Kur’an Ve Semavi Kitaplar
Semâvî Kitapların İniş Felsefesi
Biz inanıyoruz ki: İnsanoğlunun hidayeti bulup doğru yola yönelmesi için Allah Teâla nice mushaf ve kitaplar göndermiş; bu cümleden olmak üzere Hz. Nuh'la (a.s) İbrahim'e (a.s) mushaflarını, Hz. Musa'ya (a.s) Tevrat'ı, Hz. İsa'ya (a.s) İncil'i ve Hz. Resul-i Ekrem efendimize (s.a.a) de Kur'an-ı Kerim'i nazil etmiştir. Bu kitaplar ve bu peygamberler gönderilmemiş olsa, insanlar Allah'ı tanıma ve O'na ibadette bulunma hususunda türlü hatalara kapılacak; takva, ahlâk, eğitim ve terbiye prensipleriyle; ihtiyacı olan sosyal kural ve prensiplerden uzak düşmüş olacaktı ki bu da insanlığın felaketi demekti.
Bu semâvi kitaplar, tıpkı rahmet bulutları gibi insanların gönül tarlasına yağarak takva, dürüstlük, Allah aşkı, ahlâk, ilim ve hikmet tohumlarının yeşerip, boy atmasına neden oldular:
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. (Müminlerin) Tümü, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına ve Peygamberlerine inandı.[1]
Her ne kadar zaman aşımında ve cahillerle ehil olmayanların yersiz ve zararlı müdaheleleri sonucu, semâvî kitapların çoğu tahrif edilip, asıl ve orjinal hallerinden koparılarak batıl düşüncelerle kirletildiyse de, son kitap olan Kur'an-ı Kerim, ileride belgelerini de belirteceğimiz üzere bu tür tehlikelerden özel olarak korunmuş ve Allah Teâla'nın takdiriyle zerrece değişime uğramaksızın bütün asırlar ve bütün çağlara aydınlık saçan sönmez bir güneş misali parlamayı sürdürmüştür:
Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır.[2]
Kur'an, İslam Peygamberi'nin (s.a.a) En Üstün Mucizesi
Biz inanıyoruz ki: Kur'an, Hz. Resulullah efendimizin (s.a.a) en önemli mucizesidir. Sadece fesahat ve belagatte bir edebiyat şaheseri olup kolay anlaşılır, akıcı ve çok cazip bir beyan tarzı taşıması değil, akaid ve kelam kitaplarında tafsilatıyla geçen daha birçok özelliği nedeniyle de Kur'an nice mucizeleri kapsayan istisna bir kitaptır.
Bu nedenle de şuna inanmaktayız: Kimse Kur'an'ın bir benzerini, hatta ondaki surelerden birinin bir benzerini getirmeye kâdir değildir. Kur'an, kendisinden şüpheye kapılanlara bunu defalarca meydan okumakta ve onlara bu hakikati sürekli hatırlatarak şöyle buyurmaktadır: De ki eğer bütün insanlarla periler (cin ve ins) bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa (onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile) onun bir benzerini getiremezler.[3]
Eğer kulumuza (Hz. Peygamber'e (s.a.a), indirdiğimizden (Kur'an'dan) şüphedeyseniz, (en azından) ona benzer bir sure getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın.[4]
Keza zaman geçtikçe Kur'an'ın eskimeyeceğine, hatta onun şaşırtıcı özelliklerinin zamanla da net bir şekilde anlaşılıp, ortaya çıkacağına ve insanların Kur'an'ın büyüklük ve azametini daha iyi anlayacağına inanmaktayız.
İmam Sadık (a.s) hazretlerinden ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
Yüce Allah Teâla, Kur'an'ı belli bir zaman veya belli bir kesim için göndermiş değildir; bu nedenle de her zaman yepyeni ve kıyamete değin her kesim için taptazedir o.[5]
Kur'an'ın Tahrif Olmayışı
Biz inanıyoruz ki: Bugün dünya Müslümanlarının elinde bulunan Kur'an, Hz. Resulullah'a (s.a.a) nazil olan Kur'an'ın ta kendisi olup, zerrece ekleme veya eksiltmeye uğramamıştır.
