İslâm’ın Tebliğ Yöntemi
Soru
İslâm’ın tebliğ yöntemi nasıldı?
Kısa Cevap
Tebliğ, mesaj iletmek anlamındadır. Tüm ilahî peygamberlerin ve özellikle de yüce Hz. Muhammed’in misyonu insanları karanlıklardan nura yöneltmek olduğundan, İslâm’da tebliğ Allah’ın mesajını kullarına ulaştıran bir vesile olarak çok önemlidir. İslâm’da tebliğ yöntemleri sözlü, yazılı ve amelî olarak üç kısma ayrılabilir. Bu her üç kısmın da değişik türleri vardır. Sözlü yöntem konuşma, matem, münazara, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak gibi türleri içerir. Yazılı yöntem mektup, davetname, vb. türleri kapsar. Amelî yöntem ise ayrıntılı cevapta değinilecek olan bir takım türlere sahiptir.
Ayrıntılı Cevap
Tebliğ, uygun ve etkili araçlardan istifade ederek mesaj ulaştırmaya denir. Tarih boyunca kendi mesajını başka insanlara ulaştırmak isteyen tüm ekoller ve bireyler değişik yöntem ve araçlardan faydalanmışlardır. Bugünkü dünyada da insanlara muhtelif fikir ve inançlar kazandırmak için kapsamlı propagandalar yapılmaktadır. Ekollerin müntesipleri uygun bir tebliğden istifade ederek insanları sahip oldukları düşünce, fikir ve inançlarına aşina kılmak ve kendi takipçileri yapmak istemektedir. En son ve en kâmil din sıfatıyla İslâm, ebedî ve evrensel bir misyon taşıdığı için insanlara bu dini tebliğ etmek, onları ilahi hüküm ve öğretilerle tanıştırmak ve yanı sıra müjdeleyip uyarmak çok önemlidir. Çünkü İslâm hidayet dinidir ve hidayeti çok kıymetli saymıştır. İnsanlar, İslâm öğretileri ve inançlarına aşina olmadıkları sürece hidayete ermeleri mümkün değildir. Tebliğ yöntemleri sözlü, yazılı ve amelî olarak üç kısma ayrılabilir.
1- Sözlü Tebliğ:
Bu yöntemin değişik türleri olup konuşma, hutbeler, ezan, dualar, Kur’ân-ı Kerim’in nurlu âyetlerini tilavet etmek, bayramlarda sevindirici merasimler ve gam ve hüzün günlerinde de matem merasimleri düzenlemek, münazara, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak gibi hususları içerir.
2- Yazılı Tebliğ
a) Kur’ân Âyetleri Aracılığıyla.
Her zaman yazılı bir eser sıfatıyla tüm insanların yanında olan nurlu Kur’ân âyetleri, insanları hidayete erdirmede önemli değere sahiptir. Onun zamanımızda bile hidayet edici olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Nitekim şöyle buyuruyor:
“İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’ân) gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.”[1]
b) Peygamber (s.a.a) ve İmamlardan Gelen Değerli Hadisler.
c) Mektup Göndermek.
