“Akıllı insanın göğsü sırrının sandığıdır.” Nehc’ul-Belağa, 6. hikmet İmam Ali (a.s)

İslâm Açısından İslâm’ın ve Kur’ân’ın Kapsayıcılığına Kısa Bir Bakış

İslâm Açısından İslâm’ın ve Kur’ân’ın Kapsayıcılığına Kısa Bir Bakış

RIDVAN M. ALTUN

 

Şimdiye kadar insanlık tarihi hakkında yapılan birçok araştırmalarda ve arkeologların yaptığı birçok kazılarda beşerin, tarih boyunca yanlış da olsa muhakkak bir dine inandığı ortaya konmuştur. İnsanoğlu, dinin mahiyetini anlama yolunda birçok zahmetlere katlanıp onu çözüp öğrenmeye çalışmış, bazen hakikatin küçük bir cilvesine ulaşmış ve bazen de yanlış neticelere varıp dini inkâr etmiştir.

Tarihte beşerî aklın ve kabiliyetlerin gelişmesiyle birlikte, insanın dinin mahiyeti hakkında sorular gündeme getirdiğini ve hatta daha da ileri giderek dinin aslını sorguladığını görüyoruz. Bu sorulardan birkaçı şöyle:

Aklın gelişip kemale ermesi durumunda din hâlâ bir işe yarar mı?

Dinin tüm zaman, mekân ve nesillerde icra edilebilecek hükümleri var mıdır?

Din, hangi konular hakkında görüş bildirmektedir?

Aslında din, insan ihtiyaçlarının hangi birine cevap verebilir?

Din, insan hayatı boyutlarının tümüne cevap verebilmekte midir?

Bu yazıda kullandığımız “din” kelimesinden maksadımız, herhangi bir mana veya din değil, tarih boyunca Allah’ın insanların hayatını peygamberler vasıtasıyla düzenlediği semavî dindir.

Yukarıdaki soruların cevabında, tevhit dininin her şeyi kapsadığı ve her dinin kendi döneminde, tahrif edilmemiş hâlleriyle tüm konuları kapsadığı söylenebilir. İslâm öncesi dinler, insanın ihtiyaç duyduğu tüm konuları kapsamalarıyla birlikte, kendi dönemlerine nispetle de kâmil sayılmaktadırlar. Ancak İslâm dini, diğer dinler gibi belli bir zamana ve mekâna mahsus olmadığından sonsuz bir kemale sahiptir. Bu yüzden İslâm dini, son dindir.

Dinin kapsayıcılığından kasıt, insan hayatının maddî ve manevî boyutlarıyla irtibatlı olan teoriye ve pratiğe dayanan meseleleri, insan yaşamına ait büyük-küçük tüm konuları ve doğa olaylarının peygamberler vasıtasıyla açıklanıp şerh edilmesini içermesidir. Elbette bunları söylerken, sadece semavî kitabı okumakla insanın varlık âlemi ve kendi yaratılışı hakkındaki tüm konuları öğrenebileceğini kastetmiyoruz.

Din, insanın aklını tatile gönderip onu her türlü araştırma, tahlil, okuma ve öğrenmekten alıkoymak için gelmemiştir. Din, insanın akıl ve hislerinin yerini vahyin alması için de gelmemiştir. Bilâkis, akıl ve hissin ulaşamadığı hakikat ufuklarını vahiy ile aydınlatıp insanı daha ileri götürmek için gelmiştir. Bundan dolayı, dinin ve vahyin, aklın mükemmili/tamamlayıcısı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dinin hedefi, insanı gerçek kemale götürmek ve tüm boyutlarıyla onu hidayet etmektir. Bu hedefle uyumlu olarak din, insanın maddî ve manevî hayatına müdahale etmekle birlikte, asla beşerî ilim ve bilimlerin yerini almamaktadır.

Şimdi konumuzla ilgili olarak değerli âlimlerimizin dinin tarifi hakkındaki görüşlerine değinelim:

Allâme Tabatabaî dini şöyle tarif etmektedir: “Din, dünya hayatına egemen olmak durumunda olan bir hayat sistemidir. Dünyayı, uhrevî kemale ve Allah katındaki gerçek ve sonsuz hayata uygun olarak düzenlemeyi garanti eder. Bu yüzden şeriatın, ihtiyaç duyulduğu kadarıyla, hayatın her türlü durumunu karşılayacak konuları kapsaması bir zorunluluktur.”[1]