Nazil olduğu ilk günlerden itibaren vahy katipleri bütün ayetleri yazmış, bütün Müslümanlar bunları gece gündüz okumakla görevlendirilmiş ve günlük beş vakit namazlarda tekrarlamışlardır. Yine kalabalık bir hafızlar grubu bütün ayetleri muntazam bir şekilde ezberlemekte, Kur'an hafız ve kaarileri (okuyanları) Müslüman topluluklar arasında özel bir itibar ve prestij görmekteydiler ki, bu durum bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Bütün bunlar ve daha sayamadığımız nice tedbir ve etkenler, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramaksızın olduğu gibi günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.
Bunlar bir yana, Alah Teâla hazretleri Kur'an'ı kıyamete değin bizzat koruyacağını vaadetmiştir ki, bu garantiden sonra Kur'an'da zerrece tahrif yaratmaya hiçbir gücün muktedir olamayacağı apaçık ortadadır:
Hiç şüphesiz Kur'an'ı biz indirdik ve O'nu kesinlikle koruyacak olan da biziz![6]
İster Şia, ister sünni olsun bütün büyük İslam alimleri, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramadan korunmuş olduğuna ve kıyamete kadar da böyle kalacağına inanırlar. Her iki grup arasında oldukça azınlık denilebilecek bir kesim birtakım uyduruk tahrif rivayetlerine kanmış, ancak her iki grubun da bilinçli ve aydın uleması bunun çirkin ve asılsız bir karalama olduğunu, bu tür rivayetlerin kesinlikle uydurulduğunu ya da bu rivayetlerdeki söz konusu tahrifin, ayetlerle ilgili olarak yapılan yanlış yorumlama ve tefsire yönelik olduğunu veyahut Kur'an'ın açıklamasıyla ilgili tabirlerin Kur'an'ın orjinal metni olarak algılanmasının birer örnekleri olduğunu sürekli hatırlatmışlardır. (Bu noktaya bilhassa dikkat edilmelidir.)
Şiâ ve sünni kesimin büyük alimleri tarafından sarahatle reddedilmiş olan Kur'an'ın tahrifi, iddiası hangi kesim ve kim tarafından gelirse gelsin gerçekte Kur'an'a bir saldırı sayılmakta ve o kesimlerin de içinde bulunduğu bütün bir İslam ümmetine zarar vermekte ve bu tür kör taassuplar o yüce Kitab'ı sorular altında bırakarak Allah'ın dinine düşman olanların değirmenine su döküp, neticede onların ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a) döneminden itibaren Kur'an'ın derlenmesi ve toplanmasında gösterilen fevkalâde ihtimam, Kitab'ın korunması, telaveti, nüsha yazımları ve özellikle ilk günden itibaren görevlendirilen vahy katiplerinin vazifesi gözönünde bulundurulacak olursa, Kur'an'ın tahrifinin gerçekten niçin imkansız olduğu kolayca anlaşılmış olur.
Aynı şekilde, bugünkü maruf ve bilinen Kur'an'dan başka bir Kur'an'ın varlığı da sözkonusu değildir. Bunun nedeni gayet açık olup incelenmesi herkesçe mümkündür, çünkü bugün hemen hemen her Müslümanın evinde, işyerinde, kütüphanelerde ve bütün camilerde en azından bir Kur'an vardır. Hatta asırlar önce yazılmış olan elyazması Kur'an'lar da bugün müzelerde ihtimamla korunmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, meselâ bizim ülkemizdeki bütün Kur'an'larla diğer İslam ülkelerindeki bütün Kur'an'lar harfiyen aynı ve birdir. Geçmişte inceleme imkânları bunca kolay değildiyse de bugün yapılacak basit bir incelemeyle bu tür yakışıksız iftiraların aslı astarı olmadığını kolaylıkla anlamak mümkündür.
Kullarıma müjde ver, ki onlar sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar temiz akıl sahipleridir.[7]
Bugün bizim dinî-ilmiye medreselerimizde, Kur'an bilimleri çok yaygın ve geniş bir şekilde öğretilmektedir. Bu derslerde öğretilen temel mevzulardan biri de Kur'an'ın zerrece tahrif edilmediği ve esasen edilemeyeceğidir.
