe bin Nuame’den; Hz. İmam Zeynülabidin (a.s)’in Medine şehrinde bulunan yüz fakir ailenin geçimini sağladığını rivayet etmiştir. Aişe de: “Medine halkının “Hz. Zeynülabidin (a.s)’ın vefat etmesiyle gizli dağıtılan yardımlar da kesildi.” dediklerini duydum” demiştir.”
Ebu Abdullah Damğanî şöyle demiştir:
“İmam Zeynülabidin (a.s), şeker ve badem sadaka veriyordu. Bu işin sebebini sorduklarında ise: “Sevdiğiniz şeyden infak etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz.”[3] ayetini okurlardı.” [4]
Sadakayı Öpmesi
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s), sadakayı dilenciye vermeden önce onu öpüyordu. “Böyle yapmanızın hikmeti nedir?” diye sorduklarında ise şöyle buyuruyordu:
“Ben dilencinin elini değil, Rabb’imin elini öpüyorum; zira sadaka dilencinin eline bırakılmadan Rabb’imin eline bırakılıyor…”[5]
İhlası
Ebu Hamza Sümali diyor ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s) karanlık bir gecede içerisinde dinar ve dirhem olan torbasını alıp evden dışarı çıkarak fakirlerin kapılarına gidiyordu; kapıları çalarak (tanınmayacak bir şekilde) o paradan onlara veriyordu.
İmam Zeynülabidin (a.s) vefat ettiğinde, artık karanlık gecelerde kapı çalıp da para vereni kaybettiklerinde, o işi yapanın İmam Zeynülabidin (a.s) olduğunu anladılar.”[6]
Yoksullara Yardımda Bulunması
İmam Muhammed Bâkır (a.s) buyuruyor ki:
“İmam Seccad (a.s) gecenin zil karanlığında evden çıkıyor, içerisinde dirhem ve dinar demetleri olan dağarcığı sırtına atarak onları (fakirlere) götürüyordu. Bazen de sırtına ekmek veya odun alarak yoksulların kapılarına gidip o kapıları çalıyor, evden çıkana o getirdiği şeylerden veriyordu. Fakire bir şey verdiğinde ise tanınmaması için yüzünü kapatıyordu.
Fakir ve yoksullar, İmam (a.s) vefat ettiğinde, o bağışları bir daha göremeyince, kendilerine bağışta bulunan şahısın İmam Zeynülabidin (a.s) olduğunu anlamış oldular. İmam (a.s)’a gusül vermek için gasil haneye bıraktıklarında, sırtında, devenin dizindeki izi andıran bir iz gördüler. Bu iz, sırtında yoksulların evlerine taşıdığı dağarcıkların bıraktığı izdi…
And olsun ki, (babam İmam Seccad -a.s-) Medine halkının fakirlerinden yüz fakir ailenin geçimini sağlıyordu. Sofrasının başına, çaresiz yetim, â’ma, kötürüm ve yoksulların hazır olmasını severdi. Kendi eliyle onlara yemek yedirirdi. Onlardan aile sahibi olanların ailelerine yemek götürüyordu.”[7] Bir fakir yanına geldiğinde ise: “Azığımı ahrete taşıyan kimseye merhaba.” derdi.” [8]
Ailesine Hizmeti
İmam Zeynülabidin (a.s) buyurmuştur ki:
“Pazara gidip de yanımdaki parayla, ailem için arzuladıkları bir miktar et almam, benim katımda bir köle azat etmekten daha sevimlidir.”[9]
Doğan Bebeğe Karşı Tavrı
Ravi diyor ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s), yeni doğan bir çocukla müjdelendiğinde, onun oğlan veya kız olduğunu sormadan; ‘Azası düzgün ve salim midir?’ diye sorardı. Bebeğin düzgün ve salim olduğunu öğrenince de: ‘Benden nakıs bir mahluk yaratmayan Allah’a hamd olsun.’ derdi.”[10]
İlim Talibine Karşı Tavrı
Ravi diyor ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s)’ın yanına bir ilim öğrencisi geldiğinde ona:
“Resulullah (s.a.a)’in vasisisi hoş geldin.” der sonra da:
“İlim talep eden bir kimse, evinden çıktığında ayağını yerin üzerindeki yaş veya kuru olan herhangi bir şeyin üzerine bastığında, yer yedi katıyla birlikte onu takdis eder (ona Allah’tan sevap ve mükafat talep eder). buyururdu.” [11]
Kâmil İman
İmam Bâkır (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam İmam Zeynülabidin (a.s) buyuruyordu ki: “Kim şu dört haslete sahip olursa, imanı kâmil olur, günahları temizlenir ve Rabb’ini kendisinden razı olduğu hâlde mülakat eder. O hasletler şunlardır:
- Kim Allah rızası için halkın hakkını eda ederse.
- Kim halka karşı doğru konuşursa.
- Kim çirkin bir iş yapmaktan dolayı, Allah ve insanlardan utanırsa.
