İslami Vahdet; Taktik mi? Strateji mi?
İmam Humeyni(ra): Tefrika şeytan'dan, kelime-i vahdet (birlik) ve vahdet-i kelime (sözbirliği) Rahman'dandır.
Bir, yegane, tek, biricik anlamındaki Arapça “ehed”, “vahid” ve “vehid” kökünden gelen “ el vahde” veya “vahdet” kelimesinin sözcük anlamı “birlik”, “ittihad” ve “çokluğun karşıtı” demektir.
“Vahdet” kelimesi İslam literatüründe toplumsal ve siyasal alanlarda kullanıldığında sözcük anlamından pek farklılık göstermez ve Müslümanların ittihad ve birlik içerisinde bulunması, tefrika ve ayrılığa düşmemesi anlamında kullanılır.
Beşeri toplumda hakiki vahdete yöneliş, Tevhid inancının cilveleri ve yansımalarından biridir. Buna karşılık, çoğulcu anlayış, maddecilik ve şirk'in bariz özelliğidir. Kur'an'ı Kerim'de Ümmeti-Vahideyi oluşturmak, Seyri İllallahın gerçek çığırında ilerleme anlamındadır.
Tevhidi düşünceye sahip olup, tek bir Allah'a tapmak, ilahi iradenin varlık alemindeki her şeyi kapsayıp, kavradığına inanmak, buna karşılık pratikte Allah'ın yarattığı halka ve başka insanların kaderine yabancı kalıp, ilgi duymamak mümkün değildir. Muvahhid olup, tefrika ashabı ordusunda yer almak mümkün değildir.
Çeşitli İslam mezheblerine bağlı müslümanların vahdet içerisinde bulunmaları, düşmanlıkla sonuçlanabilecek tefrika ve ayrılığa düşmemeleri başta Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Resulullah’ın(s.a) hadisleri olmak üzere İslam büyüklerinin söz ve davranışlarında üzerinde sıkça durdukları bir husustur.
İslam düşünürleri ve öncü alimler zamanımızda da İslami vahdetin zarureti üzerinde ısrarla durmakta ve bu yolda zahmetlere katlanmaktadırlar. Bazı dar görüşlü kişi ve çevreler ise vahdet denilince bunun farklı inançların birleştirilmesi, insanların kendi inançlarını terkederek yeni bir inanç etrafında toplanmaları, ayrı bir ifadeyle mezhepsizlik veya mezhepler üstü yeni bir İslam anlayışının tesis edilmesi, yeni bir mezhebe girilmesi olarak algılamakta ve telkin etmektedirler. Halbuki bu anlayış İslam’ın mantığına aykırı olduğu gibi mümkün de değildir.
Siyasal, iktisadi, askeri, toplumsal ve siyasal alanların her birinde derin anlamlar taşıyan İslami vahdet kavramını kelam ve fıkıh mezhepleri sahasındaki farklı inanç ve anlayışları ortadan kaldırmak, farklılıkları gidermek veya vahdet eksenli yeni bir mezhep oluşturmak olarak sınırlamak yanlıştır ve faydasından çok zararı vardır. İhtilafları, cehaletten, bilgisizlikten kaynaklanan düşmanlıkları gidermek, birlikte hareket etmek, İslam ve insanlık düşmanlarına karşı dayanışma içerisinde bulunmak davet ve mesajıyla kastedilen İslami vahdet insanların kendi mezheplerini terketmeleri veya başka bir mezhebe girmeleri anlamına gelmemektedir. Asıl hedef Müslümanların hangi mezhep ve anlayışta olurlarsa olsunlar “tevhid”,”nübuvvet”, “Kur’an”, “mead(ahiret gününe inanç)” , “aynı kıble”ye yönelme ve aynı ibadetler gibi sayılamayacak kadar çok olan ortak inanç ve değerleri ön plana çıkarıp aralarında dostluk, kardeşlik ve dayanışma kurmaları ve ihtilaflı konularda ise bir birbirlerine tahammül etmeleridir.
Daha çok ayrıntılarla ilgili olan ihtilaflı konuların incelenmesi ve çözüme kavuşturulması ise işin uzmanı alimlere, araştırmacılara bırakılmalıdır. Vahdet uğruna kimseden fıkıh ve kelam alanlarında araştırma yapmaması istenemeyeceği gibi kimseye de ecdadının mezhebine bağlı kalmaya mahkumsun denilemez. Yani, bilimsel araştırmalar, görüşler, eğilimler ve hatta kendi görüşünü tebliğ konusu vahdete aykırı değildir. Vahdete aykırı olan, görüş ayrılıklarını düşmanlığa dönüştürmek, kendi görüşüyle örtüşmeyen inanç ve davranışları küfür, şirk ve bid’at olarak adlandırıp onlara karşı saldırıya geçmektir. Buna İslam’ı yaymak değil de ancak bağnazlık, kör taassup ve cehalet denilebilir.
İslami vahdet ilahi bir emirdir. Müminlerin, müslümanların ayrılıktan, düşmanlıktan kaçınmaları; birbirlerinin kardeşleri oldukları; birbirlerine karşı merhametli olmaları; birbirleriyle yardımlaşmaları, dayanışma içerisinde bulunmalarına dair ayetlere ilaveten Resulullah’ın(sa) hadislerinde, Ehli Beyt imamları ve diğer İslam büyüklerinin sözlerinde de Müslümanlar arasındaki vahdetin zarureti, önemi vurgulanmıştır.