Mektup göndermek, çağrısının başladığı ilk günlerden itibaren Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından önemsenmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) Habeşistan kralı Neccaşî’ye gönderdiği mektup bunun bir numunesidir. Hudeybiye barışından ve müşriklerin saldırılarının durmasından emin olunduktan sonra, Hz. Peygamber (s.a.a) Hicaz dışına tebliğ etme düşüncesini hayata geçirdi. Elçi yollayarak ve mektup göndererek herkesi tek ilaha tapmaya ve İslâm dinini kabul etmeye davet etti. Bu kapsamlı çağrı, kendisi dünyadan göçünceye dek devam etti. Büyük krallar, Hıristiyanlığın dinî yöneticileri ve meşhur kabile reisleri bu mektupların asıl muhataplarıydı.[2]
3- Amelî Tebliğ:
İslâm bu yönteme çok önem vermiştir. Kur’ân şöyle buyurmaktadır:
“Siz Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz?”[3]
Bir başka yerde ise şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?”[4]
İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanları söz dışında başka bir şeyle Allah’ın dinine davet edin.” [5]
İslâm Peygamberi ve Pak İmamlar (a.s) İslâm yolunda bu yöntemden çok yararlanmışlardır. Zira söylenenlerin etki etmesinin şartı, mübelliğin söylediği şey ile amel etmesidir. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) yapabildiği ve diğer insanların yapmaktan aciz kaldığı mucize ve kerametler de bir tür amelî tebliğdir ve halkın İslâm’a yönelmesinde çok etkili olmuştur. Buna ek olarak İslam tebliğde zarif nokta ve değişik şartları gözetmiştir. Bunlara riayet etmek tebliğ faaliyetlerinin eser bırakmasında, mahsul vermesinde ve neticede İslâm’ın ilerlemesinde çok etkili olmuştur. Bu bağlamda aşağıdaki hususlara işaret edilebilir:
1. Tebliğ Mekânının Önemi:
Uygun mekânlarda dinî meseleleri tebliğ etmek ve ilahi buyrukları kullara ulaştırmak daha çok etki bırakacaktır. Resulullah (s.a.a) Allah’ın mesajını ve İslâm’ın çağrısını Hac günlerinde halka ulaştırmaktaydı. İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’ya hareket etmeden önce hacıların gelmesi ve de kendi misyonunu ve Yezid’in cinayetlerini Allah’ın evini ziyarete gelen kimselere anlatmak için Mekke’de kaldı ve onlardan her birinin bu mesajı kendi bölge halkına ulaştırmasını hedefledi. İmam Sâdık (a.s) Arafat çölünde hacılar topluluğu arasında durur, dört tarafına bakar ve her tarafta üç defa şöyle buyururdu:
“Ey insanlar sizin önderiniz Peygamber (s.a.a), ondan sonra Ali b. Ebu Talib (a.s), ondan sonra Hasan ve Hüseyin, onlardan sonra Ali b. Hüseyin, ondan sonra Muhammed b. Ali idi ve şimdi ise benim.” [6]
Mekke ve cami gibi yerler tebliğ için uygun yerlerdir. Tarih boyunca cami ve minber yan yana olmuşlardır. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın mescitlerinin birinde oturan, Allah’ın kitabını okuyan ve kendi aralarında onu inceleyen hiçbir topluluk yoktur ki kendilerine sükûnet inmesin ve kendilerini rahmet kuşatmasın.” [7]
2. Tebliğ Zamanı:
Tebliğ için uygun zamanı seçmek mübelliğin başarılı olmasında etkili amillerdendir. Kur’ân âyetleri ve Ehlibeyt İmamlarının dualarına bir göz atılmasıyla işlerde ve özellikle de tebliğ hareketlerinde zamanın rolü kavranabilir. Yüce Allah Kur’ân’ı Kadir gecesi nazil etmiştir.[8]Kur’ân’ın indirilmesi için bu zamanın seçilmesi, onun önemini artırmaktadır. Zira Kadir gecesi de en güzel zamanda, yani mübarek Ramazan ayında yer almaktadır. Allah Resulü’nün (s.a.a) gönderilmesinden üç yıl sonra şu âyet nazil olmuştur:
“Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emr olunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme.”[9]
Bu âyetin üç yıl sonra nazil olması, ondan önce Allah’ın dinini aşikâr olarak ilan etmek ve de müşrik ve kâfirlerden uzak olmak için altyapı ve şartların hazır olmadığını göstermektedir. Kureyş inkârcıları, Allah Resulü’nün tebliğini engellemek istedikleri zaman, Hz. Peygamber (s.a.a) haram aylardan istifade etmekte, Ukaz, Micne ve Zilmecaz gibi pazarlara gitmekte, yüksek bir yere çıkmakta ve halkı İslâm dinine davet etmekteydi.[10] Çünkü inkârcıların inancına göre bu aylarda savaş ve kan akıtmak haram idi ve bu yüzden Hz. Peygamber’e (s.a.a) bir zarar gelmiyordu.
3. Allah’ın Adıyla Başlamak:
Her işte gerçek müessir Allah olduğundan ve her amelin başarılı olması tam olarak O’nun isteğine bağlı bulunduğundan, söz O’nun adıyla başlamalıdır. Bu şekilde söz ilahî bir dayanak bulacak ve halka direkt etki edecektir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) Allah tarafından aldığı ilk emir mesajı ve sözüne Allah’ın adıyla başlamasıydı.
