Şüphesiz her şeyin bir şerefi vardır. En şerefli oturma ise kıbleye doğru olanıdır. el-Bihar, 75/469/4 Hz. Muhammed (s.a.a)

İslam’dan Önce Hz. Peygamber’in (s.a.a) Dini

İslam’dan Önce Hz. Peygamber’in (s.a.a) Dini

Soru

Hz. Resulullah (s.a.a.) peygamber olmadan önce hangi itikada ve dine sahipti?

Kısa Cevap

Bu bağlamda farklı görüşler vardır. Ancak kanaatimizce aşağıdaki görüş doğru olana daha yakındır: Peygamber (s.a.a.) şahsen Allah tarafından kendisine verilen has bir programa sahipti. O programa uygun bir şekilde eylemlerini ve yaşamını düzenliyordu. Yani asıl itibariyle İslam dini kendisine gelinceye kadar bu ona mahsus bir inaçtı.

Ayrıntılı Cevap

İslam Peygamberinin, kendisine peygamberlik gelmeden önce putlara kesinlikle secde etmediği ve tevhit yolundan sapmadığı kesindir. Tarih onun hayatının bu boyutunu çok açık ve güzel bir şekilde yansıtıyor. Ama hangi dindendi ve hangi peygamberin dinine, şeriatına ve düsturlarına amel ediyordu noktasında Müslüman düşünürler arasında farklı görüşler vardır.

1- Bazıları Onun (s.a.a.) Hz. Mesih’in dinine bağlı ve bu din üzerinde olduğunu savunuyor. Zira Peygamber (s.a.a.) peygamberlikle görevlendirilmeden önce resmi din ve iptal (nasih) edilmeyen din hazreti Mesih’in diniydi.

2- Bir diğer kesim Müslüman düşünürler Hz. İbrahim’e bağlı ve bu din üzerinde olduğunu savunuyor.[1] Zira Hz. İbrahim “şeyhu’l-enbiya” ve Peygamberlerin (a.s.) babası konumundaydı. Ayrıca İslam dinini, Hz. İbrahim’in dini gibidir şeklinde tanıtan âyetler de bu görüşü destekliyor, diyorlar.

“Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız.”[2]

3- Müslüman düşünürlerden bir diğer kısım da bu konuda herhangi bir bilgiye sahip olmadıklarını belirtip şöyle diyorlar: Onun (s.a.a.) bir dine sahip olduğunu biliyoruz. Ama bu dinin hangi din olduğu noktasında bizim bir bilgimiz yoktur. Bu bağlamda biz bir neticeye varmış değiliz!

Söz konusu olan bu üç görüşün her birisinin kendine has bir gerekçeleri vardır. Ama bunlardan hiç birisi kesin değildir. En uygun olan görüş dördüncü görüştür. O da şudur: Peygamber (s.a.a.) şahsen Allah tarafından kendisine verilen has bir din ve has bir programa sahipti. O programa uygun bir şekilde eylemlerini ve yaşamını düzenliyordu. Yani asıl itibariyle İslam dini kendisine gelinceye kadar bu ona ait has bir inanç idi.

Bu görüşün delili bir hadistir. Bu hadis Nehcu’l-Belaga’da zikredilmiştir ve şöyledir:

“Allah’ın Resulü sütten kesildiği andan itibaren onu gece gündüz yönlendirsin, ona güzellikleri öğretsin ve onu güzel ahlâka yönlendirsin diye Allah tarafından en büyük melek onun arkadaşı kılındı.”[3]

Böyle bir meleğin görevlendirilmesi has ve özel bir programın olmasına delildir.

Bu bağlamda bir diğer delil de şudur: Tarih kitaplarının hiçbirisinde Hz. Resulullah’ın Yahudi, Hıristiyan ve başka dinlerin ibadet yerlerine gidip orada ibadet ettiğinin yazılmamış olmasıdır. Ne putperestlerin ibadet ettikleri puthanelere gidip putperestlerin kenarında ibadetle meşgul olmuş, ne de ehl-i kitabın ibadethanelerine gidip onların kenarında ibadetle meşgul olmuştur. Bilakis tevhit anlayışına sahipti ve bu hattı devam ettiriyordu. Ameli olarak da sıkıca ahlâki usullere ve kurallara bağlıydı.