Allâme, Bakara Suresi’nin 213. ayetini tefsir ederken, dinin tanınması yolunda yaptığı açıklamalardan çıkardığı sonuçta, insanın içtimaî bir varlık olduğunu belirtmekte ve bunun, beşerî hayatın tüm boyutlarında ihtilâflara sebep olduğunu beyan etmektedir. Aynı şekilde insan aklının, onu kemale ve saadete davet edemeyeceğini belirtmektedir. Bundan dolayı Allah’ın insanı, gayrı tabiî yollarla kemale ulaştırmasının ve insan hayatının bir düzene sokulabilmesi için kanunların koyulmasının zaruri olduğunu açıklamaktadır.[2]

Allâme, dinin aslî hedefini açıklarken, dinin hakikatinin, insan toplumlarının hayatını düzene koymak olduğunu ve dolayısıyla toplumun bir ferdi olan bir şahsın da hayatını düzene koyacağını belirtmektedir. Ayrıca dinin, insan toplumlarını fıtrat yoluna soktuğunu ve adaletin iktiza ettiği şekliyle onlara özgürlük ve saadet bahşettiğini beyan etmektedir.[3]

Şehit üstat Mutahharî ise dini, şamil ve kâmil bilmektedir. Bunun da nübüvvetin hatminin sebebi olduğunu kabul etmekte ve İslâm’ın; kâmil, genel, tam ve kapsayıcı olması sebebiyle teşriî nübüvvete son verildiğini söylemektedir.

Şehit üstat başka bir yerde şöyle demektedir: “Eğer İslâm, insan hayatına tesir eden ve ona hâkim olan konulara teveccüh etmeyip sadece beşerî hayatın bazı boyutları hakkında düzenlemeye gitseydi, artık dengeli bir din olmazdı.”[4] Bu beyan, İslâm’ın dengeli olmasının, her şeye şamil olmasından kaynaklandığını göstermektedir.

Şehit üstat, İslâm’ın son ve ebedî din oluşunun sırrını, insan fıtratı ile uyumlu olmasına bağlamaktadır. Ona göre İslâm; genel, şamil, çok yönlü, mutedil, muteadil ve işlevsel ve cüz’î tüm plân ve projeleri içinde barındıran bir dindir.[5]

Din ve fıtrat Allah’ın var ettiği iki unsur olmaları hasebiyle, birbirleri ile uyumludurlar. İnsan fıtratının ve ilâhî dinin fıtrî olmasının iktizası gereği din, insan hayatına ve bu hayat ile ilgili olan her şeye şamil olmalıdır. Fıtrî dinin iktizası ise, insan vücudunun muhtelif kuvvetlerini (gazap, şehvet gibi) lağvetmek değil, bilâkis onları dengeleyip her birinin hakkı neyse onu vermektir.

İslâm Dininin Kapsamlılığı

Kur’ân-ı Kerim, ayetlerde kendisinin her şeyi kapsadığını tekitle belirtmiştir. Bazı ayetler Kur’ân’ın “Tibyan” olduğunu ve onda her şeyin açıklandığını vurgulamış, bazı ayetler İslâm’ı evrensel bir din olarak tanıtmış ve bazı ayetler de Kur’ân düsturlarının kâmil ve ebedî olduğunu bildirmiştir.

1- Kur’ân-ı Kerim’in Tibyan Oluşu

“Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan (tibyan) ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik.”[6]

“(Bu Kur’ân) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”[7]

Bu iki ayetteki “tibyanen li kulli şey” ve “ve tefsile kulli şey” ibareleri, Kur’ân-ı Kerim’in her şeyi kapsadığına ve açıkladığına delâlet etmektedir. Yani dinin ve vahyin nüzulünden maksat, aydınlatmaktır; bazen Kur’ân ayetlerinin ve bazen de peygamberlerin vesilesiyle olur bu aydınlatma. “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik.”[8]

Yukarıda zikredilen ilk ayet üzerinde söylenmesi gereken bir nokta da, “li kulli şey” ibaresinde gizli olan manadır. Yani insanın ebedî saadetiyle ilgili olan maarif ve ilimlerde aydınlanma. Daha açık bir ifade ile; Allah, insanı dünyevî ve uhrevî saadete ulaşması için yaratmıştır. İnsanoğlunun bu öngörülen saadete ulaşabilmesi için birtakım vesilelere ihtiyacı vardır. Bu vesileler, saadet yolunu aydınlatan lambalar ve işaretler hükmündedir. Saadete ulaşması için yaratılan insanoğlunun yürüyeceği bu yolda işaret ve lambalar konulmamışsa, gerçekte yaratılış hedefine ters bir iş görülmüştür. O hâlde insanı dünyevî ve uhrevî saadete ulaştırmak için yaratan Allah, elbette ki bu hedefin gerçekleşmesi için gerekli olan tüm vesileleri hazırlamış ve insanoğlunun hizmetine sunmuştur. Bu vesilelerden biri de, insanın salt akıl ve mantığıyla ulaşamayacağı maarif ve ilimlerin vahiy yolu ile açıklanmasıdır. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim, insanoğlunun ihtiyacı olan “kulli şey”e tibyan (her şeyi açıklayıcı) olarak nazil olmuştur.