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!”[11]
4. İlahî Vahiy ile İletişimde Olmak:
İlahi vahiy ile iletişimde olma dışında insan sözü hiçbir zaman hatadan yoksun değildir. Mübelliğ, Allah Tebarek ve Teâlâ’nın yüce elçisine vahyettiği şeylere sarılmalıdır. Bu doğru yoldur. Aksi takdirde sapma tehlikesi vardır:
“Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.”[12]
Vahiy kaynağıyla iletişim içinde olan Peygamber’in (s.a.a) söz ve tebliği arzu ve hevesten uzaktır.
“O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’ân ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”[13]
Bu onun etkili olmasının sırlarından biridir.
5. Delilli ve Mantıklı Konulardan Yararlanmak ve Çürük, Payesiz ve Edep ile İnsaniyete Aykırı Konulardan Uzak Durmak:
Kur’ân-ı Kerim değişik âyetlerde konularını burhan ve delille beyan etmiş, takipçilerine kâfirlerle en güzel şekilde tartışmalarını emretmiş[14] ve şöyle buyurmuştur:
“Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler.”[15]
Kur’ân hatta kendi muhaliflerinden bile iddiaları için delil getirmelerini istemekte ve şöyle buyurmaktadır:
“Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.” [16]
“(Kâfirlere) “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve (Allah’a ortak diye) uydurdukları şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir.”[17]
6. Müjde ve Teşvik:
Kur’ân-ı Kerim insanları infak etmeye davet için birçok müjde vermiştir:
“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir.”[18]
Bir başka yerde insanları salih amele ve namaz kılmaya teşvik etmek için şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”[19]
7. Uyarı:
Kur’ân insanları iyi amele teşvik eder ve kötü amelden sakındırır. Hz. Peygamber’in (s.a.a) en belirgin yönlendiriciliklerinden biri insanları her türlü arzu pereselikten sakındırmasıydı. Birçok âyette şiddetli azap vaadi verilerek kâfir ve günahkârlar uyarılmış ve şöyle buyrulmuştur:
“Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”[20]
8. Dinî Öğretileri Tebliğ Ederken Korkmamak:
Kur’ân-ı Kerim tebliğ işinde Allah’tan başka kimseden korkmayan doğru mübelliğleri övmüş ve şöyle buyurmuştur:
“Daha önce gelip geçen o peygamberler, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah, hesap görücü olarak yeter.”[21]
Bu zarif noktalara dikkat edilmesi ve masum önderler ile onların gerçek taraftarları tarafından bunların uygulanması, İslâm’ın hızlı bir şekilde yayılmasını sağlamıştır.
[1] Maide, 15-16.
[2] Taberî, İbn Cerid, Tarih-i Taberî, c. 2, s. 882, tahkik: Nuhbetu’n-mine’l-Ulemai’l- Ecilla, Muessese-i Elem-i Beyrut.
[3] Bakara, 44.
[4] Saf, 2; Muhsin Kıraatî, Kur’ân ve Tebliğ, İntişarat-ı Dershayi ez Kur’ân’dan iktibas edilmiştir.
[5] Biharu’l-Envar, c. 5, s. 197.
[6] Kuleynî, Muhammed b. Yakub, Furu-i Kâfi, c. 4, s. 466, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, Tahran.
[7] Nurî Tabersî, Hacı Mirza Hüseyin, Mustedreku’l-Vesail, c. 3, s. 363, Çaphane-i İslamiye, Tahran
[8] Kadir, 1.
[9] Hicr, 94.
[10] Hz. Ayetullah Subhanî, Cafer, Furuğ-ı Ebediyet, c. 1, s. 326, h.ş. 1360.
[11] Alak, 1.
[12] Zuhruf, 43.
[13] Necm, 3-4.
[14] Nahl, 125.
[15] En’am, 108.
[16] Bakara, 111.
[17] Kasas, 75.
[18] Bakara, 261.
[19] Bakara, 277.
[20] Âl-i İmran, 4.
[21] Ahzab, 39.