SÜNNETİN KAYNAĞI KUR'ANDIR
Biz inanıyoruz ki: Hiç kimse Bize Allah'ın kitabı yeter! diyerek Kur'an hakikatlerini açıklaması ve tefsiriyle nasıh ve mensuh ayetlerini, genel ve özel nitelikli hitaplarını ve yine dinin usul ve furuunu kavrayışla ilgili peygamber sünneti ve hadislerini bir kenara itemez. Zira Kur'an-ı Kerim gayet net bir dille Hz. Resulullah'ın (s.a.a) söz ve amellerinin Müslümanlar için hüccet (kesin delil) olduğunu belirtmiş ve o hazretin sünnetinin, İslam'ın anlaşılması ve İslam hükümlerinin belirlenip, ortaya çıkmasını sağlayan bir kaynak olduğunu vurgulayarak Haşr suresinin 7. ayetinde şöyle buyurmuştur: Peygamber size ne (emir) verirse alın (emre uyun ve uygulayın). Sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun.
Ahzab suresi 36. ayette açıkça şöyle buyrulmaktadır: Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır.
Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) mübarek sünnetine önem vermeyenler, gerçekte bizzat Kur'an'a önem vermemektedirler. Ancak, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünneti de elbette muteber ve güvenilir yollarla belirlenmiş olmalıdır; o hazretin buyurduğu iddia edilen her sözün, hiçbir inceleme ve araştırmaya tabi tutulmaksızın hemen kabul edilemeyeceği de apaçık ortadadır.
Hz. Ali'nin (a.s) şu buyruğu bu konuya yeterince açıklık getirici niteliktedir: Henüz Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hayatta bulunduğu günlerde, o hazrete nice yalanlar isnad ettiler, o kadar ki, hazret bu hususta bir hutbe okumak zorunda kalarak Bana, bilerek yalan isnad edenler, ateşteki yerlerine hazırlansınlar! buyurdular.[8]
Aynı anlama yakın bir diğer hadis de Sahih-i Buhari'de nakledilmiştir.[9]
EHL-İ BEYT İMAMLARININ SÜNNETİ
Biz inanıyoruz ki: Bizzat Hz. Resulullah'ın (saa) emretmiş olduğu üzere, Ehl-i Beyt'in (a.s) hadislerine uymak da farzdır. Zira her şeyden önce Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muteber kitaplarının pek çoğunda bulunan ve mütevatir derecesine ulaşmış olup, bizim de burada Sahih-i Tirmizi'den nakledeceğimiz meşhur Sekaleyn Hadisinde Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadırlar: Ey insanlar! Aranızda iki emanet bırakıyorum; bu ikisine sarılırsanız asla sapmazsınız: Allah'ın Kitabı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt'imdir bunlar![10]
İkincisi, Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) aktardıkları bütün hadisleri, cedleri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bizzat kendisinden nakletmiş olmalarıdır, Söylediklerimizin tamamı, babalarımız yoluyla bizzat dedemiz Hz. Resulullah'tan (s.a.a) bize ulaşmıştır. buyurmuşlardır.
Evet, Allah Teâla'nın en sevgili kulu Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) efendimiz Müslümanların geleceği ve karşılaşacakları temel sorunları ilâhî takdirle, çok iyi bildiğinden, günden güne artacak olan bu sorunların kıyamete dek yegane çözüm yollarının Kitabullah'la Ehl-i Beyt-i Resulullah'ta bulunduğunu ve insanoğlunun ancak bu ikisine sarılması halinde saadete kavuşacağını belirtmiştir.
Bu kadar önemli, nitelikçe buna zengin ve sened açısından da bu kadar sağlam ve sahih bir hadis-i şerifi hafife almak ve görmezden gelebilmek mümkün müdür gerçekten?
Bu nedenledir ki sözkonusu hadis-i şerifte vurgulanan konuya, önem verilmiş olması halinde bugün akaid, tefsir ve fıkhî meselelerde Müslümanların karşı karşıya bulunduğu müşkülatların hiçbirinin varolmayacağına inanmaktayız. Bugün Müslümanların yaşadığı ana müşkülatların sırrı, bu hadis-i şerifin kaleme alınmamış ve asla önemsenmemiş olmasında gizlidir.
———————————————————————————-
1- Bakara- 285
2- Maide-15-16
3- İsra- 88
4- Bakara- 23
5- Bihar'ul Envar, c:2, s:280, 44.hadis
6- Hicr -9
7- Zümer 17-18
8- Nehc-ul Belaga, 210. hutbe
9- Sahih-i Buhari, c:1, s:38, ‘Nebi'ye (s.a.a) yalan isnadında bulunma' bâbı.
10- Sahih-i Tirmizî, c:5, s:662, Menâkıb-u Ehl-i Beyt'in Nebî (s.a.a) 3786 nolu hadis.