Bu tabire benzer bir tabir de Tevrat hakkında gelmiştir.

“Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa’ya da Kitap (Tevrat’ı) verdik.”[9]

Müfessirler, Kur’ân’ın tibyan/her şeyi açıklayıcı olması hakkında görüşler belirtmişlerdir. Şeyh Tusî[10] ve Tabersî,[11] “tibyanen li kulli şey” ibaresini, din ile alakalı zor konuların açıklanması olarak kabul etmektedirler.

Zemahşerî,[12] de bu ayetin din ile alakalı olduğuna inanmakta ve Allah’ın insanların saadeti ile alakalı konuları beyan ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Allah’ın bazı konuları açıkça belirttiğini ve bazı konuları da Sünnet’e yönlendirdiğini söylemektedir.

Reşid Rıza[13] ise dinin kemalini, akaid, ahkâm ve ibadet adabının açıklanmasında bilmektedir. Ancak ona göre alışveriş hükümleri icmalî olarak beyan edilmiştir. Ululemr mevzusu ise, dinin kemalinin ve onun kapsamının mihverini oluşturmaktadır.

Allâme Tabatabaî, Nahl Suresi’nin 89. ayetinin tefsirinde “tibyan”ın beyan manasında olduğunu zikretmiştir. Zira Allâme’nin bakış açısına göre Kur’ân, genelin hidayeti için nazil olmuştur. Bu görüşünü “li kulli şey” ibaresine dayandırmakta ve beşerin doğru yolu bulup hidayete ulaşmasında muhtaç olduğu yaratılış, mead, güzel ahlâk, ilâhî şeriatlar, kıssalar ve öğütler gibi hakikî ilimlerin Kur’ân tarafından açıklandığını belirtmektedir. Zira Kur’ân, tüm bunların tibyanıdır.[14]

2- Kur’ân-ı Kerim’in Evrensel oluşu

İslâm dininin evrensel oluşu, Kur’ân’ın belli bir toplum veya özel bir ırka mahsus olmaması manasındadır. Zira Kur’ân’ın hitabı, tüm dünya insanlarınadır. Bu konu o kadar açıktır ki, şimdiye kadar Müslümanlardan veya Müslüman olmayanlardan hiç kimse bu noktada eleştiri sayılabilecek bir şey dememiştir. Dolayısıyla biz de sadece ayetleri nakletmekle yetiniyoruz:

“(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik.”[15]

“Oysa o (Kur’ân), âlemler için ancak bir öğüttür.”[16]

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”[17]

“Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.”[18]

3- Kur’ân-ı Kerim’in Ebedîliği

“Onlar, kendilerine gelen Kur’ân’ı inkâr ettiler. Hâlbuki o, öyle eşsiz bir kitaptır ki, ne önünden, ne de arkasından onu boşa çıkaracak bir söz gelmez. (O,) hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir.”[19]

Bu ayette geçen “min beyni yedeyhi” ibaresi, Kur’ân’ın kendinden önce gelen kitaplardan daha kâmil ve daha kapsamlı olduğunu belirtmekle birlikte, “ve la min halfihi” ibaresi de Kur’ân’dan sonra bir kitap gelmeyeceğine ve dolayısıyla onun ebedî bir kitap olduğuna vurgu yapmaktadır.

“…Bana bu Kur’ân vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de sizden sonra kendisine ulaşan herkesi uyarayım…”[20]

Allah (c.c) bu ayette de, Kur’ân’ın kıyamet gününe kadar muhataplarını uyarmak için nazil olduğunu buyurmaktadır.

“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”[21]

Dinin ikmali, yani tamamlanması, aynı zamanda dinin düsturlarını içeren kitabın da kâmil bir kitap olduğuna vurgudur. Dolayısıyla kendisinden sonra başka bir kitap gelmeyecek olan kâmil kitap, tabii olarak ebedîdir. Eğer Kur’ân’dan sonra başka bir kitap gelecek olsaydı, ne kitap kâmil sayılırdı ve ne de din.

İkinci cümle olan “üzerinize nimetimi tamamladım” ibaresi, dinin ve dolayısıyla kitabın artık insanın dünyevî ve uhrevî saadetini temin edebilecek kâmil bir yapıya kavuştuğunu beyan etmektedir. Bu beyan ile, kendisinden sonra bir din veya bir kitap gelmeyecek olan İslâm ve Kur’ân’ın ebedî olduğu yine kesinlik kazanmaktadır.