Biharu’l-Envar adlı rivaî kitapta Merhum Meclisî’nin yazdıklarına göre İslami kaynaklarda bu bağlamda birçok rivayet vardır. Söz konusu rivayetlerde şöyle denilmektedir:

“Peygamber (s.a.a.) ömrünün ilk başlarından beri Ruhu’l-Kudüs ile destekleniyordu, onun desteği ve teyidi altında idi. Peygamber (s.a.a.) kesinlikle Ruhu’l-Kudüs’ün verdiği ilhamlar doğrultusunda amellerini düzenliyor ve bu doğrultuda kendi yaşamını sürdürüyordu.”

Allâme Meclisi’nin kendisi şahsi olarak şu görüştedir ki, Peygamber (s.a.a.) risalet makamından önce nübüvvet makamına sahipti. Bazı zamanlarda melekler onunla konuşuyordu. Peygamber de onların seslerini duyuyordu. Bazen de doğru (sadık) rüyalarla kendisine Allah tarafından ilahi ilham veriliyordu. Bu durum kırk yaşına kadar devam etti. Kırk yaşına girdikten sonra risalet makamına ulaştı. Bundan sonra Kur’an ve İslam dini resmi bir şekilde ona nazil oldu. Allâme Meclisî bu bağlamda altı delil zikrediyor. Yukarıda zikredilen deliler onun zikretmiş olduğu delillerin bir kısmıyla uyum içindedir.[4]

–—


[1]     Caferî, Yakup, Kevser, c. 6, s. 234. Peygamber (s.a.a.) İbrahim’in dinini takip ediyordu, ona tabiydi ve Allah tarafından kendisine İbrahim’in (a.s.) dinini takip et diye vahyedilmişti.

…Allahın Resulü Hz. Muhammed’in (s.a.a.) İslam ümmetiyle birlikte kendilerini Hz. İbrahim’in (a.s.) gerçek takipçileri olarak nitelendirmesinden daha yüce ne olabilir?

Peygamber’e (s.a.a.) İbrahim’in takipçisi ol şeklindeki vahiy sadece peygamberlikten önceki zamana has bir durum değildir. Bilakis bu bağlamdaki vahiy, peygamberlikten sonra da devam etmiştir. Yani Hz. Muhammed (s.a.a.) Hz. İbrahim’in (a.s.) yolunu devam ettirendir. Hz. İbrahim (a.s.) tevhit anlayışının temsilcisi ve putları kıran kahraman bir kimse unvanıyla başta bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.) olmak üzere bütün peygamberler için örnekti. Aslında bütün peygamberler dinin usulleri noktasında Hz. İbrahim’in (a.s.) takipçileriydiler. Aralarında bazı farklılıklar bulunsa da bu farklılıklar furû ve şeriatin bazı hükümleriyle alakalıydı. Bu farklılıklar da zamanın şartları ve gereksinimleri doğrultusunda gerçekleşiyordu. Bu bağlamda her din, döneminin iktiza ettiği şartlara uygun kendi şeriatini teşrii eder ve her birisi kendisine ait ayinleri ve programları sunar. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır: “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.” (Maide/48)

Hz. Resulullah ilahi öğretiler dolayısıyla Hz. İbrahim’e (a.s.) has bir ilgi gösterir ve teveccüh ederdi. Bu ilgi ve teveccüh o denli idi ki, İslam dininin Hz. İbrahim’in dininin aynısı, ancak onun tekâmül bulmuş ve zamanının şartlarına uygun bir şekilde Allah tarafından yeniden sunulmuş hali olduğunu söyleyebiliriz.

[2]     Hac, 78.

[3]     Nehcu’l-Belaga, hutbe no: 192 (Kasiye hutbesi), “Hz. Peygamber sütten kesildikten sonra Allah meleklerden bir meleği ona arkadaş kıldı, bu melek gece gündüz onu güzel yollara sevk eder, varlık âleminin güzel ahlâkını ona öğretirdi.”

[4]     Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, 1. baskı, Tahran, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, h.ş. 1374, c. 20, s. 507.