- Kimin ailesine karşı ahlâkı güzel olursa.”[12]
Allah’a Tevekkülü
İmam Bâkır (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam İmam Zeynülabidin (a.s) buyurdular ki:
“Ben çok şiddetli bir şekilde hastalandım. Babam bana; “Gönlün ne istiyor?” diye sordu. Ben de cevaben; “Gönlüm, Rabb’imin bana tedbir ettiği şey hususunda, bir öneride bulunmayan kimselerden olmamı istiyor” dedim.
Babam buyurdular ki: “Aferin! İbrahim Halil’e benzedin. Zira Cebrail (onu ateşe attıklarında) ona; “Bir hacetin var mı?” sorduklarında o, cevaben; ‘Ben Rabb’ime bir şey önermem; Allah bana yeter, O en iyi vekildir.’ dedi.”[13]
Çok Ağlayanlardan Olması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Çok ağlayanlar beş kişidir: Adem, Yakub, Yusuf, Resulullah’ın kızı Fatıma ve İmam Zeynülabidin (aleyhim-us Selâm)
…İmam Zeynülabidin (a.s) yirmi (başka bir rivayete göre kırk) sene ağladı; her zaman önüne yemek bırakıldığında, (Aşura olayını ve Ehl-i Beyt’e yapılan zulümleri hatırladığından dolayı) ağlardı…”[14]
Babasına Ağlaması
İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s), gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri ise ibadetle geçirdiği hâlde kırk yıl boyunca babasına ağladı. İftar zamanı olduğunda, kölesi yemek ve su getirip önüne bırakarak; “Ey Mevlam! Yemeğini ye.” dediğinde, İmam (a.s) şöyle buyuruyordu:
“Resulullah’ın oğlu (Hüseyin -a.s-), aç olduğu hâlde öldürüldü; Resulullah’ın oğlu susuz olarak öldürüldü.”
Bu sözleri o kadar tekrarlayıp ağlardı ki, yemeği gözünün yaşıyla ıslanır ve içeceği su göz yaşına karışırdı. Allah’ın rahmetine kavuşana dek durumu sürekli böyleydi.”[15]
İmam Bâkır (a.s) da buyurmuştur ki:
“And olsun ki (babam İmam Seccad -a.s-) yirmi yıl boyunca babası İmam Hüseyin (a.s)’a ağladı. Önüne yemek bırakıldığında mutlaka ağlıyordu. Öyle ki, hizmetçilerinden biri, İmam (a.s)’a; “Ey Resulullah’ın oğlu! Hüznünüzün sona erme zamanı gelmedi mi?” dediğinde, İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Yazıklar olsun sana! Yakub (a.s)’ın on iki oğlu vardı, Allah Teala onlardan birini gaybete çektiğinde, çok ağladığından dolayı gözleri görmez oldu; hüznünden dolayı saçı ağardı; gam ve kederden dolayı beli büküldü; oysa oğlu dünyada sağ ve salimdi. Ama ben, babamın, kardeşimin, amcamın ve ailemizden on yedi kişinin yanımda katledildiklerini kendi gözlerimle gördüm; o hâlde nasıl hüznüm sona erebilir?!”[16]
Hayvanlara Karşı Merhameti
İmam Bâkır (a.s) buyurmuştur ki:
“İmam Zeynülabidin (a.s) vefat ettiğinde, merada (otlaklıkta) olan devesi gelerek baş ve boynunu İmam (a.s)’ın kabrine vurarak toprağında ağnadı. Babam (a.s) o deveyle hacca gidiyordu, ona bir kırbaç dahi vurmamıştı.”[17]
Kafi kitabında da İmam Bâkır (a.s)’dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir ki:
“Ali bin Hüseyin (a.s)’ın kendisiyle hacca gittiği bir devesi vardı, o deveyle yirmi iki kez hacca gitmesine rağmen ona bir kırbaç bile vurmadı.”[18]
[1]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 69.
[2]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 93, h.82.
[3]– (Âl- i İmran / 92).
[4] – Bihar-ül Envar, C. 46, S. 89.
[5]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 74.
[6]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 66.
[7]– Hisal, C. 2, S. 517 ve 518.
[8]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 98.
[9]– Vesail-uş Şia, C. 15, S. 251, h.6.
[10]– Vesail-uş Şia, C. 15, S. 143, h.1.
[11]– Bihar-ül Envar, C. 1, S. 168, H. 16.
[12]– Amalî-yi Mufid, S. 299.
[13]– Bihar-ül Envar, C. 46, S. 67.
[14]– Bihar-ül Envar, C. 82, S. 86, H. 33.
[15]– Vesail-uş Şia, C. 2, S. 923.
[16]– Hisal, C. 2, S. 518 ve 519.
[17]– Bihar-ül Envar, C. 27, S. 168, H. 16.
[18]– Kafi, C. 1, S. 476.