Vahdeti tesis ve koruma, sadece müslümanların gücünü, iktidarını pekiştirme amaçlı siyasi bir hareket değildir. Vahdeti korumak ve tefrikadan sakınmak Müslümanlara farzdır. Bu anlayış kainatın yaratıcısının vahdaniyetine inançtan kaynaklanıyor.
İslam, Müslümanların kardeş olmasını ve kardeşçe davranmalarını istiyor. Sünniler veya Şiilerin, ya da başka bir mezhebe mensup olanların kendi dar çerçevelerinde kardeş olduklarını söylemiyor. İslam “Müminler kardeştir” diyor. Yani kim ki Kur’an-ı Kerim’e, İslam dinine, tek bir kıble Kâbe’ye inanıyorsa mümin sayılır ve müminler kardeştirler.
Nakli emirlere, tavsiyelere ilavaten akıl ve mantıkla da vahdetin zarureti sonucuna varılabilir. Müslümanlar kendi aralarında birlik ve beraberlikle toplumsal hayatlarına kıvam kazandıracak, enerjilerini bir birleriyle uğraşma yerine toplumun kalkınması ve ilerlemesi yönünde kullanacakları gibi dışarıdan gelecek kötü niyetli, düşmanca saldırılara karşı da hazırlıklı ve dayanışma içerisinde bulunacaklardır.
Günümüz dünyasında toplumlar, ülkeler ve bazen kıtalar arasında batıl ve dünyevi çıkar eksenleri etrafında zoraki askeri paktlar, ekonomik ve siyasal birlikler kurulurken Müslümanlar kendi aralarına her açıdan vahdet tesis etmek için en zengin argümanlara, delillere ve imkanlara sahip bulunmaktadırlar. Emperyalist güçler başka milletler üzerindeki sulta ve sömürülerini sürdürmek için birlikler oluştururken Müslümanların bütün bir insanlığın dünyevi ve uhrevi saadet ve mutluluğu için kendi aralarında birlik olmalarından daha doğal ne olabilir ki?!
Batı emperyalizminin bir kaç yüzyıldan beri İslam ülkeleri üzerinde devamedegelen siyasal, askeri, kültürel ve ekonomik sultasına son vermek; başta Müslüman halklar, mustazaflar ve bütün bir insanlığı İslam’ın yüce değerleriyle tanıştırmak, İslam uygarlığını yeniden kurmak, ilahi değerleri yer yüzüne hakim kılmak, toplumlarda barış ve huzuru sağlamak gibi Kur’ani hedefler doğrultusunda Müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içerisinde bulunmaktan başka çaremiz yoktur.
Başkaları için birlikler oluşturmak taktiksel ve geçici olsa da Müslümanlar açısından vahdet, daimi ve stratejiktir. Müslümanlar vahdete, sadece müstekbir güçlerin tehlike ve tehditlerine karşı koymak, kendilerini savunmak için geçici birlik ve beraberlikler olarak bakmazlar. Vahdet İslam’ın temel ve daimi emirlerindendir. İslam uleması ve düşünürlerinin 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarından beri belirgin bir biçimde yaptıkları vahdet çağrıları İran’da İslam devriminin zaferinden hemen sonra temel bir İslami strateji olarak gündeme gelmiş bulunuyor. Rahmetli İmam Humeyni tarafından Resulullah’ın(s.a) kutlu veladetlerine dair iki farklı rivayete dayalı, yani 12 ve 17 Rebiulevvel tarihleri arasının “İslami Vahdet Haftası” ilan edilmesi bazılarınca Şiilerin kendilerine yönelik baskılardan kurtulmak için bir taktiği olarak değerlendirilmesi yanlış ve vahdet çağrılarını etkisiz bırakmaya dair iftiralardır. Çünkü Şiiler vahdet çağrısını en güçlü oldukları bir dönemde yapmakta, İslam düşmanlarına karşı kurtuluş mücadelesi veren direniş hareketlerini mezheplerine bakmadan desteklemektedir.
Yaklaşık 30 yıldır İran ve bir çok ülkede kutlanan “vahdet haftası” ülkemizde de “kutlu doğum haftası” adı altında yaygın bir şekilde kutlanmaya başlamıştır. İnşallah bu mübarek gelişme sadece şekilci merasimlerle sınırlı kalmaz ve içerik olarak da başta Sünnisiyle Şiisiyle ülkemiz Müslümanları olmak üzere İslam dünyasının tümünde ve bütün bir dünyada hayırlara, bereketlere, huzur ve barışa vesile olur. Kuran-ı Kerim’in haberini verdiği ilahi vaadin (Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hale getirilmesi istenenlere lutfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne onları mirasçı bırakmayı dilemedeydik-Kasas/5) gerçekleşmesindeki önemli faktörlerden biri hiç kuşkusuz insanların vahdet, birlik-beraberlik ve dayanışma içerisinde bulunmalarıyla mümkün olacaktır.
Rabbimizin o günleri bir an önce göstermesi umut ve dualarıyla…