Kerbelâ…
SİBEL ERASLAN
"Geldi ol dem ki, kılam canımı canına feda
Eyleyem arz-ı muhabbet, kılam izhar-ı vefa"
(Fuzuli)
"Burası neresidir?" diye sordu Hz. İmam. "Kerbelâ'dır." dediler. "Allahu Ekber!" dedi evlâd-ı Resul, "Burası kerb ve belâ (hüzün ve belâ) yeridir…" Kerbelâ dramı, insanlık tarihinin şahit olmadığı büyük bir acıdır. Öncelikle katliam vahşet sembolleriyle gerçekleştirilmiştir. Ehlibeyt, susuz bırakılarak, çadırları ateşe verilerek, ağızlarından, dudaklarından, ellerinin üzerlerinden oklanarak ve başları gövdelerinden ayrılarak şehit edilmişlerdir. Saniyen bu vahşetin Resul hatırası aziz kişiler üzerinde cereyan ettirilmiş olması olayı daha vahimleştirmektedir. Takiben, bu cinayeti işleyenlerin yine Müslüman olarak bilinen kişiler oluşu ve hatta aralarından bazılarının bu şehitlere Resul'ün (s.a.v) verdiği ehemmiyetin bizzat müşahidi oluşları da cidden ürkütücü ve incelenmesi gereken bir vak'adır.
Takdir-i İlâhî'den elbette sorulmaz. Fakat bizim gibi ahir zaman Müslümanlarının Kerbelâ vak'asından çıkarması gereken önemli nasihatler vardır. Siyasî makam ve mevki telâşının, dünyalık zenginliklere karşı kötü bir alışveriş olarak, ahiretlerini yıkmak bahasına nasıl bir gözü dönmüşlüğü tetikleyebileceği manzarasıdır Kerbelâ. Kerbelâ, nifak ateşinin nasıl da asla sönmeden aramızda oturabileceğinin gerçeğidir. Kerbelâ, "biz" olmanın ne kadar da zor olduğunu, birbirimize emanet vasiyetiyle terk edilmiş bir ümmet olduğumuz bilincini yapısallaştırmanın ne kadar güç ve emek isteyen, üst düzey bir şey olduğunu vurgular. Ne Yahudiler… Ne Masonlar… Önce biz, "bize" bakalım der Kerbelâ. Bu yüzden İslâm âleminin gözyaşı üzerine kurulu ve "düşman"dan gelen nice tarihî hezimet ve yenilgilerin yanında, hatta önünde durur Kerbelâ. Önce biz, "biz" olalım. Hüzün ve Belâ eli "biz"den geldikten sonra, diğer her şey önemini yitirivermez mi haddizatında? Hangisi size daha fazla dokunur, hangisi daha yaralayıcı, hangisi daha acıtıcıdır yürekleri… "Biz"in duyarsızlığı mı, "biz"in ihaneti mi, "biz"den gelen fiske mi, düşmandan gelen gürz mü, hangisi?
Bu bağlamda Kerbelâ, büyük bir insanlık imtihanıdır. Rabbimizden gelen bir hatırlatma, hani bizi bize emanet etmişti Veda Haccı'nda Sevgili Efendimiz? Bu yüzden en acı sızısı İslâm âleminin, "biz"sizliğidir. Sahipsizliği, kimsesizliği, öksüzlüğü kadar acı… Başka nesi vardır İslâm âleminin… Kerbelâ'nın siyasî anlamı ve dersleri üzerinde düşünmesi gerekiyor hepimizin. Dünyalık makam ve mevki ve siyasî ihtiraslar üzerine kurulu her teşekkül, görüntüsü ne kadar İslâmî olursa olsun, yozlaşmaya, tefessüh etmeye ve zulüm üretmeye mahkûmdur.
Ne oldu bize? Kulaklarımıza ne oldu? Niçin duyamıyoruz yanı başımızda müminin dahi feryadını? Kulaklarımız mı sağır olmuş, yüreklerimize mi set çekilmiştir? İslâm âleminin bugün pek çok sorunu vardır. Ekonomik zafiyet, siyasî başarısızlıklar, eğitimsizlik, işgal, vs… Fakat tüm bu olumsuzlukların en başında ve en ilkin, "biz" bilincine ulaşamamışlığımız yatmaktadır diye düşünüyorum. Mezhepler, tarikatlar, vakıflar, partiler, fırkalar fırkalar… Her birinin de daraltılmış, yalıtılmış, âdeta din'leştirilmiş kendi içlerine kapalı yapıları var günümüzde… "Hepsi var da bir "biz" yok…
Bir de… "Haysiyetsiz bir hayatı yaşamaktansa şerefli bir ölümü tercih ederim…" diyen Kerbelâ Aslanı yok. "Biz"in olmadığı yerde, zulme boyun eğmeden ve icap ediyorsa "tek başına…" rest çekmek kalır geriye… Eşi Şehribanu'ya vasiyeti kalır: "Ey Gönül okşayan sevgilim, ey arkadaşım, ey sırdaşım, beni bu yerde, yaralı vücutla, kana ve toprağa bulanmış görürsen, sakın çığlıklar atarak düşmanımı sevindirme, misk kokan saçlarını dağıtıp, gül yüzüne göz süzdürme…"
Çığlık atmadan ağlıyorlarsa ve saçlarını hiç çözemeden… Hüseyin kızları bugün… İşte sırf bu yüzdendir. Bilmez zalimler, gözümüz niye karadır ve saçlarımızı çözmek niye haramdır bizlere…