Rivayetler Açısından Kur’ân’ın Kapsamlılığı

1- İmam Ali (a.s) buyuruyor ki: “Acaba Allah, eksik bir din mi göndermiş ki, başkalarının yardımıyla onu tamamlasın? Yoksa onlar, dinin tamamlanmasında ortak mıdırlar ki, Allah onların söylediklerine razı olsun? Yoksa Allah dini eksiksiz gönderdi de Resulü onu ulaştırmada kusur mu etti? Hâlbuki Allah buyuruyor ki: Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[22]

İmam Ali’nin (a.s) bu hadisinden, dinin her şeyi kapsamadığı takdirde eksik olacağını anlamaktayız. Eksik bir din de, insanın yaratılış amacı olan dünyevî ve uhrevî saadete ermesine yardımcı olamaz. Bu, Allah’ın hikmetine ters bir davranıştır. O halde, Allah dinini ve kitabını her şeye cevap olabilecek şekilde göndermiştir, sonucu tabii olarak ortaya çıkmaktadır.

2- Şeyh Kuleynî (r.a) İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle nakletmektedir: “Hakikaten Allah tebarek ve teala Kur’ân’ı her şeyin açıklayıcısı karar kılmıştır. Hatta Allah’a yemin ederim ki, kullarının ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi açıklamadan bırakmadı. Öyle ki artık hiç kimse, ‘Keşke Allah bunu Kur’ân’da zikretseydi, ancak zikretmemiş.’ diyemez.”[23]

Hadisin kelime ve cümleleri o kadar açık ki, bunun üzerine bir şey söylemeye gerek görmüyoruz.

3- İmam Cafer Sadık (a.s), İmam Ali’den (a.s) şöyle nakletmektedir: “Bu Kur’ân’ı konuşturun ve mevzuları ondan alın. O konuşmuyor ama sorduğunuz soruların cevabını ondan duyabilirsiniz. Bilin ki, geçmiştekilerin ve kıyamete kadar gelecek olanların durumları onda vardır. Göklerin ve yerlerin, cennetin ve cehennemin haberleri onda mevcuttur. Geçmişte olan olayların ve gelecekte olacak olayların haberleri onda vardır. Ben onu, kendi avuç içini bilen bir kimse gibi biliyorum. Gerçekten Allah şöyle buyurmuştur: ‘Tibyanen li kulli şey.’ Onda her şeyin beyanı, açıklaması vardır.”[24]

Bu hadislerin genelinden, Kur’ân’da, insanların din hakkında ihtiyaç duydukları itikad, yaratılış, dünya, insan, geçmişlerin haberleri, ilmî konular ve ahkâm gibi bilgilerin mevcut olduğunu anlıyoruz. Diğer bir tabirle, Kur’ân’ın değindiği konular; Allah’a inanan kimseler için, içindeki düsturlara uyulması gereken bir rehberdir. Ayrıca, dinin ve içerdiği emirlerin kesinlikle eksik olmadığını ve Resulullah’ın dini eksik ulaştırmadığını, bunlardan rahatlıkla anlamaktayız.

Elbette unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) ve tertemiz Ehlibeyti (a.s), Kur’ân’ı anlama ve ahkâmı açıklama konularında çok önemli bir rol oynamaktadırlar.

 

 


[1]– el-Mizan, c.2. s.197. Türkçe tercümesinden.

[2]– Daha fazla bilgi için el-Mizan Tefsiri’nin Türkçe tercümesinin 2. cildinin 186 ila 202. sayfalarına müracaat ediniz.

[3]– el-Mizan Tefsiri, c.6, s.97

[4]– Mecmue-i Asar, c.3, s.190; Hatemiyet, s.19.

[5]– Mecmue-i Asar, c.3, s.190 ve 191.

[6]– Nahl Suresi, 89.

[7]– Yûsuf Suresi, 111.

[8]– Nahl Suresi, 44.

[9]– En’âm Suresi, 154.

[10]– et-Tibyan, c.6, s.418.

[11]– Mecmau’l-Beyan,

[12]– el-Keşşaf, c.2, s.628.

[13]– el-Menar, c.6, s.167.

[14]– el-Mizan’ın Farsça tercümesi, c.12, s.469.

[15]– Enbiyâ Suresi, 107.

[16]– Kalem Suresi, 52.

[17]– Sebe Suresi, 28.

[18]– Furkan Suresi, 1.

[19]– Fussilet Suresi, 41 ve 42.

[20]– En’âm Suresi, 19.

[21]– Mâide Suresi, 3.

[22]– Nehcü’l-Belağa, 18. Hutbe. En’âm Suresi, 38.

[23] Usul-u Kâfi, c.1, s.59.

[24]– Usul-u Kâfi, c.1, s.61. Nuru’s-Sakaleyn, c.3, s.75.